Bugun...



İslam İnkilabı Rehberi: Siyonist Rejime Vurulan Her Darbe, İnsanlığa Hizmettir

Tahran Cuma namazı hutbeleri Direniş ve Kudüs ile Filistin'in özgürlüğünün bayrağını taşıyan Seyyid Hasan Nasrallah'ın mazlumca şehit edilmesinin ardından ve Tufan el-Aksa Destanı'nın ilk yıldönümü arifesinde.

facebook-paylas
Tarih: 05-10-2024 15:48

İslam İnkilabı Rehberi: Siyonist Rejime Vurulan Her Darbe, İnsanlığa Hizmettir

Birinci Hutbe

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Efendimiz ve Peygamberimiz Ebu'l-Kasım el-Mustafa Muhammed'e, onun tertemiz, seçkin ailesine, özellikle yeryüzündeki Allah'ın geri bıraktığına salat ve selam olsun. Allah'ım, sana hamd ediyor, senden yardım ve bağışlanma diliyor, sana tevekkül ediyorum. Müslümanların imamlarına, mazlumların koruyucularına ve müminlerin rehberlerine selam olsun.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." [1]

Tüm sevgili kardeşlerimi ve kendimi ilahi takvaya uymaya davet ediyor ve tavsiye ediyorum. Sözlerimizde ve davranışlarımızda Allah'ın sınırlarının dışına çıkmamaya dikkat edelim; takvanın anlamı budur.

 

Okuduğum bu ayette, 'müminlerin birbirleriyle bağlılığı' önemli bir konu olarak ele alınmıştır. Kur'ani ifadelerde bu bağa ve bağlılığa "velayet" denir; müminlerin birbirleriyle velayeti. Bu konu Kur'an'ın birkaç ayetinde geçmektedir. Bu ayette, bu velayetin ve dayanışmanın sonucu 'ilahi rahmet' olarak tanımlanır: "İşte Allah bunlara merhamet edecektir."

Yani siz Müslümanlar birbirinizle bağlantı, ilişki, iş birliği ve gönül birliği içinde olursanız, Allah'ın rahmeti size ulaşır. Sonra buyuruyor ki: "Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." Ayet-i şerife, Allah'ın izzetini ve hikmetini anarak sona eriyor; belki de bu durumda ilahi rahmetin Rabbin izzeti ve hikmeti ile uyumlu olduğunu göstermek için. Çünkü Allah'ın rahmeti, Rab tarafından kullarına indirilen tüm erdemleri kapsar; tüm nimetler, tüm lütuflar, hayatın tüm olayları ilahi rahmettir. Ancak bu ayet-i şerifte bu rahmet "izzet" ve "hikmet" ile uyumludur. İlahi izzet, Rabbin gücünün tüm varlık âlemi üzerindeki hakimiyeti demektir. İlahi hikmet ise, yaratılışın tüm kanunlarının sağlamlığı ve sarsılmazlığı anlamına gelir. Belki de bu ayette bize şu anlayışı vermek istemişlerdir: Eğer Müslümanlar birbirleriyle birlik ve ittifak içinde olurlarsa, ilahi izzet ve hikmet onların arkasındadır; sonsuz ilahi güçten yararlanabilirler, Rabbin sünnetlerinin ve ilahi kanunların gereklerinden faydalanabilirler.

 

Peki, bu velayet ne demektir? Müslümanların birbirleriyle bağı ve dayanışması demektir; bu, Müslümanlar için Kur'ani siyasettir. Kur'an'ın Müslümanlar için siyaseti, Müslüman milletlerin ve grupların birbirleriyle dayanışma içinde olmasıdır ve sanki şöyle bir vaat veriyor: Eğer siz Müslüman milletler bu dayanışmayı birbirinizle sağlarsanız, bu, Allah'ın izzetinin arkanızda olduğu anlamına gelir; yani tüm engelleri aşarsınız, tüm düşmanlara galip gelirsiniz; ilahi hikmet sizi destekler; yani yaratılışın tüm kanunları sizin ilerlemeniz doğrultusunda işleyecektir. Bu, Kur'an'ın mantığı ve siyasetidir.

 

Bu siyasetin karşı noktası, İslam düşmanlarının siyasetidir; yani dünyanın müstekbirleri ve saldırganları. Onların siyaseti "böl ve yönet"tir; işlerinin temeli ayrılık çıkarmaktır. Bu ayrılık çıkarma siyasetini İslam ülkelerinde çeşitli hilelerle bugüne kadar uygulamışlar, hala da vazgeçmiyorlar ve İslam milletlerinin kalplerinin birbirlerine karşı bulanmasına neden oluyorlar. Ancak bugün milletler uyanmıştır. Bugün, İslam ümmetinin İslam ve Müslümanların düşmanlarının bu hilesine üstün gelebileceği gündür.

 

Ben arz ediyorum ki İran milletinin düşmanı, Filistin milletinin düşmanıyla aynıdır, Lübnan milletinin düşmanıyla aynıdır, Irak milletinin düşmanıyla aynıdır, Mısır milletinin düşmanıyla aynıdır, Suriye milletinin düşmanıdır, Yemen milletinin düşmanıdır; düşman birdir ve düşmanın yöntemleri farklı ülkelerde farklıdır. Bir yerde psikolojik savaşla, bir yerde ekonomik baskıyla, bir yerde iki tonluk bombalarla, bir yerde silahla, bir yerde gülümsemeyle, düşmanlarımız bu siyaseti ilerletiyorlar. Ancak komuta odası bir yerdedir, bir yerden emir alıyorlar, bir yerden Müslüman topluluklara ve Müslüman milletlere saldırı emrini alıyorlar. Eğer bu siyaset bir ülkede başarılı olursa, yani bir ülkeye hakimiyet sağlarsa, bir ülkeden emin oldukları zaman, diğer ülkeye giderler. Milletler buna izin vermemelidir.

 

Her millet eğer düşmanın felç edici kuşatmasına maruz kalmak istemiyorsa, baştan gözünü açmalı, uyanık olmalıdır. Düşmanın başka bir milletin peşine düştüğünü gördüğünde, kendisini o mazlum ve baskı altındaki milletle ortak görmeli, ona yardım etmeli, onunla iş birliği yapmalıdır ki düşman orada başarılı olamasın. Eğer düşman orada başarılı olursa, bir sonraki noktaya gelir. Biz Müslümanlar uzun yıllar bu gerçekten gafil olduk, sonuçlarını da gördük. Artık bugün gafil olmamalıyız; dikkatli olmalıyız. Biz savunma kemerini, bağımsızlık isteme kemerini, izzet [kemerini], Afganistan'dan Yemen'e, İran'dan Gazze ve Lübnan'a, tüm İslam ülkelerinde ve Müslüman milletlerde sıkıca bağlamalıyız. Bu, bugün arz etmek istediğim ilk konuydu.

 

Bugün konuşmamın çoğu, sorun yaşayan Lübnanlı ve Filistinli kardeşlerimizledir ki bunları bir sonraki hutbede onlara söyleyeceğim. İkinci konu şudur ki, İslam'ın savunma hükümleri görevimizi belirlemiştir; hem İslam'ın savunma hükümleri, hem kendi anayasamız, hem de uluslararası yasalar; biz bu yasaların yazılmasında etkili olmadığımız halde, hatta o yasalarda bile söyleyeceğim bu konu kesin gerçeklerden biridir ve o da şudur: Her milletin kendi toprağını, kendi evini, kendi ülkesini, kendi çıkarlarını saldırgana karşı savunma hakkı vardır; bu sözün anlamı budur. Bu sözün anlamı, Filistin milletinin onun toprağını işgal eden, evini işgal eden, tarlasını yıkan, hayatını mahveden düşmana karşı durma hakkı olduğudur; Filistin milletinin hakkı vardır. Bu, bugün dünya yasalarının da onayladığı sağlam bir mantıktır.

 

Filistin kime aittir? Filistin milleti kimlerdir? Bu işgalciler nereden gelmişlerdir? Filistin milletinin onlara karşı durma hakkı vardır; hiçbir mahkeme, hiçbir merkez, hiçbir uluslararası örgüt Filistin milletine "Neden gasıp Siyonist rejime karşı göğüs gerdiniz?" diye itiraz etme hakkına sahip değildir; hakları yoktur. Filistin milletine yardım edenler de kendi görevlerini yerine getiriyorlar; hiç kimsenin hiçbir uluslararası yasaya dayanarak Lübnan milletine, Lübnan Hizbullah'ına "Neden siz Gazze'yi, Filistin halkının ayaklanmasını desteklediniz?" diye itiraz etme hakkı yoktur; onların görevidir, yapmaları gerekiyordu. Bu artık hem İslami hükümdür, hem akli kanundur, hem de uluslararası ve küresel mantıktır. Filistinliler kendi topraklarını savunuyorlar; onların savunması meşrudur, onlara yardım etmek de meşrudur.

 

Dolayısıyla, geçen yıl yaklaşık bu günlerde gerçekleşen tüm bu saldırılar ve Aksa Tufanı [2], doğru, mantıklı, yasal ve uluslararası bir hareketti ve Filistinliler haklıydı. Lübnanlıların Filistin halkını cansiperane savunması da aynı hükme tabidir. O da yasal, makul, mantıklı ve meşrudur ve kimsenin onları "Neden siz bu savunmaya girdiniz?" diye eleştirme hakkı yoktur. Silahlı kuvvetlerimizin iki üç gece önce yaptığı parlak iş de tamamen yasal ve meşru bir işti [3]. Silahlı kuvvetlerimizin yaptığı iş, gasıp Siyonist rejimin şaşırtıcı suçlarına karşı en az cezaydı; kan içici rejim, kurt sıfatlı rejim ve bölgedeki Amerika'nın kuduz köpeği. İslam Cumhuriyeti bu konuda her ne görevi varsa, güçle, sağlamlıkla ve kararlılıkla yerine getirecektir. Biz bu görevi yerine getirmede ne gecikiriz, ne de acele ederiz; gecikmeyiz, eksiklik yapmayız, aceleciliğe de kapılmayız. Mantıklı olan, makul olan, doğru olan, askeri ve siyasi karar vericilerin görüşüne göre, kendi vaktinde, kendi zamanında yapılır; nitekim yapıldı ve gelecekte de gerekirse yine yapılacaktır.

İkinci hutbede Lübnan meseleleri ele alınacak ve o hutbenin muhatabı bölge ülkelerindeki Arap kardeşlerimizdir; bu yüzden hutbeyi Arapça irad edeceğim.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Asra andolsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar ziyanda değillerdir). [4]

Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

 

 

İkinci Hutbe 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve bağışlanma dilerim, O'na tevekkül ederim. En büyük Resul, Efendimiz Muhammed Mustafa'ya, onun tertemiz ailesine, özellikle Müminlerin Emiri Ali'ye, sevgili ve razı olunmuş Fatıma Zehra'ya, cennet gençlerinin efendileri Hasan ve Hüseyin'e, Zeynelabidin Ali bin Hüseyin'e, Muhammed bin Ali el-Bâkır'a, Cafer bin Muhammed es-Sâdık'a, Musa bin Cafer el-Kâzım'a, Ali bin Musa er-Rıza'ya, Muhammed bin Ali el-Cevad'a, Ali bin Muhammed el-Hâdi'ye, Hasan bin Ali ez-Zeki el-Askeri'ye ve Hüccet bin Hasan el-Kâim el-Mehdi'ye - Allah'ın selamı hepsinin üzerine olsun - salat ve selam ederim. Ayrıca seçkin ashabına, kıyamet gününe kadar onlara iyilikle tabi olanlara, mazlumların koruyucularına ve müminlerin velilerine selam ederim.

 

Kardeşim, azizim, iftihar kaynağım, İslam dünyasının sevilen şahsiyeti, bölge halklarının beliğ dili, Lübnan'ın parlayan incisi, Seyyid Hasan Nasrallah'ı - Allah'ın rızası üzerine olsun - Tahran Cuma namazında anmayı ve bazı noktalara değinmeyi uygun gördüm.

 

Bu hitap tüm İslam ümmetine yöneliktir, ancak özellikle aziz Lübnan ve Filistin halklarına yöneliktir. Hepimiz aziz Seyyid'in şehadetiyle yaralı ve acı içindeyiz, bu büyük bir kayıptır ve kelimenin tam anlamıyla bizi yasa boğmuştur. Ancak yasımız, depresyon, umutsuzluk ve kargaşa anlamına gelmez, aksine Şehitlerin Efendisi Hüseyin bin Ali'nin - selam üzerine olsun - yasına benzer; hayat verir, dersler ilham eder, azimleri ateşler ve umutları pompalar.

 

Seyyid Hasan Nasrallah bedeniyle bizi terk etti; ancak onun gerçek kişiliği; ruhu, yöntemi ve çınlayan sesi sonsuza dek bizimle kalacaktır. O, zalim ve yağmacı şeytanlara karşı direnişin yüce bayrağıydı, mazlumların beliğ dili ve cesur savunucusuydu, ayrıca hak yolunda mücadele edenlere destek ve cesaret vericiydi. Onun popülaritesi ve etkisi Lübnan, İran ve Arap ülkelerinin sınırlarını aşmıştı ve şehadeti şimdi bu etkinin boyutunu artıracaktır.

 

Ey vefakâr Lübnan halkı! Onun dünyevi hayatında size söz ve eylemle en önemli mesajları, İmam Musa Sadr ve Seyyid Abbas Musevi gibi önde gelen şahsiyetlerin yokluğunda umutsuzluğa ve kargaşaya kapılmamanız, mücadele yolunuzda tereddüde düşmemenizdi. Çabalarınızı ve yeteneklerinizi iki katına çıkarın, dayanışmanızı güçlendirin, saldırgan düşmana karşı direnin ve imanınızı ve tevekkülünüzü pekiştirerek onu başarısızlığa uğratın.

 

Sevgili vefakâr Lübnan halkı, Hizbullah ve Emel Hareketi'nin coşkulu gençleri! Evlatlarım, bu aynı zamanda şehit liderimizin bugün halkından, direniş cephesinden ve tüm İslam ümmetinden isteğidir.

Alçak ve korkak düşman, Hizbullah'ın, Hamas'ın, İslami Cihad'ın ve Allah yolunda cihat eden diğer hareketlerin sağlam yapısına etkili bir darbe vurmaktan aciz kalınca, suikastlar, yıkım, bombardıman, sivilleri öldürme ve kalplerini yakma yoluyla zafer kazanmış gibi görünmeye çalıştı. Ama sonuç ne oldu? Bu davranıştan doğan şey, öfkenin birikmesi, direniş motivasyonlarının artması, daha fazla adamın, liderin ve fedakârın ortaya çıkması, kanlı kurdun etrafındaki çemberin daralması ve sonuç olarak, inşallah, utançla lekelenmiş varlığın varlık sahnesinden silinmesidir.

 

Azizlerim, yaslı kalpler Allah'ı anarak ve O'ndan yardım dileyerek huzur bulur. Yıkım telafi edilecek, sabrınız ve sebatınız izzet ve onur meyvesi verecektir.

Aziz Seyyid otuz yıl boyunca zorlu bir mücadelenin başındaydı ve Hizbullah'ı adım adım yükseltti: "Filizini yarıp çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden bir ekin gibi. Allah, böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir." [5]

 

Seyyid'in yönetimiyle Hizbullah aşama aşama, sabırla, mantıklı ve doğal bir şekilde büyüdü ve varlığının etkilerini düşmanlarına karşı farklı aşamalarda Siyonist düşmanı püskürterek gösterdi: "Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir." [6]

 

Hizbullah gerçekten iyi bir ağaçtır, Hizbullah ve onun şehit kahraman lideri, Lübnan'ın tarihindeki ve kimliğindeki erdemlerin özüdür.

 

Biz İranlılar uzun zamandır Lübnan'ı ve erdemlerini tanıyoruz. Lübnanlı âlimler, Hicri 8., 10. ve 11. yüzyıllarda Serbedari ve Safevi dönemlerinde İran'a ilimlerinin bereketini sundular. Bunlar arasında Şehid Muhammed bin Mekki el-Amili, Ali bin Abdülali el-Kerki, Şehid Zeynüddin el-Amili, Hüseyin bin Abdüssamed el-Amili, oğlu Şeyh Bahai olarak bilinen Bahaeddin ve diğer din ve ilim adamları vardır.

 

Yaralı ve kanlı Lübnan'a borcumuzu ödemek bizim ve tüm Müslümanların görevidir. Hizbullah ve Şehit Seyyid, Gazze'yi savunarak, Mescid-i Aksa için cihat ederek ve gasıp ve zalim varlığa darbe indirerek, tüm bölgeye ve tüm İslam dünyasına kadersel bir hizmet yolunda adım atmışlardır. Amerika ve uzantılarının gasıp varlığın güvenliğini korumaya odaklanması, sadece bu bölgenin tüm doğal kaynaklarını ele geçirme ve bunları büyük küresel çatışmalarda kullanma politikalarını örtbas etmek içindir. Bunların amacı, bu varlığı bölgeden Batı ülkelerine enerji ihracatı ve Batı'dan bölgeye mal ve teknoloji ithalatı için bir kapıya dönüştürmektir. Bu, gaspçının varlığını garanti altına almak ve tüm bölgeyi ona bağımlı kılmak anlamına gelir.

Bu varlığın mücadelecilere karşı vahşi ve küstah davranışı, bu hedefi gerçekleştirme hırsından kaynaklanmaktadır.

 

Bu gerçek bize gösteriyor ki, herhangi bir kişi veya grubun bu varlığa indirdiği her darbe, tüm bölgeye hatta tüm insanlığa bir hizmettir.

Şüphesiz ki, Siyonistlerin ve Amerikalıların bu hayalleri sadece imkânsız kuruntulardır. Bu varlık, sadece "yerden sökülüp atılmış" kötü bir ağaçtır ve Allah'ın "onun için bir karar kılma yoktur" sözü doğrudur. [7]

 

Bu kötü varlık köksüz, sahte ve sallantılıdır, Amerika'nın desteğiyle zorla ayakta kalmıştır ve Allah'ın izniyle varlığını sürdüremeyecektir. Bunun açık kanıtı, bir yıldır Gazze ve Lübnan'da milyarlarca dolar harcaması, Amerika ve bazı Batı ülkelerinden çeşitli yardımlar almasına rağmen, dış yardımdan mahrum bırakılmış birkaç bin Allah yolunda mücadele eden ve cihat eden kişiye karşı yenilgiye uğramasıdır. Tek başarıları evleri, okulları, hastaneleri ve sivillerin toplandığı merkezleri bombalamak olmuştur.

 

Bugün, suçlu Siyonist çete bile Hamas ve Hizbullah'a asla galip gelemeyecekleri sonucuna varmıştır.

Ey Lübnan ve Filistin'deki direnen halkımız! Ey cesur mücadeleciler! Ey sabırlı ve sadık halk! Bu şehadetler ve dökülen bu kanlar azminizi sarsmaz, aksine sizi daha da kararlı kılar. İslami İran'da, 1981 yazında üç ay içinde, önemli ve seçkin şahsiyetlerimizden onlarcası suikasta uğradı. Bunlar arasında Seyyid Muhammed Beheşti gibi büyük bir şahsiyet, Recai gibi bir cumhurbaşkanı, Bahoner gibi bir başbakan ve Ayetullah Medeni, Kuddusi, Haşimi Nejad gibi alimler vardı. Her biri yerel veya ulusal düzeyde devrimin direklerindendi ve kaybedilmeleri kolay değildi, ancak devrim yolculuğu durmadı, gerilemedi, aksine hızlandı.

 

Bugün, bölgedeki direniş adamlarının şehadetiyle geri adım atmayacak ve zafer direnişin olacaktır. Gazze'deki direniş dünyayı şaşırttı ve İslam'ı yüceltti. İslam, Gazze'de göğsüyle her türlü kötülüğü ve şerri karşıladı. Bu direnişi takdir etmeyen ve onun kan dökücü düşmanını lanetlemeyen insan yoktur.

Aksa Tufanı ve Gazze ile Lübnan'da bir yıllık direniş, bu gaspçı varlığı en önemli kaygısı varlığını korumak olan bir noktaya getirdi. Bu, uğursuz doğumunun ilk yıllarında da aynı kaygıydı ve bu, Filistin ve Lübnan adamlarının cihadının Siyonist varlığı yetmiş yıl geriye götürdüğü anlamına geliyor.

 

Bu bölgedeki savaşların, güvensizliğin ve geri kalmışlığın temel faktörü, Siyonist varlığın mevcudiyeti ve bölgede güvenlik ve barış sağlamaya çalıştığını iddia eden devletlerin varlığıdır. Bölgedeki temel sorun yabancıların müdahalesidir. Bölge ülkeleri kendi aralarında güvenlik ve barışı sağlayabilirler. Bu büyük ve halkları kurtaracak hedefin gerçekleştirilmesi, halkların ve hükümetlerin çabalarını gerektirir. Allah bu yolda yürüyenlerle beraberdir, "Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir." [8]

 

Allah'ın selamı şehit lider Nasrallah'ın, şehit kahraman Haniye'nin ve övünülen komutan General Kasım Süleymani'nin üzerine olsun.

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla * Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde * Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde * Rabbinin hamdıyla tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir. [9]

 

----------

[1]- Tevbe Suresi, 71.

[2]- Filistin direniş grupları, 7 Ekim 2023'te "Aksa Tufanı" adıyla geniş çaplı bir operasyon başlattı; bu operasyonun başlarında birçok Siyonist ölü, yaralı ve esir düştü.

[3]- Sadık 2 operasyonuna, 10 Ekim'de, şehit İsmail Haniye, Seyyid Hasan Nasrallah ve şehit Albay Abbas Nilfuruşan'ın şehit edilmesine, ayrıca Gazze ve Beyrut'un Dahiye bölgesine yapılan vahşi saldırılara yanıt olarak, onlarca füze ile Siyonist rejimin güvenlik ve askeri hedeflerine yapılan saldırıdan bahsedilmektedir.

[4]- Asr Suresi

[5]- Fetih Suresi, 29. ayetin bir kısmı

[6]- İbrahim Suresi, 25. ayetin bir kısmı.

[7]- İbrahim Suresi, 26. ayetin bir kısmı.

[8]- Hac Suresi, Ayet 39'un bir kısmı.

[9]- Nasr Suresi




Bu haber 1480 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER GÜNDEM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI