Bugun...



Büyük Arif Ayetullah Şahabadi’den Bir Tavsiye

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 09-02-2022 09:37

Büyük Arif Ayetullah Şahabadi’den Bir Tavsiye

Ey kardeşim! Sen varsın ve ölmeyeceksin. Ölecek olan şu bedenindir. Sen sürekli yaşayacaksın. Ahiret yaşantısı için bir hazırlık gördün mü? Kendi hesabını yap! Kalıcı olmadığını bildiğin iki-üç günlük bu dünya için ne kadar çabalıyorsun bir bak. Varlık ve hayat insanda yerleştirilen fıtri eğilimler ve öz oluşumu gereğince, ebedi olan “ahiret” için hangi çabayı gösterdin ve ne hazırladın? Orada yaşayış tek başınadır; ihtiyaçlarını da yalnız başına görmelisin. Borç ve ödünç alma imkânı da yoktur. Aslında oraya hazırlık yapmak için buraya gelmiş bulunuyorsun.

Masum İmam (a.s) şöyle buyuruyor:

“Dünya hayatı iki kere değildir.” Birinde tecrübe kazanasın ve diğerinde ise, tecrübelerinden yararlanarak mükemmel bir şekilde yaşamaya çalışasın.

İşini iradeyle, azimle yapmalısın. İradeni kullanarak Ahiret hayatına yön vermelisin. Orası akıl, nefis ve duyularla kazandıklarının sonucudur. Yani aklın, hak maarif ve sahih inançla; kalp olan nefsin, güzel ahlakla ve duyguların, sahih ve salih amellerle nurlanmalıdır.

Berzah ve ondan sonraki âlemin önemli hedeflerine ulaşmada ölçü, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve hidayet İmamlarının (a.s.) mukaddes şahsiyetleridir.

Doğru inanç, Hz. Peygamber’in (s.a.a) inancıyla uygun olduğu zaman doğru; güzel ahlak, onun ahlakına benzediği zaman güzel ve salih ameller, yine onun amelleriyle uyum sağladığı zaman salihtir.

Burada ne yaptıysan, orada onu bulacaksın.

Berzah âlemi bu ilke üzerine kurulmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

Her insanın yaptığı işleri boynuna astık; kıyamet gününde apaçık yazılmış bir kitap olarak meydana çıkaracağız onları; herkes ne yapmışsa, hepsini o kitapta yazılmış bulacak.” [1]

Bu aşamada (berzahta) duyulara hâkim olan “çaba meleği (Devran meleği) hüküm sürecek. Duyularla yapılan her iş, onun berzahtaki suretiyle karşısına çıkacaktır. Dünyada namahreme bakmışsa, gözle gördüğü çehre arasındaki mesafe ışık doludur ve orada ise, ateşle dolacaktır. Burada kavuşmayı istediğin yüzler, berzahta o kadar çirkin olarak karşına çıkar ki, şöyle diyeceksin:

Keşke seninle benim aramda doğuyla batı kadar bir uzaklık olsaydı.” [2]

Burada (dünyada) piliç kızartıp, haram yedin ve duyularınla ondan zevk aldın; orada (ahirette) kızartılmış piliç, ateş olarak ortaya çıkar ve bütün duyuların azap içinde kalır.

Bu yüzden Hatemü’l Enbiya’nın (s.a.a) insanın kurtuluşu için yaptığı şu keşif, “Yetimlerin mallarını zulümle yiyenler, ancak ateş yerler; o mallar karınlarında ateştir adeta ve onlar alevli ateşe atılacaklardır.” [3] bir örnektir. Çünkü bu (yani amellerin berzahta başka şekilde görülmesi) genel bir şeydir ve yalnız yetimin malıyla sınırlı değildir.

Burada (dünyada) zahmet ve zorluklar var. Hakka tapınmak için, soğukta abdest almak, sıcakta oruç tutmak ve maldan vazgeçmek var. Berzahta bunlar hakkın rızasının suretini görmek ve ilahi nimetlerle nimetlenmek olarak ortaya çıkar.

Kısaca ister ameli, ister kalbi, ister duyusal olsun ahiret yaşayışı, ilim ve edeple temin olur ancak. Kurtuluş iman ve amele bağlıdır.

“Ey iman edenler!” yani tapınma mertebesinde mabuttan başkasını görmeyin.

Oradaki hürriyet, buradaki Allah’a kulluğun neticesidir. Gerçek anlamda Allah’a kul olan bir kimse, ne kendisini görür ve ne de ibadetini. O’nun için “yalnızca sana tapıyorum” der. Bu, velayetin aşağı mertebelerinden biri, mabudun cilvesi, Rablığın tecellisi, hakkın azameti, aşk fıtratının sıcaklığıdır ki tapınmaya, mabutta fenaya ve ibadetin kavranmasına neden olur.

Berzah âleminin sultanlarından biri de “Fettan” adındaki imtihan ve deneme meleğidir.

Kalp amellerini imtihan eder. Sürekli bunları sınayarak, gerçeğini ortaya koyar. Bu sınavla insanın boş ya da dolu olduğunu gösterirler. Dünyada sabır melekesini taşıyor muydu? Hayâ ve iffet melekesine sahip miydi? Adalet melekesi var mıydı? Yoksa bu meleke ve sıfatlardan yoksun muydu? Eğer bunlara sahip biri olduğu belirlenirse, ağır ve değerlidir. Değilse, boş ve hafif olduğu ortaya çıkar.

Berzah sultanlarından bir diğeri ve gerçekte en büyüğü “akıl meleğidir”. O, sahih hak inancı ve ilahi maarifi olan müminle yüz yüze geldiğinde müjdeci; batıl, bozuk inancı olan münafık ve kâfirle yüzleştiğinde Nekir ve Münkir olarak gözükür.

Özetle, âlemin kutsal batını olan berzah âleminin mertebelerinden biri, akıl sultanı olan “mübeşşir” ve “beşir” (müjdeci) meleğidir.

Demek ki berzah âlemini duyu, nefis ve akıl sultanları (melekleri) oluşturmaktadır. Bunlar duyu, nefis ve aklın elde ettiklerini denetlemekle görevlidirler.

Âlemlerin Rabbi, insana gerçekleri anlama idraki vermiştir. İnsan anlama idraki ile âlemin başlangıcını anlıyor; dönüşünün ve varlıkların yaratıcısının kim olduğunu biliyor. Bütün bu gerçekleri keşfetmek, gök âlemi, ehediyyetin sıfatları ve gaybın gizliliklerinden haberi olması için insana verilen güç, akıldır.

Bu yüzden, berzah âleminde büyük bir sultan, akılları imtihan etmek içindir. “Dünya okulunda yirmi, kırk, yetmiş sene ya da daha çok kalarak, ne elde ettin? Bu süre içinde ne idin, ne oldun ve ne kadar maarif öğrendin?” diye akıl imtihan edilir.

Dünya bir okuldur ve bu okulun öğretmenleri peygamberler ve âlimlerdir. Semavi kitaplar ve özellikle bu kitapların en üstünü olan Kur’an-ı Kerim bu okulun ders kitaplarıdır. Bu yüzden “böylesi imkânlarla ne yaptın?” diye soracaklar. Bu akıl denetleyicisi, müminlere müjdeci ve münafıklara korkutucudur. Çok korkunç ve vahşete düşürücüdür. Hz. Ali’nin (a.s) validesi Fatıma Binti Esed’i (s.a) kabre koydukları zaman, vilayet makamının cevabında mübarek dilinde pelteklik meydana geldi. İnancı olmadığından değil, aksine şiddetli korku veya utancından dolayı idi. Onun için Resul-i Ekrem (s.a.a) ona şöyle telkin etti: “Ne Caferdir, ne Akil”. Kabrinin kenarında durandır; yani “Velayet-i Mutlaka’nın sahibi Ali’dir.”

Telkin öğretmek amacıyla yapılmamaktadır. Çünkü artık kabir öğrenmek yeri değildir ve telkin ise, sadece bir hatırlatmadır.

Hz. Peygamber (s.a.a) “Oğlun, Oğlun” diye buyuruyordu.

“Berzah” kalmak âlemi de değildir. Orası amel, ahlak ve inançların arıtıldığı, tasfiye edildiği âlemdir. Sonra insan kıyamete gidecektir. Zat, sıfat ve fiili tevhidi tamamlayarak, takva libasını giyecek ve hakka doğru süratle gidişinden dolayı, öyle bir makama sahip olacak ki başkaları ona imreneceklerdir. Çünkü ibadet edenin hamd ve tapınmasının değeri ilminin ölçüsüne göredir.

Görüldüğü gibi, berzah âleminde muhtaç olduğumuz şey salih ve iyi ameller ve doğru inançtır. Orada onların doğru ve yanlışlığı ortaya koyulacaktır. Ama ubudiyet, sena, hakka yakınlık ve ibadetlerdeki maarif meselelerinin azametli ve kutsal yüzü, büyük kıyamette ortaya çıkacaktır.

Âlimlerden biri, Merhum Allame Meclisi'yi (r.a) rüyasında çok yüce ve büyük bir mertebede gördü. Ondan “Başından neler geçti?” diye sordu. Allame (r.a) şöyle cevap verdi: Benden “bize ne hediye getirdin?” diye sordular. Ben de “Biharu’l Envar kitabını” diye cevap verdim. Sustular ve sonra şöyle dediler: “Yanımızda bir şeyin (amelin) var. O da Yahudi bir çocuğa bizim rızamız için verdiğin elmadır.”

Rüyayı gören, Biharu’l Envar’ın reddedildiğini zannetmiştir ama yanılıyordu. Çünkü bu konuda sessiz kalınmıştı. Yani “Bihar” ilim olduğundan dolayı, berzah onun mükâfatının tecellisinin yeri değildir. Elma, çocuğa bir lezzet, bir tat verdiği için berzahta ortaya çıkmıştır.

Enbiya’nın (a.s.) âlemine baktığında bu yüz yirmi dört bin peygamberin (a.s) maksat ve hedefinin ne olduğunu göreceksin. Onların (a.s) hepsi insanları Allah’a çağırıyorlardı. İnsanları hakla tanıştırmak için Allah’a davet ederlerdi. Bunun dışında hiçbir amaçları yoktu. Ancak maarifi yaymakta, bilinçlerin fark ettiği görülmektedir. Kimi kendisinden sorumludur; diğeri maarifi ailesine tebliğ etmekle; ötekisi bu maksatta biraz daha açılarak mahallesiyle; kimisi ise, bir memleketle ilgileniyor. Ve bazıları öyle bir yere geliyor ki, bilinci daha nurlu, fikri daha açık ve ruhu geniş olduğundan âlemi nurlandırabiliyor ve neticede herkes ona itaatle mükellef olur. Öyle ki Emirü’l Müminin Ali (a.s) gibi biri “Ben Muhamed’in (s.a.a) kölelerinden bir köleyim” diye buyuruyor. O (s.a.a), başöğretmen, enbiya ve mürsel peygamberlerin tümünün üstadıdır.

Ama tüm insanlığı idare eden bu yüce insanın insanlık âlemini idaresi, onun vahyi olan nefsiyle, yani Ali b. Abi Talip (a.s) vasıtasıyladır. Bu yöntem İmam Hasan Askeri’ye (a.s) kadar devam etmiştir. Onların hepsi bu âlemde maarif ve hakikatleri yayıyorlar. Bu vazife, İmam Hasan Askeri’den (a.s) sonra, onun oğluna aittir. Sırlar ve gerçekler onun vesilesi ve onun zamanında ortaya çıkacaktır. Nitekim Emirü’l-Müminin Ali (a.s) Kumeyl’e şöyle buyuruyor:

Benim açmadığım ilim yoktur ve Kaim olan Mehdi’nin mühürlemeyeceği, sonuçlandırmayacağı sır yoktur. [4]

Hz. Mehdi’den (a.f) başka kim bu makamı iddia ederse, rezil olacaktır. Nasıl ki, iddia ettiler ve rezil oldular; cehaletlerini ortaya koydular.

 

 

----------------

[1]- İsra, 13.

[2]- Zuhruf, 38.

[3]- Nisa, 10.

[4]- Tuhefu’l-Ukul, s. 114.




Bu haber 753 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAŞAM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI