Bugun...



Hadis İlimleri Hakkında – 2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 30-05-2022 12:10

Hadis İlimleri Hakkında – 2

Hadis Uydurma

Hadis kaynaklarında birçok hadis vardır ki bu hadislerde halkın, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) kendi dilinden hadis nakletmeleri teşvik edilmiş ve toplum o hazrete yalan isnat etmekten sakındırılmıştır.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) vefat ettiği gün, Sakife Olayı ve toplantısında kaydedilmiş konuşmalarda muhacirlerin hilafet yönetimini ele almak için, Kuran’dan değil de Hz. Resulullah’ın (s.a.a) mana olarak “İmamlar Kureyş’tendir” hadisine istinat etmeleri[1] en baştan beri hadisin ne kadar önem arz ettiğini ortaya koyar.

İmam Ali (a.s) de “Bid’at içerikli hadislerin” revaçta olmasına tepki olarak verdiği hutbede “Halkın elinde (Peygamber hadislerinden) hak ve batıl, doğru ve yalan bulunmaktadır” hatırlatmasını yaparak, Hz. Resulullah’tan (s.a.a) hadis nakledenleri dört kısma ayırmıştır:

1-Hz. Peygamber’e (s.a.a) bilerek yalan isnat eden münafıklar,

2-Hz. Resulullah’tan (s.a.a) hadis duyup gerektiği gibi ezberlemeyen ve yanlış yapanlar,

3-Hz. Resulullah’tan (s.a.a) emir ve nehiyleri işitip, ancak bunların nasıhını (iptal edildiği durumları) hazretten elde edemeyenler,

4-Hz. Resulullah’tan (s.a.a) emanet aldığı hadisi gerektiği gibi muhafaza edip, diğerlerine nakleden kimseler.[2]

Sahabe ve tabiinin Hz. Peygamber'in (s.a.a) öğretilerini naklederken, kendi anladıkları şekilde naklettikleri ve genelde lafzın aynını kullanmaya özen göstermedikleri tarihi bir gerçektir. Amel boyutunda da sahabeden nakledilen ortak bir gerçeğe işaret eden ama farklı lafızlar kullanılan birçok hadis, bu üslubun sahabe ve tabiin arasında normal olduğuna kesin kanıttır. Bu ise, hadis ashabından sonra gelen âlimlerin aksine, selefin, lafzın aynını kaydetmeye ilgi göstermediğinin belirtisidir. Bu ikilem, masumların (a.s) Şiiler arasında bulunduğu 250 yıllık tarihte daha az göze çarpar.

Hadisin Yazılış Tarihi

Asr-ı Nebi (s.a.a) döneminde İmam Ali (a.s) ve sahabeden bir grup, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hadislerini yazarlardı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra hadislerin yazımı hususunda Ehlisünnet ile Şia arasında birçok farklılık oluştu. Birinci ve ikinci Halife ve onların ardından üçüncü Halife Osman’dan Ömer b. Abdülaziz dönemine kadar Hz. Peygamber'in (s.a.a) hadislerinin yazımı, nakli ve bir araya getirilmesine muhalefet, hükümetlerin resmi siyasetiydi. Öyle ki yazılmış birçok hadis o dönemde yakıldı.

Ömer b. Abdülaziz bu siyaseti değiştirdi ve rivayet kitaplarının yazımına başlandı. Hicri üçüncü yüzyılın sonuna kadar Sıhah-ı Sitte yazıldı ama bir yüzyıldan fazla süren yasak, sonraki kaynaklarda aslı tahrip edilmiş eserleri geride bıraktı.

Şiiler, Allah Resulü (s.a.a) döneminden sonra masum imamlar (a.s) döneminde de Gaybet-i Suğra’ya kadar hadisleri yazıyorlardı. Hz. Ali’nin (a.s) Kitabı, Camia, … ve imamların (a.s) ashabından "Usul-u Erbaa-Mie" eserleri de bu dönemin mahsulüdür. Sonraki yüzyıllarda rivayetlerin yazılması ve bir araya getirilmesi gerçekleşti. “Kutub-u Erbaa” beşinci yüzyılın sonuna kadar ortaya çıktı.

Hadislerin sınıflandırılması ve konulara göre ayrılması, çok önceden beri rivayetlere kolayca ulaşabilmek açısından, din âlimlerinin aklındaydı. Bu sınıflandırmalar, ilk yüzyıllardan şimdiye kadar çeşitli suretlerde uygulandı ve günden güne daha eksiksiz bir hale geldi.

Orta ve Son Asırlarda Hadis

Uydurma Hadisler veya Vaz’ Edilen Hadisler

Hadisin, 1. ve 2. yüzyılda dinin anlaşılması hususunda kaynak unvanıyla elde ettiği konumuna paralel olarak, bu durumdan suistimaller de başladı. Birileri de uydurma hadislerle ilgilenmeye başladı. Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmamlara (a.s) yalan isnat etmenin tarihi boyutu, hadis tarihi kadar uzundur.

Hadis âlimleri bu iki sorunu halletmek için "Rical" ve "Diraye" ilimlerini kullanarak, bu vesileyle salim hadis ile uyduruk ve noksan hadisleri ayırt etmenin peşine düşmüşlerdir.

Senet (Kaynak) ve Muhteva Açısından Hadisi İnceleme Yolları

Muhaddis olmayan kimseler tarafından hadis konusuna yapılan değerlendirmeler, tabii olarak bazı kaygılara yol açtı ki bu durum hadis ashabını, hadislerin korunması hususunda tedbirler almaya ve kendilerinin de hadisleri özel olarak değerlendirmelerine (incelemesine) itti. Bu tür gereklilik, sadece dışarıdan muhaddislere zorla yüklenmiyordu ve rivayetler arasındaki tearuz ve tenakuz (çelişki) durumları da onları böyle bir yaklaşıma mecbur kılıyordu. Bu tür değerlendirmelerde her ne kadar hadise genel anlamıyla iyimser gözle bakılsa da, daha kapsamlı olarak hadisleri inceleme hissi ve yüzyıllar boyunca devam eden eleştiri merkezlerinin oluşumuna yol açtı. Bu durumda hadisler tek tek okundu ve hadiste genel bakış açısı ihmal edildi.

Hadisin Anlaşılması

Rivayetlerin doğru anlaşılabilmesi için, mana olarak nakil, rivayetin dili, muhatabı tanıma, nasıh ve mensuh, hadisin çeşitli düzeylerdeki anlam farklılığı, yorumlama ve Diraye ilminde bahsedilen diğer birçok konuya da dikkat edilmelidir.

Hadisin İslam Kültürü ve Uygarlığındaki Etkileri

Edebiyat alanında hadis temalarının İslam toplumlarında kullanımı, İslam edebiyatı tarihi ile aynı geçmişe sahip bir oluşumdur. Arapça nesir ve şiirlerde bolca görülen hadis içerikli temalardan öte, İslami Fars edebiyatının ilk oluşum evresiyle birlikte, bu havzada hadislerden yararlanma hususunda örneklere rastlayabiliriz.

Hicri 6. yüzyılda Nebevi hadisler, hem açık ve net bir şekilde ve hem de dolaylı olarak Fars şairlerin şiirlerinde sıkça görülmekteydi. Örneğin Hz. Resulullah’tan (s.a.a) “Doğudan bir Hüsrev”in gelmesi ve adaletinin doğudan batıya yayılması gibi. Ayrıca Emir Meazzi, kasideleri içinde açıkça o hazretten hadis nakletmektedir.[3] Senayi Gaznevi (545 hk. / m. 1150) kinayeye eğilimi olan biridir ve şiirleri arasında Nebevi hadislerine Sakaleyn Hadisi ve Ebuzer’in sadakati hakkındaki rivayetlerin içeriklerine işaret etmiştir. Sadi de şiirlerinde Miraç hadisine ve Cebrail’in kanatlarının yanmasından duyduğu kaygıya kinayede bulunarak, örnekler vermiştir.

Farsça şiirlerde Celaleddin Mevlevi (doğumu: 672 hk. / m. 1273) geniş bir düzeyde hem açıkça ve hem de işaret yoluyla hadislerden yararlanmıştır ki bu hadislerden bazıları mevcut olan hadis kaynaklarında bulunmamaktadır. Fruzanfer, "Mesnevi Hadisler" adlı başka bir kitabın yazımında mesnevi hadislerin tamamını ortaya çıkarmış ve kaynaklarını incelemiştir[4]

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bazı özlü sözleri, Müslümanlar arasında o kadar ün kazandı ki atasözleri arasında da yer aldı. Ebu’l Şeyh İsfahani "El-Emsal fil Hadis’in-Nebevi" adlı bir monografisinde bu meşhur hadislerin toplanmasında ilk adımı atmıştır. Arap dili toplumlarının yanı sıra (ki hadisin Arapça ibarelerinin atasözleri unvanında kullanılması açıkça görülmektedir), hadislerin bu tür kullanımı, diğer Müslüman toplumlar arasında ve özellikle Farsça dilinde de görülmektedir.

İster asıl Arapça tabirlerle ve ister Farsça'ya tercümesi ile olsun, Hz. Peygamber (s.a.a) hadislerinden bazıları umumi kültürde o kadar yaygındır ki hatta atasözleri zümresinde yer almışlardır.[5] Bazen de içeriğinde bir şekilde Nebevi öğretilerin de hissedildiği bazı kısa sözler, halk arasında büyük bir şöhret kazanmıştır. Örnek olarak “Temizlik imandandır” ibaresine işaret edebiliriz ki İranlılar arasında dini bir öğreti olan atasözü olarak sıkça kullanılır.[6] Ancak bu cümledeki lafızlar hadis kaynaklarında bulunmamaktadır ve sadece İbn-i Hebban Basti gibi bazı hadis âlimleri onu "Hadislerden Elde Edilen Bir Anlam" unvanında beyan etmişlerdir.[7] Bazı yerlerde şiirsel özellik gösteren bir hadis, Farsça'da etkin bir atasözüne dönüşür. Örneğin asıl Arapça'sı sadece son dönem hadis kaynaklarında yer alan “Böyle dedi doğru sözlü Peygamber/ Beşikten mezara kadar ilim peşinde ol” gibi…[8]

Günümüzde Hadise Karşı Farklı Yaklaşımlar

Safevi döneminden itibaren Ahbarilik geleneği İmamiye çevresinde oluşmaya başladı ve Mirza Muhammed Ahbari (doğum: 1232 hk. / m. 1817) dönemine kadar sürdü. Vahit Behbehani’nin (doğum: 1205 hk. / m. 1791) ve Şeyh Cafer Kaşifu’l Gıta’nın (doğum: 1228 hk. / m. 1813) çabalarıyla Usulcülük’ün galebe çalmasına rağmen, Ahbariler Irak ve İran çevresinde kaldı. Ancak ahbarilik hareketi, sonraki iki yüzyıldan günümüze kadar varlığını korudu ve ona hizmet edenler oldu.

Bidat kabul edilen şeyler karşısında oluşan Tehzibgerai’ye ek olarak, Ahbarilik içinde de ciddi şekilde görülen Tehzibgerai de, İslami ilimlerin (özellikle fıkıh ve usul ilminin) yükselmesine bir engeldir ki masum İmamların (a.s) asıl öğretileri değil de Ehlisünnet öğretileri kaynaklıdır.[9]

Hicri 14. asır boyunca henüz yeterli derecede üzerinde durulmayan ve adı "Tefkik Mektebi" veya kendi tabirleriyle “Maarif Mektebi” olan ve kurucusu ise, Mirza Mehdi İsfahani (1303-1365 hk.) olan bir hareket Horasan’da ortaya çıktı. Bu mektebin temel öğretisi, Ehlibeyt (a.s) öğretilerinin diğer normal ilimlerden ayrı tutulmasıdır. Gerçek ilim, Ehlibeyt (a.s) hadisleri vasıtasıyla elde edilir ve başta felsefe olan diğer kaynaklardan doğan ilimlerle kaynaştırılması, yanıltı ve sapkınlığa yol açar. Bu mektepte Tehzibgerailiğin iki ana teması vurgulu bir şekilde ve açıkça görülmektedir. Nass üzeri öğretilerin, nass ile belirtilen öğretilerden ayrıldığı bir Tehzibgerai ekseni ve bu iki mektebin Ehlibeyt (a.s) öğretilerinin yayılmasında katkıda bulunması maslahat görülmeyen temellere dayalı dini ilimlerin yükselişinin nefyi.[10]

İsfahani “Kuran-ı Kerim'in mucize oluşu, Kuran'ın zahirinin hüccet oluşu ve Ehlibeyt (a.s) hadislerine dayanan Kuran ve Furkan arasında fark koyulması”[11] gibi bazı temel hususlarda ortaya koyduğu konularla, Kuran’ı anlama noktasında düzey farkına inandı ve Kuran ile hadisin karşılıklı nispetinin belirlenmesine ortam oluşturdu.[12] "Bu mektebin takipçileri arasında, muhatapların çeşitli alanlarda fert ve toplumun ihtiyaç duyduğu Kuran’ın sağlam ayetleri" ve "Ehlibeyt'in (a.s) hadisleri ile tanışması" ve ayrıca "nas yoluyla maksada ulaşmak için uygun noktalarının oluşturulması" konuları onların gayret ve himmet gösterdiği yönlerdir. Bu tür çaba ve gayretlerin örneklerine Muhammed Rıza Hekimi’ye ait "Mecmuatu’l Hayat" kitabında rastlanabilir.[13] Şia’nın rivayet mirasına güvensizlik ve İslam’ın asil öğretilerine ulaşmak için, Kuran’a geri dönüş zorunluluğu, günümüzde bazı düşünürleri Kur’an eksenli doğrulama ile uydurma hadis ve çarpıtmalarını reddetme görüşüne itti. Bu grup, Kur’an’ı Kuran'la tefsir etme ve toplumsal sorunları çözmede Kur’anî düşüncelerden yararlanma üslubunda Seyit Kutub’un tefsir üslubuna oldukça yakınlaşmıştır. Elbette hadislere eleştiri ve yorumlar, genel anlamda dikkatli bir şekilde ve göreceli olmuştur.

Bu arada Doktor Ali Şeriati gibi belirli kişiler, hadislere itina etmedikleri gibi, Kuran incelemelerine de özel bir önem göstermemişlerdir. Doktor Şeriati, hadise karşı oldukça kötümserdi ve sert bir dille Allame Meclisi ve onun kitabı olan "Biharu’l Envar" hakkında konuşmalar yapıyordu.[14] Kendi ideoloji çerçevesine göre Şiilik anlayışından uzak ve milli ideolojik kaynaklı gördüğü hadisleri eleştirdi.[15]

Şeriati, dinin asil kaynağına dönüş zorunluluğunun adını bazen açıkça "kitap ve sünnet" koysa da[30] Kur’an’ın asil anlayışını ve sağlam hadislerin, eksik hadislerden nasıl ayırt edileceği hakkında elimize açık bir yöntem vermiyor. Şeriati, dinde taabbud anlayışının “ibadetler ve bazı gaybi meselelere” has olduğunu vurgulardı ve bu iki durum dışında içtihad ve maslahatı, nassa mukaddem sayar; bazı mezhebi meselelerde yaşamın diğer evrelerinde maslahat ve gereksinimler esasınca değişikliği caiz bilirdi.[16]

İmamiye din havzasında Tehzibden (doğrulama ve yanlışlıklardan arındırma) tamamen farklı açılarda Muhammed Taki Şuşteri’nin hadis yorumları konusunda eleştirel yazıları ve “Müdahil Hadisler” yani asli olmayan hadisleri algılama yazıları mevcuttur.[17] Ayrıca “Nehcü’l Belağa” kitabında bulunan bazı kelimelerin nispeti ve kaydı hususunda da (eleştirel) yorumları vardır.[18] Şii mezhebi'nde Nehcü’l Belağa’nın sahip olduğu itibar ve o zamandan bu yana Ehlisünnet'ten gelen itirazlar göz önüne alındığında, bu tür bir eleştirel yaklaşım cesaret gerektiren bir davranıştı. Bu eleştiriler, karşılığında ödemesi gereken değer ve Şuşteri’nin eserlerinin yapı taşı olması dikkate alındığında, bunun Tehzibden türemiş bir hareket olduğu ve sadece ilmi bir merakın ürünü olmadığı görülecektir.

Oryantalist alanda ise, hadise karşı kötümser bir bakış vardı. Ortadoğu uzmanları 19. yüzyılın sonuna kadar hem senet (kaynak) anlamında ve hem de hadis metinlerinin orjinal olduğundan emin değillerdi. Ancak Agnes Goldesher (m. 1850-1921) hadis konusunda direk ve geniş çaplı bir okuma yaparak, hadis hakkında nispeten tutarlı bir görüş sundu ki[19] sonraları “Schacht” gibi kimseler aracılığıyla tamamlandı ve 20. yüzyılın ortalarına kadar bu görüş oryantalistler arasında galip olan bir görüştü.[20]

Genel olarak Ortadoğu uzmanlarının hadis konusundaki yorumları, yani İslam sünnetinin önemli bir bölümü bir taraftan ve İslam dünyasının içinde dini kuruluşların yeniden imarı adına yeni ihtiyaçlardan doğan olaylar diğer taraftan, Müslümanların ilgisini dini geleneğin bu bölümüne çektiği ve olumsuz yaklaşımların yerini olumlu yaklaşımların aldığı söylenebilir.

Ayetullah Burucerdi, (1340 hş.) Şiiler arasında ilim havzasını hadise yönelme ve hadis araştırmalarına davet ettiğinde ve Dairetu’l Mearif benzeri "Ahadisu’ş-Şia" külliyatının yazımı için ortamı hazırladığında[21], bu akım henüz ciddi bir şekilde başlamamıştı. Aynı zamanda Mısır’da da Ahmed Muhammed Şakir (1377 hk. / m. 1957) hadis ilminin kalkınmasında öncülerden biriydi. Kendisi, Mısır Hadisçilik eğiliminin önderi olduğu halde, hadisi o eski geleneksel yönüyle Ehlisünnet arasında öğretiyordu. Hadis Ehli’ne ait önemli eserlerde yeniden okuma, düzeltme ve açıklama yönüyle ciddi anlamda çaba gösterdi ki bunun sonucu olarak onlarca kitap yayımlandı. Onun yazdığı eserler arasında “El-Kitap ves-Sünnet”, Selefi yaklaşımının yanı sıra hadisin toplumsal kanun ve idareye ulaşmak için sünnet karşısındaki önemini göstermeye çalışan ve hadise fazla önem vermeyen kimseleri eleştiren bir bildiridir. [22]

Son yıllarda İslami öğretilerden, hayatın farklı düzeylerinde kanunların koyulması, toplumsal ve aile ilişkilerinin düzenlenmesi, bu konuya ait meseleler gibi alanlarda daha fazla yararlanma eğilimi ve insani bilimler gibi, farklı bilim alanlarında dini temellere daha fazla ilgi, Müslümanların hadise yönelmeleri hususunda geniş bir alan yarattı. Bu dürtü ve isteklere modern çağda ortaya koyulan kadın hakları, bilim ve din ilişkisi, evrensellik ve bunun gibi meseleleri de eklemek gerekir. Bu tür konular ve hatta daha önceleri hadise önem vermeyen aydın çevrelerin, toplumsal aktivist hareketlerin ve İlimgera (İlimciler) hareketlerin hadisle ilgilenmelerine neden oldu. Ancak şuna dikkat edilmelidir ki onların hadisten faydalanmaları tamamen seçici şekildedir (çıkar amaçlıdır). Bazen onların ilgi alanı bir tür rivayet ve metinler olmaktadır ki muhaddislerin içeriden eleştirilerine göre, bu hadislerin itibarı birçok şüphe içermektedir.

 

----------

[1]- Kuleyni, c. 8, s. 343; İbn-i Asakir, c. 30, s. 286.

[2]- Nehcü’l Belağa.

[3]- İbn-i Mace, c. 2. s.1367.

[4]- Tahrani, 1334.

[5]- Dehhuda, c. 1, s. 252, 480.

[6]- Dehhuda, c. 1, s. 279.

[7]- Sahih, c. 12, s. 294.

[8]- Hacı Halife, c. 1, s. 51.

[9]- Ahbari, Seraser-i Eser (Eserin başından sonuna).

[10]- İsfahani, Ebvab…, Seraser-i Eser

[11]- Kuleyni, c. 2, s. 630; İbn-i Babeveyh, Meani…, 189 – 190.

[12]- Resail…, Seraser-i Eser.

[13]- Tahrani, 1367.

[14]- Teşeyyü, s. 200.

[15]- Teşeyyü, s. 115 – 139.

[16]- Ba Muhatabha…, s. 143.

[17]- Ba Muhatabha…, s. 195.

[18]-el-Ahbar, 1 - 2.

[19]-Behc…, c. 1, s. 19 – 22.

[20]-Seraser-i Eser.

[21]-Bahauddin, Seraser-i Eser.

[22]-Eserin Mukaddimesi.




Bu haber 2634 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI