Bugun...



Şia’nın Gaybet Dönemine Girişine Ortam Hazırlanması - 2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Güncelleme: 23-06-2023 14:33:44 Tarih: 23-06-2023 14:26

Şia’nın Gaybet Dönemine Girişine Ortam Hazırlanması - 2

10- İmam Rıza (a.s)

Abdusselâm b. Sâlih Hirevî diyor ki: Di’bil b. Ali Huzaî’nin şöyle dediğini duydum: İmam Rıza (a.s) bir şiirinin (kasidesinin) başlangıcında şöyle buyurdu:

Çıkışında İmam’ın bir şüphe yoktur

Allah’ın ismiyle ve bereketiyle kıyam edecek

Aramızda hak ve batılı birbirinden ayıracak

Nimetleri paylaştıracak ve kötülükleri defedecek.

İmam (a.s) o esnada şiddetli bir şekilde ağladı ve sonra başını kaldırarak şöyle buyurdu: “Ey Huzaî! Okuduğun iki mısrayı Rûhu’l-Kudüs’ün dilinden okudun. (Dilinden okuyup çıkışına işaret ettiğin) bu İmam’ın kim olup ne zaman zuhur edeceğini biliyor musun?”. “Hayır, ey Mevlam! Sadece sizden birinin huruç edeceğini ve fesatla dolan yeryüzünü adalet ile dolduracağını biliyorum” dedim. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu: Ey Di’bil! Benden sonraki İmam, oğlum Muhammed, Muhammed’den sonra oğlu Ali, Ali’den sonra oğlu Hasan ve Hasan’dan sonra oğlu “Hüccet” beklenen Kaim’dir. Gaybeti zamanında “beklenen” ve zuhuru döneminde de “itaati farz” olandır. Dünyadan bir gün bile kalmış olsa, Allah o günü uzatacak ve o huruç edecektir. Yeryüzü kötülük ve fesatla dolduktan sonra adaletle dolduracaktır. Ne zaman zuhur edeceği de gelecekten haber vermektir. Babam babasından, babası da babalarından Allah Resulü’ne (s.a.a) “Ey Allah’ın Resulü (s.a.a.)! Senin soyundan olan Kaim (a.f) ne zaman zuhur edecektir?” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur: Örneği kıyamet öyküsü gibidir ve Allah (c.c), bu konuda şöyle buyuruyor:

“Senden kıyametin ne vakit kopacağını sorarlar. De ki: Onu ancak Rabbim bilir. Vakti geldi mi onu ancak o izhâr eder; göklere de ağır basmıştır, yeryüzüne de ve size ancak ansızın gelip çatar. Biliyormuşsun da gizliyorsun gibi sana soruyorlar, de ki: Onu ancak Allah bilir, fakat insanların çoğu anlamaz bunu”. [1]

11- İmam Muhammed Taki (a.s)

Hz. Abdulazim Hasanî şöyle diyor: Efendim Muhammed b. Ali el-Cevad’ın (İmam Muhammed Takî) (a.s) yanına gidip “Kaim’in (a.f) kendisi mi, yoksa bir başkası mı” olduğunu sordum. İmam (a.s) konuşmaya başladı ve şöyle buyurdu: Ey Ebe’l-Kasım! Şüphesiz bizden olan “Kaim” gaybetinde halka intizarı ve zuhurunda da itaati farz olan Mehdi’dir (a.f). O, benim çocuklarımın üçüncüsünün oğludur. Muhammed’i (s.a.a.) “Peygamber” olarak gönderen ve bizleri de “İmam” olarak seçen Allah’a yemin olsun! Eğer dünyadan sadece bir gün kalmış olsa dahi, Allah o günü uzatarak Mehdi’nin (a.f) zuhur etmesini sağlayacaktır ve onun gelişiyle zulümle dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Allah, ailesine ateş getirmeye giden Kelim’i Musa’yı bir gecede nebi olarak dönderip zuhurunu gerçekleştirdiği gibi, İmam’ın da zuhurunu bir gecede gerçekleştirecektir. Sonra şöyle buyurdu: Şia’nın amellerinin en üstününü ferec’i (zuhur ve kurtuluşu) beklemektir. [2]

12- İmam Ali Nakî (a.s) ve İmam Hasan Askerî (a.s)

Şialar’ın Gaybet Asrı’na girmelerinin hazırlanması, gaybetin kabullendirilmesi için zihniyetin oluşturulması, Ma’sûm İmam’ın uzaklığı ve onunla doğrudan irtibat kurulmasından mahrum olunması gibi meseleler, Hz. Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) asrında geniş olarak başlamış ve her bir İmam’ın asrında da devam etmiştir.

Ancak İmam Askerî (a.s) ve İmam Hâdî (a.s) Dönemi’ne giriş yaptığımızda yeni bir asrın başladığına şahit olmakta ve bu asırda Şia’nın Gaybet Asrı’na girişi için yapılan yeni çalışmaları görmekteyiz. Her iki İmam’ın da (a.s) çalışmasını ve çabasını farklı şekillerde görebiliriz. Bunları göz önünde bulundurarak İmam Hâdî (a.s) ve İmam Askerî’nin (a.s) girişimlerini şu şekilde özetlemek mümkündür: İmam Hâdî (a.s) ve İmam Askerî’nin (a.s) bu dönemdeki ilk çalışmaları Hz. Peygamber (s.a.a.) ve İmamların (a.s) faaliyetleri doğrultusundaydı. Yani, Hz. Mehdi’nin (a.f) Gaybeti, Gaybet ve zuhurun özelliklerinin açıklanması ve Şiaların bu bağlamda bilmeleri gereken her şeyin bildirilmesi.

Bunların yanı sıra bazen kasıtlı ve bazen de zorunlu olarak Şialarla doğrudan görüşülmesinin en aza indirilmesi söz konusu iki İmam’ın (a.s) yaptığı diğer faaliyetlerdendi. Zira Şiaların, İmam’la (a.s) yazışma ve aracılığın dışında irtibat kurmalarının mümkün olmadığı bir asra (bir döneme) girmeleri söz konusuydu. Bundan dolayı her iki İmam’ın (a.s), amelî (pratik olarak) Şiaları bu duruma alıştırması gerekiyordu.

Huzur ve Gaybet Asrında İmam’ın (a.s) Şialarla irtibatının aslî rüknü unvanında gaybetin altyapısının hazırlanıp “Vekâlet” kurumunun güçlendirilmesi, İmam Hâdî (a.s) ve İmam Askerî’nin (a.s) üçüncü faaliyetleri arasında yer almaktaydı.

Elbette belirtilen her üç noktanın daha çok açıklanmasına ihtiyaç vardır:

  1. İmam Mehdi (a.f) ve Gaybet Meselesinin Açıklanması

Mehdeviyet meselesi, Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Hidayet İmamları (a.s) tarafından açıklanması hasebiyle, İmam Hâdî (a.s) ve İmam Askerî (a.s) daha ziyade bu döneme tekid ederek Şiaları sapıtma ve mürtedliğin pençesine düşmesinden sakındırıyorlardı.

Birçok hadiste İmam Hadi’nin (a.s) şöyle buyurduğunu duydum: Şüphesiz benden sonraki İmam, oğlum Hasan ve ondan sonra da onun oğlu Kaim’dir. O, zulümle dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır. [3]

İmam Hadi’den (a.s) nakledilen bazı rivayetlere göre Şialar, Hz. Mehdi’nin (a.f) viladetinin gizli oluşundan haberdar olacaklardır. İmam Hadi’nin (a.s) bu tür buyrukları, Hz. Mehdi’nin (a.f) doğumunun gizli oluşunun Şiaların gönüllerinde şüphe oluşturmasından sakındırılmasının mesajıdır.

Onuncu İmam (a.s) şehit olunca, gaybetin altyapısının hazırlanması doğrultusundaki İmam Hasan Askerî’nin (a.s) vazifesi öncesine nisbetle daha da ağırlaştı. İmam Hasan Askerî’nin (a.s) İmamlığı Döneminde İmam Mehdi (a.f) dünyaya gelmiş ve gaybetin başlamasına kısa bir süre kalmıştı. Dolayısıyla İmam Hasan Askerî (a.s), “Mehdi” ve onun gaybeti meselesinin aslının açıklanması yanında Hz. Mehdi’nin (a.f) varlığının ispatı ve onun doğumunun açıklanması yükümlülüğü de İmam Hasan Askerî’nin (a.s) omuzlarındaydı. Bu sebeple İmam Hasan Askerî (a.s) itimat ettiği çok yakın ve özel Şialardan bazılarına oğlu Mehdi’yi (a.f) görme iftiharını bahşetmişti.

Bazı hadislerde de İmam Askerî (a.s) gaybetin ne zaman başlayacağını açık bir şekilde bildirmiştir. Ebu Ganim şöyle diyor: Ebu Muhammed Hasan b. Ali Askerî’nin (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: Hicrî 260 yılında benim Şia’m ayrılığa duçar olacaktır. [4]

Musa b. Cafer b. Vahhab el-Bağdadî şöyle diyor: Ebu Muhammed Hasan b. Ali Askerî’nin (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: Benden sonra benim halef-i sâlihim hakkında ihtilafa düştüğünüzü görür gibiyim… Biliniz ki oğlum için gaybet dönemi olacaktır ve bu dönemde Allah’ın koruduğu insanların dışındakiler, İmam hakkında şüpheye düşeceklerdir. [5]

İmam Hasan Askerî (a.s) bazı rivayetlerinde gaybet zamanında Şialar’ı zuhurun beklenmesi için sabretmelerini emretmiştir. İmam Hasan Askerî’nin (a.s) Hz. Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Bâbeveyh-i Kummî’ye yazdığı mektubu, bunun örneklerinden birisidir ki İmam (a.s) mektubunda şöyle buyurmuştur: Zuhur beklentisinde sana düşen sabretmektir. Ümmetimin en hayırlı ameli zuhuru beklemektir. Bizim Şialar’ımız, Peygamber’in (s.a.a) müjdelediği oğlumun zuhur edip zulümle dolan yeryüzünü adaletle doldurana kadar hüzünlüdür. O halde ey Ebu’l-Hasan! Sabret ve Şialar’ımızı sabra davet et; zira yeryüzü Allah’ındır ve Allah yeryüzünde kimi isterse, onu yeryüzünün mirasçısı kılar. Akıbet, sakınanlarındır. [6]

2- Şia’yla İmam’ın (a.s) Direk İrtibatının Azalması

İmam Hasan Askerî (a.s) ve İmam Hadi’nin (a.s) bir diğer çalışmaları, Hz. Mehdi’nin (a.f) Gaybet altyapısının hazırlanması için Şialar’ın tedrici olarak gaybete girmelerinin sağlanmasıydı. Bu konu Mes’ûdî’nin “İsbâtu’l Vasiyye” isimli eserinden alınan bir metinden daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. Mes’ûdî şöyle diyor: “İmam Hadi (a.s) özel ashabının dışında birçok dostundan uzaklaşarak görüşmemeğe başladı. İmam Hasan Askerî (a.s), İmamet makamına eriştiğinde halifenin sarayına gittiği zamanların dışında yalnızca özel ashabı dışında kimseyle görüşmüyordu”. [7]

İmam Hadi (a.s) ve İmam Hasan Askerî (a.s) hem Abbasî hâkimlerinin Askerî gözetimi altında olmaları ve hem de Gaybet asrına yakın olmaları açılarından ister istemez Şialardan uzak duruyor ve Şialar’ın İmamlar’la irtibat ve işleri genellikle vekiller vesilesiyle yazışmalarla gerçekleşiyordu.

Bu yazışmaların çokluğu sebebiyle örneğin Ahmed b. İshak Kummî, kendisi dışında İmam’ın (a.s) el yazmasının tanınması için İmam Askerî’ye (a.s) el yazması talebinde bulunmaktadır. [8]

Bu yüzden Şia toplumu İmam’ı (a.s) görmek ve mülakat etmek için İmam’ın (a.s) haftalık olarak halifenin evine gittiği zamanları değerlendiriyor ve İmam’ın (a.s) geçtiği yolda oturup İmam’ı (a.s) bekliyorlardı.

3- Vekâlet Müessesesinin Güçlendirilmesi

Gaybet asrının başlangıcında İmam Askerî (a.s) ve İmam Hadi’nin (a.s) bir diğer çalışması da Şia toplumunun içerisinde Vekâlet Teşkilatı’nın güçlendirilmesidir. Gaybet asrında bu Teşkilatın daha çok tanınması, tekâmül seyrinin keyfiyeti ve durumunun bağımsız ve özel olarak ele alınmasının zorunluluğu her iki İmam’ın (a.s) sorumlulukları arasında yer almıştır. Vekâlet Teşkilatı’nın içerdiği önemli konular şunlardır:

a) “Vekâlet” Kavramının Anlamı ve “Vekâlet Teşkilatı”nın Kısaca Tanıtılması:

“Vekâlet”in lugat açısından tanımı hakkında şöyle demişlerdir: Bir işin yapılmasında insanın acziyetini gösterip söz konusu işin yerine getirilmesinde başkasına itimat ederek sözleşmesine “Vekâlet” denir. “Vekil” yani, iş vermek, iş üstüne getirmek, bekçi ve temsilci anlamlarına gelir. [9]

Fıkıh kitaplarında da “vekâlet” şöyle tanımlanmaktadır: Vekâlet bir başkasının bir işi yapması için veli kılınması veya o işte nâib olarak tasarruf hakkının bulunmasıdır. “Vekâlet” bir işi bir başkasına bırakılması ve şer’î olarak ise, özel izin demektir. Vekâlet bir işi başkasına yaşamı boyunca yapabilmesi için devredilmesi veya işlerden birinin böyle bir durumda ona devredilmesidir. [10]

“Vekâlet” kelimesinin lûgat ve terimsel tanımından insanın bir işi yapabilme konusunda aciz olduğu anlaşılmaktadır. Yani müvekkil bir işi bazı şartlardan ve sebeplerden dolayı yapamadığı takdirde, işin yapılması için vekil tayin etmektedir. Elbette iş sahibinin işi yapmağa hakkının olduğu ve vekil tayin edilerek vazifenin ondan kaldırılmayacağı da unutulmamalıdır. Fıkıh dilinde de “Söz konusu işte, müdahalede bulunması için atamak” sınırlandırılması göz önüne alındığında da tanımın aynı olduğu görülür. Dolayısıyla Şia İmamları da (a.s) vekil tayin etmişlerse, İmamların (a.s) İslâm dünyasının uzak noktalarındaki Şialarla doğrudan ve alışılagelen yöntemlerle irtibat kurmaya güç yetirememelerinden dolayıdır.

Araştırmacılar nezdinde “Kuruluş” veya “Vekâlet Teşkilatı” ıstılahı, İmamların (a.s) hayatta olduğu ve Gaybet-i Sugra dönemleriyle alâkalıdır. Böyle bir bütüne “Kuruluş veya Vekâlet Teşkilatı” denilmesinin sebebi, bütünün içerisinde yer alan bu Teşkilatın düzenli olmasından kaynaklanır.

Bu teşkilatın şekillenmesi İmam Sadık’la (a.s) alâkalıdır. Bu asırda İmam Sadık (a.s), İmam’la Şialar arasında irtibat rolünü ifa edilip kendilerine yüklenilen görevi yerine getirmeleri için bir kısım vekil ve temsilcileri Şiaların yer aldığı uzak ve yakın Şia şehirlerine gönderiyordu. İmam Kâzım (a.s) döneminde genişleyerek daha farklı bir vazife üslenen bu teşkilat, İmam Rıza (a.s) döneminin sonlarında ve İmam Muhammed Taki (a.s) döneminde güçlenerek daha geniş bir faaliyet alanında görev yapmağa başladı. Bu durum İmam Hadi (a.s) ve İmam Hasan Askerî (a.s) döneminde de devam etti ve Gaybet-i Sugra döneminde teşkilatın çalışmaları en üst seviyeye ulaştı. Zira bu asırda Şia ile İmam’ın yegâne irtibat vesilesi buydu.

“Vekâlet Teşkilatı”nın çalışmaları bu şekilde başlayarak Gaybet-i Sugra döneminin sonuna kadar devam etti. Bu teşkilatın azaları olan İmamların (a.s) vekillerinin bu makam için gerekli şartları bulundurmaları gerekliydi. Dolayısıyla söz konusu şartları bulundurduğu ispatlanan vekillere İmam tarafından özel görevler yükleniyordu. Bununla birlikte söz konusu vekillerin arasında yanlış ve fasit yola gidenlerin yer alması ve bazılarının ise, vekil olmaksızın birtakım hedeflerinden dolayı vekil olduklarını iddia etmeleri, İmamları (a.s) bunlarla mukabele etmeye zorluyordu.

b) Vekâlet Teşkilatı’nın Kurulmasının Sebepleri ve Gaybet-i Sugra Döneminin Sonuna Kadar Devam Etmesi:

Bu konuda incelenmesi gereken köklü meselelerden birisi, “İmamların (a.s) böyle bir teşkilatı niçin kurup neden bu teşkilatın faaliyetini devam ettirdikleri; İmamların ciddi olarak bu teşkilatı, teşkilat azalarını ve teşkilatın korunup genişletilmesi için ne gibi etkenlerin altyapı oluşturduğu” noktalarının incelenmesidir. Söz konusu bu etkenler, aşağıdaki başlıklar altında zikredilebilir:

1. Rehberlik ve Takipçileri Arasındaki İletişimin Zorunluluğu

Anlaşıldığı kadarıyla bu teşkilatın oluşturulmasının aslî etkenlerinden birisi, Ma’sûm İmamlarla (a.s) onlara tabi olanların arasındaki irtibatın zorunluluğudur. Dinî, siyasî ve toplumsal her sistemde, rehberlikle söz konusu sistemin azaları arasındaki irtibat kaçınılmazdır. Dolayısıyla Şia İmamları (a.s) tarafından birilerinin belirlenmesi gerekiyor ve belirlenen bu şahısların vekiller unvanıyla İmamlarla (a.s) halk arasındaki irtibat rolünü ifa ediyordu. O dönemde Irak, Arabistan, İran, Yemen, Mısır ve Mağrib’i de kapsayacak şekilde Şiaların İslâm âleminin çeşitli noktalarına yayılmalarına ve doğal olarak Şiaların hepsinin Medine’ye veya İmamların (a.s) diğer yerleşim merkezlerine gitme imkânının olmayışına dikkat edildiği zaman bu konunun önemi açığa çıkmaktadır.

Dolayısıyla söz konusu yerlerde İmamların (a.s) temsilcileri veya uzak ve yakın bölgelerde itimat edilen tanınmış şahıslar unvanıyla rehberlikle rehberlik tabileri arasında birilerinin görevlendirilmesi gerekiyordu.

S. Mecid TABATABAÎ

 

--------------

[1]- Kemâlu’d-Dîn ve Temâmu’n-Ni’me, c. 2, s. 372, b. 35, h. 6.

[2]- Kemâlu’d-Dîn ve Temâmu’n-Ni’me, c. 1.

[3]- Kemâlü’d-Dîn ve Temâmu’n-Ni’me, c. 2, s. 383, b. 37, h. 10.

[4]- Kemâlü’d-Dîn ve Temâmu’n-Ni’me, c. 2, s. 383, b. 37, h. 6.

[5]- Kemâlü’d-Dîn ve Temâmu’n-Ni’me, c. 2, s. 383, b. 37, h. 8.

[6]- Menakib, c. 3, s. 527; Tarihu’l Gaybeti’s-Sugra, s. 217.

[7]- Tarihu’l Gaybeti’s-Sugra, s. 222 (nakil: İsbâtu’l Vasiyye).

[8]- Menakib, c. 3, s. 533; Tarihu’l Gaybeti’s-Sugra, s. 224.

[9]- Ahmed b. Faris b. Zekeriyya, Mu’cemu Mekayisu’l-Lugat, c. 6, s. 136; el-Mu’cemu’l Vasit, s. 1053; Lugatnâme-i Dehhuda, c. 14, s. 20542.

[10]- Vesiletu’n-Necat, c. 2, s. 103; Cevahiru’l Kelâm, c. 27, s. 347; İmam Humeynî (r.a), Tahriru’l Vesile, c. 3, s. 39.




Bu haber 390 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MEHDEVİYET Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI