Bugun...



Aleviler ve Ehlibeyt İnancı

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 13-08-2022 15:57

Aleviler ve Ehlibeyt İnancı

Soru: Selamun aleykum, sayın hocam size bazı sorularım olacak; cevaplarsanız beni mutlu edersiniz:

1. Ben kendini yetiştirmekte olan bir alevi genciyim fakat sürekli çelişkiler içindeyim; mesela namaz konusunda. Sizin sitenizde namaz, abdest bildiğimizin dışında. Madem sizin öğretileriniz doğru olandır, o zaman milyonlarca Müslüman namazı yanlış mı kılıyor; abdesti yanlış mı alıyor?

2. Nehc-ül Belağa'nın içeriğinde olan bilgiler neden gündemde değil?

3. 12. İmam Hz. Mehdi'nin kıyamet gününe yakın dünyaya adalet dağıtacağına inanıyoruz. Gerçekten de o kişi Hz. Mehdi midir, yoksa gelecek olan mehdinin kim olduğu bilinmiyor mu? Bu konuda kaynaklar nelerdir?

Allah sizden razı olsun; saygılarımla.

Cevap: Muhterem kardeşimiz, sorularınız cevabı kısaca şöyledir:

1. Sorunun cevabında aşağıdaki noktalara değinmemiz gereklidir:

a) Allah insanları hakkı benimsemek ve o yolda gitmekle yükümlü kılmıştır: Kur’an-ı Kerim “Hakkın ötesinde batıldan başka bir şey mi vardır” [1] diye buyurmaktadır. Ve Hz. Ali (a.s) “Hak yolunda yürümekten o yolda yürüyenlerin azlığı yüzünden korkuya kapılmayın.” [2] diye buyurmuştur.

Önemli olan hakkı teşhis etmek ve hakkın nişanelerini görmeğe çalışmaktır. Bunun için insan bildiği hakikatlere samimiyetle sarılıp, Allah’a doğru bir kulluk yolunu seçmesiyle harekete başlamalı ve sürekli Allah’tan kendisini hakka doğru hidayet etmesini istemelidir. Hakkı tanımanın yollarından biri mantıksal delilleri incelemektir. Bu yolları kat eden bir insan Allah’ın izniyle her adımıyla hakka doğru yaklaşır.

Hiçbir zaman insan Şeytan’ın vesveselerinden uzak kalamaz. Hakkı gördükten sonra insan kendisine mazeretler uydurarak “çoğunluk başka türlü davranıyor” demeye hakkı yoktur. Hakkı gören bir insan şaşkınlar gibi sağa sola bakmamalıdır. Aksi taktirde şüpheler içinde boğulur gider; hiçbir zaman iman sahibi olamaz.

Elbette şüphecilik hakkı aramak yolunda bir başlangıçtır; ancak iyi bir durak değildir. İnsan doğrulara sahiplenerek şüphe aşamasını geçmeye çalışmalıdır. Şüphe ve vesveselerden kurtulmak için şu hadiste yer alan duayı okumak da insana yardımcı olur İnşaallah:

Abdullah b. Sinan, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: Sizler şüpheyle karşılaşacaksınız; görebileceğiniz bir alamet ve hidayet imamı olmadan kalacaksınız. Bu durumdan sadece boğulmakta olan kimsenin duasını okuyan kimse kurtulacaktır. Ben “Boğulan kimsenin duası nedir?” diye sordum.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdular: Şöyle dersin “Ya Allahu, Ya Rahmanu, Ya Rahim, Ya muqallibe’l-Kulub, sebbit qalbi ala dinik(e). Yani “Ey Allah! ey Rahman! Ey Rahim! Ey kalpleri döndüren! Benim kalbimi kendi dinin üzerine sabit kıl.”... [3] Bu değerli hadisin devamı vardır ki biz söz uzamasın diye ihtiyaç miktarını naklettik.

b) Biz inanıyoruz ki, Allah bizleri yaratmış ve peygamberler göndererek bizlere doğru yolu göstermiştir. Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) tüm insanlık için gönderilmiştir. Herkes ona uymalı ve herkes onun getirdiği dinde kurtuluşu aramalıdır. Kim İslam’dan başka bir din edinirse, bu din ondan kabul edilmez ve ahirette o hüsrana uğrayanlardan olur.” Dünya halkının çoğunluğunun putperest veya Hristiyan oluşları bu hakikati değiştirmez.

Biz inanıyoruz ki, Hz. Muhammed (s.a.a) Allah’ın emriyle tebliğini başlattığı ilk günlerden ta tebliğinin son anlarına kadar defalarca Müslümanları kendisinden sonra iki emanet olan Kur’an ve Ehl-i Beyt’ine uymaya ve onlardan ayrılmamaya emretmiştir. Ve ancak bu ikisine bir arada uyulduğu taktirde insanın sapmaktan kurtulabileceğini hiç kimseye şüphe bırakmayacak şekilde açık seçik ifade etmiştir. Ve Hz. Peygamber (s.a.a) yine hiç kimsenin kuşku edemeyeceği sahih hadislerde kendi Ehl-i Beytinin kim olduklarını da beyan etmiştir.

Bunların Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma (s.a) ve Hz. Ali'nin (a.s) soyundan olan on bir İmam olduklarını açıklamıştır. Öyle ki bizce İslamî kaynakları hakkınca inceleyen bir insan, bu konunun şüphe götürmeyecek bir hakikat olduğunu anlar. Ancak ümmet -az bir kısmı hariç- Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu vasiyetini ayak altına alarak, yalnız Kur’an’ı kabul etmiş ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetinden de kendi görüşlerine göre uygun gördükleri kısmını almış ve geri kalan kısmında da kendi görüşleriyle amel etmişlerdir.

İslam tarihinde bu işin öncüğünü İkinci Halife Ömer yapmıştır. O defalarca Hz. Peygamber’e (s.a.a) itirazda bulunmuş ve son defasında "Bize Allah’ın kitabı yeter; bu adam (Peygamber) hezeyan söylüyor" demiştir. Bu hareket sonucu Kur’an’ı Ehl-i Beyt’ten ayırma teşebbüsü başlamış ve dünyevi eğilimler kabile tassupları vb. nedenlerle bu çaba İslam tarihinde güçlü hat olarak egemenliği sürekli elinde tutmuş; dinin hükümlerinde çeşitli tahrifler icat olmuş; namaz, zekat, hac vb. bir çok hükümler de bu tahrif ve bidatten uzak kalmamıştır. Belki de bunun başlıca nedeni Sahabilerden başlamak üzere çoğunluğun bizim inandığımız manada Hz. Peygamber’in (s.a.a) tam bir masumiyet makamına sahip olduğuna inanmayışları ve bu yüzden Hz. Peygamber’in (s.a.a) emirleri karşısında kendi görüşlerini de yürütmenin bir sakıncası olmadığına inanmalarından başlamıştır.

Ancak bu hattın karşısında Kur’an ve Ehl-i Beyt hattına birlikte sadık kalanlar Hz. Muhammed’in (s.a.a) dininde oluşturulan bu tahrifler karşısında direnmiş ve karşılaştıkları her konuda teslimiyet içinde Kur’an ve Ehl-i Beyt’e başvurmuş ve onlar vasıtasıyla dini olduğu gibi korumuşlardır. Bu yol elbette büyük fedakarlıklarla korunmuş ve Hz. Hüseyin (a.s) ve pak yaranının Kerbela’da susuz şehit edilmeleriyle simgelenen Hz. Peygamber’in (s.a.a) sünnetine tam bağlılık çizgisi hep Allah yolunda her şeyinden geçen Ehl-i Beyt ve yarenleri vasıtasıyla korunmuştur. Şimdi de Ehl-i Beyt’in hadislerini koruyan takvalı ve büyük alimler vasıtasıyla korunmaktadır.

c) Bizce gündüzü geceden teşhis etmek ne kadar kolay ise, taassupsuz bir şekilde Ehl-i Beyt’in nurlu mektebini kaynaklarından okuyarak onu diğer mezheplerle mukayese eden kimse de Ehl-i Beyt yolunun ve Ca’feri mezhebinin hak ve diğer mezheplerin haktan uzaklaşan yollar olduğunu anlar. Bu konudaki şüphe araştırmadaki yetersizlikten kaynaklanıyorsa, araştırmak ve gerçekleri hakiki kaynaklarından öğrenmeye çalışmak gerekir. Ama eğer bu konuları araştıran insan için yine şüphe devam ediyorsa, bilsin ki şeytan ona musallat olmuştur. Kur’an buyuruyor ki “Onların yaptıkları kalplerini kirletmiştir.”

Başka bir ifadeyle Hz. Peygamber’den (s.a.a) sonra Hz. Peygameber’in (s.a.a) emrine uymakta vefalı olan kimseler Hz. Ali'nin (a.s) etrafında toplanmış ve bunlara “Şia” denmiştir. Fıkıh olarak İmam Ca’fer Sadık (a.s) döneminde mezhebi ekoller belirginleştiği ve tedvin edildiği için yine Ehl-i Beyt İmamlarından olan İmam Ca’fer Sadık’a (a.s) fıkıhta müracaat edenlere “Ca’feri” denmiştir.

Biz inanıyoruz ki bu temel konu açıklığa kavuştuktan sonra ve Ehl-i Beyt imamlarının söz ve hadislerini en sağlam yollardan bize ulaştıran kimselerin varlığı ve Ehl-i Beyt mektebinin hadis kaynakları bilindikten sonra artık kimsenin bu konuda bir tereddüt etmesine yer kalmaz. Tabi eğer kalp, günahlar vasıtasıyla hakka uyabilme kabiliyetini yitirmiş olmazsa. Ki elbette bu durumda Allah’ın özel lütfünden başka, o kimsenin kurtarıcısı olmaz. Ne kadar sağlam deliller de ortaya konsa, yine o adam kendi batıl saplantılarından kopmaz ve hidayetten mahrum kalır.

2) “Nehcü’l-Belaga” kitabı Hz. Ali’nin (a.s) hutbe, mektup ve kısa sözlerinden bir kısmını içermektedir. Bu hutbeler Hicri 4. asırda yaşamış, Şia’nın büyük şahsiyetlerinden olan büyük alim Seyyid Razi tarafından toplanmıştır. Bu değerli eserin söz konusu edilmeyişinin sebebi bellidir. Çünkü Osmaniyye (Hz. Ali (a.s)’ın düşmanı olan ve ona açıkça laneti reva gören kimseler, Muaviye’den başlamak üzere hakimiyete geçmiş ve bunların döneminde, Hz. Ali’nin (a.s) üstünlüğünü gösterecek bu gibi eserlerin toplanmasına müsaade verilmesi düşünülemezdi zaten. Yüz yıl boyunca Hz. Ali’ye (a.s) lanet okutturan Emeviler mi buna izin verecekti?! Ehl-i Beyt dostları öyle sıkıntılı dönemlerde bu zalimlerin hakimiyetinde yaşamışlardır ki tarih kitaplarının yazdıklarına göre, bazen birine Yahudi veya Hristiyan suçlaması yapmak, ona “Hz. Ali’nin (a.s) dostudur” demekten daha kolay gelirdi. Bu dönemlerde “Ali” adını taşıyan bazıları zalimlerin korkusundan isimlerini bile değiştirmek zorunda kalmışlardır.

Tüm bunlar sağlam tarihi kaynaklarda mevcuttur. Acaba bu dönemlerde Hz. Ali’ye (a.s) ait hutbelerin ders ve ilim konusu yapılması mümkün olurmuydu? Sonraları başa gelen Abbasiler de Ehl-i Beyt İmamlarına karşı düşmanlıkları ve Alevileri (Hz. Ali’nin (a.s) soyundan gelen kimseleri) acımasızca öldürmeleri, hatta diri olarak duvarların aralarına bırakıp onların harç olarak kullanmaları vb. binlerce zulümleriyle Emevilerden Ehl-i Beyt’e karşı daha düşman ve daha zalim olduklarını ispatlamışlardır. Gerçi Abbasiler bazen nifak yöntemine başvurmuşlarsa da tüm güçleriyle Ehl-i Beyt’in öğretisinin yayılmasına engel olmaya çalıştıkları tarihi açıdan malumdur. Sonraları başa geçen Osmanlılar da aşağı yukarı aynı yolun takipçiliğini yapmış ve Muaviye’nin koyduğu çizgiden az bir uzaklaşıp Ehl-i Beyt’in yoluna meyleden kimseler, Osmanlı Şeyhu’l-İslamları tarafından katl-i farz olarak ilan edilmiştir. Şimdi böyle bir ortamda Nehcü’l Belağa'nın söz konusu edilememesinin nedeni kendiliğinden bellidir.

Kaldı ki Nehcü’l-Belağa’daki bazı hutbelerde Hz. Ali (a.s) açıkça ilk üç halifeyi eleştirmiş ve onların hilafeti haksız yere gasbettiklerini bildirmiştir. Muaviye’nin de açık bir şekilde zalim, fasık ve münafık olduğunu beyan etmiştir. Şimdi Muaviye’nin koyduğu bir inanç temelini benimseyen bir toplulukta bu kitabın fazla söz konusu olmasını beklemek mümkün nü?

Elbette şunu bilmemiz gerekir ki, tarihte ve günümüzde Nehcü’l Belağa’nın muhtevasına hayranlığı yüzünden bu kitabın önemini dile getiren, hatta bu kitaba şerh yazan birçok Ehl-i Beyt mektebine bağlı olmayan alimler de mevcuttur. Örneğin Mutezile’nin meşhur alimlerinden olan İbn-i Ebi’l Hadid. Bu zatın Nehcü’l-Belağa’ya yazmış olduğu şerh, gerçekten ilim hazinesi sayılacak ansiklopedik bir eserdir. Sonra Mısır alimlerinden Abduh’un da Nehc-ül Belaga’ya şerhi mevcuttur. Yine Subhi Salih isimli muasır bir Sünni alimi de Nehcü’l-Belağa’yı kendi tahkikiyle yayınlamış bir Sünni alimidir.

3. Hz. Peygamber’in (s.a.a) açıkladığı üzere Hz. Mehdi (a.f), on iki İmamın on ikincisidir: Şimdi hayatta ve gözlerden gaiptir. İnsanların gaybet döneminde ondan yararlanması bulutlar arkasında olan güneşten yeryüzündeki varlıkların yararlanması gibidir. O, hak ve masum imamdır; yeryüzünün kutbudur. O olmasaydı insanlar varlıklarını sürdüremezlerdi. Çünkü yaratılış alemi imamsız ve hüccetsiz olamaz. O, Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) hadislerinde yer alan kesin vaadler uyarınca zuhur edecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Hz. İsa (a.s) gökten inerek onun yardımcılığını üstlenecektir. Canımız onun ayaklarının altının toprağına feda olsun!

Bu konudaki kaynaklar için https://kevser.com.tr/ sitesinin “MEHDEVİYET” bölümüne bakabilirsiniz. Allah'a emanet olun.

 

---------------

[1]- Yunus, 32.

[2]- Nehcu’l-Belağa, s.181.

[3]- Biharu’l-Envar, c.25, s.148.




Bu haber 1645 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI