xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
Bugun...



İmam Ali'nin (a.s) Bakışıyla Nehcü'l-Belağa'da ‘Adalet’ Konusunun İncelenmesi - 1

"Adalet", boyutları ve büyüklüğü tüm insanları takdire sevk eden kavramlardan biridir. İnsan, kendini ve toplumu tanıdığından beri, kendi ve toplumunun yücelmesi için adaletin yaşamdaki değerli varlığının gerekliliğini anlamıştır.

facebook-paylas
Tarih: 07-10-2024 16:07

İmam Ali'nin (a.s) Bakışıyla Nehcü'l-Belağa'da ‘Adalet’ Konusunun İncelenmesi - 1

"Adalet" kelimesi yaygın bir kullanıma sahip olsa da tanımı, tek bir anlama ulaşmayı zorlaştıran inişler ve çıkışlara sahiptir. Adalet meselesi, uzun zamandır insanlığın, ilahi dinlerin ve siyasi düşünürlerin en önemli konuları ve endişeleri arasında yer almıştır.

Tarih boyunca yöneticiler ve hükümdarlar arasında İmam Ali (a.s) adalete en çok önem veren kişi olmuştur. İmam Ali'nin (a.s) yönetim tarihini ve onun farklı dönemlerde uyguladığı politikaları incelemek, bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır. Emirü'l-Müminin Ali (a.s), karşılaştığı ve asla hoşgörü göstermediği, tüm siyasi olayları ve zorlukları göze aldığı ve sonunda kendi canını feda ettiği tek sorun, adaletin uygulanması konusundaki ısrarıydı.

 

Sosyal adaleti, İslami yönetimin kurulmasının en büyük amacı olarak görebiliriz. Ayrıca peygamberlerin gönderilmesi ve dinlerin yasalaştırılmasının, insan yaşam sisteminde geniş anlamıyla adalet ve eşitliği gerçekleştirmek amacıyla olduğuna dikkat etmek gerekir. Öyle ki Hz. Peygamber'den (s.a.a) nakledilen bir sözde, "Ülke küfürle kalabilir ama zulümle kalamaz" denilmiştir.

Kesin olan şudur ki, sosyal ve siyasi adalet o kadar önemlidir ve milletlerin ve devletlerin kaderine o kadar bağlıdır ki, hiçbir millet, ekol, doktrin ve hatta hiçbir siyasi ve sosyal düşünür onu göz ardı etmemiş, aksine onu toplum için zorunlu ve gerekli görmüşlerdir. Öyle ki zalim yönetimler ve yöneticiler bile ikiyüzlüce kendilerini ve sistemlerini adaletle nitelendirmeye ve amaçlarının adalet olduğunu ilan etmeye çalışmışlardır.

 

Genel olarak, adaletin tüm siyasi sistemlerde özel bir ilgi konusu olduğunu ve ideolojik niyetlere ve kavramlara göre tanımlanıp analiz edildiğini söyleyebiliriz. Öyle ki adalet, siyasi sistemin ulaşmak için tüm teorik ve pratik çabasını harcadığı ideal bir şehir haline gelmiştir. Bu nedenle adalet, siyaset ve yönetim alanındaki tüm düşünsel ve yürütme çabalarının nihai hedefini oluşturmaktadır.

 

a) Adalet Kavramının Soy kütüğü

"Adaletin" sözlük anlamında şöyle geçer: "Adalet: Hakkaniyet, kişiye hakkı olanı vermek ve ondan alınması gerekeni almaktır" [1]

İmam Ali (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: "Adalet, her şeyi yerli yerine koymaktır."

Veya "Adalet, her hak sahibine hakkını vermektir."

 

Merhum Allame Tabatabai, adaletin asıl anlamını işler arasında eşitlik kurmak olarak görür. Bu nedenle tanımında şöyle diyor: "Her işe layık olduğunu vermektir. Böylece tüm işler eşit olur ve her biri hak ettiği yere yerleşir" [2]

Şehit Mutahhari de adaleti, 'bireylerin haklarına riayet etmek ve her hak sahibine hakkını vermek' olarak tanımlar. [3]

Batılı filozoflar da kendi bakış açılarına bağlı olarak adalet için farklı ve bir dereceye kadar çelişkili tanımlar sunmuşlardır. Örneğin, Bertrand Russell'a göre adalet, çoğunluğun adil olarak gördüğü her şeydir. [4] Platon ise, adaleti tüm ahlaki erdemlerin anası olarak görüyordu. [5]

 

İslam'da da adalet her zaman tartışılan ve ciddi konulardan biri olmuştur; hatta Şii mezhebinde dinin temel ilkelerinden biri olarak sunulmuştur. Felsefede de adalet ve adillik, pratik aklın en temel kavramlarından biridir. Çünkü filozoflar, idrak ettiklerine göre aklı, "teorik akıl" ve "pratik akıl" olarak ikiye ayırırlar. Pratik aklın kapsamının adaletin, bilginin ve cesaretin övülmesi ve zulmün kınanması gibi birkaç genel kavramla sınırlı olduğuna inanırlar. [6] Elbette gerçek de budur; çünkü bilgi ve cesaret ancak adalete uygun olduklarında övgüye değerdir, yoksa yıkıcı bilim ve zalimce cesaret de az değildir ve olmamıştır. Hatta doğruluk gibi soylu bir kavram bile ancak adalete uygun olduğunda övgüye değerdir. Aksi takdirde 'zulüm ve yıkıma yol açan dürüstlük' hiçbir akıllı övgüye layık olmayan açık bir zulümdür. Bu açıklamayla adaletin diğer ahlaki kavramlarla aynı düzeyde bir kavram olmadığını, aksine adaletin esasen diğer tüm değerlerin mihenk taşı ve insan yaşamının tüm boyutlarının temel taşı olabilecek bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz.

 

Bu nedenle genel bir sonuç olarak adaletin sadece farklı toplumlar ve kültürlerde ayrı anlamları olan sözlü bir ortak payda olmadığını, aksine her ekol ve inançta ayrı bir tanımı olan evrensel ve kapsamlı bir terim olduğunu söyleyebiliriz. Belki de genel bir tartışmada ve çevresel bir şemada adaleti, 'eşit özelliklere sahip olanlara hakların verilmesinde ayrımcılık yapmama ve eşitliğe riayet etme' olarak hesaba katabiliriz. Bu tanım evrensel olmasa ve adaletin tek tanımı olarak kabul edilmese bile, en azından adaletin temel gerekliliklerinden biri olarak görülebilir.

 

Adaletle birlikte söylenmesi gereken bir nokta da 'Kıst' kelimesidir. İslam'ın bakış açısına göre, 'Kıst' kelimesi de 'Adl' kelimesiyle aynı anlama sahiptir. İkisi arasında özel ve önemli bir fark yoktur. Bununla birlikte bazı din araştırmacılarının görüşüne göre 'Adl', her bireyin toplumdaki rolüne karşılık yasal hakkına riayet etmektir; başka bir deyişle, yapılan anlaşmalara göre hakların verilmesidir. 'Kıst' ise, bireyin gerçek haklarının verilmesi ve bunlara riayet edilmesidir ki bu, anlaşmalı miktardan daha fazla veya daha az olabilir. [7]

Belki de cesaretle, adaletin en mükemmel tanımının İmam Ali'nin (a.s) davranışında ve yaşam tarzında şekillendiğini söyleyebiliriz. Çünkü o hazret, tüm kapsamlı bakış açısıyla adaleti sadece insan ahlakı ve insani tanımlar çerçevesinde özetlememiş, aksine onu insan hayatının tüm damarlarında -siyaset, kültür, bireysel ve toplumsal haklar, ekonomi vb.- akıcı ve yaygın görmüştür. İmam Ali (a.s), 1400 yıl önce olağanüstü bir hesapla, tüm insan meseleleri ve boyutlarının organik ve hayati bir bağlantıya sahip olduğuna ve herhangi bir parçanın kendi konumundan çıkması durumunda, aynı oranda adalet ve dengenin zarar göreceğine, zulmün ve eğriliğin onun yerini alacağına inanıyordu.

 

O hazret bilgece ve kapsamlı bir sözde şöyle buyuruyor: "Adalet dört daldan oluşur: Derin bir anlayış, araştırmacı bir bilgi, güzel bir yargı ve sabırda sağlamlık". [8] Bu nedenle kısa bir bakışla, o hazretin adaletin iki dalını insanın teorik ve görüş alanına, diğer iki dalını ise, onun pratik ve davranışsal yönlerine bağladığını varsayabiliriz. Böylece, İmam Ali'nin (a.s) görüş ve düşüncesinde adaletin tanımı sadece insan davranışı ve eylemi dairesinde sınırlı değildir; onun ana temelleri insan düşüncesi ve akıl yürütmesine bağlıdır.

 

İmam Ali (a.s), adaletin ancak geçici ve arızi bir yaklaşım olarak insan davranışında ortaya çıkmadığında, aksine insan bakış açısında ve davranışında ruhsal bir melekeye dönüştüğünde değerli ve itibar sahibi olduğuna inanır. Bu nedenledir ki o hazret onu en üstün özellik olarak ifade eder: "Adalet en üstün huydur". [9]

 

İmam Ali'nin (a.s) görüşünde "adalet" hak kavramı temelinde kurulmuştur. Bu hesapla hakka dayalı adalet bölümlemesini aşağıdaki durumlarda ifade edebiliriz:

1- İnsanın insan olması bakımından sahip olduğu haklar. İnsanların insanlıkta tam ve eksiksiz eşitliği nedeniyle, onların insani hakları ve özellikleri de eşittir. Bu haklara dayalı adalet, bu hakların insanlara eşit şekilde uygulanması ve verilmesidir.

2- İnsanın toplumun bir üyesi olması nedeniyle sahip olduğu haklar. Bu hakların kaynağı, akıl sahiplerinin toplumu yönetmek için kurduğu itibarlardır ve bunun en belirgin örneği kanunların konmasıdır. Bu haklara dayalı adalet, kanunun eşit şekilde uygulanmasıdır.

3- Bireylerin kendi çabaları ve kişisel özellikleri nedeniyle elde ettikleri haklar. Örneğin çalışma ve çabanın ürününden yararlanma hakkı gibi. Burada adalet artık eşit dağıtım değil, hak sahiplerine hakların tek taraflı olarak verilmesidir.

 

b) İslami Bakış Açısıyla Adaletin Temelleri

İslam'da adaletin önemi o kadar büyüktür ki, İslam sisteminde adaletten kaynaklanmayan hiçbir kanun yoktur. Bu nedenle İslam'da adalet, istisnası olmayan ilkelerdendir. [10] Genel bir içerikle, İslam'ın bakış açısıyla adalete olan ihtiyacın iki yönü olduğunu söyleyebiliriz:

1- İnsanda sosyal yaşam mükemmel değildir ve adalet hem mükemmelleşme yolunu düzenler ve hem de sonuçta bu mükemmelleşmenin amacıdır.

2- İnsan davranışı onun içsel isteklerinin etkisi altındadır ve bu istekler başkalarının haklarına riayet etmekle uyumlu değildir. Aksine, genellikle onun tersi yöndedir. Bu nedenle İslam, adaletin gerçekleşmesi doğrultusunda bireysel kontrolü ve toplumsal kontrolü dinin temel amaçlarından saymıştır.

 

Adalet, toplumsal anlamıyla Kur'an'da peygamberliğin amacı olarak tanıtılmıştır:

لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ.

"Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik." [11]

Ayrıca bireysel anlamıyla ahiretin temelidir:

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

"Kıyamet günü için adalet terazilerini kurarız." [12]

 

Bu nedenle, Kur'an-ı Kerim'in beyanına göre insanlar arasında adaletin ikame edilmesinin peygamberlerin gönderilişinin amacı olduğunu ve bu büyük amacın ancak güç ve yönetimle elde edilebileceğini söylüyoruz. [13]

 

Esasen İslam'da adalet imana dayalıdır. Şehid Mutahhari, iman ve adalet arasındaki ilişki hakkında şöyle diyor: "Allah'a iman, adalet düşüncesinin ve insanların doğal haklarının temelidir ve adaletin uygulanmasının en iyi garantisi imandır." [14]

 

İslam'da adaletin önemi o kadar büyüktür ki bazı din alimleri, İslam'da hiçbir emrin olmadığına, ancak onun amacının insan sosyal hayatında adaletin gerçekleşmesi olduğuna inanırlar. [15] Bu nedenle Şehid Mutahhari, İslam'da adaletin önemi hakkında şöyle diyor: "İslami kelam her şeyden çok adalet meselesine eğildi, İslami fıkıh her şeyden önce adalet meselesiyle karşılaştı ve İslam siyaset dünyasında her kelimeden çok adalet kelimesi duyuldu." [16]

 

Devam Edecek…

 

---------

[1]- Mustafa İbrahim, c.2, s.594.

[2]- Allame Tabatabai, c.12, s.276.

[3]- Şehit Murtaza Mutahhari, s.59-62.

[4]- Russell, s.43.

[5]- Şehit Murtaza Mutahhari, s.38.

[6]- Muzaffer, s.222.

[7]- Şeriati, s.331-332.

[8]- Feyzü'l-İslam, s.1100.

[9]- Kazvini, s.112.

[10]- Cafer Subhani, s.418-419.

[11]- Hadid, 25.

[12]- Enbiya, 47.

[13]- Hâkimi, c.2, s.413.

[14]- Şehit Murtaza Mutahhari, s.124.

[15]- Cafer Subhani, s.409.

[16]- Şehit Murtaza Mutahhari, s.38.




Bu haber 956 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI