Bugun...



İmam Hüseyin’in (a.s) Matemine Dair Sosyolojik Bir Analiz

Seyyidüşşuhedâ İmam Hüseyin’in (a.s) ziyareti, dünyevî ihtiyaçların karşılanmasına, uhrevî sevapların kazanılmasına ve mânevî kemâle erişmeye vesile olur.

facebook-paylas
Tarih: 27-06-2025 14:11

İmam Hüseyin’in (a.s) Matemine Dair Sosyolojik Bir Analiz

Bismillahirrahmanirrahim

 

Sine vurma ve zincir vurma grupları düzenlenmesi, siyah elbiselerin giyilmesi, renkli bayrakların, sancakların ve çeşitli sembollerin taşınması gibi uygulamaların tümü, Âşura kültürünü diri tutmak adına zarurîdir. Bu tür davranışlara karşı çıkmak ya kötü niyetli olmaktan ya da tamamen cehâlet ve zevk yoksunluğundan kaynaklanmaktadır.

 

“Toplumsal eylem”, insanın toplumsal yaşamındaki en basit unsur olarak değerlendirilebilir. Sosyolojik tanımıyla “toplumsal eylem”, bir insanın başka bir insana yönelik, belli bir amacı gerçekleştirmek üzere gerçekleştirdiği belirgin bir harekettir. Bu tür eylemler süreklilik kazandığında, karşılıklı toplumsal etkileşim ortaya çıkar ve bu etkileşim, toplumsal iletişimle sonuçlanır.

 

Karşılıklı toplumsal iletişim neticesinde, bir bireyin toplumsal eylemleri çevresindeki diğer bireylerin eylemleriyle birleşir ve bu etkileşimden karşılıklı toplumsal eylemler doğar. Toplumbilimde temel kavramlardan biri olan bu eylemler, iki veya daha fazla kişi arasında gerçekleşir ve aralarında belli bir uyum doğurur.

 

Karşılıklı toplumsal eylemler, ilk bakışta iki ana kategoriye ayrılır: Sürekli ve kesintili.

Sürekli karşılıklı eylemler, tek bir amaca yönelik olarak ortaya çıkar; örneğin bir gerçeği keşfetmeye yönelik yapılan müzâkere veya hayırlı bir işin gerçekleştirilmesine yönelik iş birliği gibi.

Kesintili karşılıklı eylemler ise, ortak bir yön taşımaz; rekabet ve çatışma gibi.

 

Toplumsal hayatın devamı ve sağlamlığı, sürekli ve kesintili karşılıklı eylemlerin birbiriyle kaynaşmasına bağlıdır. Bu bağlamda uyum kavramı gündeme gelir.

 

Uyum, sürekli ve kesintili karşılıklı eylemler arasındaki farklılıkların giderilmesi çabasını ifade eder. Uyumun ideal şekli olan uzlaşma, ne bir tavizdir ve ne de salt bir mutabakattır; çünkü taviz ve mutabakatta tarafların kendi konumlarından geri adım atmaları söz konusudur. Oysa uzlaşmada esas, tarafların birbirine yaklaşmak istediklerini bilmeleri ve bu yönde irade göstermeleridir. Her ne kadar bazı durumlarda taviz söz konusu olsa da, asıl mesele, yakınlaşma arzusunun karşılıklı olarak bilinmesidir.

Bu nedenle, kişisel irade ve bilinçle gerçekleşen bir tür uzlaşmaya uyum denilmiştir. Sürekli ve kesintili karşılıklı eylemlerin uyumundan ise toplumsal grup ortaya çıkar.

 

Toplumsal grup, sosyolojinin temel kavramlarından bir diğeridir. Bu kavram, iki ya da daha fazla bireyden oluşan ve aralarında karşılıklı etkileşim ile uyum bulunan insan topluluğu olarak tanımlanır.

 

Grubun üyeleri ile alt gruplar arasındaki karşılıklı toplumsal eylemler, grup dinamizmini doğurur. Bu dinamizm sayesinde grup üyeleri birbirlerinin yaşamına nüfuz eder, karşılıklı bağımlılık geliştirir ve böylece daha yüksek düzeyde bir birlik oluşur. Bu süreç, karşılıklı etkileşim ve dayanışmanın temelini oluşturur. Grup üyeleri arasında bu doğrultuda gelişen uyum ve benzerlik, grup davranışlarını doğurur.

 

Grup davranışlarının bir türü olan ve güçlü bir duygusal yön taşıyan, ayrıca döngüsel karşılıklı eylemlere dayanan davranış biçimi, kitle davranışı olarak adlandırılır.

Bu tür eylem veya tepkiler, toplumsal bulaşmaya neden olur; yani grup üyeleri birbirlerinin duygusal davranışlarını hızla ve artan bir yoğunlukla benimseyerek, aralarında bir tür duygusal yakınlık geliştirirler. Kitle davranışı sergileyen gruba “kalabalık” (cem) adı verilir.

 

Sosyologlar genellikle “cem” kavramından hareketle, en önemli kalabalık türü olan cemaat kavramına ulaşır ve araştırmalarını cemaat üzerine yoğunlaştırırlar. Cemaat, bireyler arasında güçlü bir duygusal benzerlik bulunan, aynı mekânda toplanmasalar da birbiriyle bağlantılı ve etkileşim hâlinde olan insan topluluğudur.

 

Bağlantı (rabt), iki ya da daha fazla kişinin arasında oluşan derin bir duygusal ilişkidir; bu ilişki sayesinde kişiler kendiliğinden ve kolayca birbirleriyle uyum içinde hareket ederler. Etkileşim ise, bu bağ neticesinde ortaya çıkan belirgin duygusal davranışlardır; örneğin alkış tutmak ya da tekbir getirmek gibi.

 

Cemaat türlerinden biri olan ve diğerlerinden oldukça farklı özellikler taşıyan bir grup, “dağınık cemaat” ya da “halk yığını” (âmme) olarak adlandırılır.

Halk yığını, düşük düzeyde benzerlik ve uyum gösteren bir topluluktur. Bu grup, genellikle aynı mekânda bir araya gelmeyen bireylerden oluşur; ancak ortak çıkarlar sebebiyle birbiriyle ilişki kurar ve bu yolla kamuoyu ve toplumsal mutabakat meydana getirir.

“Kamuoyundan” kasıt, halk kitlesi tarafından benimsenmiş olan bir yargıdır. Örneğin, okuryazar halkın genel kanaatine göre, günümüzde kitap yeterli bir arz-talep dengesine sahip değildir. Ya da sporla ilgilenen halkın genel değerlendirmesi, ülkedeki spor yönetiminin yeterli bir dirayet göstermediği yönündedir.

 

“Toplumsal uzlaşıdan” ise, oldukça köklü ve derin bir inanç kastedilmektedir. Örneğin, okuryazar halkın şu kanaati buna örnek gösterilebilir: “Kitap, nasihat eden bir dost ve yalnızlık anlarında en yakın yoldaştır.” Veya spor camiasında yaygın olan şu düşünce de bir toplumsal uzlaşı örneğidir: “Gerçek bir sporcunun ayrılmaz iki özelliği, alçakgönüllülük ve mertliktir.”

 

Şimdi ise, bu sosyolojik kavramların gündeme getirilme amacının, ele almak istediğimiz konu bağlamında açıklığa kavuşturulması gerekmektedir:

İncelediğimiz her insan toplumu [1] esas itibarıyla çeşitli halk yığınlarından (âmme) oluşur. Her halk yığını ise, kendi kamuoyu ve toplumsal uzlaşılarına dayanarak birtakım eylemler ve tepkiler sergiler. Bu nedenle şu tespitte bulunmak mümkündür: Her toplum, kamuoyu ve toplumsal uzlaşı temelinde sosyal hayatını sürdürür.

 

Bu ifadeden şu sonuç çıkarılabilir: Bir toplumun kamuoyuna ve toplumsal uzlaşılarına nüfuz etmek ya da onları değiştirmek, doğrudan o toplumun sosyal hayatına nüfuz etmek ve onu dönüştürmekle eşdeğerdir. İşte bu yüzden, kamuoyu ve toplumsal uzlaşı, hem sosyologların ve hem de siyaset bilimcilerin yoğun ilgisine mazhar olmuştur.

 

Bir toplumu belirli bir düşünsel ya da ideolojik çizgiye yönlendirmek isteyen kimseler, o toplumun kamuoyunu da bu yönde şekillendirmek zorundadır. Bunu sağlamak için genellikle dört temel yöntemden yararlanılır:

a) Tetmi’ (Kandırma ve aldatma)

b) Tehdit

c) Tahrip

d) Tebliğ ve propaganda

 

Bu dört yöntem arasında, araştırmacıların hemen tamamı dördüncü yöntemin –yani tebliğ ve propagandanın– en etkili, en işlevsel ve dolayısıyla en önemli yöntem [2] olduğunu kabul etmektedir. Bu sebeple sosyologlar ve siyaset bilimciler, bu alanla ilgili kapsamlı araştırmalar gerçekleştirmişlerdir. Nitekim söz konusu araştırmalar çeşitli şekillerde hâlen devam etmektedir. Ancak bu araştırmaların genişliği ve mevcut sınırlı alan göz önünde bulundurulduğunda, bunlara dair özet bir rapor dahi sunmak burada mümkün olmayacaktır. Bu nedenle, sadece konuyla daha doğrudan ilişkili birkaç noktaya temas edilecektir:

 

Tebliğ ve propagandanın en etkili yollarından biri, belirli bir hususun yaygınlaştırılmasını amaçlayan hatırlatma toplantılarının düzenlenmesidir. Bu tür toplantılarda esasen dairesel sosyal etkileşim mekanizmasından yararlanılır:

 

Toplantıya katılan bireyler, hatip ya da zâkir vasıtasıyla duygusal olarak uyarılırlar. Bu uyarılma, katılımcılarda bir tepki doğurur. Meydana gelen bu tepki, zâkir üzerinde etkide bulunur ve onun daha güçlü bir tepki vermesine neden olur. Bu daha güçlü tepki ise, yeniden bireylerde bir uyarılma meydana getirir. Ardından yine bir tepki ve uyarılma süreci başlar. Bu döngüsel karşılıklı etkileşim, katılımcıların duygusal tepkilerinde gittikçe artan bir yoğunluğa yol açar. İşte bu süreç, sosyolojik olarak “toplumsal bulaşıcılık” olarak ifade edilen olgunun bir örneğidir.

 

İmam Hüseyin’in (a.s) matem toplantıları da bu bağlamda incelenmeye değerdir. Bu tür toplantılar pek çok boyutu itibarıyla araştırılabilir. Elhamdülillah, bu boyutların önemli bir kısmı, din âlimleri tarafından az çok ele alınmıştır. Ancak burada, yukarıda bahsi geçen sosyolojik boyut ön plandadır.

 

Bu açıdan bakıldığında, Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s), İmam Hüseyin’in (a.s) matem toplantılarının düzenlenmesine yönelik teşviklerinin ne denli hikmetli bir yönlendirme olduğu daha iyi anlaşılır. Bu yönlendirme, bizleri o nurlu zatlara karşı daha derin bir sevgi ve bağlılığa yöneltmektedir.

 

Etkili tebliğ ve propaganda yöntemlerinden bir diğeri, halk için bir “örnek” (üsve) belirlemektir. Bu noktada düşünülmesi gereken önemli bir soru vardır:

Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) hepsi birer rehber ve örnek oldukları hâlde, neden özellikle İmam Hüseyin (a.s), “hidayet meşalesi” ve “kurtuluş gemisi” olarak nitelendirilmiştir?

Neden onun türbesinin toprağına özel bir değer ve kutsiyet atfedilmiştir?

Bu, onun şahsiyetinde ideal bir örnekliğin bütün boyutlarıyla tecelli etmesinden kaynaklanmıyor mu?

 

Bir başka etkili yöntem ise, öncelikle dini sembollerin (şiarların) oluşturulması, ardından bu sembollerin yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Çünkü bu süreç başarıyla tamamlandığında, hedeflenen değerler sistematik biçimde hem sabitleştirilmiş ve hem de topluma mâl edilmiş olur.

 

Bu bağlamda, sine dövme, zincir vurma, siyah giysiler giyme, renkli bayraklar, sancak ve elemler taşıma gibi uygulamalar, Aşura kültürünü yaşatmak adına zarurî ritüellerdir. Bu tür uygulamalara karşı çıkmak ya kötü niyetli bir yaklaşımın ürünüdür ya da dini duyarlılıklardan tamamen habersiz ve estetikten yoksun bir bakışın tezahürüdür.

 

Elbette, bu ritüellere yönelik yapıcı, tamamlayıcı ve teşvik edici yaklaşımlar; dinin ruhuna aşina basiretli kimseler tarafından geliştirildiğinde, bu tutumlar sadece doğru olmakla kalmaz, aynı zamanda gereklidir. Bu tür yaklaşımlar, kötü niyetli olanlara ya da meseleye vakıf olmayanlara karşı bir tür itiraz niteliğindedir; çünkü bu kişiler, dini sembollere yönelik yok sayıcı ve dışlayıcı bir tavır sergilemektedir.

 

Dikkate değer yöntemlerden biri de, özel dinî ritüellerin yerine getirilebileceği mekânların belirlenmesidir. Bu tür mekânlara yönelen bireyler, o mekânlarda bu ibadet ve merasimleri ifa ederek, inandıkları değerlerle ve ideal düşüncelerle yeniden ahitleşmiş olurlar. Böylece, kalplerin o inanç ve ideallerle bağı daha da kuvvetlenmiş olur.

 

Bu bağlamda aşağıdaki anlamları içeren rivayetlere dikkat çekmek yerinde olacaktır:

“İmam Hüseyin’in (a.s) türbesi, peygamberlerin ve meleklerin ziyaretgâhıdır”. [3]

 

“İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretini terk etmeyiniz”. [4]

 

“İmam Hüseyin’in (a.s) ziyareti, dünyevî ihtiyaçların karşılanmasına, uhrevî sevapların kazanılmasına ve manevî olgunluğun artmasına vesile olur”. [5]

 

Konunun Tamamlanması Bağlamında İki Önemli Hatırlatma

1- Kimi zaman halk inançlarına nüfuz etmek ve onları değiştirmek kötü bir eylem gibi algılanabilir ve bu tür bir müdahale, halkı aldatmak veya onlara ihanet etmekle eşdeğer sanılabilir. Oysa bu anlayış doğru değildir. Gerçekte, kamuoyuna yön verme ya da inançlarda değişiklik meydana getirme eylemi, ne başlı başına iyi ve ne de mutlak anlamda kötüdür. Bu eylemin ahlaki değeri, niyete ve değişimin niteliğine bağlıdır. Yani amaç nedir ve inanç, neyden neye dönüştürülmektedir? Bu husus büyük bir dikkatle değerlendirilmelidir.

 

2- Bazı görüşlere göre, tebliğ ve propaganda ile yaklaşmak başlı başına sakıncalı bir yöntemdir ve doğru olan, yalnızca aklî ve burhânî (mantıksal delile dayalı) yöntemlerle halkın hak ile bâtılı ayırt etmesini sağlamaktır. Her ne kadar bu iddianın eleştirel bir tahlili ayrı bir inceleme gerektirse de, bu noktada sadece bir tutum beyanı olarak şu hususlar ifade edilmelidir:

a) Aklî delile dayalı yöntemler, toplumun genel düzeyinde tebliğ ve propagandayı gereksiz kılmaz. Her biri kendi yerinde değerlidir ve tamamlayıcıdır.

b) Sadece halk değil, seçkin ve aydın bireyler de, doğru olanı anladıktan sonra o doğrultuda davranmak için hesaplı ve teknik propagandaya ihtiyaç duyarlar. Çünkü insanı harekete geçiren şey yalnızca aklî ikna değildir; aklî iknadan doğan bilgiye duyusal ve iradî bir yönelişin de eşlik etmesi gerekir. Bu hassas ve incelikli konu, ahlâk felsefesi ve eğitim psikolojisi ile ilgilidir ve ayrıntılı olarak orada ele alınmalıdır. Aksi hâlde, sadece zihinsel kabulle yetinilirse, davranışta bir dönüşüm beklemek gerçekçi olmayacaktır. Her ne kadar bu konuda Eflatun’un görüşü farklı görünse de.

 

Bu konuyu, İmam Humeynî’nin (r.a), İslâmî uyanışa ve toplumun direncine dair derin içerikli sözlerinden bazı pasajlarla tamamlıyoruz:

“O dönemde sürekli tekrar edilen bir söylem vardı: ‘Bu millet ağlayan bir millettir.’ Bunu, halkı yas meclislerinden uzaklaştırmak için söylüyorlardı. Tüm yas meclislerini o dönemde kapattılar. Üstelik bunu, bizzat kendisi daha önce bu tür meclislere katılmış olan birinin eliyle yaptılar. Sahi, mesele sadece bir ağıt meclisi miydi? Yoksa bu meclislerin gerisinde başka bir anlam, başka bir şey mi vardı ki onu ortadan kaldırmak istediler?” [6]

 

“Bugün, geçmişe kıyasla ağıt meclislerine ve mersiye toplantılarına çok daha fazla ihtiyacımız vardır.” [7]

 

“Aşura’nın canlı tutulması, son derece önemli siyasi ve ibadet yönü bulunan bir meseledir. İslâm uğruna her şeyini feda etmiş bir şehit için yas tutmak, doğrudan doğruya siyasi bir eylemdir. Bu öyle bir meseledir ki, devrim ve inkılabımızın ilerleyişinde derin bir etkiye sahiptir. Biz bu topluluklardan istifade ediyoruz.” [8]

 

“Yas meclislerini, eskiden olduğu gibi hatta daha da görkemli bir şekilde devam ettirin ve koruyun. Minbere çıkanlar, gayret etsinler ki halkı İslâmî meseleler, İslâmî siyaset ve İslâmî toplum düzeni konularına yönlendirsinler. Mersiye ve ağıt okumaktan vazgeçmeyin; çünkü biz ağıtla diri kalıyoruz.” [9]

 

 

------------

[1]- İlkel topluluklar bu kapsamın dışındadır; zira bu tür toplumlarda “halk kitlesi” (âmme) bulunmaz.

[2]- Her ne kadar İslâmî bakış açısından bu dört yöntemin (tetmi’, tehdit, tahrip, tebliğ) öncelik sırası, bu ilahî kültüre özgü birtakım değer ölçütlerine bağlı olsa da ve bu yönüyle ayrı bir zeminde ele alınması gerekse de, bu makalede konu, sosyolojik açıdan ele alınmaktadır.

[3]- Bkz. Muhammed Takî Meclisî, Bihârü’l-Envâr, “Hz. Hüseyin b. Ali’nin (a.s) tarihiyle ilgili bölümler”, 34. Bab: “Onun ve diğer İmamlara (a.s) gelen musibetler üzerine ağlamanın sevabı ve Âşûrâ günü matem adabı” c. 44, s. 278–296.

[4]- Bkz. Kâmilü’z-Ziyârât, bab 38, rivayet 1 ve 4; ayrıca bab 10, rivayet 1.

[5]- Kâmilü’z-Ziyârât, bab: 41, rivayet 3.

[6]- Kâmilü’z-Ziyârât, bab 46, rivayet 1 ve 2; bab 49, rivayet 1, 2 ve 5; bab 51, rivayet 1; bab 56, rivayet 3; bab 59, rivayet 2; bab 49, rivayet 6; bab 22, rivayet 1 ve 2; bab 44, rivayet 1; bab 50, rivayet 1 ve 2; bab 52, rivayet 1 ve 2; bab 54, rivayet 17; ve aynı eserdeki diğer bölümler ve rivayetler.

[7]- İmam Humeynî (r.a), Sahîfe-i Nûr, c. 8, Muharrem ayının gelişi vesilesiyle yapılan dinî hatipler ve vaizlerle yapılan toplantıdaki konuşmalar.

[8]- İmam Humeynî (r.a), Sahîfe-i Nûr, c. 8, Muharrem ayının gelişi vesilesiyle yapılan dinî hatipler ve vaizlerle yapılan toplantıdaki konuşmalar.

[9]- İmam Humeynî (r.a), Sahîfe-i Nûr, c. 8, Muharrem ayının gelişi vesilesiyle yapılan dinî hatipler ve vaizlerle yapılan toplantıdaki konuşmalar.




Bu haber 356 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER GÜNDEM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI