Bugun...



Hz. Mehdi’nin (a.f) İnkılabı ve Sosyal İlişkilerdeki Değişim

“Mehdilik”, Ahiru’z-Zamanda insanları kurtarmak ve barış ile adaleti sağlamak için bir kurtarıcının geleceğine olan inancı ifade eden bir kavramdır.

facebook-paylas
Güncelleme: 05-07-2024 16:52:50 Tarih: 05-07-2024 16:47

Hz. Mehdi’nin (a.f) İnkılabı ve Sosyal İlişkilerdeki Değişim

Bismillahirrahmanirrahim

 

Kurtarıcıya inanma, farklı dinler, milletler ve tamamen farklı inanç ve kültürlere sahip olan topluluklarda mevcut olup, bu kurtarıcı farklı şekillerde ve formlarda ortaya konmuştur. Bu gruplar arasında Şiiler, İmam Mehdi'nin (a.f) zuhuruna inanır.

 

Kur’an-ı Kerim, Ahiru’z-Zamandaki inkılabın nasıl olacağını ele alan ayetlerde, çok önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken kriterler ve temel ilkeler belirlemiştir. Bu temel ilkelerden biri, “mustazaf ve alt tabakanın hâkimiyeti”dir. İnsanlık tarihi boyunca (kısa dönemler hariç ki, onlar da belirli toplumlarda olup evrensel değildi) ekonomik, siyasi ve askeri güç merkezleri, her zaman müstekbirler, üstünlük peşinde olanlar ve toplumu egemenlik altına almak isteyen sınıfların elindeydi. Bu sınıflar, zenginlik kaynaklarına ve mallara erişerek egemenliklerini sağlamlaştırır ve insanları istekleri doğrultusunda köleleri gibi kullanırlardı.

Kuran'ın vaatlerine göre bu olumsuz durum, nihai tarih devriminde gerçek ve temelli bir şekilde (sadece slogan ya da iddia olarak değil) sona erecek ve güçlü sınıf iktidardan düşecek, düşük ve ezilen sınıf ise, güç merkezlerini ele geçirerek gerçek anlamda hüküm sürecektir. Tüm reformcuların, insan severlerin ve peygamberlerin uzun süredir hayal ettiği şey gerçek olacaktır.

Bu devrim, mustazaf sınıfın lehine gerçekleşecek olup, kıyametin uyanış ve inkılabıdır. Kıyamette, gerçekten iyi olan insanlar layık oldukları konuma ulaşacak ve insan gibi görünen kötü insanlar düşecek ve cezalarını çekecekler. Kur’an, kıyametin bu özelliğini şöyle açıklamıştır:

خافضه رافعه

"Alçaltan ve yükselten". [1]

 

Kıyamet inkılabı, bazı grupları yükseltip onları diğer gruplar ve sınıfların üstüne çıkarırken, bazılarını da iktidardan düşürüp alt sınıf yapar. Ahiru’z-Zamandaki bu nihai ve dünya çapındaki inkılap da böyledir; güçlü egemenleri iktidardan düşürüp ezilenleri güç merkezlerine hâkim kılacaktır.

Bu nihai inkılapta inkılapçılar, içlerinde derinlemesine kök salmış olan gerçek dini inanç ve ilahi kriterler sayesinde asla ana yol ve ilahi yönlerinden sapmazlar ve hareketlerinin yönünü değiştirmezler. Bu nedenle tarih boyunca inkılapların karşılaştığı ve iktidara geldikten sonra geçmişlerini unutup tüm inkılap kriterleri ve ilkelerine sırt çevirme sorunuyla karşılaşmazlar. İnkılapçı alt sınıf her zaman inkılapçı kalır.

 

İnsanlığın beklediği ve insanlığın da onu beklediği bu inkılap, Kuran'ın şu ayetinde dile getirilmiştir:

وَنُرِيدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ

"Yeryüzünde ezilenlere iyilik etmek, onları önderler yapmak ve yeryüzünün varisleri kılmak istiyoruz". [2]

 

İnsanlık tarihinin bu büyük olayında, sürekli vaat edilen ama asla gerçekleşmeyen ve somut hale gelmeyen gerçek ortaya çıkacak ve somutlaşacaktır. Bu inkılapsal ve köklü değişim sayesinde sosyal ilişkilerin doğası değişecek ve temel bir dönüşüm yaşanacaktır. Yani, insanların diğer insanlarla ve doğayla olan sağlıksız ilişkileri değişecek, hatta çok daha yüksek ve geniş kapsamlı bir değişim olacaktır. İnsanın Allah ile ve kendisi ile olan ilişkisi de derin bir dönüşüm yaşayacaktır. Yani, insan gerçekten Allah'ın kulu ve onun emrine itaat eden biri olacak ve o ilahi öğretmen ve terbiyecinin saf ve katıksız öğretileri ışığında gerçek tevhit (birlik inancı) öğretilecektir. İnsani felsefeler ve beşerî mistisizm, tevhitten ayrılacak ve ilahi doğru yol aydınlanacaktır. Allah’ı tanıma ve Allah’ı bulma en yüksek düzeyine ulaşacaktır. Bu, insanın Allah ile olan ilişkisindeki gerçek inkılap anlamına gelecektir.

 

Ayrıca insanın kendisi ile olan ilişkisi, kendisini anlama ve algılama şekli, kendi hisleri, güçleri ve yetenekleri de köklü bir dönüşüm geçirecektir. İnsan, kendi yüksek değerini, insani konumunu ve ulaşabileceği en yüksek noktayı fark edecek ve içindeki gizli güçlerin farkına varacaktır. Sahip olduğu yetenekleri, ruhunu ve bedenini boş ve geçici hedefler uğruna harcamayacak, derin ve kalıcı gerçekleri arayacak ve varlığın özüne ulaşacaktır. Bu da insanın kendisiyle olan ilişkisindeki inkılaptır.

 

İnsan inkılaplarında bu tür köklü değişimler görülmez. Aynı zamanda sosyal yaşamın ana sorunlarından biri olan insanın diğer insanlarla olan ilişkisinde de gerçek bir inkılap yaşanacak ve egemenlikçi ve sömürücü ilişkiler, kardeşçe ve hakka dayalı ilişkilere dönüşecektir. O dönemde artık kimse bir başkasının hakkını çiğnemeyecek ve hiç kimse insan toplumu içinde sömürüye maruz kalmayacaktır. Her insan, ne kadar zayıf ve güçsüz olursa olsun, haklarına herhangi bir engel olmaksızın ulaşacaktır. Mazlumların hükümranlığının ayrılmaz bir gereği budur. İnsan inkılapları bunu vaat etmiş olsa da, pratikte ve gerçek hayatta pek gerçekleşmemiş veya yaygın ve kalıcı olmamıştır. Bu insani vaatlerin eksiksiz bir şekilde hayatın içinde açıkça görüleceği ve evrensel olacağı dönem, mazlumların hükümranlığı dönemidir ve bu, Ahiru’z-Zaman inkılabındaki ilahi vaadin anlamıdır.

 

İnsan, doğa ile olan ilişkisinde de her zaman sorunlu bir yol izlemiş, aşırı ve uygun olmayan kullanıma başvurmuş ve bu ilişkide çeşitli açılardan sorunlar yaşanmıştır.

Öncelikle geçmişte ve günümüzdeki insan topluluklarında uygun araç ve imkanlara sahip sınıflar, doğal kaynakları aşırı derecede kullanmış, sefahate ve israfa yönelmiştir. Kur’an'ın deyimiyle “israf ve aşırılık ehli” olmuşlardır. Bu yaşam tarzı, doğal olarak toplumdaki birçok grubun mahrumiyetine yol açmaktadır. Çünkü kaynaklar ve mallar sınırlıdır ve israf, eksikliğe neden olur. Bu da bireylerin ve sınıfların mahrumiyetine yol açar. Örneğin tatlı su kaynakları tamamen sınırlıdır. İnsanların beslenmesi için uygun maddeler sınırlıdır ve benzeri durumlar. Refah sınıfları, çevre ve doğa ile olan zalimane ilişkileri temelinde aşırı ve sefahat dolu tüketime yöneldiklerinde, diğer insanların sağlıklı yaşam haklarına telafisi imkânsız bir zarar verirler. Köklü ve kapsamlı inkılaplar, bu ilişki türünde değişiklikler meydana getirmeli ve bunu düzeltmeye çalışmalıdırlar. Çünkü bu, birçok doğru ilişkinin temelidir ve bu zalimane ilişki düzeltilmeden diğer ilişkiler düzeltilmez.

 

Ayrıca sermaye ve araçlarla donatılmış olan varlıklı insanlar, doğal kaynakları kötü ve yıkıcı bir şekilde kullanırlar. Bu kötü kullanım, kaynakların sınırlılığı nedeniyle tüm insanlığa büyük bir zulüm getirir. Çünkü dünya, tüm insanlara uygun bir yaşam alanı ve beşik sağlayan bir varlık anasıdır. Doğal kaynakların verimli ve tasarruflu kullanımı ile tüm insanların ihtiyaçlarını karşılayacak uygun bir yaşam ortamı sunabilir. Ancak doğal kaynakların kötü kullanımı ve tahribi, çevreyi sağlıksız hale getirir ve kaynaklar herkesin ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelir. Bu nedenle toplumun çoğunluğunun yaşamını bozacak ve düzensiz hale getirecek yaygın bir zulüm meydana gelir. Bu acı gerçek, günümüzde açıkça görülmekte ve topluluklar arasında insanlık trajedisi olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Mazlumların iktidarı döneminde bu iki sapkın akım kökten kurutulacaktır. Çünkü ezilme ve ezilmişlik ruhu ve bu kesimin hakimiyeti, her türlü zulüm ve haksızlığın önünde demirden bir engeldir. Bu iki anormallik ve haksızlık -biri aşırı tüketim ve diğeri kaynakların kötü kullanımı ve sonuçta çevrenin tahribi ve bozulması- mazlumların hakimiyeti ile uyuşmaz. Bu dönemde insanın doğa ve ilahi nimetlerle ilişkilerinde meydana gelecek gerçek bir inkılapla, egemen sınıf her türlü aşırı ve kötü kullanımdan uzak duracak ve bu ruhu tüm toplumlarda yayarak insanları yaşamın eksikliklerinden ve düzensizliklerinden kurtararak, Allah'ın yarattığı doğal çevreyi tüm insanlara sunacaktır.

 

Evet, mazlumların iktidarı, “doğru insani değerlerin hakimiyeti” anlamına gelir ve yaşamın tüm boyutlarında köklü değişimler getirir. Sonuçta doğru yaşam yolunu bulur ve tüm insanlar layık bir yaşam düzeyine ulaşır. Doğal çevre ve kaynaklar her türlü tahrip ve bozulmadan korunur ve tüm insanlığın beklediği bir dönem gelir.

 

Ayrıca mazlumlar ilahi vaade göre, ilahi dini toplumlara hâkim kılar ve dini teorilerle insan toplumunu dönüştürürler. İlahi dinlerin dünyaya ilgisiz olduğu ve sadece ahiret meseleleriyle ilgilendiği şeklindeki boş ve anlamsız düşünceyi ortadan kaldırırlar. Allah'ın dininin, insan hayatının tüm boyutlarında ana rolü üstlendiğini, maddiyat ve maneviyatı, bu dünyayı ve öbür dünyayı düzenlediğini kanıtlarlar. Din, hayatın içinde yer alır; ondan ayrı değildir ve bu, Ahiru’z-Zaman’ın vaadine olan inancın özünde tamamen gizlidir. Çünkü Ahiru’z-Zaman’ın vaadi, insan toplumlarında adaleti yaymak için ayağa kalkar ve insanlığın zalim ve düzensiz yaşam durumunu ortadan kaldırıp insanların dünyasını, ahiretleri gibi düzene sokar.

Bu nedenle dini dünyevi yaşamdan çıkarma ve dini sadece ahiret meselelerine sürgün etme düşüncesi, Ahiru’z-Zaman’ın vaadine olan inançla tamamen uyuşmaz. İslami öğretilerde Ahiru’z-Zaman konusuna yapılan en büyük vurgu, sosyal adalettir; Allah'a inanma veya kişisel ve içsel takva değil. Hatta Ahiru’z-Zaman’ın vaadi hakkında öğretilerimizin büyük çoğunluğunda belirtilen bariz ve genel özellik “adalet” ve “adalet konusu”dur. [3] Din, dünyevi bir gerçektir ve insan toplumlarındaki yaşamla ilgilidir. İnsanların onun için hala pratik ve somut bir çözüm bulamamaları bir sorundur. Bu nedenle mazlumların iktidarı ışığında, din ana rolünü oynar, hayatın içine girer ve derinliklerine iner. Bireysel, ailevi ve sosyal konuların her birinde ve her alanda düzenlemeler yapar. Din karşıtı düşünceleri, dini hayatın dışına çıkarmayı amaçlayanları rezil eder.

 

Şimdiye kadar söylenenler, bu kutsal ayetin Ahiru’z-Zaman’dan ve onun vaat edileninden bahseden bazı boyutlarının açıklamasıdır. Dinî otoritenin tüm insan topluluklarına hâkim olacağına dair bu ayetten daha açık olan ve Ahiru’z-Zaman’ın nihai ve evrensel inkılabını ifade etmektedir. Başka bir ayet de Ahiru’z-Zaman’ın vaadi dönemindeki mustazaf tabakanın hakimiyet ve iktidarı konusundadır:

وَعَدَ اللّٰهُ الَّذِينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِی الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دينَهُمُ الَّذِی ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًا...

"Allah, sizden iman edip salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi onları da halife kılacağına, onlar için razı olduğu dini ikame edeceğine ve korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir..." [4]

 

Bu kutsal ayette, dini güç ve otorite ışığında yeryüzünde halifelikten bahsedilmiştir. Salih müminler, yeryüzünün hükümdarları olacak; dini inanç ve hükümleri egemen kılarak, insani bir toplum inşa edeceklerdir. İnsanlık tarihinin tüm düzensizlik ve anormalliklerinin ardından, ilahi ve dini bir düzen sağlanacaktır. Dolayısıyla bu dünyada son sözü söyleyen, tarih boyunca mazlumların gerçek sığınağı olan, esir ve mazlum insanları özgürleştiren, dini otorite ve ilahi düşüncedir. Tarihin son noktası, ne batılı kapitalist düşünce ve ne de doğulu materyalist komünistlerin elinde olacaktır. Bu ikisi, insan toplumlarının küçük bir bölümünü bile düzenleme konusunda başarısız olmuş ve en küçük, en düşük bencil arzulara kapılmışlardır.

 

Mazlum ve mustazafların iktidarında saklı olan diğer bir eksen de kapitalizmle mücadeledir. Çünkü egemen olacak mustazaf sınıf, ezilmişliği ve yoksulluğu tamamen deneyimlemiş ve bunun gerçek sorunlarını hissetmiş olduklarından, hiçbir zaman kapitalizmle uzlaşmazlar; zengin ve keyifçi sınıfın sahada at koşturmasına izin vermezler. Toplumun hayati kesimlerinde onların nüfuz yollarını kapatırlar. Bu, mazlumların yolunun ve işinin doğasıdır. Hiçbir zaman yoksulluğun ana nedeni ile uzlaşmazlar ve bu kökü insan toplumunda kuruturlar. Bu, peygamberlerin hareketlerinin başlangıcından beri hedeflenen bir yoldur. Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin bu boyutunu sürekli olarak tasvir etmiştir; tıpkı siyasi ve askeri güç arayanlarla olduğu gibi, mali güç arayan zorba ve baskıcılarla da mücadele etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ.

"Musa'yı ayetlerimizle ve açık bir delille Firavun, Haman ve Karun'a gönderdik, onlar ise: 'O bir sihirbaz ve yalancıdır' dediler." [5]

 

Açıktır ki, bu ilahi peygamberin amaçlarından biri, “Firavun'un siyasi sistemini devirmek” olduğu kadar, o dönemin sembolü olan Karun’un “kapital ve servet birikimi” sistemini de devirmektir.

 

Evet, tamamen adaletle dolu olan o dönemde kapitalizm ve onun insan toplumları üzerindeki egemenliği sona erecek ve mazlum kitleler bu asalak sınıfın boyunduruğundan kurtulacaktır. Her türlü zalimce sömürü ortadan kalkacak ve bu korkunç olgu, yok olma ve çöküş yoluna girecektir. Bu, mustazaf ve alt sınıfın iktidarının doğal bir gereğidir; azınlık bir zümrenin büyük insan kitlelerine zulmettiği karanlık döneme son verecektir.

Muhammed Hekimi

 

--------------

[1]- Vakıa, 3.

[2]- Kasas, 5.

[3]- Yazarın “Yaşam Asrı” kitabının “Toplumsal Adalet” faslına bakınız.

[4]- Nur, 56.

[5]- Mümin, 23 ve 24.




Bu haber 414 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MEHDEVİYET Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI