Bugun...



Namaz Vakitlerinin Delil ve Kaynakları

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 15-09-2022 17:11

Namaz Vakitlerinin Delil ve Kaynakları

Soru: "Bu, namazların 3 vakitleri ile ilgili fıkhî bilgiler, İmam Cafer-i Sadık Hazretleri'nin hangi eserinden, hangi sözlerinden veya 12 İmamların hangisinden alınmış? Hz. Muhammed'e (s.a.a) ve Hz. Ali'ye (k.v) nasıl dayandırıyorsunuz? Bize bu ilmihal kitaplarının kaynaklarını da (kitap adı ve yazarı da) verir misiniz?"

Cevap: Aziz kardeşim, ilk önce şunu belirteyim ki, namaz vakitleriyle ilgili bilgiler bütün Caferî fıkıh ve ilmihal kitaplarında mevcuttur. Bunlar bir iki tane değil ki, ben bunları isimleriyle size açıklayayım. Bu konuda yazılmış olan yüzlerce eser vardır. Özellikle Caferî fıkhında içtihat kapısı kapalı olmadığından mutlaka her asırda birçok müçtehit olagelmiş ve bunların hepsi de Kur’an ve Sünnetten anladıklarını kitap halinde topluma sunmuşlardır. Ancak bu müçtehitlerin fıkhî eserleri iki kısma ayrılmaktadır:

a)-Kendilerini taklit eden halkın amel etmesi için yazdıkları “ilmihal” nitelikli fıkhî eserler:

Bu eserlerde genellikle halkın yaşamlarında ihtiyaç duydukları konular yer alır ve müçtehitlerin içtihatları sonucu vardıkları fetvaların gerekçeleri beyan edilmeksizin kaydedilir. Bu gibi eserlere örnek olarak, 602-676 yıllarında yaşamış olan Muhakkik-i Hilli'nin yazmış olduğu "Şerâyiü’l İslâm" adlı eseriyle asrımızın müçtehitlerinden Âyetullah Hoî'nin yazdığı "Minhacü’s-Salihin" ve Ayetullah Humeyni’nin yazmış olduğu "Tehrirü’l Vesile" adlı kitaplarını zikredebiliriz. Ayrıca bu müçtehitlerin bir de Farsça yazılmış olan ilmihal kitapları vardır. Bu kitaplara da "Tevzihü’l Mesail" ismi verilir. Son zamanlarda asrımızın müçtehitlerinin bu eserlerinden bazıları, Türkçe konuşan Caferîlere kolaylık olsun diye Türkçe'mize de tercüme edilmiştir. Bunlara örnek olarak da Türk diline kazandırılan Ayetullah Hoî'nin, Ayetullah Humeyni’nin, Ayetullah Cevad Tebrizî'nin, Ayetullah Sistânî'nin "Tevzihü’l Mesâil" adlı kitaplarıyla Ayetullah Gülpeygânî'nin "Muhtasarü’l Ahkâm" adlı kitabını ve Ayetullah Hameneî'nin "Fıkhî Sorulara Cevap" adlı kitaplarını zikredebiliriz. Ancak yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, bu gibi eserler halkın genellikle ihtiyaç duydukları konuları ele aldığından detaylı olmayıp, fıkhın bütün boyutlarını içermemektedir.

b)-Müçtehitlerin kendileri gibi ilmi çevrelerin istifade etmesi için genellikle öğrencilerine verdikleri dersleri esnasında yazdıkları fıkhî kitaplar:

Bu eserler daha detaylı olup, fıkhın bütün boyutlarını, fetvaları gerekçeleriyle birlikte beyan etmektedir. Bu gibi eserlerde eğer bir müçtehit, kendinden önceki veya kendi dönemindeki diğer müçtehitlerden farklı bir görüşe varırsa, bu görüşünü onların görüşlerini niçin kabul etmediğini, onların gerekçelerini hangi yönden yetersiz bulduğunu ve kendi görüşünün neden doğru olduğunu delillendirerek beyan eder.

Bu sahada geçmişte ve günümüzde yüzlerce eser yazılmış ve yazılmaktadır. Bunlara örnek olarak da "El-Muhazzeb" Kadi İbn-i Berrac'ın, "El-Mebsut" ve "El-Hilaf" Şeyh Tusi'nin, "Resâilü’l Murtaza" ve Emali-l Murtaza" Şerif Murtaza'nın, "Es-Serâir" İbn-i İdris El-Hilli'nin, "El-Muteber" Muhakkik-i Hilli'nin, "Muhtelefü’ş-Şia" ve "Tezkiretü’l Fukaha" Allame Hilli'nin, "İzahü’l Fevâid" Fahrü’l Muhakkikin'in, "El-Muhazzeb-ül Bârî" İbn-i Fahd-i Hilli'nin, "Câmiü’l Makâsid" Muhakkik-i Kereki'nin, "Mecmeü’l Fâidet-u Vel-Burhân" Muhakkik-i Erdebilî'nin, "Medârikü’l Ahkâm" Seyyid Muhammed Âmilî'nin, "El-Hedâikü’n-Nâzire" Muhakkik Bahrânî'nin, "Müstenedü’ş-Şia" Muhakkik Neraki'nin, "Cevâhirü’l Kelam" Şeyh Muhammed Hasan Necefî'nin, "Kitâbü’s-Salât" Mirza Nâinî'nin, "Buhus-ün Fil Fıkh" Şeyh İsfahânâ'nin, "Müstemsekü’l Urve" Seyyid Hekim'in, "El-Fıkıh" Ayetullah Humeyni'nin, "El-Fıkh" Ayetullah Hoî'nin, "El-Fıkh" Ayetullah Gülpeygânî'nin ve benzeri eserleri zikredebiliriz. İşte bu gibi eserlere baktığımızda namazın vaktiyle ilgili fetvaların gerekçelerini de görebiliriz.

Elbette Ehl-i Beyt mektebinin fakihleri, bütün fetvalarında olduğu gibi, namaz vaktiyle ilgili fetvalarını da Kur’an-ı Kerim, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamlarının sahih kanaldan gelen hadisleri, akıl ve icma-i ulemaya dayandırmaktalar. Çünkü Ehl-i Beyt mektebine göre, şer'i hükümleri istifade edebileceğimiz, dört ana kaynak vardır. Bunlar: Kur'ân-ı Kerim, Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmâmları'nın sahih kanaldan ulaşan hadisleri, akıl ve icmadır.

Ehl-i Beyt mektebi, Ehl-i Sünnet ekolunun genelinin aksine, kıyas ve istihsanın şer'i hükümleri elde etmek için yeterli olmadığı, hatta bir kaynak olmadığı görüşündedir. Bunun gerekçeleri ise, şer'i delillerden bahseden "Usulu’l Fıkıh" (Fıkıh Metodolojisi) kitaplarında geniş olarak yer almıştır. Biz şimdilik bu konuya giremeyiz. Çünkü bu bahsimizin çok uzamasına yol açabileceği gibi, sizin de sorunuz değildir. İcmaya gelince bunu, tahakkuk bulduğu takdirde, masum imamın görüşünü de ihtiva edeceği esasına dayanarak kabul eder; ancak böyle bir icmanın tahakkuk bulması imkânsız denecek kadar zor olduğundan, bu yol da Caferî fıkhında pek başvurulan bir yol değildir. Dolayısıyla Ehl-i Beyt mektebi fıkhının temelini oluşturan kaynak Kur’an, Sünnet ve akıldır.

Şimdi asıl konumuz olan namazların vaktine dönelim. Bendeniz önceki sorunuzu cevaplandırırken, Ehl-i Beyt mektebinde namaz vakitlerinin özel vakit, fazilet vakti, müşterek vakit diye üç kısma ayrıldığını arz etmiş ve özel ve müşterek vaktin öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazları için söz konusu olduğunu ve sabah namazı için ise, sadece fazilet vakti ve icza vaktinin olduğunu açıklamıştım. Elbette Ehl-i Beyt mektebi bu görüşlerini hem Kur’an-ı Kerim ayetlerine ve hem de Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamlarından gelen hadislere dayandırmaktalar. Benim namazların vaktiyle ilgili yapılan bütün bahislere burada yer vermem imkânsızdır. Çünkü o zaman bu konuda geniş bir kitap yazmak gerekir ki, bunun internet ortamında imkânsız olduğunu siz de tasdik edersiniz. İstediğiniz takdirde yukarıda bazılarının isimlerine değindiğim Ehl-i Beyt fakihlerinin yazdığı fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine müracaat edebilirsiniz. Ancak yine de bu hususta bir ön bilginiz olsun diye özet olarak bu bahse değinmek istiyorum.

İlk önce şunu belirteyim ki, önceki yazımda da değindiğim gibi, bizler Ehl-i Beyt fıkhının takipçileri olarak namaz vakitleriyle ilgili görüşümüz Kur’an-ı Kerim'in namaz vakitlerini belirten ayetleriyle tam anlamıyla uyum içindedir. Çünkü Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'in iki ayetinde hangi vakitlerde namaz kılınacağını beyan etmiş ve her ikisinde de bizim fıkhımıza uygun açıklamıştır.

Allah-u Teâlâ, Hud Suresi'nin 114. ayetinde şöyle buyurmuştur: "Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl ki, iyilikler kötülükleri giderir. Bu, anlayanlar için bir uyarıdır." Yine Allah-u Teâlâ, İsrâ Suresi'nin 78. ayetinde şöyle buyuruyor: "Güneşin batıya yönelmesinden, gece karanlığının basmasına kadar namaz kıl ve sabah namazını da kıl ki, sabah namazı görülmektedir."

Görüldüğü üzere, birinci ayette Allah-u Teâlâ günlük namazların, gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın kısmında kılınmasını emretmiş ve bunların, bu belirtilen zaman dilimlerinin hangi saatlerinde kılınacağına dair her hangi bir sınırlama getirmemiştir. Açıktır ki, gündüzün ilk tarafı sabah namazının, ikinci tarafı da öğleyle ikindi namazlarının, gecenin gündüze yakın kısmı ise, akşamla yatsı namazlarının vakitlerine değinmektedir.

İkinci ayette ise, bu gerçek daha açık bir dille ortaya konmuş ve gündüzün iki tarafıyla gecenin gündüze yakın bölümü apaçık bir şekilde beyan edilmiştir. Yani ikinci ayet birinci ayeti tefsir eder niteliktedir. Çünkü ikinci ayette, gündüzün ilk tarafından maksadın, sabah ezanının okunduğu vakit olan "Fecri Sadık" olduğu belirtilirken, gündüzün ikinci tarafının ise, öğle ezanının okunduğu vakit olan güneşin batıya meyletmesinden itibaren başladığı açıkça kaydedilmiş; gecenin gündüze yakın olan kısmının nihâyetinin ise, gecenin şiddetli karanlığının çöktüğü zamana kadar devam ettiği beyan edilmiştir.

Bu ayetlerde vakti en belirgin kılınan namaz, sabah namazıdır. Çünkü sabah namazı ikinci ayette diğer namazlardan ayrılmış ve fecir kıraatı (Kur’an-el Fecr) ismi verilerek o namazın fecir vakti kılınacağı kaydedilmiştir. Ama öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazları birbirinden ayrılmadan öğle ezanı vakti olan güneşin batıya doğru meyletmesinden itibaren gecenin karanlığının çöktüğü zamana kadar olan süre zarfında kılınması gerektiği beyan edilmiştir. Bu durumda eğer biz sadece bu ayetleri dikkate alırsak, bu dört namazın bu zaman dilimi içinde kılınmasına hükmetmemiz gerekir. Yani bu ayetlerde bu dört namazdan hangisinin gündüz ve hangisinin gece kılınmasına açıklık getirilmemiştir. Aksine bu ayetlerden bu dört namazın vakit açısından ortak oldukları anlaşılmaktadır. O halde bu süre zarfında bu namazları kılmalıyız. Ama hangisini gündüzün ve hangisini geceleyin kılmamız gerektiğine açıklık getirilmemiştir.

Ancak ne var ki, yine Kur’an-ı Kerim'in kendi emriyle Kur’an’ı açıklamakla görevli olan Hz. Resulullah (s.a.a) bu ayetleri tefsir etmiş ve öğleyle ikindi namazlarının gündüzün ve akşamla yatsı namazlarının da geceleyin kılınması gerektiğini açıklamıştır. Eğer Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bu tefsiri olmasaydı, biz bu ayetlere istinaden bu süre zarfında bu namazların kılınmasına hükmeder ve tercihin mükellefe ait olduğunu kabul ederdik. Fakat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) uygulaması ve tefsiri bu dört namazdan ikisinin bu zaman diliminin gündüz bölümüne ait olduğunu ve diğer ikisinin de gece bölümüne ait olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Bununla ilgili hadisler hem Ehl-i Sünnet ve hem de Ehl-i Beyt kaynaklarında mevcuttur. Burada bu hususta gelen hadislerin tamamına yer vermemiz mümkün olmadığı için örnek olarak Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namazlarıyla ilgili Ehl-i Beyt kanalından gelen bir hadisi size nakletmekle yetineceğiz:

Caferî fıkhının istinat ettiği hadisleri içermiş olan "Vesâilü’ş-Şia" kitabının 3. cildinin 115. sayfasında bu hususta şöyle yazıyor: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Cebrail, Hz. Resulullah'a (s.a.a) namazların vaktiyle ilgili emirle geldi. Cebrail, güneşin batıya meylettiği vakitte (öğle ezanı vaktinde) geldi ve Hazrete namaz kılmasını emretti; Hazret öğle namazını kıldı. Sonra gölgenin bir insan boyu kadar uzadığı zaman geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret ikindi namazını kıldı. Sonra güneşin batmasından sonra geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret akşam namazını kıldı. Sonra batıdaki kızıllığın düşmesinden (kaybolmasından) sonra geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret yatsı namazını kıldı. Sonra fecrin doğduğu vakitte geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret sabah namazını kıldı. Sonra ikinci gün gölgenin bir insan boyu kadar uzadığı zaman geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret öğle namazını kıldı. Sonra gölgenin iki insan boyu kadar uzadığı vakit geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret ikindi namazını kıldı. Sonra güneşin battığı zaman geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret akşam namazını kıldı. Sonra gecenin üçte biri geçtiği vakitte geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret yatsı namazını kıldı. Sonra sabahın aydınlandığı zaman geldi ve namaz kılmasını emretti; Hazret sabah namazını kıldı. Sonra da Cebrail "İşte bu ikisi arası vakittir" dedi."

Aziz kardeşim, bu hadiste Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namaz vakitleri işte böyle tasvir edilmiştir. Ancak ne var ki, yine Kur’an-ı Kerim'in paklığına tanıklık ettiği, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Kur’an-ı Kerim'in yanında emanet olarak bırakıp, ümmete bu iki büyük emanetten ayrılmamayı öğütlediği, kurtuluş gemisi olarak tanıttığı ve kendinden sonraki on iki halifesi olduklarını açıkladığı Ehl-i Beyt İmamları, namaz vakitleriyle ilgili bize daha detaylı bilgi vermiş ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namaz vakitleri olarak açıkladığı vakitlerin fazilet vakitleri olduğunu ve icza vaktinin ise, daha geniş olduğunu beyan etmişlerdir.

Bu husustaki bilgilerin Ehl-i Beyt İmamlarının hangisinden geldiği önemli değildir. Önemli olan bu bilgilerin Ehl-i Beyt imamlarından bize ulaşmasıdır. Siz de biliyorsunuz ki, Ehl-i Beyt İmamlarının tamamı istedikleri şekilde konuşma ve tebliğ etme imkânı bulamamıştır. O mübarek zatlar genellikle ya zindanlara tıkılmış ya da toplumdan tecrit edilerek kendi evlerine hapsedilmiş ve sonunda da ya zehir ya da kılıçla şehit edilmişlerdir. O mübarek zatlar içerisinden sadece İmam Muhammed Bakır (a.s) ve İmam Cafer-i Sadık (a.s), dönemlerine denk gelen Emevilerle Abbâsilerin saltanat kavgası sonucu ortaya çıkan siyasi otorite boşluğunun doğurduğu nispi rahatlama ortamından istifade etmiş ve ümmeti daha çok bilgilendirmişlerdir. Dolayısıyla da bu hususlarda en çok bilgi bu iki İmamdan bize ulaşmıştır.

Bakınız, İmam Sadık (a.s) yukarıda zikrettiğimiz "Güneşin batıya meyletmesinden gece karanlığının basmasına kadar namaz kıl" ayetini tefsir ederken şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teâlâ güneşin batıya meyletmesinden gece yarısına kadar dört namaz farz kılmıştır. Onlardan ikisinin vakti güneşin batıya meyletmesinden güneşin batmasına kadardır. Ancak bu (öğle), şundan (ikindiden) önce kılınmalıdır. Onlardan ikisinin vakti de güneşin batmasından gece yarısına kadardır. Ancak bu (akşam), şundan (yatsıdan) önce kılınmalıdır." [1]

Yine o Hazret, Allah-u Teâlâ'nın "Güneşin batıya yönelmesinden gece karanlığının basmasına kadar namaz kıl ve sabah namazını da kıl ki, sabah namazı görülmektedir" ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Ayette geçen 'Güneşin Dülûk'undan maksat güneşin batıya yönelmesidir. Gece karanlığının basmasından maksat ise, gece yarısıdır. Ayetteki Kur'anü’l Fecr'den maksat ise, iki rekât sabah namazıdır." [2] (Vesâil-üş Şia C.3, S.116)

Yine Zürâre diyor ki Hz. İmam Sadık’a (a.s) öğle ve ikindi namazlarının vaktini sordum. Hazret şöyle buyurdular: "Güneş batıya yöneldiği zaman öğle ve ikindinin vakti girmiştir. Ancak bu (öğle), şundan (ikindiden) önce kılınmalıdır. Sonra onların vakti güneş batıncaya kadar devam etmektedir." [3]

Yine o Hazret bu sözüne daha da açıklık getirerek şöyle buyurmuştur: "Güneş batıya yöneldiği zaman öğle namazının vakti girmiştir. Ta ki, bir namaz kılanın dört rekâtlı bir namaz kılabileceği bir süreye kadar. Bu süre geçtikten sonra öğle ve ikindinin vakti girmiştir. Ta ki, güneşin batmasına bir namaz kılanın dört rekâtlı bir namaz kılacağı bir süre kalıncaya kadar. Güneşin batmasına sadece bu kadar bir süre kalınca artık öğle namazının vakti çıkmış ve güneş batıncaya kadar sadece ikindi namazının vakti kalmıştır." [4]

Yine bir hadiste şöyle geçer: Hadisi nakleden şöyle diyor: Ben İmam’a öğle ve ikindi namazlarını unutup güneş batmasına az kala hatırlayan bir kimsenin ne yapması gerektiğini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdular: "Eğer onlardan birisinin vakit dışına kalmasından korkmuyorsa, önce öğle sonra ikindi namazını kılmalıdır, ama eğer, böyle bir korkusu olursa, önce ikindiyi kılmalı sonra da hemen ardından öğle namazını kılmalıdır." [5]

Yine Zürâre şöyle diyor: Ben İmam Cafer-i Sadık’a (a.s) "Dostlarımızla bizden birinin evinde toplanıyoruz. Bu arada bizden biri öğle ve diğeri ikindi namazını kılıyor. Bütün bunları da öğle namazının vaktinde yapıyoruz. Acaba bunun hükmü nedir?" dedim. İmam (a.s): "Bunun bir sakıncası yoktur; Allah'ın hamd ve nimetiyle vakit geniştir" buyurdu. [6]

Bunlar gibi yüzlerce hadis Ehl-i Beyt imamlarından bize ulaşmıştır. Bizim onları teker teker nakletmemiz olanaksızdır. Peki, bu hadislerden ne anlaşılır? İşte bu hadisleri Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namaz kılma vaktini beyan eden hadislerle bir araya getirdiğimizde şu husus açıklık kazanıyor: Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namaz kıldığı vakitler bu namazların fazilet vaktidir. Bu namazların icza vakti ise, ayet-i kerimede de beyan edildiği üzere yukarıda açıklandığı şekildedir. Ehl-i Beyt İmamlarından namaz vakitleriyle ilgili nakledilen diğer hadislerden bazılarını da mülahaza ettiğimizde bu husus tam anlamıyla açıklık kazanır.

Bir hadiste şöyle geçiyor: Zürâre şöyle diyor: İmam Sadık’a (a.s) “Ben oruç tutuyorum ve güneşin batıya yönelmesine kadar asla uyumuyorum. Güneş batıya doğru yönelince, nafile namazımı kılıyor, sonra da öğle namazını kılıyorum. Sonra nafile namazımı kılıyor, daha sonra da ikindi namazını kılıp uyuyorum. Bütün bunlar henüz halkın namaz kılmasından önce olur” dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ey Zürâre! Güneş batıya yönelince, vakit dâhil olur; ancak ben senin bu vakti daimi olarak vakit edinmeni sevmem" buyurdu." [7]

Görüldüğü üzere İmam (a.s) Zürâre'ye bu uygulamasının câiz olmadığını söylemiyor. Aksine, bu uygulamanın câiz olduğunu teyit etmekle birlikte, bunun fazilet vaktinin sevabından mahrum bırakacağından ona devamlı olarak böyle yapmamasını öğütlüyor.

Yine bir hadiste şöyle geçiyor: Zürâre şöyle diyor: Ben, İmam Muhammed Bakır’a (a.s) öğle vaktini sordum. Hazret şöyle buyurdu: "Öğle namazının vakti güneşin batıya meyletmesinden sonra meydana gelen gölgenin bir kol boyu uzayıncadır. İkindi namazının vakti ise, iki kol boyu uzayıncadır." Sonra da şöyle buyurdu: "Hz. Resulullah'ın (s.a.a) mescidinin duvarı o günlerde bir insan boyuncaydı. Hazret onun gölgesi bir kol boyu uzayınca öğle namazını ve iki kol boyu uzayınca da ikindi namazını kılardı." Sonra İmam şöyle devam etti: "Bir kol boyu ve iki kol boyu gölgenin uzamasının niçin ölçek alındığını biliyor musun?" Ben "Niçin ölçek kabul edilmiştir?" dedim. İmam: "Nafile namazı kılmak için ölçü koyulmuştur. Sen öğle namazının nafilesini gölgenin bir kol boyu uzamasına kadar kılabilirsin. Eğer gölgenin bu kadar uzamasına kadar nafile namazını kılmamışsan, artık nafile namazını bırakmalı ve farz namazını kılmalısın. Keza ikindi namazının nafilesini gölgenin iki kol boyu uzamasına kadar kılabilirsin. Eğer gölgenin bu kadar uzamasına kadar nafile namazını kılmamışsan, artık nafile namazını bırakmalı ve farz namazını kılmalısın" buyurdu. [8]

Görüldüğü gibi bu hadiste de İmam, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bu namazları ayırarak kılmasının hikmetine işaret etmiş ve bunun da onların nafilesinin kılınabileceği süreyi belirlemek olduğunu vurgulamıştır. O halde bu vakitler bu namazların fazilet vakitleridir. Bu süre zarfında bu namazları nafileleri ile birlikte kılmak mümkündür. Ama bu süreleri aşınca artık bu namazları fazilet vaktinde kılmak şansı kaybedileceğinden, İmam nafilenin terk edilmesini ve bu namazların kendilerinin kılınmasını emrediyor. Çünkü bu namazları fazilet vakitlerinde kılmak, onları nafileleriyle birlikte fazilet vaktinin haricinde kılmaktan daha faziletlidir. Yoksa bu vakitleri aşmak onları icza vakitlerinin dışında kılmak anlamına gelmemektedir. Ehl-i Beyt kanalından bu hususu pekiştiren yüzlerce hadis vardır. Ancak biz şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz.

Ehl-i Sünnet ekolüne gelince, ben bu hususta geniş bir araştırma yapmış değilim. Zaten Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Kur’an-ı Kerim'den sonra kendilerine uymamızı emrettiği Ehl-i Beyt'in açıklamasından sonra buna bir gerek de kalmıyor. Ama yine de bu ölçülerin Ehl-i Sünnet ekolü tarafından da kabul edildiğini göstermek gayesiyle, Ehl-i Sünnet ekolünün önde gelen alimlerinden olan Kurtubî'nin yukarıda bahsi geçen, Allah-u Teâlâ'nın "Güneşin batıya yönelmesinden gece karanlığının basmasına kadar namaz kıl" ayetinin tefsirinde ortaya koyduğu tespitlerini aktaracağım.

Kurtubî mezkûr ayetin tefsirinde şöyle yazıyor: "İbn-i Atiyye şöyle demiştir: "Ayette geçen "Dülûk" kelimesi lügatte meyletmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla meyletmenin başlangıcı öğle vaktidir. Sonu ise, güneşin battığı andır. O halde öğle vaktinden güneş batmasına kadar geçen süreye "Dülûk" denir. Çünkü güneş bu süre zarfında meyil halindedir. Demek ki, Allah bu ayette "Dülûk" esnasında ve "Dülûk" vaktinde olan namazları zikretmiştir. Buna öğle, ikindi ve akşam namazı dâhil olur. Akşam namazının gece karanlığı süresine dâhil olması da sahihtir.

Nitekim bir grup öğle ve ikindi namazlarının vaktinin öğle vaktinden güneş batmasına kadar devam ettiği görüşünü benimsemişlerdir. Çünkü Allah-u Teâlâ onların farziyetini "Dülûk"a (meyletmeye) bağlamıştır. Bu sürenin tamamında da "Dülûk" (meyletme) vardır. Bu görüşü Evzâi ve Ebu Hanife normal hallerde, Mâlik ve Şafii de zaruret halinde kabul etmişlerdir. Mâlik, İbn-i Abbâs'ın "Güneşin dülûku"ndan maksadın onun meyletmesi olduğunu ve gecenin karanlığının basmasından maksadın ise, gecenin karanlığıyla birlikte olduğunu" dediğini nakletmiştir. Ebu Ubeyde ise, gecenin karanlığından maksadın gecenin siyahlığı olduğunu söylemiştir.

Ben diyorum ki, namaz vakitlerinin geniş olduğunu söylemek, daha tercih edilir bir görüştür. İmam Ebu Muhammed Abdu’l Ganî b. Said'in tahriç ettiği Acleh b. Kindi'nin hadisinde İbn-i Zubeyr, Câbir'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Resulullah (s.a.a) güneşin batmasına az kala Mekke'den hariç oldu ve Saraf bölgesine varıncaya kadar akşam namazını kılmadı. Bu mesafe de dokuz göz irimi kadardır." Bunun neshedildiği görüşü ise, açık değildir. Dolayısıyla ulemamız Cebrail'in akşam vaktiyle ilgili hadislerini fazilet vaktine yorumlamışlardır. İşte bunun için ümmet akşam namazının güneş batmasıyla acele kılınması hususunda ittifak etmiştir.

İbn-i Huvayz şöyle demiştir: "Müslümanlardan hiç birinin camide cemaatle kıldığı akşam namazını güneşin batmasından sonra geç vakte ertelemesini göremezsin. Vaktin genişliğini belirten hadisler ise, onun cevaz vaktini açıklamaktadır." [9]

Aziz kardeşim, gördüğünüz gibi, sabah namazı dışındaki dört namazın vakitleri Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin arasında yaygın olan şimdiki vakitlerle sınırlı değildir. Ayet-i Kerime'de ve Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamlarının hadislerinde de beyan edildiği üzere bunların vakitleri daha geniştir. Ancak sınırlı olan onların fazilet vakitleridir. Her ne kadar Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamlarının genel uygulaması fazilet vakitlerine riayet edecek şekilde olmuşsa da ümmete kolaylık yolu da açık bırakılmıştır. Zaten bizim fıkhımız da bundan gayrisini söylememektedir.

Namazların cem edilerek kılınmasına gelince, önceki yazımda bununla ilgili yeterli kaynak vermiştik. Dolayısıyla burada bu hususta Ehl-i Beyt kanalından gelen sadece bir hadisi nakletmekle yetineceğim. İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hz. Resulullah (s.a.a) hiçbir mazeret olmadan öğleyle ikindi namazını öğle vakti cemaatle kılmıştır. Akşam ve yatsı namazlarını da hiçbir mazeret olmaksızın batıdaki kızartının kaybolmasından önce cemaatle birlikte kılmıştır. Bütün bunları ümmetine vakit hususunda genişlik sağlamak için yapmıştır." [10]

Aziz kardeşim, işte biz Hz. Resulullah'ın (s.a.) ümmetine açık bu kolaylıktan istifade etmekteyiz. Dolayısıyla da bunun hiçbir mahzuru yoktur.

 

----------------

[1]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.115.

[2]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.116.

[3]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.92.

[4]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.92.

[5]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.94.

[6]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.95.

[7]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.98.

[8]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.103.

[9]- Tefsir-i Kurtubî, mezkûr ayetin tefsiri.

[10]- Vesâilü’ş-Şia, c.3, s.102.




Bu haber 1438 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI