Bugun...



İmam Hüseyin’in (a.s) Aşura’dan Önceki 11 Yıldaki İmameti

Her ne kadar İmam Hüseyin (a.s), Muaviye ile doğrudan savaşma imkânı bulamamışsa da, onun bidatlerine ve zulümlerine karşı sessiz kalmamış, imkânı ölçüsünde her yolla muhalefetini ortaya koymuştur.

facebook-paylas
Tarih: 01-07-2025 18:00

İmam Hüseyin’in (a.s) Aşura’dan Önceki 11 Yıldaki İmameti

Bismillahirrahmanirrahim

 

İmam Hüseyin’in (a.s) bereketli hayatının genel seyrine baktığımızda, Hicret’in dördüncü yılında dünyaya geldiği görülmektedir. Mübarek ömrünün yedi yılını, yani Hicrî 11 yılına kadar, Peygamber Efendimiz (s.a.a) ile birlikte geçirmiştir. Hz. Resûl-i Ekrem’in (s.a.a) vefatının ardından ise, otuz yıl boyunca Emirü’l-Müminîn İmam Ali’nin (a.s) döneminde yaşamıştır. Bu süre, Hicrî 40 yılına kadar sürmüştür. Ardından, İmam Ali’nin (a.s) şehadetiyle birlikte, on yıl da İmam Hasan-ı Mücteba’nın (a.s) yanında bulunmuştur; bu dönem Hicrî 50 yılına kadar devam etmiştir. Dolayısıyla İmam Hüseyin (a.s), Hicrî 50 yılında imamete ulaşmış ve şehadetine, yani Hicrî 61 yılındaki Aşura hadisesine kadar, on bir yıl boyunca imamlık yapmıştır.

 

İmam Hüseyin’in (a.s) hayat seyrinde şu noktaya dikkat çekilmiştir: İmam Hüseyin’in (a.s), imamet öncesi 46 yıllık hayatına ek olarak, Aşura’dan önce geçen 11 yıllık imamet süreci de vardır ve bu sürede imamet görevini en güzel şekilde yerine getirmiştir. Ancak Aşura’nın büyüklüğü ve derin etkisi, bu on bir yıllık süreci gölgelemiş ve böylece bizler, şehadetinden önceki yıllara daha az dikkat ediyor ve bu dönemi daha az tanıyoruz.

 

Hicrî 50-59 Yılları: Muaviye Saltanatına Karşı Barış

Muaviye, tahkîm (hakem olayı) komplosuyla Müslümanların halifesi unvanını ele geçirdiğinde, “Amr b. As ve Ziyad b. Ebihe” gibi zalim kimselerin yardımıyla resmen kendi saltanatını kurmuştu. Üstelik büyük bir kurnazlıkla halkın tepkilerini bastırmayı başarmıştı. Diğer taraftan, yönetimini meşru ve kabul edilebilir göstermek amacıyla, perde arkasından kendi lehine hadis uydurulması ve Kur’an’ın tahrifkâr bir şekilde tefsir edilmesi yönünde talimatlar veriyordu.

 

Durum öyle bir hâl almıştı ki, Müslümanlar İslâm’ın zalim yöneticiye itaat etmeye izin vermediğini bilmelerine rağmen, Muaviye ile uzlaşmışlardı. Bu şartlar altında, İmam Hasan’ın (a.s) da barış dışında bir seçeneği kalmamıştı.

 

İmam Hasan’ın (a.s) ardından, eğer İmam Hüseyin (a.s) silahlı bir kıyam başlatsaydı, Muaviye bu harekete “isyan” adını verir ve bunu İmam Hasan (a.s) ile yapılan barış anlaşmasına aykırı bir kalkışma olarak lanse ederdi. Bu nedenle, Hz. Ebu Abdullah Hüseyin (a.s), barışı uzatmış ve bu anlaşmayı kabul etmiştir. Halk da basiretsizlikleri sebebiyle savaş ve kıyamdan uzak durmakta, Muaviye’nin bozuk icraatlarını dolaylı olarak onaylamaktaydı. Her ne kadar İmam Hüseyin (a.s), Muaviye ile savaşma fırsatı bulamamışsa da, onun bidatleri ve zulmü karşısında asla susmamış; elinden geldiğince her yolla itirazını dile getirmiştir.

 

İmam Hüseyin’in (a.s) Muaviye’ye Yönelik Açık Muhalefetleri

İmam Hüseyin’in (a.s) imameti, Muaviye’nin siyasi gücünün zirveye ulaştığı döneme denk gelmişti. Ancak barış anlaşmasına bağlı kalmasına rağmen Muaviye’yi rahat bırakmamıştı. Bir yıl, Medine’den Şam’a doğru yola çıkan ve Beytü’l-Mal’e (kamu hazinesine) ait malları taşıyan bir kervan vardı. İmam Hüseyin (a.s), İslâm hükümlerine dayanarak bu mallara el koydu ve onları ihtiyaç sahipleri arasında paylaştırdı. Ardından Muaviye’ye şu içerikte bir mektup yazdı:

“Yemen’den geçmekte olan bir kervan buradan geçti. İçinde senin için gönderilmiş mallar, kumaşlar ve kokular bulunuyordu. Bunları, Şam hazinesine göndermek ve daha önce Müslümanların Beytü’l-Mal’inden karınlarını ve ceplerini doldurmuş olan akrabalarına dağıtmak üzere almıştın. Ben ise bu mallara, ihtiyaç sahibi insanlara yardım etmek için ihtiyaç duydum ve bu yüzden el koydum. Vesselâm.”

 

Bu olay karşısında Muaviye büyük bir öfkeye kapıldı ve İmam’a (a.s) sert bir mektup yazdı. İmam Hüseyin’in (a.s) bu davranışı, Muaviye’ye yönelik açık bir muhalefet niteliğindeydi. O dönemde bu cesareti gösterebilen başka hiç kimse yoktu.

 

Hicrî 59 Yılı: Muaviye’ye Karşı Kültürel Mücadele

Muaviye’nin ölümünden bir yıl önce, onun yönetim aygıtı Şiîlere yoğun bir baskı uygulamaktaydı. Bu yıl içinde İmam Hüseyin (a.s) hac farîzasını yerine getirmek üzere Mekke’ye gitti. Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Cafer de kendisine eşlik ediyordu. İmam (a.s), sahabîler, tâbiîn ve Benî Hâşim mensuplarından, Mina’da kendi çadırında toplanmalarını istedi. Rivayet edildiğine göre, yedi yüz tâbiîn ve iki yüz sahabî İmam’ın (a.s) huzuruna geldiler.

 

İmam Hüseyin (a.s) burada bir konuşma yaparak şöyle buyurdu:

“Gördünüz ki bu zorba ve zalim adam (Muaviye), bize ve bizim Şiîlerimize ne yaptı! Şimdi sizinle bazı meseleleri paylaşacağım. Eğer doğru bulursanız tasdik edin, yanlış bulursanız reddedin. Sözlerimi dinleyin ve yazın. Şehirlerinize ve kabilelerinize döndüğünüzde, güvendiğiniz ve güvenilir bildiğiniz kimselerle paylaşın ve onları bizim önderliğimize davet edin. Çünkü korkuyorum ki bu mesele (ümmetin Ehlibeyt tarafından yönetilmesi) unutulacak ve hak ortadan kalkıp yok olacaktır.”

 

Bu konuşmanın ardından, Ali b. Ebî Tâlib’in (a.s) faziletlerini dile getirmenin yasak olduğu bir ortamda, İmam Hüseyin (a.s), babasının kahramanlıklarından, takvasından ve Allah korkusundan bahsetti. Ve şöyle buyurdu:

“Sizi Allah’a yemin vererek soruyorum! Biliyor musunuz ki Ali b. Ebî Tâlib, Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) kardeşiydi? Hz. Resûlullah (s.a.a), Müslümanları birbirleriyle kardeş kıldığında, kendisi ile Ali (a.s) arasında kardeşlik akdi yaptı ve şöyle buyurdu: ‘Sen dünyada da, ahirette de benim kardeşimsin.’”

 

Orada bulunanlar hep bir ağızdan: “Evet, bu böyledir, Allah’a yemin ederiz ki doğrudur” dediler.

İmam Hüseyin (a.s) devamında şöyle sordu:

“Biliyor musunuz ki Hz. Resûlullah (s.a.a), veda hutbesinde şöyle buyurdu: ‘Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve Ehlibeytim. Onlara sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız.’?”

Topluluk yine İmam’ın (a.s) sözlerini tasdik etti. Ardından İmam Hüseyin (a.s), Muaviye’nin işlediği bidatleri ve cinayetleri tek tek saymaya başladı. Bu konuşmalarının temel amacı, ileride gerçekleşecek kıyama zemin hazırlamaktı.

 

Muaviye’nin Tanıttığı Yezid!

Muaviye, ömrünün son yıllarında Yezid’i veliaht tayin etti ve halktan onun adına biat aldı. Bu davranışı, Ehl-i Beyt (a.s) ile yapmış olduğu barış antlaşmasının açık bir ihlaliydi. Muaviye, İmam Hüseyin’den (a.s) de Yezid’e biat etmesini istedi; fakat İmam (a.s), hiçbir şekilde böyle bir biati kabul etmedi.

 

İmam Hüseyin (a.s), Muaviye’ye yazdığı mektupta şöyle buyurdu:

“Yezid’in faziletleri ve İslâm toplumunu yönetme liyakati hakkında söylediklerini okudum. Öyle bir şekilde bahsediyorsun ki, sanki halkın tanımadığı biri hakkında bilgi veriyor veya görünmeyen bir şahsı tanıtıyorsun! Ya da bu hususta yalnızca senin bilgin varmış gibi! Hayır! Yezid kendini tanıtmış ve iç yüzünü açığa çıkarmıştır. Onu olduğu gibi anlat! Yezid; köpekle oynayan, şehvet düşkünü, güvercin besleyen ve ömrünü saz, söz ve eğlence ile geçiren bir gençtir... Şimdiye dek ümmete karşı sırtlandığın günahlar yeter. Sakın bu yük, Rabbinle karşılaştığın vakit daha da ağırlaşmasın...”

 

Hicrî 60 Yılı: Bir Fasıkın Müslümanlara Halife Oluşu

Muaviye, Hicrî 60 yılında vefat ettiğinde Yezid halife oldu. Yezid, daha öncesinde de sefih ve eğlenceye düşkün biri olarak tanınıyordu. Halife olduğunda ise, hiç olmazsa babası gibi İslam’ın zahirî hükümlerine riayet etmeye dahi tenezzül etmedi. Alenen içki içiyor, günah işliyor, sarayı her türlü fısk ve fücurun merkezine dönüşmüştü. Yezid’in kısa süren hilafeti döneminde, Mekke ve Medine gibi kutsal şehirler dahi fesada bulaşmıştı.

 

Bir Kıyamın Kıvılcımları

Hicrî 60 yılıydı. İmam Hüseyin (a.s), Yezid’e biat etmediğinden dolayı Medine’de hayatı tehlikeye girmişti. Bu nedenle Mekke’ye doğru yola çıktı. Bu süreçte, Kufe halkından İmam’a (a.s) pek çok mektup ulaştı. Emevî zulmünden bıkmış olan bu insanlar, görünüşte İmam’a (a.s) destek vermek istiyorlardı.

 

Zilhicce ayı geldiğinde, İmam Hüseyin (a.s) hac için ihrama girdi. Ancak Yezid’in ajanları da, zorla biat almak üzere Mekke’ye gelmişti. Bu arada Kûfe’den gelen mektup sayısı da iyice artmıştı. Bunun üzerine İmam (a.s), hac ihramını umreye çevirdi ve umreyi tamamladıktan sonra ihramdan çıktı. Hedefi Irak’a doğru hareket etmekti.

 

İmam Hüseyin (a.s), hareket etmeden önce Kâbe’nin yanında, Beytullah’ta şöyle buyurdu:

“Ölüm, insanlar için kadınların boynundaki gerdanlık gibidir. Ben, Hz. Yakub’un Yusuf’a olan hasreti gibi, atalarımla buluşmayı ne kadar da özledim. Benim için bir şehadet yeri tayin edilmiştir. Adeta Nuvâvis ile Kerbelâ arasında bozkırın kurtlarının eklemlerimi parçaladığını görüyor gibiyim. Takdir edilen kaderden kaçış yoktur. Biz Ehl-i Beyt’in rızası, Allah’ın rızasına bağlıdır. Bu nedenle sabredeceğiz. Sabredenlerin mükâfatı Allah katındadır. Hz. Resûlullah’ın (s.a.a) varlığı bizden ayrılmaz. Kim bizim yolumuzda canını feda etmek ve Allah’la buluşmayı arzulamak istiyorsa, sabah benimle birlikte yola çıksın.”

 

Bunun üzerine İmam Hüseyin (a.s), seksen küsur kişiden oluşan bazı Şiî yarenleri ve ailesiyle birlikte Mekke’den ayrıldı ve Irak’a doğru yola koyuldu. Kûfe’ye giden yolun üzerinde Kerbelâ bulunuyordu...

 

-----------

[1]- İbn Ebî’l-Hadîd, Şerhu Nehcü’l-Belâğa, c. 18.

[2]- Tabersî, İhticâc.

[3]- İbn Kuteybe Dîneverî, el-İmâme ve’s-Siyâse.




Bu haber 295 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EHLİBEYT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI