Bugun...



Kalp Gözüyle Cemalin Görülmesi

Zahir, şeriat adabıyla süslenir ve batın ise, marifet, güzel ahlak ve kâmil iman nuru ile nurlanırsa, kalp gözü hakikatleri görmek için açılır ve kalp güç ve kuvvetine oranla celal, cemal, azamet ve yüceliği görmeye muvaffak olur.

facebook-paylas
Güncelleme: 15-06-2022 15:21:36 Tarih: 13-06-2022 10:00

Kalp Gözüyle Cemalin Görülmesi

Günah, gaflet ve insanın kendisiyle meşgul olması, Allah’ı idrak etmeye engel olur ve bu da O’nu unutmaktır; yoksa O’nun varlığına dair ilmin tamamen yok olmaz. Başka bir ifadeyle görmek yakindir. Yani insan öyle bir makama ulaşır ki, kalbine her türlü şek, şüphe ve tereddüt kapısı kapanır. Kalp hakikate karşı öyle bir aşamaya ulaşır ki baştaki göz gibi eşya ve maddeleri görmeye başlar. Her kalbin Hak Teâlâ’ya yönelmek ve imanın hakikatlerini idrak etmek hususunda bir zarfiyet ve kapasitesi vardır ve cemalin nurunu o zarfiyet miktarında kabul eder.

Allah-u Teâlâ’yı görmekten maksat, ilmin en kesin ve en açık merhalelerine ulaşmaktır. Daha açık bir ifadeyle, bizim malumatımızın yanında bir takım diğer malumat da var ki onlara “görmek” denilmektedir ve bu malumat bizim huzurî ilmimizle gerçekleşmektedir. Örneğin “Ben, ben olduğumu görüyorum ve falan şeye ilgi duyduğumu veya falan şeyi sevmediğimi görüyorum” diyoruz. Bu görmelerin anlamı, “Ben kendimi böyle buluyorum ve bir şey onunla aramda engel olmadan onu böyle buldum.” Onun idraki insanın yanında hazırdır; başka bir şeyin aracılığıyla onların var olduklarını anlayabilmek ve varlığını ispatlamak için akıl yormaya, düşünmeye ve duyu organlarını kullanmaya gerek yoktur.

“Görme ve mülakat” diye ifade edilen bu ilim, sadece Allah’ın salih kullarının, o da sadece kıyamet günü ulaşabilecekleri bir şeydir. Çünkü dünya hayatının bağları tamamen kopmaya engel olurlar. Nitekim Kur’an’ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

O gün birtakım yüzler şen ve parlaktır. Rablerine doğru bakarlar. (Onun mükâfatına göz dikerler.)”[1]

Bu, göz veya düşünce kullanılmadan her şeyin hakikat ve zatının algılandığı bir çeşit idrak ve şuur olup, insanın düşünce ve delilden yararlanarak Allah’ın varlığı hakkında edindiği inançtan farklıdır; tam aksine, burada insan rabbini hiçbir örtü ve perde olmaksızın vicdanıyla idrak eder. Eğer idrak edemiyorsa, bunun sebebi kendisiyle meşgul olması; günah bataklığına düşmesi ve günah işlemesidir. Bu idrak edememe de var olan ve müşahede edilen bir şeyden gaflet etmektir; yoksa ilmin tamamen yok olmaz.

Vasfedenlerin Vasıfları O'nu Vasfetmekten Acizdir!!

Her şeyin vasfı o şeyin hakikat ve mefhumunu tasavvur etmeye bağlıdır. Bir şeyin hakikati tasavvur edilemezse, sadece eser ve cilveleri aracılığı ile onun hakikatine işaret edilebilir. Zatî hakikatini bilemediğimiz için O’nu vasfetmekten aciz olduğumuzu itiraf ederek diyoruz ki: Ben seni, senin kendini vasfettiğin gibi vasfediyorum.

Elbette Allah’ı vasfetmekten aciz olma, O’nu tanımanın yolu olan tevhidin hakikatleri üzerinde düşünmeyi tatil etme sebebi olamaz. Çünkü doğa üzerinde araştırıp düşünmek, bizi tabiat ötesi sınırlara yönlendirmekte ve tabiatın, tedbir edip yöneten bir gücün sulta ve egemenliği altında olduğunu ve O’nun sıfatlarını anlayabilmek için akıldan yardım almamız gerektiğini ortaya koymaktadır.

Fakat her durumda, vasfedenler her ne kadar tüm varlıklarıyla sınır ötesi hakikatleri tanımak için kalp (fıtrat), ilim (tabiatta araştırma yapıp düşünmek) ve akıl (delil) yollarını katedip bu alanda matlup kemal ve rüşte erseler ve Kur’an-ı Kerim’in istediği o tevhidin lezzetine ulaşsalar bile, yine de onların kalp, akıl ve yürekleri ve yine elde ettikleri şey sınırlı olduğu için, ezelî, ebedî, daimî, zahir, batın, bilen, duyan, haberi olan, gören ve… mukaddes varlığı vasfetmekten acizdirler!!

O’nu tanımak için fıtrat, eserleri seyretmek, aklî ilimler ve yüksek İslamî öğretileri yolunda hareket etmek gerekmektedir. Bu yolda hareket eden bir kimse kesinlikle tevhit konusunda insanı hayrete düşürecek bir takım gerçeklere ulaşacaktır. Fakat buna rağmen O’nu vasfetmekten aciz olma dairesi dışına çıkamaz. Bu kadar tavsifler kendi yerinde hak ve kesin olmasına rağmen, yine de sınırlı, zayıf ve düşük varlığın sınırsız, aziz, büyük ve yüce varlığı tavsifidir.

 

---------------

[1]- Kıyamet, 22.




Bu haber 1617 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI