Bugun...



İslamî Yaşam Tarzında Sevinç ve Mutluluk - 1

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 22-11-2023 14:10

İslamî Yaşam Tarzında Sevinç ve Mutluluk - 1

Sevincin Tanımı

Mutluluk insanın deruni haletlerindendir. Elbette onun zahiri ve görünen bulguları vardır. Bu deruni haletin dakik şekilde tanımlanması için psikologlar, ahlak âlimleri ve filozoflar çok çaba sarf etmişlerdir. [1]

“Mutluluk” ve bununla ilgili kelimeler hakkında genel olarak şunu söylemek mümkündür: Mutluluk hali, bir tür bilginin mahsul ve sonucudur. Hedef ve arzuların gerçekleştiği bilgisi ile oluşan bir deruni haldir. İnsan, hedef ve arzularından birine ulaştığında veya onun gerçekleşeceği ihtimalini yüksek gördüğünde bu hali hisseder. Sevinç ve mutluluk, hoşnutluk ve başarı hissi ile oluşan bir ruh halidir.

Buna karşılık insan hedefine ulaşamadığında veya arzusunun heba olduğunu gördüğünde ona hüzün ve ıstırap hali galip gelir. Başka bir ibaretle hüzün ve ıstırap, hoşnutsuzluk ve yenilgi hissi ile oluşan ruh halidir.

Bazı araştırmacılar “hoşlanmak”, “neşe” ve “hoşnutluk” kavramları arasında fark olduğuna inanmış ve şu açıklamayı getirmişlerdir: Bunların her biri mutluluğun bir aşaması hakkındadır. [2]

“Hoşlanmak” bedensel ve cinsel düzeydeki mutlulukları kapsar. İnsanların yemekten, yüzmekten, tepe ve vadilerde yürümekten vb. şeylerden aldıkları haz bu tür mutluluktandır. Bu düzeydeki bir mutluluğa yetinenler, kendilerini hayvani bir hayat düzeyinde tutmaktadırlar. Bu tür insanlar genelde üstün işlerden ve sorumluluklardan kaçarlar. Başka bir ibaretle zahirde çocukluktan uzaklaşmış görünseler bile pratikte çocukluk dönemine asılı kalmışlardır. Sanki onların rüştü çocukluk yıllarında dondurulmuştur. “Neşe”, psikolojik ve ruhsal mutluluklar olup insanın deruni ve iç dünyası ile ilgilidir.

Örneğin annelik veya babalık duygusunun bir anne ve babada oluşturduğu ruh hali veyahut bir işte elde edilmiş başarından sonra hissedilen duygu bu tür mutluluktandır. Bu düzeydeki mutluluk önceki aşamadan daha ileri düzeyde olmakla birlikte henüz insani mutluluk sathına ulaşmış değildir. “Hoşnutluk” ise “neşeden” daha üst düzeydeki ulvi ruh hali olup hedefe ulaşmakla gelen mutluluktur. Yaşamındaki tüm hedeflerine ulaşmış olan biri hoşnutluk hissine kapılır ve kemale erdiğini hisseder. Böyle birinin mutluluğu geçici bir hoşlanma veya neşeden ibaret değildir. Aksine mutluluğu daimidir ve bu yüzden de onun hakkında “hoşnuttur” denilir.

Elbette mutluluk hakkında belirtilmiş olan bu aşamalar genel olarak kabul edilebilir. Fakat seçilmiş olan kavramlar tamamen itibari ve kurgusaldır. Mutluluk ve sevinç kavramı hem çocuksu, hem içgüdüsel ve hem de ulvi mutluluklar hakkında kullanılmaktadır. Mutluluk ve sevincin değeri onun bağlı olduğu şey ve hedefle alakalıdır. İbadette, halka hizmette ve faydalı işlerde neşeli olmak değerlidir. Fakat günah ve isyanda neşeli olmak, Allah’a itaatsizlikten haz almak ve insanların üzüntüsünden mutluluk duymak çirkin sayılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de “sürur” ve “fereh” gibi kavramlar hem övülmüş mutluluklar ve hem de yerilmiş mutluluklar hakkında kullanılmıştır.

Şimdi bu hususta birkaç örnek sunacağız. İnşikak suresinde cennetlikler ve cehennemlikler hakkında şu ifadeler gelmiştir:

“Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. Kimin de kitabı arkasından verilirse, derhal yok olmayı isteyecek; alevli ateşe girecektir. Zira o, (dünyada) ailesi içinde (mal mülk sebebiyle) sevinçliydi. O hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sanıyordu.” [3]

Bu ayetlerde sevinçli manasına gelen “mesrur” sözcüğünün hem olumlu ve övülmüş, hem de menfi ve yerilmiş bir yerde kullanıldığını görüyoruz. Aynı şeyi [sevinmek anlamındaki] “fereh” sözcüğü konusunda da görüyoruz. Mesela Kasas Suresinde Karun’un kıssasında şu ifadeleri okuyoruz:

“Hani kavmi ona sevinip övünme demişti, şüphe yok ki Allah, sevinip övünenleri sevmez.” [4]

Fakat aynı sözcük Yunus suresinde olumlu ve beğenilmiş bir anlamda kullanılmıştır:

“De ki: Ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.” [5]

Övülen mutluluk, sonunda hoşnutluk olan mutluluktur. Şöyle ki sevinç ve lezzet genellikle anlıktır. Bu yüzden sevinç ancak rızayete ulaştırması ve saadete vesile olması durumunda kalıcı bir değer olur. Başka bir ibaretle sevinç, ancak insan saadetinin hizmetinde olursa değerlidir. Fakat bizim saadet ve kemalimizi tehlikeye düşüren sevinç ve lezzetler asla değerli olmadığı için onlardan kaçınmamız gerekir.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Nice anlık şehvetler vardır ki gerisinde uzun bir üzüntüyü [miras] bırakır.” [6]

Merhum Feyz-i Kaşani şöyle der: “Sevinç” hem aklın ve hem de cehlin ordularından sayılabilir. Zira sevinç, sevilen şey ve ona ait özellikleri idrakin gereksinimlerindendir. Dolayısıyla sevilen şeyin değeri ve yüceliği ne kadar artacak olursa aynı ölçüde onu ve etkilerini idrak etmenin lezzet ve sevinci de artar. Bu yüzden sevgilisi Yüce Allah ve O’nun sıfatları olan biri, varlık âlemindeki en fazla sevinç ve sürurun sahibi olur. Bu tür kişiler varlığın tümünden lezzet alırlar. Zira varlığın tümünü sevgililerinin yüzünden bir yansıma olarak görürler. Tüm işlerin başlangıç ve sonunun Yüce Allah olduğunu bilirler. Onların lisan-i halleri şöyledir:

Şu canlı dünyadayım; zira dünya O’ndandır

Tüm âleme âşığım; zira tüm âlem O’ndandır

Bu tür kişiler için sevinç aklın askerlerindendir. Fakat sevgilisi dünya ve dünyevi lezzetler olanlar için sevinç, cehlin askerlerinden olacaktır.

 

Sevincin Fıtri Açıdan İstenir Oluşu

Sevinçli ve mutlu olmak fıtri açıdan tüm insanların isteklerinden biridir. Sevincin türü ve keyfiyeti bir tarafa dursun, bütün insanlar yaratılışsal olarak sevinç ve mutluluğu istemektedir. Bilerek ve bilinçli şekilde üzüntü ve derdi isteyen salim bir insan belki de hiç bulunmaz. İşte bu yüzden Yüce Allah, üzüntü ve kederden uzak olmayı cennet ehlinin ulaşacağı nimetlerden biri olarak saymıştır. Kur’an-ı Kerim’de cennetliklerin dilinden şöyle nakledilmiştir:

“Şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. O, lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez.” [7]

Bu sebepledir ki Yüce Allah müminlerin uhrevi mükâfatlarından birini mutlu ve sevinçli olmaları şeklinde beyan ederken buna mukabil, kötüler için belirlenmiş uhrevi azaplardan biri olarak onların hüzünlü, asık suratlı, buruşuk ve siyah yüzlü, üzüntülü bir görünüşte olacaklarından söz etmiştir. Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet günü Allah’a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir. Büyüklük taslayanlar için cehennemde bir yer mi yok!?” [8]

Ayrıca kendi deruni hallerimiz, isteklerimiz, eğilimlerimiz ve arzularımıza müracaat ettiğimizde sevinç ve mutluluğun tüm insanların fıtri isteklerinden kaynaklanan ortak noktası olduğu sonucuna ulaşırız. Eğer azıcık dikkat edecek olursak hepimizin fıtri açıdan payidar ve sürekliliği olan bir mutluluk istediğimizi görürüz. [9]

Mutluluğumuzun devamı ne kadar çok olursa, o kadar çok benimsenir ve istenir olur. Genel olarak hepimiz, konulara mantıklı şekilde yaklaştığımızda ve onları inceleyip tahlil ettiğimizde, ardında uzun süreli üzüntü ve mutsuzluk getirecek kısa süreli mutluluklardan kaçınırız. Gerçi bazen yalancı heyecanların etkisi altında kalarak akılcı karar alamadığımız ve bu yüzden ardında bir ömür üzüntü, keder ve pişmanlık getiren anlık sevinç ve lezzetlerin tuzağına düştüğümüz de bir gerçektir.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Nice sevinçler vardır ki insanı ebedi bir üzüntüye çeker.” [10]

 

Mutlulukla İnançlar ve Değerler Arasındaki İlişki

İstekleri yerine gelmiş olan kişi mutlu olur. Dolayısıyla mutluluk, isteklerin gerçekleşmesinin zorunlu sonucudur. Fakat bireylerin istekleri aynı değildir. İstekler ise bireylerin varlığa, insanın konumu ve yaratılışın hedefine dair taşıdıkları bakış şeklinden etkilenmiştir. Başka bir ibaretle her insanın sevinç tarzı ve keyfiyeti, onun kabul ettiği inançlar ve değerlere bağlıdır.

Âlemi maddi olarak görüp Allah’a ve ahirete inanmayan birinin kafasında doğal olarak manevi mutluluklara, Allah ile ünsiyet kurmanın mutluluğuna ve Allah ile münacat edip O’nunla konuşmanın lezzetine dair net bir tasavvur bulunmaz. Böyle biri hatta bu tarz manevi mutluluklarla alay bile edebilir. Bu tür kişilerin mutlulukları genellikle diğer hayvanların lezzetleriyle türdeş olur ve daha üst düzeye çıkmaz.

Bunlar da gazap ve şehvet güdülerini tatmin etmekten haz alır, mutluluk duyarlar. Bu tür kişilerin en mutlu oldukları an, en güzel yiyecekler, içecekler, giyecekler ve maddi olanaklara sahip oldukları zamandır. Bunlara, ne zaman dünyevi konulardan söz açılsa, maddi ve şehevi lezzetlerden anlatılsa çok şâd ve mutlu olurlar. Fakat maneviyat, ahlak, Allah ve ahiret gibi konular dile getirildiğinde üşenir ve darlanırlar.

Kur’an-ı Kerim bu tür kişiler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Allah bir tek olarak anıldığında ahirete inanmayanların kalpleri daralır. Allah’tan başkaları anıldığında bakarsın sevinirler.” [11]

Fakat Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselerin doğal olarak sevinç ve lezzetleri, maddi ve dünyevi sevinç ve lezzetlerle sınırlı değildir. Bunlar ilahi muştuları duyduklarında ve cennetteki nimetleri ve uhrevi lezzetleri hatırladıklarında vasfı mümkün olmayan bir sevinç ve mutluluğa kapılırlar. Bu tarz sevinç ve lezzetlere ulaşmak için saniyeleri sayarlar.

Bu yüzden onların her biri Yüce Allah’a ve uhrevi gerçeklere olan idrak ve marifeti oranında manevi konular hakkında konuşmaktan haz alır, mutluluk duyar. Bu tür insanlar Allah’tan soyutlanmış her türlü lezzet ve sevinçten uzaklaşırlar; onların tüm hazzı, sevinç ve mutlulukları Allah ile ünsiyet kurup O’nunla sohbet etmekte saklıdır.

İmam Zeynelabidin (a.s) “Münacat-ı Zakiririn / Zikredenlerin Münacatı’nda Yüce Allah’a şöyle niyazda bulunuyor: “Senin zikredilmediğin her lezzetten dolayı senden mağfiret diliyorum.” [12]

Böyle insanların sevinci ilahi buluşmadadır. Dolayısıyla da onları bu sevinç ve lezzetten alıkoyan her şeyden uzaklaşırlar. Onların hüzün ve kederi bu sevgiliden ayrı düştüklerinde hâsıl olur. Sonuçta bu tür lezzetleri kazanmaya hizmet edecek her türlü sevinç değerlidir; bu tür sevinçlere aykırı olan ve bunlara ulaşılmasını engelleyen her türlü lezzet ise kötüdür.

 

Mutluluğun İslamî Yaşam Tarzındaki Yeri

Dini öğretilere müracaat ettiğimizde İslamî yaşam tarzında sevinç ve mutluluk konusunun özel bir yeri olduğunu görmekteyiz. Ehlibeyt İmamları (a.s) bu konuya özel ehemmiyet vermiş ve İslamî yaşam tarzı çerçevesinde övgüye şayan sevinç ve mutluluğun sınırlarını belirlemişlerdir.

İmam Musa Kazım’dan (a.s) mazmunu başka rivayetlerde de [13] gelmiş olan şu hadis nakledilmiştir: “Zamanınızı dörde ayırmaya çalışın; bir bölümünü Allah’la münacat etmeye, bir bölümünü geçiminizi sağlamaya, bir bölümünü ayıplarınızı size bildiren kardeşlerinizi ve gönüllerinde size karşı samimiyetleri olan güvenilir insanları ziyaret etmeye ve bir bölümünü de haramlar dışındaki zevklere ayırın; bununla (sonuncuyu yapmakla) diğer üç bölümü de yapmaya kadir olursunuz.” [14]

Bu tavsiyeden maksat gece-gündüzü kuşatan yirmi dört saatlik zamanı dörde bölmek değildir. Aynı şekilde maksat vakitlerimizi dört eşit parçaya bölmek değildir. Bu rivayette insan yaşantısındaki dört boyut veya gereksinimden söz edilmiş ve şu nükteye dikkat çekilmiştir: İslam dini insan vücudunun tüm boyutlarına özel olarak eğilmiş; onun bedensel, maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarını dikkate almıştır; manevi ihtiyacı, toplumsal ihtiyacı, maddi geçimini ilgilendiren ihtiyacı, kişilik ihtiyacı, sevinç ve lezzet ihtiyacı.

Aziz İslam dini sevinç ve neşeye kesinlikle karşı değildir. Aksine meşru olan sevinçlerden faydalanmayı insan için bir ihtiyaç olarak görmektedir.

İmam Ali (a.s) bizlere, sevinçli olduğumuzda meşru lezzetlerden faydalanmamızı; zira durumun her zaman aynı minvalde devam edeceğinin bir garantisi olmadığını, önümüzde üzüntülü günlerin olacağını, istesek de istemesek de üzüntünün bizi gelip bulacağını; dolayısıyla da sevinçli ve neşeli zamanlarımızı zayi etmememizi tavsiye buyurmuştur: “Sevinç günü eline düştüğünde ondan uzaklaşma; çünkü üzüntü günü eline düştüğünde o seni bırakmayacaktır.” [15]

Ahmed Hüseyin ŞERİFÎ

 

------------

[1]- Hodfeeld, Ahlak Psikolojisi, s.145-148.

[2]- Hodfeeld, Ahlak Psikolojisi, s.145-148.

[3]- İnşikak, 7-14.

[4]- Kasas, 76.

[5]- Yunus, 58.

[6]- el-Kâfi, c.2, s.451.

[7]- Fatır,34-35.

[8]- Zümer, 60.

[9]- İmam Ali (a.s) “Nehcü’l Belağa” kitabındaki 193. Hutbede muttakilerin özelliklerinden birini, “sürekli neşeli” halde oldukları şeklinde açıklamıştır. İmam Ali (a.s) duasında da Yüce Allah’tan kendisine ibadette neşat ve canlılık vermesini istemekte, şöyle arz etmektedir: …Ve beni yeryüzünde ikamet ettirdiğin (ve yaşattığın) sürece daima seni yad etmemi sağla…   

[10]- Seyyid Haşim Resuli Mehellati, Tercüme ve Şerhi Gureru’l Hikem (Mevzui), c.1, s.516, Bab-ı Sürur, h.4001.

[11]- Zümer, 45.

[12]- Biharu’l Envar, c.91, s.151.

[13]- Mevsuet-u Ehadis-i Ehlibeyt, c.10, s.32, h.12132.

[14]- Biharu’l Envar, c. 75, s. 346.

[15]- İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c.286, 270. Hikmetli Sözler.




Bu haber 467 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAŞAM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI