Bugun...



Abdest Ayeti - 1

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Güncelleme: 02-09-2021 16:31:27 Tarih: 02-09-2021 16:24

Abdest Ayeti - 1

Soru: Abdestte ayakların yıkanması mı gerekir, meshedilmesi mi?

"Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yıkayın yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi; ve meshedin başınızın bir kısmını ve ayaklarınızı da iki mafsalsa dek." (Mâide/6)

Cevap: "Abdest âyeti" diye bilinen bu ayetin sonundaki "...Ve ayaklarınızı da" kelimesinin tefsirinde ihtilaf edilmiştir. Caferî Şiaları, aşağıda zikredeceğimiz delillere dayanarak, bu kelimeyi "Başlarınızı" kelimesine atfederek abdestte ayakların da baş gibi meshedilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Onlar bu görüşlerini, bir taraftan Arapça gramerinin bazı kurallarına dayandırıyorlar; diğer taraftan bu görüşü destekleyen ve Ehl-i Beyt kanalıyla nakledilen onlarca hadisin yanı sıra, Sünnî kaynaklarda nakledilen bazı hadisleri ve bazı Sünnî âlimlerin görüşlerini delil olarak gösteriyorlar.

Ehl-i Sünnet âlimlerine gelince, onlardan bir grubu "ve ayaklarınızı" kelimesini, "yüzünüzü ve ellerinizi" kelimelerine atfederek ayakların da yüz ve eller gibi yıkanması gerektiği sonucunu çıkarmaktadırlar. Onlar bu görüşlerine "Ercülekum" kelimesinin bugün ellerde bulunan Kur'ân'larda sonunun mensub (üstünlü) olduğunu, bu yüzden de sonu cerli (esreli) olan "Bi-Ruusikum) kelimesine değil, sonu mensub olan "Vucuhekum ve eydiyekum" kelimelerine atfedilmesi gerektiğini delil olarak göstermiş; tabi kendi kaynaklarında nakledilen bazı hadislere de bunun bir te'yidi olarak istinad etmişlerdir.

Diğer bir grup Ehl-i Sünnet âlimi ise, Şia'nın, âyetin tefsirindeki yaklaşımını kabul etmekle birlikte,  "Çünkü ayakların yıkanması gerektiğine dair bir çok hadis vardır; onlardan da vazgeçemeyiz" deyip, "Yine de ayakların yıkanması ihtiyata daha uygundur; zira yıkamak, mesh yerine de geçer; ama meshetmek yıkama yerine geçmez" iddiasında bulunarak, güya âyetle hadislerin arasını bulmaya çalışmışlardır.

Bazıları da (Taberî gibi), mükellefin yıkama veya meshetme arasında muhayyer olduğunu, meshederse âyetin dediğine, yıkarsa da hadislerin dediğine amel edeceğini ileri sürmüşlerdir. Tabi az da olsa meshedilmesi gerektiğini veya ihtiyaten hem mesh edilip, hem de yıkanması gerektiğini söyleyenler de vardır.

Şimdi önce Caferi âlimlerinin bu konudaki delillerini, daha sonra da Ehl-i Sünnet âlimlerinin çeşitli görüşlerini cevaplarıyla birlikte sunmağa çalışacağız, inşaallah.

Evet, bildiğiniz gibi Âyet-i Kerime'de bir atıf söz konusudur. "Matuf" olan (atfedilen) kelime, "Ercül" kelimesidir. Caferiler bu matufun, matufunaleyhinin "Ruus" (başlar) kelimesi olduğunu ileri sürmekte ve sonuç olarak ayakların da baş gibi meshedilmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Delilleri ise şunlardır:

1-Eğer "Ercül" kelimesi, "Ruus" yerine, âyetin başlarında geçen "Vücuh ve Eydi" kelimelerine atfedilirse, nahiv kuralları açısından yanlış olur. Zira bu ilmin otoritelerinin de kitaplarında ittifakla belirttiği gibi, matuf ve matufun aleyh arasına bir kelimenin dahi girip onları birbirinden ayırması câiz değildir; hele bir cümlenin bu araya girip de fasıla olması hiç câiz değildir.

2-Eğer bir cümledeki bir ma'mûlde, aynı cümlede bulunan iki veya daha fazla âmilin hepsinin amel etme salahiyeti bulunursa, böyle bir durumda öncelik en yakın âmile aittir. Burada da "Ercül" kelimesinde hem "İğsilu", hem de "İmsehu" her ikisinin de amel edebilme kabiliyetleri vardır; ancak "İmsehu" (meshedin) âmili "Ercül" kelimesine daha yakın olduğu için âmel etme hakkı ona aittir. Böyle olunca da âyetten "Ayaklarınızı da meshedin" sonucu çıkar.

3-Burada kelimenin kelimeye atfından başka, bir de cümlenin cümleye atfı söz konusudur. Yani "Başlarınızı meshedin" cümlesi, "Yüzlerinizi ve ellerinizi yıkayın" cümlesine atfedilmiştir. Yine nahiv kurallarına müracaat ettiğimizde, diyor ki: "Bir cümlenin diğer bir cümleye atfı, ancak birinci cümle lafız ve mana açısından tamamlandığı takdirde câizdir. Nakıs bir cümleye başka bir cümleyi atfetmek doğru değildir. Şimdi burada biz "ayaklarınızı" kelimesinin, birinci cümledeki "yüzlerinizi ve ellerinizi" kelimelerine matuf olduğunu söylersek, bu, birinci cümlenin lafız ve mana açısından henüz tamamlanmadığını gösterir; böylesi bir durumda da "Başlarınızı meshedin" cümlesini, nakıs bir cümleye atfetmiş oluruz ki bu da dediğimiz gibi nahiv kuralları açısından doğru değildir. O halde böyle bir mahzurla karşılaşmamak için, başka bir alternatif de bulunmadığından dolayı mutlaka "Ayaklarınızı" kelimesini, "Başlarınızı" kelimesine atfetmemiz gerekir; bu da ayakların da meshedilmesi gerektiği sonucunu doğurur.

Bu görüşe karşı olan bazıları diyorlar ki, "Gerçi  bizim görüşümüzde zikrettiğiniz sakıncalar söz konusudur; fakat yine de sizin görüşünüzü kabul edemeyiz; zira bizim görüşümüzde söz konusu sakıncalar varsa, sizin görüşünüz de bir başka açıdan sakıncalıdır; çünkü siz sonu mensub (üstünlü) olan "Ercül" kelimesini, sonu mecrur (esreli) olan "Ruus" kelimesine atfediyorsunuz; halbuki matuf ve matufunaleyhin sonları i'rab açısından birbirleriyle mutabık olmaları gerekir; oysa burada böyle bir şey söz konusu değildir.

Bunun cevabı şudur ki, evvela Kur'ân'a hareke konması olayı, Arap olmayan veya Arapça gramerini bilmeyenlerin, Kur'ân'ı yanlış okumamaları için sonraları gerçekleşen bir şeydir; yoksa bugün Kur'ân'da bulunan harekelerin hepsi "Kurra-i Seb'a" (yedi kâri) denilen ve kıraatleri  bütün Müslümanlar tarafından muteber sayılan kârilerin hepsi, bugünkü Kur'ân'larda yazılı olan kıraat ve harekelerin hepsinde mutabık değillerdir; bir çok yerde bir kelimeyi şöyle bir harekeyle okuyan bir kârinin aksine, başka bir kâri başka bir harekeyle okumuştur. Tefsir kitaplarına veya "Kırâat ve Kur'ân bilgileri"ni işleyen kaynaklara bakan her kes bunu görebilir. İşlediğimiz abdest âyetinde de aynı durum söz konusudur. Yani "Ercül" kelimesinin sonu iki türlü kırâatle okunmuştur:

a)-Karilerden Hamza, Ebu Amr, İbn-i Kesir  ve Ebu Bekr'in rivâyetine göre Âsım, "Ercül" kelimesinin sonunu cerr (esre) ile okumuşlardır.

b)-Nâfi', İbn-i Âmir ve Hafs'ın rivâyetine göre Âsım, bu kelimenin sonunu nesb (üstün) ile okumuşlardır. [1]

Şimdi birinci kırâate göre hem "Ercül" hem de "Ruus" kelimesinin sonları cerli (esreli) olduğu için artık bir problem kalmıyor; ikinci kırâate göre de bize göre bir problem söz konusu değildir; zira böylesi bir durumda da "Ercül" kelimesi "Ruus" kelimesinin zahirine değil, mahalline matuftur. Nahiv ilmini bilenler, biliyorlar ki "Ruus" kelimesi gerçi başında cer edatı (Ba) olduğu için zahiren mecrurdur (esrelidir); ama "İmsehu" fiili onda amel ettiği için, yani onu kendine mef'ul aldığı için, mahallen mensuptur; zira mef'ul olan bir kelimenin i'râbı "nesb"dir. Bütün nahiv kitaplarında da belirtildiği gibi [2] böyle bir kelimeye, başka bir kelimeyi atfederken, hem onun zâhirine atfedip zâhiri i'râbını verebiliriz, hem de mahalline atfedip mahalli i'râbını verebiliriz. Bu Arapça'da oldukça yaygın bir olaydır ve Nahiv ilminden az buçuk haberdar olan herkes buna vâkıftır. Böylece bu kırâata göre de "Ercül" kelimesinin "Ruus" kelimesine atfedilmesinin edebî açıdan hiçbir sakıncası yoktur. Diğer türlü atfın edebî sakıncalarını da buna eklersek, o zaman âyetten ayakların yıkanması gerektiği sonucunu çıkarmak kaçınılmazdır.

Öte yandan sizin yazdığınızın tam aksine, "Ercül" kelimesini, birkaç kelime ve bir cümle fasılayla "Vücuh ve Eydi" kelimelerine atfetmenin hiçbir edebî güzelliğinin olmamasının yanı sıra, İbni Hazm'ın da (Ehl-i Sünnet âlimlerinden) dediği gibi [3] bir yanlış anlama ve belirsizliğe yol açtığı için kabul edilebilecek bir yanı yoktur.

Bu Konuda Nakledilen Hadisler

Önceden de değindiğimiz gibi Caferi âlimleri, âyetten istifade ettikleri manayı, hem Ehl-i Beyt kanalıyla, hem de Ehl-i sünnet kanalıyla nakledilen bir çok hadisle de desteklemektedirler. Elbette Ehl-i Sünnet âlimlerinin, ayakların yıkanması gerektiğine delil olarak gösterdikleri hadisler de vardır ki Allah'ın izniyle onları da daha sonra ele alıp inceleyeceğiz.  Şimdi burada Ehl-i Beyt hadislerinden önce (ki bu hadislere Sünnî kardeşlerimiz kendi bildikleri sebeplerden dolayı fazla itibar etmiyorlar) onları rahatlatmak için önce kendi kaynaklarında nakledilen ve bizi te'yid eden hadislerden örnekler vermeye çalışacağız; daha sonra da bu konuda nakledilen onlarca Ehl-i Beyt hadislerinden sadece bir kaçına sırf birbirlerini te'yit ettiğini göstermek için değineceğiz:

1-Abbâd İbn-i Temim babasından şöyle naklediyor; dedi ki: "Ben Resulullah'ı abdest alırken ve iki ayağını meshederken gördüm." [4]

Bu hadisin senedi hakkında, Ehl-i Sünnet'in meşhur ricâl âlimi İbn-i Hacer şöyle diyor: "Hadisin senedinde yer alan râvîlerin hepsi sika (güvenilir) kimselerdir. [5]

2-İbn-i Üyeyne bize Amr b. Yahya'dan, o da babasından, o da Abdullah b. Zeyd'den şöyle nakletti: "Resulullah abdest aldı; üç defa yüzünü yıkadı, iki defa da ellerini; başına ve ayaklarına da iki defa meshetti." [6]

Bu hadisin senedinde yer alan râvîlerden birisi Ehl-i Sünnet'in meşhur ve güvenilir hadisçilerinden olan İbn-i Üyeyne'dir. Diğer iki râvînin (Amr b. Yahya ve babasının) güvenirliğini de Ehl-i Sünnet'in Ricâl âlimleri değişik tabirlerle onaylamışlardır ki İbn-i Hacer bunları kendi kitabında nakletmiştir. [7]

3-Bize Muhammed b. Bişr, Said b. Ebî Urube'den, o da Katâde'den, o da Müslim b. Yesâr'dan, o da Hamrîn'dan şöyle rivâyet etti; dedi ki: "Osman su isteyip abdest aldı; sonra güldü ve şöyle dedi: 'Bana neden güldüğümü sormayacak mısınız?' 'Nedir seni güldüren ey Emir-el Mu'minin' diye sorduklarında şöyle cevap verdi: 'Ben Resulullah'ın, aynı benim gibi abdest aldığını gördüm; önce ağzına ve burnuna su aldı; sonra üç defa yüzünü, üç defa da ellerini yıkadı; daha sonra da başını ve ayağının üst kısmını meshetti." [8]

Bu hadisin râvilerinin güvenirliği de Ehl-i Sünnet'in ricâl alimleri tarafından onaylanmıştır. Bu âlimlerin görüşlerini Ehl-i Sünnet'in büyük ricâl uzmanı Zehebî kendi kitabında nakletmiştir. [9]

4- Taberî kendi senediyle, Heşim'den, o da Ya'lâ b. Atâ'dan, o da babasından, o da Evs b. Evs'den şöyle rivâyet etmiştir; dedi ki: "Resulullah'ı gördüm ki bir kavime ait bir su kanalının yanına gelip abdest aldı ve ayaklarını meshetti." [10]

Bu hadisin râvileri de ricâl âlimleri tarafından sika (güvenilir) kimseler olarak tanıtılmışlardır. [11]

5-Bu konuda Sünnî kaynaklarda, Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın abdestte ayaklarını meshettiğine dâir bir çok hadis nakledilmiştir ki burada örnek olarak iki tanesini nakledeceğiz:

Abdullah bize, Ebu Hayseme'den, o da İshâk b. İsmâil'den, her ikisi de Cerir'den, o da Mensur'dan, o da Abdülmelik b. Meysere'den, o da Nezâl b. Sebura'dan rivâyet etti ve dedi ki: "Biz Ali (r.a) ile öğle namazını kıldık.; sonra Rahbe denilen yere gidip oturdu; biz de onun etrafına oturduk; daha sonra ikindi vakti oldu; ona bir kap su getirdiler; içinden bir avuç su alıp ağzını çalkaladı, burnuna su aldı, yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini sıvazlayarak yıkadı; başına ve iki ayağına da mesh etti; sonra kalkıp kapta kalan suyu içti ve şöyle dedi: 'Ben Resulullah'ın, aynı benim yaptığım gibi yaptığını gördüm." [12]

Bu hadisin râvileri, "Doğru konuşan", "Güvenilir", "Sağlam" gibi tabirlerle tezkiye edilmişlerdir. [13]

6-Abdullah bize babası Ahmed b. Hanbel'den, o da Veki'den, o da A'meş'ten, o da Ebu İshâk'tan, o da Abd-ü Hayr'dan, o da Hz. Ali'den şöyle rivâyet etti; Hz. Ali (r.a) şöyle dedi: "Ben ayakların alt kısmını, üst kısmından  mesh için daha evlâ olduğunu düşünürken, Resulullah'ı, ayakların üst kısmını meshederken gördüm." [14]

Bu hadisin râvileri de "Güvenilir",  "Emin" ve Yüce", "Güvenilir Hâfız", "güvenilirliği ve hüccet olduğu tartışılmaz" gibi tabirlerle övülmüşlerdir. [15]

7-Haccâc b. Minhâl Hemmâm'dan, o da İshâk b. Abdullah b.Ebî Talha'dan, o da Ali b. Yahyâ b. Hallâd'dan, o da babasından, o da amcası Rufâa b. Râfi'den, şöyle rivâyet etmiştir: "Resulullah'ın yanında oturduğum bir sırada, oraya gelip mescide girdi ve namaz kıldı; namazını bitirince gelip Resulullah'a ve oradakilere selam verdi; Allah Resulü (s.a.a) cevabını verdikten sonra ona 'Dön ve namazını yeniden kıl; namazın doğru olmadı' buyurdu. Adam döndü ve namazını yeniden kıldı; biz de onun namazını takip ediyorduk, ama namazının eksik yanının ne olduğunu biliyorduk. Adam namazını bitirdikten sonra tekrar gelip Resulullah'a ve oradakilere selam verdi; Allah Resulü (s.a.a) yine şöyle buyurdu ona: 'Vay haline, dön ve namazını yeniden kıl; namazın doğru olmadı senin.' Bu cümleyi iki veya üç defa tekrarladı. Adam 'Namazımın neresini eksik bulduğunuzu anlayamadım' dediğinde Resulullah'ın cevabı şu oldu: 'Sizden herhangi birisi Allah'ın emrettiği gibi abdestini güzel bir şekilde almazsa, namazı doğru olmaz; şöyle ki önce yüzünü ve dirseklere kadar ellerini yıkamalı, sonra da başını ve iki dikliğe kadar ayaklarını meshetmeli ve ondan sonra tekbir getirip namaza durmalıdır..." [16]

Bu hadisi nakleden Hâkim Nişâburî ve onun kitabını özetleyen Zehebi, (Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre bu hadisin sahih bir hadis olduğuna hükmetmişlerdir.

8-(Ahmed b. Hanbel'in oğlu) Abdullah, bize babasından, o da Muhammed b. Cafer'den, o da Said'den, o da Katâde'den, o da Şehr b. Havşeb'den, o da Abdurrahman b. Ganem'den, o da Ebu Mâlik-il Eş'arî'den rivâyet etmiştir ki Ebu Mâlik kendi kavmine şöyle dedi: "Toplanın da size, Resulullah'ın (s.a.a) kıldırdığı namazı kıldırayım." Onlar toplandıklarında içi su dolu bir kap istedi ve abdest aldı; önce ağzına ve burnuna su aldı; sonra üç defa yüzünü ve üç defa da iki kolunu dirseklerine kadar yıkadı; daha sonra da başını ve iki ayağının üzerini meshetti; ardından kalkıp onlara namaz kıldırdı..." [17]

Bu hadisin râvilerinin güvenirliğini gösteren tezkiyeler için, yine Zehebi'nin "Siyer-u A'lâm-in Nübelâ" kitabına Mürâcaat edin. [18]

9-Abdurrahman b. Cüber b. Nüfeyr babasından rivayet etmiştir ki: "Ebu Cübeyr kızıyla birlikte Resulullah'ın huzuruna gelmişti. Bu sırada Allah Resulü (s.a.a) abdest almak için su istedi; önce ellerini yıkayıp temizledi; sonra ağzını çalkaladı, burnuna su aldı; daha sonra yüzünü ve dirseklere kadar kollarını üç defa yıkadı ve bilahare başını ve iki ayağını meshetti." [19]

10- Tabarânî'nin "El-Evsat" kitabında İbn-i Abbâs'tan Şöyle nakledilmiştir: "Bir gün Sa'd ve Abdullah İbn-i Ömer, İkinci Halife Ömer'in yanında, ayakların meshini tartıştılar. Ömer oğlu Abdullah'a 'Sa'd senden daha fakihtir' dedi; sonra da Sa'd'a dönerek 'Ey Sa'd dedi, biz Resulullah'ın (ayakları) meshettiğini inkar etmiyoruz; fakat şunu bilmiyoruz ki acaba bunu, âyetleri muhkem olan (nesh edilmeyen) ve Berâat (Tevbe) suresi hariç en son sure olarak inen Mâide suresinden sonra mı yapıyordu, yoksa ondan önce mi yapıyordu?" [20]

Bu rivayetten şu sonuçları çıkarabiliriz:

a)-Sa'd ayakların meshedilmesi gerektiğini savunmakta ve bunu bizzat Resulullah'ın uygulamasına dayandırmaktadır.

b)-Ömer, Resulullah'ın abdestte ayaklarını meshettiğini kabul ediyor; ancak herhalde o, Mâide suresinin mesh hükmünü nesh edip etmediği hususunda tereddüt içerisindedir. Ancak, önceden de ortaya koyduğumuz gibi abdest âyetinden açık bir şekilde mesh anlaşılmaktadır, yıkamak değil; hatta bu sözümüzden vazgeçip âyetin bu konuda müphem olduğunu kabul etsek dahi, nesh iddiası yine doğru olmaz; zira nâsih olan bir âyet veya hadisin muhtevası, hiçbir yanlış anlamaya sebebiyet vermeyecek şekilde açık ve net olmalıdır.

Ehl-i Sünnet kaynaklarında ayağın meshedilmesi gerektiğini gösteren başka rivâyetler de vardır ki biz bu kadarıyla yetiniyoruz. Görüldüğü gibi bu hadislerin hepsi Ehl-i Sünnet kaynaklı, üstelik hepsi de sağlam güvenilir senetlerle nakledilmiştir. Bunlara Ehl-i Beyt kanalıyla nakledilen onlarca hadisi de ilave edersek, bu görüşün ne kadar güçlü ve tartışılmaz bir durum kazandığı açık bir şekilde ortaya çıkmış olacaktır. O Ehl-i Beyt ki, onlara sarıldığımız müddetçe asla dalalete düşmeyeceğimizi, onların gemisine bindiğimizde asla boğulmayacağımızı bizzat Allah'ın Resulü garantilemiştir. [21]

Ehl-i Beyt Kanalıyla Nakledilen Hadislerden İki Örnek:

1-Bir rivâyette, İmam Cafer-i Sâdık, Hz. Ali'nin (a.s), nasıl abdest aldığını şöyle açıklamıştır: "Emir-ül Mu'minin, bir gün oğlu Muhammed Hanefiyye ile otururken 'Ey Muhammed buyurdu, bana bir kap su getir de namaz için abdest alayım.' Muhammed kendisini bir suyu getirince, Hz. Ali sağ eliyle bir avuç su alıp sol eline döktü ve şu duayı okudu: 'Bismillah ve billah, Hamd Allah'a ki suyu necis değil, temizleyici kıldı.' ...Sonra ağzına su aldı ve şöyle dua etti: 'Allah'ım, huzuruna varacağım gün, hüccet ve delilimi bana telkin et ve zikrini söylemen için dilimi serbest bırak.' Daha sonra burnuna su aldı ve şöyle dua etti: 'Allah'ım cennet kokusunu bana yasaklama. Beni, cennetin kokusunu, esintisini ve ıtrını alan kimselerden eyle.' Ardından yüzünü yıkadı ve yıkarken şu duayı okudu: 'Allah'ım, bazı yüzlerin karardığı günde, benim yüzümü ağart ve bazı yüzlerin ağaracağı günde, benim yüzümü karatma.' Sonra sağ kolunu yıkadı bu sefer de şöyle dua etti: 'Allah'ım, amel defterimi sağ elime ve cennette ebedi kalma belgesini de sol elime ver ve beni kolay bir şekilde hesaba çek.'  Ondan sora sol elini yıkadı ve şu duayı okudu: 'Allah'ım, amel defterimi sol elime verme; onu boynuma asılı da kılma. Ateş parçalarından sana sığınırım (Allah'ım).' Sol elini yıkadıktan sonra da başını meshetti ve bunu yaparken de şu duayı okudu: 'Allah'ım, rahmet ve bereketinle beni ört.'  Son olarak da iki ayağını mesh etti; meshederken de şu duayı okudu: 'Allah'ım, bazı ayakların kayacağı günde, benim ayağımı Sırât üzerinde sabit kıl ve çabamı, seni benden razı kılacak şeylerde karar kıl.' Böylece abdestini bitirdikten sonra başını kaldırıp oğlu Muhammed'e baktı ve şöyle buyurdu: 'Ey Muhammed, kim benim aldığım bu abdest gibi abdest alır ve benim okuduğum bu duaları okursa, Abdest suyunun her damlasına karşılık Allah, bir melek yaratır ki kıyamet gününe kadar onu takdis, tesbih ve tekbirle anar ve bunun sevabını Allah, o abdest alan kimsenin hesabına yazar." (Tehzib-ül Ahkâm, C.1, S.52, Hadis: 2)

Bu konuda Ehl-i Beyt'in babası Hz. Ali'den iki hadisi de yukarıda aktarmıştık (5. ve 6. Hadisler).

2-On iki Ehl-i Beyt İmâmının beşincisi olan İmâm Muhammed Bâkır, Allah Resulü'nün nasıl abdest aldığını açıkladığı uzun bir hadisin son bölümünde şöyle diyor: "...Sonra başını ve iki ayağını, yeni bir su almadan elindeki rutubet ile meshetti." [22]

Abdestte Ayakların Meshedilmesi Görüşünde Olan Bazı Sahâbîler

Şimdi bizim, abdestte ayakların meshedilmesi gerektiği görüşümüzü te'yid eden bazı sahabî şahsiyetlere değinmek istiyoruz:

1-Hz. Ali (a.s):

Ehl-i Sünnet'in büyük fakihlerinden İbn-i Kudâme "El-Muğnî" isimli meşhur kitabında şöyle diyor: "Hz. Ali hakkında nakledilmiştir ki, o ayaklarına meshederek abdest aldı ve mescide girerek ayakkabılarını çıkarıp namaz kıldı." Ehl-i Beyt kanalıyla bu konuda nakledilen rivâyetlerin hepsi istisnasız bunu desteklemektedir. Bunların yanı sıra, Ehl-i Sünnet kaynaklarında Hz. Ali kanalıyla nakledilen hadisler de bunun bir teyididir ki iki tanesini yukarıda naklettik. (5. ve 6. hadislere bakabilirsiniz.)

2-Abdullah İbn-i Abbâs:

 İbn-i Abbâs'tan şöyle rivâyet edilmiştir: "Abdest iki yıkama ve iki mesihten ibarettir." [23]

Şu söz de yine ondan nakledilmiştir: "Allah kitabında meshi indirmiştir; ne var ki insanlar yıkamaktan başkasını kabul etmediler." [24]

Yine Mecme-ül Beyân tefsirinin nakline göre, İbn-i Abbâs, Resulullah'ın nasıl abdest aldığını gösterirken ayaklarının üzerene meshetmiştir. İbn-i Abbâs'ın yukarıda aktardığımız 10. hadisi nakletmesi de bunun bir teyididir.

3-Enes b. Mâlik:

Enes hakkında şöyle nakledilmiştir: "Enes (adest aldığı zaman), ayağına meshederken onları ıslatırdı. Daha sonra Haccâc b. Yusuf (Haccâc-ı Zâlim diye meşhur olan Emevî vâlisi), hutbe okuyup da "İnsanoğlunun, ayaklarından daha çok pisliğe yakın bir yeri yoktur; (abdest alırken onların altını ve üstünü tabanlarıyla birlikte yıkayın" dediğinde, bunu duyan Enes "Allah doğru söylemiş, Haccâc ise yalan; zira Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Başlarınızı mesh edin ve iki dikliğe kadar ayaklarınızı da." [25] Bu rivâyetten de açık bir şekilde anlaşıldığı gibi, Enes b. Mâlik abdest âyetinden, ayakların meshedilmesi gerektiği sonucunu çıkarmaktaydı.

Zaten bunu başka bir sözünde daha açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir: "Kur'ân mesh üzere inmiştir." [26]

4-Sa'd b. Ebî Vakkâs:

 Yukarıda naklettiğimiz 10. Hadis Sa'd'ın, ayakların meshedilmesi gerektiği görüşünü benimsediğini ortaya koymaktadır.

5-İkinci Halife Ömer b. Hattap:

 Aynı hadisten, Ömer'in Resulullah'ın ayaklarını meshettiğini kabul etmekle birlikte, bunun sonradan nesh edilip edilmediği hususunda tereddüt ettiğini anlamaktayız. Bunun cevabını ise yukarıda zikrettik.

6-Abdullah İbn-i Zeyd:

Yukarıda naklettiğimiz 2. Hadisin rîvisi bu sahabîdir.

7-Üçüncü Halife Osman b. Affân:

Naklettiğimiz üçüncü hadis de ondan nakledilmiştir.

8-Evs b. Evs:

Dördüncü hadisin râvisi de bu sahabî zattır.

9-Rufâa b. Ebî Râfi':

Bu sahabîden ise yedinci hadisi nakletmiştik.

10-Temim b. Zeyd:

Birinci hadisi, Abbâd b. Temim, aynı zamanda babası olan bu sahabîden nakletmiştir.

Nükte: Şunu hatırlatmakta fayda vardır ki bu isimlerden bir çoğundan, belki açık bir şekilde meshi benimsedikleri nakledilmemiştir, ama siz de teslim edersiniz ki bir râvinin, kabul etmediği, daha doğrusu yalan olduğuna inandığı bir hadisi nakletmesi de düşünülemez herhalde; aksi takdirde kendisi de yalancı durumuna düşer.

Abdestte Ayakların Meshedilmesi Görüşünde Olan Bazı Tâbiîler

Abdestte ayakların meshedilmesi görüşünde olan Tabiîlerden bazılarının isimleri, şöyle geçmektedir kaynaklarda:

1-Urve b. Zübeyr [27]

2-Hasan-ül Basrî [28]

3-İkrime b. Abdullah-il Medenî [29]

4-İbrâhim En-Nahaî,[30]

5-Eş-Şa'bî (Ebu Amr Âmir b. Şerâhil) [31]

6-Âmir [32]

7-Katâde [33]

8-El-A'meş [34]

9-Alkame b. Kays [35]

10-Ez-Zehhâk [36]

11-Mücâhid [37]

12-Ebu Mâlik-il Eş'arî [38]

13-Abbâd İbn-i Temim [39]

14-Nezâl b. Sebura [40]

15-Abd-ü Hayr [41]

16-İmâm Muhammed-ül Bâkır [42]

17-Ebu-l Âliye (Refi' b. Mihrân) [43]

Daha geniş bir araştırmayla bu sayıyı çoğaltmak mümkündür; fakat biz bu kadarıyla yetiniyoruz; daha fazla bilgi almak isteyenler, ilgili kaynaklara mürâcaât edebilirler.

Ehl-i Sünnet'in Konuyla İlgili İleri Sürdükleri Delilleri

Önceden de değindiğimiz gibi Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu konudaki görüşleri birbirinden farklıdır. Bu âlimlerin hemen hepsinin (çok az bir grup hariç) ortak görüşü abdestte ayakları yıkamanın câiz olduğudur. Ancak bunların çoğunluğu, yıkamanın cevazdan öte farz olduğunu savunurken, bazıları mükellefin yıkama ve meshetme arasında muhayyer olduğunu, bazısı ise ihtiyaten ayakların hem meshedilip hem de yıkanması gerektiğini söylemektedirler.

Aşağıda yapacağımız nakillerden de anlaşılacağı gibi, Ehl-i Sünnet âlimlerinin konuya delil açısından yaklaşımları aynı değildir. Zira onlardan bir grubu yıkama görüşünü hem abdest âyetine, hem de bu konuda rivâyet edilen hadislere dayandırma telaşındayken, diğer bir grup, Şia'nın, âyetin tefsirindeki yaklaşımını ve âyetten sadece meshin anlaşıldığını kabul etmekle birlikte,  "Çünkü ayakların yıkanması gerektiğine dair bir çok hadis vardır; onlardan da vazgeçemeyiz" deyip, "Yine de ayakların yıkanması ihtiyata daha uygundur; zira yıkamak, mesh yerine de geçer; ama meshetmek yıkama yerine geçmez" iddiasında bulunarak, güya âyetle hadislerin arasını bulmaya çalışmışlardır.

Bazıları ise (Taberî ve Cübâî gibi), "Âyetten de vazgeçemeyiz, hadisten de; o halde mükellefi yıkama veya meshetme arasında muhayyer bırakmalıyız; isterse meshetsin, isterse yıkasın; meshederse âyetin dediğine, yıkarsa da hadislerin dediğine amel etmiş olur" diyorlar. Tabi az da olsa meshedilmesi gerektiğini veya ihtiyaten hem mesh edilip, hem de yıkanması gerektiğini söyleyenler de vardır.

Şimdi biz bu âlimlerin ileri sürdükleri delilleri sırasıyla nakledip cevaplandırmağa çalışacağız:

a)-Âyetin Kendisiyle İstidlâl:

Onlardan bir grubu âyette bulunan "Ve ayaklarınızı" kelimesini, "yüzünüzü ve ellerinizi" kelimelerine atfederek ayakların da yüz ve eller gibi yıkanması gerektiği sonucunu çıkarmaktadırlar. Onlar bu görüşlerine "Ercülekum" kelimesinin bugün ellerde bulunan Kur'ân'larda, sonunun mensub (üstünlü) olduğunu, bu yüzden de sonu cerli (esreli) olan "Bi-Ruusikum" kelimesine değil, sonu mensub olan "Vucuhekum ve Eydiyekum" kelimelerine atfedilmesi gerektiğini delil olarak göstermişlerdir.

Biz yukarıda, böylesi bir atfın, Nahiv kuralları açısından doğuracağı sakıncaları, ardından da öbür türlü atfa yöneltilen eleştirinin cevabını geniş bir şekilde işlediğimiz için tekrara gerek görmüyoruz.

b)-Hadislerle İstidlâl:

Ehl-i Sünnet âlimlerinin hemen hepsinin vazgeçemedikleri en önemli delil ise kendi kaynaklarında nakledilen bazı rivâyetlerden ibarettir.

Bize göre bu rivâyetlerin bir kısmının muradı yanlış anlaşılmış, bir kısmının senedi zayıftır; geriye kalan bir kısmı ise aynı kaynaklarda nakledilen ve meshi gösteren diğer bir kısım hadislerin yanı sıra (ki bunlardan bazılarını yukarıda aktarmıştık) Ehl-i Beyt kanalıyla nakledilen hadislere bütünüyle ters düştüğü için delil olarak gösterilmeleri yanlıştır. Şimdi bunlardan bazı örnekler vermeğe çalışalım:

1- Buhâri ve Müslim'de, Abdullah b. Amr b. Âs'tan tahriç edilen rivâyette şöyle diyor:

"Hz. Resulullah'la birlikte yolculuktaydık; Resulullah (s.a.a) bizden geriye kaldı; (biraz bekledikten) sonra gelip bize ulaştı. İkindi namazının vakti de gelip çatmıştı. Abdest alırken ayaklarımızı meshediyorduk. Resulullah (s.a.a), "Vay topuklara ateşten!" buyurdu ve bu cümleyi iki veya üç defa tekrarladı." [44]

Bizce bu hadis yanlış değerlendirilmiştir. Zira evvela o kadar sahabînin onca zamandan sonra henüz ayakların hükmünden bihaber kalıp da bilgisizlikleri yüzünden ayaklarını yıkama yerine meshettiklerini söylemek son derece insafsızlıktır! Acaba Allah'ın emin ve sâdık elçisi, ayakların hükmünü o zamana kadar henüz onlara açıklamamış mıydı? Veya Resulullah'ın nasıl abdest aldığını o güne kadar kimse görmemiş miydi? Yoksa açıklamasına ve Resulullah'ın nasıl abdest aldığını görmelerine rağmen, kasıtlı olarak mı ayaklarını yıkama yerine meshetmişlerdi?! Ya da hepsi birden unutkanlık illetine müptela olup yanlışlıkla mı ayaklarını meshettiler?! Her halde siz de tasdik edersiniz ki bu ihtimallerden hiçbirisinin makul bir tarafı yoktur. Bunların hiç birisi makul değilse, o halde söz konusu hadisin başka bir muradı ve mesajı olsa gerek.

Saniyen bu hadis doğru olduğu takdirde meshi gerektirir, yıkamayı değil. Çünkü Resul-i Ekrem, hep birlikte ayaklarını mesheden Sahabîleri bu amelden nehy etmemiştir; hatta onların bu amelini te'yit bile etmiştir. Zira eğer onları bu amelden sakındırmayı amaçlasaydı bunu daha açık ve net bir ifadeyle beyan ederdi, böyle müphem bir ifadeyle değil. O halde "Vay topuklara ateşten!" cümlesiyle hangi mesajı vermek istemiştir Allah'ın Resulü (s.a.a)?

Evet bizce Resul-i Ekrem'in bu tavrı takınması ve bu cümleyi söylemesinin asıl nedeni şudur ki siyer kitaplarının da yazdığı gibi, Ashâb'ın arasında bir grup yalın ayaklı bedevî Araplar vardı; bunlar idrar ettiklerinde, özellikle yolculukta, idrarın ayaklarına sıçramasına aldırış etmiyor ve bundan kaçınmıyorlardı. İşte bundan dolayı necis ve kirli ayaklarla namaz kılmamaları ve mescide girerek orayı necis etmemeleri için Resulullah (s.a.a), topukların kir ve necasetini kınayarak, onları ikaz etmiştir. Bunu te'yid eden bir karine de Araplar içerisinde bazı bedeviler için "Bevvâlün li-akıbeyh" (topuklarına işeyen bedevî) tabirinin kullanılmasıdır.

2-İbn-i Mâce Sünen'inde Ebu İshak'tan, o da Ebu Hayye'den şöyle rivâyet etmiştir; dedi ki: "Ben Ali'yi abdest alırken gördüm; ayaklarını mafsala kadar yıkadı, sonra şöyle dedi: 'Peygamber'inizin taharetini (abdestini) size göstermek istedim." [45]

Bahsettiğimiz senedi zayıf hadislerden birisi işte bu hadistir. Zira Sünen-i İbn-i Mâce'de, bu hadisin dipnotunda da yer aldığı ve Mizân-ül İ'tidâl [46] gibi kaynaklarda da açıklandığı üzere "Ebu Hayye" meçhul ve tanınmayan birisi olduğu için durumu belli değil. Zehebî, "Mizân"ının künyeler bölümünde; "O, tanınmamış biridir" diyor ve İbn-i Medyenî ve Ebu'l-Velid-i Farzî'nin, onun hakkında, "Meçhuldür" dediklerini de sözlerine ilave ediyor. Zehebî daha sonra, "Hadis uyduranların böyle bir kişiyi de uydurmuş olmaları mümkündür" diyerek, "Ben her ne kadar araştırma yaptıysam da bu adam hakkında hiçbir bilgi edinemedim" diyor.

Kaldı ki bu hadis, sadece Ebu İshâk yoluyla nakledilmiştir. [47] Ebu İshâk ise çok yaşlandığından ve hafızasını kaybettiğinden dolayı halk onu terk etmiş [48] ve Ebu Ahvas ve Züheyr bin Muâviye el-Cu'fî'den başka, kimse ondan hadis nakletmemiştir. [49] Halk, Ebu İshak'tan hadis naklettiklerinden dolayı o ikisini kınamıştır. [50] Şüphesiz, bir muhaddis hafızasını kaybederse, hafızasını kaybetmeden önce mi, yoksa sonra mı naklolunduğu bilinmeyen tüm hadisleri itibardan düşer. Çünkü şüphe-i mahsuredeki icmalî ilim, hepsinden kaçınmayı gerektirmektedir. Bu kural, Usul-u Fıkıh da beyan edilmiştir.

Öte yandan Hz. Ali'den bu ve benzeri birkaç hadisi nakleden Ehl-i Sünnet kaynakları, yine Hz Ali'nin kendisinden, bu hadislerle çelişen ve ayakların meshedilmesi gerektiğini gösteren başka hadisleri de nakletmişlerdir ki hatırlayacağınız gibi biz örnek olarak iki tanesini nakletmiştik ki her ikisinin de senedi Ehl-i Sünnet'in kendi ölçülerine göre sahihti. (5. Ve 6. Hadisler)

Aynı durum bazı diğer rivâyetler için de söz konusudur; mesela Abdullah b. Zeyd'den, Hemrân kanalıyla Osmân'dan ve diğer bazı râvilerden ayakların yıkanmasına dair hadis nakleden Sünnî kaynakları, aynı adamlardan, hem de sahih senetlerle, abdestte ayakların meshedilmesini açıkça gösteren hadisler nakletmişlerdir. Bunların da bir kaç örneğini yukarıda naklettik.

Hepsinden de önemlisi, bu gibi hadisler, bizzat Allah'ın Kitabı'na ters düşmektedir. Zira önceden de geniş bir şekilde açıkladığımız gibi Kur'ân-ı Kerim'den meshden başka bir şey anlaşılmamaktadır. Bu gerçeği Ehl-i Sünnet âlimlerinden de birçoğu itiraf etmiştir ki bunlardan bazılarına değindik, bazılarına ise ileride değineceğiz. Hatta hadislerle Kur'ân'ın nesh edilebileceğini kabul etsek dahi (ki bunu İslâm âlimlerinin ekseriyeti reddetmektedir), burada bu hadislerle abdest âyetinden istifade edilen hükmün neshedildiğini iddia etmek kesinlikle doğru değildir. Zira (İmâm Fahr-i Râzî'nin de tefsirinde belirttiği gibi), bu hadisler mütevâtir değil, haber-i ahattırlar ve Kur'ân'ı bu gibi hadislerle neshetmek mümkün değildir.

Hatta buna bile göz yumsak, yine de abdest âyetinin nesh edildiğini kabul etmek mümkün değildir. Zira hadisin, âyeti nesh edebilmesi için ondan sonra sadır olması, gündeme gelmesi gerekir; yoksa önceden söylenen bir hadisin, sonradan nâzil olan bir âyeti nesh edebilmesi söz konusu olamaz.; hangisinin önce hangisinin sonra olduğu ise belli değildir; hatta aksini söylemek daha doğru ve mantıklı olur. Çünkü bu âyeti de içine alan "Mâide" suresi en son inen surelerdendir.

Kurtubî bu konuda şöyle rivâyet etmiştir: "Resul-i Ekrem (s.a.a) "Vedâ' Haccı"nda, Mâide suresini Müslümanlara okudu ve ardından şöyle buyurdu: 'Ey insanlar, Mâide suresi Allah'ın indirdiği en son surelerdendir; o halde onun helâlini helâl ve haramını da haram bilin." [51]

Hatta Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden Zerekşî "El-Burhân Fî Ulûm­il Kur'ân" kitabında, Mâide'nin, inen en son sure olduğunu iddia ederek şöyle rivâyet etmektedir: "Resulullah, Vedâ Haccı'nda Mâide suresini okudu ve şöyle buyurdu: 'Ey insanlar, şüphesiz Mâide suresi en son inen suredir; o halde onun helâlini helâl, harâmını ise haram sayın." [52] (Yani onun hiçbir hükmü nesh edilmemiştir.) Yukarıda naklettiğimiz 10. rivâyette, İkinci Halife Ömer'in de bunu te'yid eden bir sözü vardı.

Öte yandan Mâide suresi indikten sonra Resulullah'ın fazla yaşamadığını dikkate alır, yıkama hadislerinden de bir türlü vazgeçmezsek, o zaman iddia edilenin tersine bir neshin söz konusu olduğunu söylemek daha mantıklı olur. Yani önceden söz konusu olan ayakları yıkama, en son inen Mâide suresinin âyetiyle nesh edilmiştir. Böyle olunca da yine, bugün ayakların abdestte meshedilmesi gerektiği ispatlanmış olacaktır. Elbette bütün bunları biz farz üzere ve Ehl-i Sünnet'in mantığına göre söylüyoruz; yoksa biz ne olursa olsun, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'inde indirdiği kesin hükmün karşısında hiçbir şeyin tercih edilemeyeceği kanısındayız. Zira Allah'ın Resulü Ehl-i Sünnet kaynaklarının da naklettiği bir hadisinde bize şöyle buyurmuştur: "Benim hadisimi Kur'ân'a sunun; eğer ona mutabık olursa onu ben söylemişimdir, (aksi takdirde hayır)." [53] Aynı mâna, "Kur'ân'a ters düşen hadisi atın" veya "Vurun duvara" gibi tabirlerle de nakledilmiştir.

Yine önceden de naklettiğimiz mütevâtir olan "Sekaleyn" (iki ağır emanet) hadisi gereği biz, Resulullah'tan sonra ihtilaf ettiğimiz konularda, onun Ümmetine bıraktığı ve Kıyâmete dek birbirinden ayrılmayacak emanetleri olan "Kur'ân ve Ehl-i Beyt'ine" mürâcaât etmeliyiz. Abdest konusunda da rivâyetler ve görüşler muhtelif ve çelişkili olduğu için Kur'ân ve Ehl-i Beyt'in hükmünü kıstas olarak kabul etmeliyiz. Kur'ân'ın bu konudaki hükmü ortadadır. Ehl-i Beyt İmâmlarının ise hepsi, abdestte ayakların yıkanması gerektiğinde icmâ etmişlerdir. [54] İşte bütün bu sebeplerden dolayı Ümmet bu ikisinin hükmüne sarılmalı ve onlara ters düşen her rivâyeti uzağa atmalıdır.

Ayakların yıkanmasıyla ilgili hadislerin zayıf olduğunu açıkça gösteren bir diğer şâhit, Ashap ve Tabiîlerden de bir çoğunun, ayakların meshedilmesi gerektiği görüşünü benimsemeleri, hatta bunun üzerinde ısrarcı olmalarıdır. Biz bunlardan bir kısmının isimlerini, bazı sözleriyle birlikte meşhur ve muteber kaynaklardan naklettik. Bunlardan birisi de ümmetin âlimi, Kitap ve Sünnet'in heybesi olarak tanınan Abdullah İbn-i Abbâs'tır. Burada, onun bu konuda ihticâc ettiği bazı sözlerini, önemine binaen tekrar nakletmeği faydalı buluyoruz; diyor ki:

"Allah-u Teâlâ, abdestte iki yıkamayı, iki de meshi farz etti. Görmez misin, teyemmümü zikrederken, iki yıkama yerine iki meshi zikretmiş, iki meshi (başı ve ayakları meshetmeyi) ise terk etmiştir." [55]

Yine İbn-i Abbas der ki: "Abdest iki yıkama, iki meshetmedir." [56]

Abdullah İbn-i Abbâs'a, "Muavvız bin Afra'nın kızı Rubeyyi', Resulullah 'ın (s.a.a) onun yanında abdestte ayaklarını yıkadığını sanmaktadır" dediklerinde, İbn-i Abbas, Rubeyyi'in yanına gelip durumu ondan sordu ve onun sözünü kabul etmeyip, abdestte ayaklarını yıkayanlara şaştığı ve: "Ben, Allah'ın Kitabı'nda meshten başka bir şey görmüyorum" dediği kaynaklarda kayda geçmiştir. [57]

Ayakları yıkamakla ilgili hadislerin bir diğer zaafı şudur ki, eğer bu hadisler doğru olsaydı, tevatürle nakledilmiş olurdu. Çünkü abdestte ayağın yıkanması, kadın, erkek, köle, hür herkesin öğrenmeye ihtiyaç duyduğu bir konudur. Eğer yıkamak Müslümanların arasında kesin ve yaygın bir şey olsaydı, bütün mükellefler, Peygamber'in zamanında ve ondan sonraki zamanlarda onu iyice öğrenip ve her asır ve zamanda onu tevatürle nakletmiş olurlardı ve hiçbir kimse onu inkar veya reddetmeye kalkışamazdı. Durum böyle olmadığından dolayı da, bu hadislerin zaaf ve yetersizlikleri bizim için gün gibi âşikar olmaktadır.

Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki bu konuyla ilgili hadisler, çelişkili olduğu ve zikrettiğimiz bunca mahzuru beraberinde getirdiği için, bunlara itibar eden kardeşlerimiz, artık Kur'ân'a dönmelidirler; Kur'ân ise açıkça ayakları meshetmeyi emrediyor.   

c)-İstihsân Yoluyla İstidlâl:

Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazıları ayakların yıkanması için bir de şöyle istidlal etmişlerdir: "Başı meshetmek onu yıkamaktan daha uygun olduğu gibi, ayakları yıkamak onları meshetmekten daha uygundur. Çünkü ayakların kiri genellikle yıkanmaksızın temiz olmaz, ama baş genellikle meshetmekle temiz olur."

Yine şöyle demişlerdir:

"Makul maslahatlar, farz olan ibadetler için sebep olabilirler. Hatta Allah-u Teâlâ, onda her iki manayı, yani maslahatî ve ibadî yönünü birlikte kastedebilir. Maslahatî yönünden maksat, hissedilen maddi faydalardır; ibadî yönünden maksat da nefsi arındırmaktır."

Bu sözün cevabı şudur ki, biz de, Allah-u Teâlâ'nın emrettiği her şeyde bir maslahatın olduğunu, nehyettiği her şeyde de dünyevî veya uhrevi bir zararın bulunduğunu kabul ediyoruz. Ama Allah-u Teâlâ bu maslahat ve zararı, kulların görüşüne bağlı kılmamıştır. Yani, Allah'ın emrinde bir maslahatın olduğuna inanıyoruz, ama bu maslahatın ne olduğunu kendi kafamızdan kestirip, "Bu hükmün gerekçesi budur" demeye hakkımız yoktur.

 Kur'ân abdestte başın ve ayakların meshedilmesini emretmektedir. Bir mu'min olarak bize düşen, bu emre boyun eğmektir; bu emirdeki maslahatı anlasak da anlamasak da.

Elbette abdestte ayakların necisten temiz olması gerektiğinin şart olduğunu bildiren delillerden dolayı, ayaklar eğer necis iseler, abdest almadan önce yıkanıp temizlenmesi gerekir. [58]

Bir de eğer gerçekten bu kardeşlerimiz "Ayakların kiri genellikle yıkanmaksızın temiz olmaz, ama baş genellikle meshetmekle temiz olur" sözünde ciddi iseler ve ayakların yıkanması ve başların meshedilmesindeki hikmetin bu olduğuna inanıyorlarsa, neden bazı âlimleri (İmâm Şâfiî gibi), başı bir parmak, hatta yarım parmakla meshetmenin dahi yeterli olabileceğine fetvâ vermişlerdir?! Yarım parmakla meshedilen bir başın, nasıl temizlendiği bilmecesini bize de açıklayabilirler mi acaba?!

d)-"Ka'b" Kelimesinin Manasına Dayanarak İstidlâl:

Caferî âlimleri Zurâre ve Bükeyr'in [59] ve ayrıca Şeyh Saduk'un [60] İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) naklettikleri rivâyete dayanarak, abdest ayetindeki "Ka'beyn" kelimesinin, ayakla bacağın arasındaki mafsaldan (bilekten) ibaret olduğunu söylemektedirler. [61] Lügat âlimleri, de bu görüşü te'yid etmektedir. [62]

Ehl-i Sünnet âlimleri ise ayağın iki tarafındaki çıkıntılı kemiğe "ka'b" dedikleri için Caferî âlimlerine karşı şöyle ihticac etmişlerdir:

"Eğer "Ka'b", ayakla bacağın arasındaki mafsal olsaydı o zaman her ayakta bir "Ka'b" olduğundan Kur'ân'ın "Ka'beyn" (müsennâ kipi) yerine "Ve ercülekum ile'l-kiâb" (çoğul kipi şeklinde) demesi gerekirdi. Nitekim, her kolda bir "mirfak" (dirsek) olduğundan Kur'ân "Ve eydiyekum ile'l-merâfik" buyurmuştur."

Büyük Caferi âlimlerinden Merhum Allâme Şerefuddin, bu sözün cevabında şöyle diyor: "Eğer Allah-u Teâlâ "Merâfık" yerine "Mirfekayn" de buyurmuş olsaydı, şüphesiz yine de doğru olurdu. Bu durumda âyetin manası şöyle olurdu: "Yüzünüzü ve iki dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başınızı ve iki mafsala kadar ayaklarınızı meshedin." Bir ayette bu iki kelimenin ikiyi bildiren kipte olması, veya çoğul bildiren kipte olması veyahut bu yönden birinin diğerinden farklı olması tabirin doğruluğu açısından aynıdır. Evet, tabirin daha güzel olması için böyle ifade olunmuştur denilebilir.

Öte yandan cerrah doktorlar, "Ka'b" denilen ayakla bacağın arasındaki mafsalın içinde, inekle koyunun bacağının alt kısmında olduğu gibi yuvarlak kemiğin olduğunda ittifak etmişlerdir. [63] Buna göre her ayağın meshi, iki "Ka'b"a ulaşmaktadır: Biri mafsalın kendisi, diğeri ise mafsalın altındaki yuvarlak kemik. Ayette, "ka'b"ın tesniye olup merâfıkın tesniye olmaması cerrahların bilip kabul ettikleri hususa işaret olabilir."

Kaldı ki "Ka'b kelimesini mafsal diye mana edip bunun her ayakta bir tane olduğunu söylesek dahi yine de âyette "Ka'beyn" (iki mafsal) tabirinin kullanılmasının hiçbir sakıncası olmaz. Yani o zaman âyeti şöyle mana ederiz: "Sizler iki mafsalınıza kadar ayaklarınızı meshedin." Hiç şüphesiz herkes, her ayağında bir mafsal olmak üzere toplam iki mafsala sahiptir.

Yine Ehl-i Sünnet müfessirlerinden "Tantâvî", âyetteki "Ka'beyn" kelimesine dayanarak Caferi âlimlerine karşı şöyle ihticâc etmiştir: "Âyette ayakların taharetinin sınırı 'İki Ka'b' olarak belirlenmiştir. İki ka'b'dan maksat ise ayakların iki tarafında yer alan çıkıntılı kemikten ibarettir. Böyle olunca da ayağın tahâreti, ancak onların suyla kaplanmasıyla gerçekleşebilir.(O halde onları mesh değil yıkamamız gerekir.)" Her halde Tantâvî, ayakları o noktaya kadar mesh suyuyla ıslatmanın mümkün olamayacağını düşünerek böyle bir sözü söylemiştir.

Bizce bu yaklaşım da delilsiz olmakla birlikte, yersizdir de. Zira ka'b'ın manası onun dediği şey olsa bile abdest suyuyla ayağın o noktaya kadar meshedilebileceği hiç de zor ve imkansız bir şey değildir. Denemesi kolaydır; isteyen hemen deneyebilir! Evet bu tür soğuk teviller ve delilsiz içtihatlarla, âyetin âçık hükmünden kaçmak asla mümkün değildir. Bunların hepsi, "Nass"ın karşısında yapılan içtihatlardır.




Bu haber 1409 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI