Bugun...



Şia Düşüncesinde İmam Mehdi (a.f)

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 20-05-2022 14:59

Şia Düşüncesinde İmam Mehdi (a.f)

On iki Ehlibeyt İmam’ının (a.s) imametine inanmak, Ehlibeyt Mektebi'ne (a.s) mensup olanlar için bu ekolün ve Caferî Mezhebinin esaslarından ve temel inançlarından biri olarak sayılmıştır. Bundan dolayıdır ki bu ekole “İmamiyye, Teşeyyü', Ehlibeyt Mektebi” gibi isimler verilmiştir ve bu ekolün takipçilerine de On İki İmam'a (a.s) inananlar veya Ehlibeyt'in (a.s) Şiaları denilmiştir.

Bize göre Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ilk masum halefi, Emirü'l-Müminin Ali b. Ebu Tâlib (a.s) ve sonuncusu ise, İmam Hasan Askerî'nin (a.s) oğlu İmam Mehdi'dir (a.f). İmam Mehdi (a.f) hicrî kamerî 255 yılında Irak'ın Samerrâ şehrinde dünyaya gelmiştir. Sonrasında Allah onun ömrünü uzun kılmış ve gözlerden gizlemiştir. İmam Mehdi'nin (a.f) gözlerden gizlenmesi, Allah'ın kendi vaadini gerçekleştirip, İmam Mehdi'yi (a.f) zahir edinceye kadar devam edecektir. Allah, İslam dinini onun eliyle bütün dinlere galip edecek ve kâinatı, zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.

Dolayısıyla vaat edilen 12. İmam'ın (a.s) hayatta ve gözlerden kayıp olduğuna inanmak, bizlerin temel inançlarından biridir. Bu inanca sahip olmayan bir Müslüman 12 İmam (a.s) Şia'sı olamaz. Bu gibi bir Müslüman, Sünnî fırkalardan veya Zeydî ya da İsmailî fırkalardan birine mensuptur.

Elbette bazı Müslüman kardeşlerimiz, bizlerin İmamların (a.s) imametine, ismetine ve İmam Mehdi'nin (a.f) gaybetine olan inancımızın gerçek dışı olduğunu sanmaktadırlar. Hâlbuki mümkün olan şeylere inancın doğru olup olmadığını gösteren ölçüt, o şeyin olmasına uzak ihtimal verip, gerçek dışı olduğunu sanmak veya gerçeğe uygun olduğunu zannetmek değil, açık ve net delil veya Hz. Resulullah'ın (s.a.a) buyurduğu güvenilir hadislerdir.

Şia'nın elindeki kanıtlara göre İmam Mehdi'nin (a.f) imamet ve gaybetini gösteren deliller oldukça fazla ve senet yönünden de kesin ve sahihtirler. Sağlam delille, açık ve sahih rivayetle kesinlik kazanan bir konuyu her Müslüman kabul etmeli ve teslim olmalıdır. Diğerlerinin görevi ya bu görüşü kabul etmek veya delil getirerek görüşün aksini ispat etmektir. Şu sözü bir söz sahibi ne de güzel söylemiştir: "Biz delile tâbiyiz ve nereye götürürse gideriz."

Ehlisünnet kardeşlerimiz her ne kadar beklenen Mehdi'yi, İmam Mehdi b. Hasan el-Askerî (a.f) olarak kabul etmemişler ve Ehlibeyt Mektebinin görüşünü benimsememişlerse de, İmam Mehdi (a.f) hakkındaki rivayetlerin genelinde aynı inanca sahiptirler. Örneğin, İmam Mehdi'nin (a.f) kıyamına, zuhuruna, İslam'ı yeniden canlandırmasına ve hükümetinin evrensel olacağına dair verilen müjdeler aynıdır. İşlediğimiz konularda da gözlemlediğiniz üzere, Şiî ve Sünnî kaynaklarda İmam Mehdi (a.f) hakkındaki rivayetler ya aynıdır ya da benzerdir.

Buna rağmen Ehlisünnet kardeşlerimizden İbn Arabî, Şa'rânî ve bazı diğerleri, İmam Mehdi'nin (a.f) İmam Hasan Askeri’nin (a.s) oğlu olduğu konusunda bizimle hemfikirdirler. Bu Ehlisünnet âlimleri, onun adına ve soyuna vurgu yapmış, hayatta olduğunu ve gaybetini de kabul etmişlerdir.

İslami hareketlerin kurucuları ve bilginleri, Müslümanların İmam Mehdi (a.f) hakkındaki bu ortak inancından en uygun şekilde faydalanmalıdırlar. Çünkü bu inancın Müslüman halkların gayba ve ilahî yardıma olan imanlarını artırmadaki etkisi, hayatî ve büyük önem taşımaktadır. Bu inanç onları düşman karşısında sebatlı ve kararlı kılacak, dirençli ve mukavim edecek, bekledikleri liderleri İmam Mehdi'ye (a.f) yardım etmek için hazırlayacaktır.

Beklenen kurtarıcının İmam Hasan Askeri’nin (a.s) oğlu İmam Mehdi (a.f) olduğuna dair henüz bir kanaate varmayan bazı Ehlisünnet kardeşlerimiz, bu kanaate ulaşanları eleştirip dışlamamalıdırlar. Elbette bizim buradaki hedefimiz akait ilmini ilgilendiren Şia'nın İmam Mehdi'ye (a.f) dair inancını açmak değildir. Hedef, Şia toplumunun bu konuya dair duydukları samimî duyguları aktarmaktır. Şiîler, anne ve babalarından aldıkları terbiyeyle İmam Mehdi'ye (a.f) duydukları muhabbet, ihtiram ve bekleyişi nesilden nesle aktarmış ve bu inancı gönüllerinde paha biçilmez bir değer hâline getirmişlerdir. Bundan dolayı bizim inancımızda İmam Mehdi (a.f) yeryüzündeki Allah'ın hücceti, nübüvvet ve imamet ailesinden biri, Kur'ân'ın ve vahyin emanetçisi ve Allah'ın nurunu dünyaya yayacak insandır. İslam'ın bütün değerleri ve meziyetleri onun vücudunda hayat bulmuş ve o, nübüvvet nurunun devamı konumundadır.

İmam Mehdi'nin (a.f) gaybeti, ilahî sırları ve hikmeti kendinde barındırmakta, peygamberlerin, Ehlibeyt İmamlarının, Allah velilerinin ve müminlerin, zalim yöneticiler tarafından mazlum duruma düşürüldüğünü ve kesin haklarından mahrum edildiklerini göstermektedir. Âlemdeki müminlerin bütün arzu ve istekleri, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) İmam Mehdi'nin (a.f) mukaddes zuhuruna verdiği müjdeyle canlanmakta, onların keder dolu gönülleri sevinçle ve coşkuyla dolmakta ve İslam bayrağı ellerinde devamlı dalgalanmaktadır. Her ne kadar kuvvetli rüzgârlar esse, tufanlar kopsa ve yol uzun olsa da durum bundan ibarettir. Çünkü onlar bu bayrağın sahibine sonsuza kadar vefalı kalacaklarına dair söz vermişlerdir.

Şia, Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve Ehlibeyt'ine (a.s) olan bağlılığından dolayı oldukça zengin bir manevî sermayeye sahip olsa dahi, İmam Mehdi'nin (a.f) şahsiyeti ve beklenen zuhuru kendine has bütün çekiciliğiyle, Şia'daki sevgi, ilgi, muhabbet ve umut ruhunun oluşmasında hayatî bir role sahiptir. Bazı kesimler, Şia'nın kendi âlimlerine duydukları derinden saygıyı eleştirmekte ve bazı kesimler de takdir etmektedirler. Şiaların kendi Taklit Mercilerini, İmam Mehdi'nin (a.f) vekilleri olarak kabul ederek ihtiram ettiklerini ve onların fetvalarına bağlı kaldıklarını gördükleri zaman ise, şaşkınlık ve eleştiriler gitgide artmaktadır. Ama bu irtibat Masum İmamlara (a.s) ulaştığında bazıları bizleri saçmalamakla ve Gâli (aşırıcı) olmakla suçlamaktadır. Hatta bazıları daha da aşırı giderek, Şiaların Hz. Resulullah'ı (s.a.a), Ehlibeyt İmamları'nı (a.s) ve Taklit Mercilerini ilahlık derecesine çıkardıklarını ve onlara taptıklarını iddia etmektedirler. Bu yersiz suçlamalardan dolayı Allah'a sığınıyoruz.

Ancak sorun sadece Şiîlerin rabbanî âlimlerini ve masum önderlerini sevmeleri ve onlara itaat etmeleri değildir. Asıl sorun, İslam'ın insana olan bakış açısından gerçek anlamda uzak olmamızdır. Konunun açıklık kazanması için Kur'ân'a başvurarak bu semavî kitabın insanın şahsiyetini nasıl değerlendirdiğine değiniyoruz:

Kur'ân-ı Kerim bu doğrultuda bizlere üç tane bakış açısı sunmaktadır: Birincisi, cahiliyet bakış açısıdır ki, medeniyetsiz insanlar ve Hz. Resulullah'a (s.a.a) duvar arkasından seslenen insanlarla ilgili olan ayetlerde konu edinilmiştir. İkincisi, tam anlamıyla maddî bakış açısıdır ki, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) düşmanları ve kâfir medeniyetlerle ilgili olan ayetlerde değerlendirilmiştir. Üçüncüsü, İslami bakış açısıdır ki, insanın saygınlığı, akıl, maneviyat ve amel âlemine yönlendirilmesiyle ilgili olan ayetlerde ele alınmıştır. Bana göre İslam dünyası şu anda bir taraftan cahiliyet kültürünün etkisi altındayken, diğer taraftan da Batının maddeci kültürünün etkisi altındadır. Bu iki kültürün hâkimiyeti, peygamberlere, önderlere, evliyalara, şehitlere, müminlere, Müslüman halklara ve hatta kendimize dair bile yanlış düşünce ve görüş beslememize sebep olmuştur.

Gerçek şu ki, kültürel sapma ve batı kültürünün Müslüman milletlere olan hâkimiyeti, siyasî, ekonomik ve toplumsal açıdan oldukça zor şartları beraberinde getirmiştir. Bu kültüre göre Müslüman bir ferdin kendisi bile saygınlık sahibi değildir. Dolayısıyla onun saygınlığının her yönüyle korunması nasıl ümit edilir ki?

Bu kültür bizleri cahiliyet dönemine, pasif düşünmeye, varlıkları ve âlemdeki olayları birbirleriyle irtibatsız görmeye yönlendirdiği gibi, her türlü derin düşünceyi ve evrendeki illetlerin birbirleriyle olan irtibatlarını da kabul etmemektedir. Dolayısıyla kendimize dair meselelere bakışımız tek boyutlu hâle gelmiş; her şeyi ya siyah ya da beyaz görmekte ve bir anda farklı hâletleri idrak etmeye hazır değiliz. Kalbimizde tek çeşit his ve duyguyu beğenmekte, farklı duygu ve hislerin gönlümüzde yer almasına izin vermemekteyiz. Bu yüzdendir ki ilahî peygamberler ve önderler hakkında sadece onların zahirini görmekte ve sahip oldukları yüce akılla manevî derecelerini anlamaktan gafil bir durumda yaşamaktayız. Dolayısıyla bir insan yanlış görüşünü düzeltmek isteyerek, o yüce faziletler ve üstünlükler karşısında saygı gösterirse, ona “aşırıcı” denmekte; aklını kullanıp, kalbiyle o yüce manevî değerleri kavramaya çalışırsa, “delilik ve sapkınlıkla” suçlanmaktadır.

Bu macera, söz konusu saygı ve kutsallığa mezhep elbisesi giydirilmek istendiğinde en hassas dereceye ulaşır. Çünkü sapkın görüş açısıyla evliyanın, Ehlibeyt İmamları'nın (a.s), peygamberlerin saygınlığı ve kutsallığı, Allah'ın saygınlık, kutsiyet ve tevhidiyle çelişkili gibi görülmektedir. Çünkü bu düşünce sahiplerine göre, peygamberler ve İmamlar yalnızca beşerdirler ve başka bir özellikleri yoktur. Evet, eğer cehalet etkisindeki sapkın bir bakış açısıyla etrafımıza ve dünyamıza bakacak olursak, bütün insanları, peygamberleri ve Allah velilerini bir avuç kuru toprak gibi görmemiz gerekir. Sanki bu âlemde çöllerin kuru toprağından ve gökyüzünden başka bir şey olmamalıdır. Bu görüş açısıyla bakıldığında bağlardan, bahçelerden, akarsulardan, ovalardan, vadilerden ve dağlardan bahsetmek anlamsız ve boştur. Çünkü bu görüşte evren, sadece yeryüzündeki topraktan ve göklerdeki Allah'tan ibarettir.

Sanki Kur'ân'da geçen, "O'nun nurunun örneği, içinde lamba bulunan bir kandilliğe benzer."[1] ayetindeki ilahî nurun örneği, yeryüzünde yoktur ve Allah'ın velileriyle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır!

Bence filozofların, mütefekkirlerin ve ilim adamlarının bilgileri her ne kadar çoğalırsa, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ve Ehlibeyt'inin (a.s) sözlerinin farklı boyutları o kadar keşfedilir; bu şahsiyetlerin sözlerinin ne kadar değerli olduğu ortaya çıkar ve Masumların (a.s) şahsiyetlerinin yalnızca Masumların (a.s) kelamlarıyla tanınabileceği anlaşılır. Allah'ın kendi Resulü'ne (s.a.a) buyurduğu şu nükte ne kadar da doğrudur:

“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Sadece bana, sizin ilahınız tek bir ilahtır diye vahyolunuyor.”[2]

Kur'ân'ın bu beyanından ayrıca şu nükte de anlaşılmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.a) bir açıdan bizler gibi beşerken, diğer açıdan bizler gibi değildir. Yani onun şahsiyeti iki özellik ve boyuttan oluşmaktadır. Birisi insanlarla birlikte yaşayabileceği beşerî boyutu ve diğeri de Allah'tan ilim ve vahyi alacağı gaybî boyutudur.

Dolayısıyla şu soruyu sormamız gerekir: Acaba gayb âleminden haberdar olan Masumun sözü dışında başka bir şeyle Hz. Resulullah'ın (s.a.a) gayble ilgili olan şahsiyetini öğrenmenin yolu var mıdır? Allah'ın Kur'ân'da Hz. Peygamber'i (s.a.a) diğer insanlar gibi beşer olarak tanıtmasının manası şudur: O sizin gibi toplumda yaşamakta; sizin düşünce ve duygularınızı bilmekte ve sizin sorunlarınızı tam anlamıyla idrak etmektedir. Bu ise, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) düşünce, his ve duygularının bizimle aynı düzeyde olduğu anlamını taşımaz. Çünkü Hz. Resulullah (s.a.a) oldukça derin ve geniş bir fikre, akla ve zarif duygulara sahiptir. Öyle ki diğer insanların bu fikir, akıl ve duygu düzeyine ulaşması mümkün değildir. Nitekim Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şahsiyetinin boyutları da diğer insanlar düzeyinde değildir. Dolayısıyla Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Allah'la ve gayb âlemiyle olan irtibatı akıl, düşünce ve duygularının üstünlüğü onu bizlerden farklı kılmıştır.

Bizim şahsiyetimizin boyutları Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şahsiyetinin boyutlarıyla kıyas bile edilemeyeceği için, onun şahsiyetinin hakikatini anlamamız mümkün değildir.

Bu ince ayrıntı Masum Ehlibeyt İmamları (a.s) için de geçerlidir. Yüce Allah'ın yukarıda zikredilen ayette neden "beşer" kelimesini "gibi ve benzeri olma" için kullandığı ve "insan" kelimesini kullanmadığı da buradan anlaşılmaktadır.

Bana göre İslami ve insanî hüviyetimizi, birer Müslüman unvanıyla tekrar tanımanın zamanı gelip ulaşmıştır. Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) nurlarından faydalanarak kendimizi bulmanın, Vehhâbî düşüncesinin Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Ehlibeyt'i (a.s) hakkındaki cahillik, kabalık ve pasif görüşlerinden silkinmenin zamanı gelmiştir. Böylece onları hakkıyla tanıyıp manevî şahsiyet ve makamlarını idrak etmeye çalışmalıyız ki gönüllerimiz onların muhabbet ve sevgileriyle dolsun. Bunun neticesinde inşallah hepimizin tek ve yegâne sahibi olan Allah'a kalbimizde beslememiz gereken sevgi ve muhabbetin yolu açılmış olsun. Ağaçlardan dolayı ormanın tamamını göremeyen biri, ağaçları, ormanları, dağları, gökleri ve bütün varlıkları bir bütün olarak görebilen birini kınamamalı ve hata yaptığını zannetmemelidir.

Peygamberlere (a.s) ve Ehlibeyt İmamları'na (a.s) gösterilen saygı, övgü ve onların bulunduğu manevî yolda hareket etmeye çalışmayı; Allah'ın birliği, yüceliği ve kutsiyetine karşıt olduğunu sananlar, İslam dininin izin verdiği ölçülerde onlara saygı duyup anmayı yanlış sanmamalıdırlar. Çünkü peygamberleri ve velileri anarak onlara saygı göstermek, hayatı düzene koymanın; eşi ve benzeri olmayan Allah'ı mukaddes bilmenin; O'nu yüceltmenin ve anmanın yolunu açmaktır.

 

--------------

[1]- Nûr, 35.

[2]- Kehf, 110.




Bu haber 678 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MEHDEVİYET Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI