1. Şia’nın Ortaya Çıkışı
Tarihçiler, Şia’nın nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı konusunda farklı fikirler beyan etmişlerdir. Görüşler genel olarak altı ana başlıkta toplanır:
1-Hz. Peygamber (s.a.a) Döneminde Ortaya Çıktı: Şia’ya göre teşeyyü’nün (Şiîliğin) ilk temelleri Allah (c.c) tarafından Kur’an’da atılmış, Peygamber (s.a.a) döneminde gelişmiş ve bazı sahabeler (Selman-ı Farisi, Ebuzer, Mikdad gibi) bu inançla tanınmıştır. Bu yaklaşıma göre, Şia’nın kurucusu bizzat Allah (c.c) ve Resulüdür (s.a.a).
2-Sakife Olayı’nda Ortaya Çıktı: Bazı Sünni tarihçiler, Hz. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra Sakife’deki halife seçimi sırasında, Hz. Ali’yi destekleyen grubun ortaya çıkmasıyla Şia’nın doğduğunu savunur.
3-Osman’ın Öldürülmesiyle Ortaya Çıktı: Bir kısım tarihçiler, Osman’ın öldürülmesi ve sonrasında yaşanan siyasi krizlerle birlikte Şia’nın teşekkül ettiğini belirtir.
4-İmam Hüseyin’in (a.s) Şahadetinden Sonra Ortaya Çıktı: Bazı modern araştırmacılar, Kerbela Olayı’nın Şiî kimliğini belirginleştirdiğini ve bu olaydan sonra Şia’nın kurumsallaştığını savunur.
5-Farslar Tarafından Ortaya Çıkarıldı: Bazı oryantalistlere göre, Şia düşüncesi İslam’a sonradan dâhil olan İranlıların siyasi ve kültürel etkisiyle gelişmiştir.
6-Abdullah b. Seba Tarafından Kuruldu: Sünni tarihçilerden bir kısmı, Şia’nın temellerini atanın Yahudi asıllı Abdullah b. Seba olduğunu iddia ederler.
Bu iddia, Şii kaynaklar tarafından reddedilmiş ve tarihsel olarak delilsiz görülmüştür.
2. Şia’nın İki Temel İddiası
Şia’nın iki ana inancı bulunmaktadır:
1. İmamet İlâhî Bir Makamdır
a) İtaat Sadece Allah’a Mahsustur
İtaat, zatî olarak yalnızca Allah’a (c.c) aittir. Başkasına itaat, ancak O’nun izniyle meşrudur.
Ayetler:
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız, Allah ise zengindir.” (Fâtır, 15)
“Biz hiçbir peygamberi, Allah’ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik.” (Nisâ, 64)
“Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 80)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resul’e ve sizden olan ululemre itaat edin.” (Nisâ, 59)
b) Hâkimiyet Allah’a Mahsustur
Gerçek egemenlik yalnızca Allah’a aittir. İnsanların canı ve malı üzerinde hüküm verme hakkı, Allah’ın izni olmaksızın geçerli değildir.
Ayetler:
“Hüküm yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretti.” (Yusuf, 40)
“O’nun sözü haktır, mülk O’nundur.” (En‘âm, 73)
Allame Tabatabai’nin yorumu: “Hüküm, yüce Allah’a aittir. Varlık üzerindeki her tür etki ve yasa koyma hakkı yalnız O’na mahsustur.” (el-Mîzân, c.7, s.116)
c) Halkın İmam Seçememesi: İmam Rıza’dan (a.s) nakledilen rivayete göre:
“İmamet, yüksek bir makamdır. İnsanlar akıllarıyla ona erişemez, görüşleriyle onu kavrayamazlar. Kendi seçimleriyle imam tayin edemezler.” (Usûl-u Kâfî, c.1, s.199) Bu rivayet, imamın ancak Allah tarafından tayin edilmesi gerektiğini vurgular.
d) Hz. Peygamber’e Göre İmamet ve Hilâfet
İmamet, Peygamber (s.a.a) tarafından ilâhî bir iş olarak görülmüştür. Peygamber (s.a.a), hilâfeti hiçbir zaman ümmetin oyuna bırakmamıştır.
Rivayet: Benî Âmir kabilesinden Büheyra b. Furas, Hz. Peygamber’e (s.a.a) “Senin vefatından sonra hilâfette bizim payımız olur mu?” diye sordu.
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Hilâfet işi Allah’ın elindedir. Onu dilediği yerde kılar.” (Sîre-i İbn Hişam, c.2, s.32)
2. Halifenin Tayin Edilmesinin Gerekliliği
İmamet ilâhî bir makam olduğu için, imamın tayini Allah tarafından yapılmalı, bu görevi de peygamber (s.a.a) halka bildirmelidir.
a) İmamet İlâhî Bir Emir Olarak
Hz. Peygamber’in (s.a.a) yaptığı, Allah’ın seçtiği imamı halka tanıtmaktır. Bu emir ilahî olduğu için Peygamber’in bile bu konuda serbest davranması düşünülemez.
b) Tarihî Tanıklar ve Gayb İlmi
Kur’an ayetleri:
“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları ancak O bilir.” (En‘âm, 59)
“Gizliyi bilen O’dur, onu peygamberlerden seçtiği kimselere bildirir.” (Cin, 26-27)
Bu ayetler, Peygamber’in (s.a.a) Allah’ın izniyle gaybî bilgiden haberdar olabileceğini göstermektedir.
Rivayetler:
1-Yetmiş Üç Fırka Hadisi: “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır; yetmiş ikisi ateşte, biri cennettedir.” (Sünen-i Ebu Davud, c.3, s.198)
2-Havuz (Kevser) Hadisi: “Ben Kevser havuzunun başında sizleri göreceğim… Allah buyuracak: ‘Bunların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun.’” (Sahih-i Buharî, c.9, s.58)
3-Harezmi Rivayeti: “Benden sonra bir fitne ortaya çıkacaktır. O zaman Ali’nin yanında yer alın; çünkü o, hak ile batılı birbirinden ayırandır.” (Menâkıb-ı Harezmi, s.105)
4-İbn Asakir Rivayeti: Hz. Peygamber (s.a.a), Ali’ye (a.s) bakarak ağladı ve şöyle buyurdu: “Bu kavmin sana karşı besledikleri kin beni ağlattı.” (İbn Asakir, Tercüme-i İmam Ali, Hadis: 834)
5-İbn Esir Rivayeti: Hz. Peygamber (s.a.a), Baki ehline dua ettikten sonra, “Fitneler karanlık gece parçaları gibi yakındır.” buyurmuştur. (el-Kâmil, c.2, s.318)
2. Halifenin Tayin Edilmesinin Gerekliliği
a) İmamet İlâhî Bir Makamdır
Kur’an Ayetleri
“Gaybın anahtarları O'nun yanındadır, onları ancak O bilir; karada ve denizde ne varsa bilir.” (En‘âm, 59)
“Gizliyi bilen O'dur, gizlediği şeyde hiçbir kimseye açılmaz; ancak resullerden seçtiği müstesna.” (Cin, 26-27)
b) Tarihî Tanıklar ve Rivayetler
1. Ümmetin Fırkalara Ayrılacağına Dair Hadis
Hz. Peygamber’den (s.a.a) çeşitli senetlerle rivayet edilmiştir: “Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Yetmiş iki fırka ateşte, bir fırka cennette olacaktır.”
Kaynaklar: Sünen-i Ebi Davud, c.3, s.198; Müsned-i Ahmed, c.3, s.145; Sünen-i İbn Mace, c.2, s.362; Müstedrek-i Hâkim, c.1, s.128; Camiu’s-Sağir, c.1, s.184; ed-Dürrü’l-Mensur, c.2, s.186.
2. Havuz (Kevser) Hadisi: Ebu Vail’den, Sahih-i Buharî’de rivayet edilmiştir:
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben Kevser havuzunun başında sizleri göreceğim. Sizlerden bir grubu benim yanımdan geçirecekler; onlara yaklaşır yaklaşmaz Allah’a arz edeceğim: ‘Ey Allah’ım! Bunlar benim ashabımdır.’ Yüce Allah buyuracak: ‘Ama bunların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun!’” Kaynaklar: Sahih-i Buharî, c.9, s.58; Müsned-i Ahmed, c.1, s.439.
3. Harezmi’nin Rivayeti: Harezmi, Menakıb adlı eserinde Ebu Ya‘la’dan, o da Hz. Peygamber’den (s.a.a) şöyle rivayet eder: “Benden hemen sonra ümmetimin arasında bir fitne ortaya çıkacaktır. Siz o zaman Ali b. Ebu Talib’in yanında yer alın; çünkü o, hak ile batılı birbirinden ayırandır.”
Kaynak: Menakıb-ı Harezmi, s.105.
4. İbn Asakir’in Rivayeti: İbn Asakir, sahih bir senetle İbn Abbas’tan (r.a) şöyle rivayet eder: “Ben, Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ali (a.s) Medine sokaklarında yürüyorduk; Medine bağlarına ulaştık. Ali dedi ki: ‘Ey Allah Resulü, ne güzel bir bağ!’
Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu: ‘Senin cennetteki bağın bundan da güzel.’
Sonra Ali’nin başına ve sakalına işaret ederek ağladı. Ali (a.s) sordu: ‘Sizi ağlatan nedir, ey Allah Resulü?’
Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu: ‘Bu kavmin sana karşı besledikleri kin ve nefret beni ağlattı.’”
Kaynak: İbn Asakir, Tercümetü İmam Ali b. Ebi Talib (a.s), hadis 834.
5. Ebu Muveyhibe Rivayeti: Hz. Peygamber’in (s.a.a) hizmetkârlarından Ebu Muveyhibe şöyle anlatır: “Peygamber (s.a.a) beni uykudan uyandırarak buyurdu ki: ‘Baki Ehli’ne bağışlanma talebinde bulunmam emredildi. Sen de benimle gel.’
Birlikte Baki Mezarlığı’na gittik. Hz. Peygamber (s.a.a) oradakilere selam verdikten sonra şöyle buyurdu: ‘Sabahladığınız şeylerle mutlu olun. Fitneler karanlık gece parçaları gibi yakındır.’”
Kaynak: İbn Esir, el-Kamil, c.2, s.318.
Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hilâfet
Hz. Peygamber’in (s.a.a) ümmetinden sonra ortaya çıkacak hilâfet konusundaki ihtilafları önceden bildiği açıktır. Bu durumda şu soru akla gelir: Acaba Peygamber (s.a.a) bu ihtilafı önlemek için hiçbir tedbir almadı mı, yoksa gerekli önlemleri aldı mı?
Hz. Peygamber’in (s.a.a) hayatına ve görev bilincine bakıldığında, onun ümmetini her zaman en iyi şekilde yönlendirdiği, hiçbir konuda ümmeti başıboş bırakmadığı görülür. Hastalığı sırasında dahi ordu hazırlamakla meşgul olmuş, “Ümmetimi sapıklıktan koruyacak bir yazı yazayım.” buyurmuştu. Onun geçici gazvelerde dahi yerine vekil tayin etmesi, bu konuda ne kadar duyarlı olduğunu göstermektedir.
Tebük seferinde Hz. Ali’yi (a.s) Medine’de bırakırken şöyle buyurmuştur: “Senin bana olan konumun, Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir.” (Sahih-i Buharî, c.3, s.176)
Bu kadar hassas davranan bir Peygamber’in, ebedî ayrılışı öncesinde ümmetini başıboş bırakması düşünülemez. Nitekim kendisi şöyle buyurmuştur: “Benim vasim ve halifem Ali b. Ebi Talib’tir; ondan sonra iki evladım Hasan ve Hüseyin’dir; onlardan sonra da Hüseyin’in soyundan dokuz imam gelecektir.” (Yenabiu’l-Mevedde, 76. bölüm)
Geçmiş Peygamberlerde Halifelik Geleneği
Kur’an ve tarih kaynaklarında görüldüğü üzere, bütün peygamberler kendi yerlerine bir halife tayin etmişlerdir. Hz. Âdem (a.s) Şeys’i, Hz. İbrahim (a.s) İsmail’i, Hz. Musa (a.s) Yuşa b. Nun’u, Hz. Davud (a.s) Süleyman’ı, Hz. İsa (a.s) ise Şem’un’u yerine bırakmıştır. Bu ilahi sünnet, toplumun dini liderliğinin devamlılığını sağlamak içindi.
Ümmetin Kendi Halifesini Seçme Görüşü
Bazılarına göre Hz. Peygamber (s.a.a) hilafeti ümmetin iradesine bırakmıştır. Fakat o dönemde Arap toplumu, henüz kabilecilik etkilerinden kurtulamamıştı. Sakife olayı bu zafiyetin açık bir göstergesidir. Ayrıca şura usulünün nasıl işleyeceğine dair Peygamber’den açık bir beyan da gelmemiştir.
Ümmetin, Peygamber’den (s.a.a) sonra dini konularda birçok ihtilafa düşmesi, bu alandaki yetersizliğini göstermektedir. Kur’an’daki bazı hükümlerde bile farklı yorumlar ortaya çıkmıştır. Nitekim Hz. Ali (a.s), birçok meselede halifelerin yanlış hükümlerini düzeltmiştir.
Örneğin Ömer b. Hattab altı aylık çocuk doğuran bir kadının recmedilmesini emretmiş, fakat Hz. Ali (a.s) Kur’an’a dayanarak şöyle buyurmuştur: “…Gebelik müddeti ile sütten kesilme müddeti otuz ayı tutar…” (Ahkaf, 15)
“Analar, emzirme zamanını tamamlamak isterlerse tam iki yıl çocuklarına süt verirler…”
(Lokman, 14)
Böylece hamileliğin altı ay olabileceğini açıklamış ve Ömer kararından dönmüştür. Ömer bu olaydan sonra şöyle demiştir: “Ali (a.s) olmasaydı, Ömer helak olurdu.”
Benzer şekilde birçok konuda Hz. Ali’nin ilmî müdahaleleri, ümmetin büyüklerinin bile hata yapabileceğini göstermiştir.
Dinî Rehberliğin Sürekliliği
İslam tarihi, Peygamber’den (s.a.a) sonra Yahudi ve Hristiyan kökenli bazı şahısların (Kâ‘b el-Ahbar, Teym ed-Dârî, Abdullah b. Selâm gibi) israiliyat unsurlarını dine sokmaya çalıştığına da tanıklık eder. Bu durum, ilmi otoritenin eksikliğinde ümmetin ne kadar savrulabileceğini ortaya koymuştur.
Bu sebeple İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurur: “Allah yeryüzünü âlimsiz bırakmayacaktır. Eğer böyle olsaydı, hak batıldan ayrılmazdı.” (Usûl-i Kâfî, c.1, s.178)
İmam Cafer Sadık (a.s) da buyurur: “Yeryüzü kesinlikle imamdan boş kalmaz; müminler dine bir şey artırmak istediklerinde onu reddetsin, eksilttiklerinde onu tamamlasın diye.”
(Usûl-i Kâfî, c.1, s.178)
Sonuç
Bütün bu deliller göstermektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.a) ümmetini başıboş bırakmamış, hilafet meselesini ilahi bir nizam çerçevesinde çözümlemiştir. Hz. Ali (a.s) onun vasisidir; ilmi, takvası ve rehberliğiyle ümmetin koruyucusudur. Peygamber’den sonra ortaya çıkan bütün sorunlarda onun bilgisine başvurulmuş, “Ali olmasaydı din helak olurdu” sözü ümmetin diline yerleşmiştir.
Hz. Ali’nin (a.s) İlimde Üstünlüğü ve Hilafete Layık Oluşu
Hz. Peygamber (s.a.a) sonrası ümmetin rehberliği meselesinde öne çıkan en temel husus, ilim ve hikmetin kime emanet edildiği konusudur. Rivayetler ve tarihî veriler göstermektedir ki, bu makamda en üstün ve en yetkin kişi Hz. Ali’dir (a.s).
Hz. Ali’nin (a.s) İlmine Dair Hadisler
a) Belazürî ve diğerlerinin nakline göre Hz. Ali’ye (a.s) “Nasıl oluyor da sen ashabın hepsinden daha çok hadis biliyorsun?” diye sorulunca şöyle buyurdu: “Çünkü ben ne zaman Allah’ın Resulü’nden (s.a.a) bir şey sorsam haber verdiği, ne zaman sussam konuşmaya başladığı kimseyim.” (Ensabu’l-Eşraf, c.2, s.98; Tabakat, c.2, s.101)
b) Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ali, yargılama konusunda hepinizden daha çok vakıftır.” (el-İstiab, c.3, s.38; Menakıb-ı Harezmî, s.39)
c) Tirmizî ve diğerleri şu hadisi nakletmiştir: “Ben sağlam bir evim ve Ali onun kapısıdır.”
(Sahih-i Tirmizî, c.5, s.637; Kenzü’l-Ummal, c.13, s.148)
d) İbn Abbas’ın rivayetine göre Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. Öyleyse kim ilim irade ederse kapısından ona girsin.”
(Müstedrek-i Hâkim, c.3, s.127; Kenzü’l-Ummal, c.13, s.147)
e) İbn Asakir’in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.a) Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Sen, benden sonra, ümmetimin ihtilaf ettiği konuları onlar için beyan edeceksin.”
(Tercüme-i İmam Ali, c.2, s.448)
Hz. Ali (a.s) Bütün İlimlerin Kaynağıdır
İbn Ebi’l-Hadid şöyle yazar: “İlimlerin başlangıcı ve kaynağı Ali’ye dayanır. Dinin temellerini sağlamlaştırmış, şeriat hükümlerini beyan etmiş, akli ve nakli ilimleri takrir etmiştir.”
(Nehcü’l-Belâğa Şerhi, c.1, s.17-18)
Bütün İslam ilimlerinin silsilesi sonunda Ali’ye (a.s) ulaşmaktadır. Fıkıh ekollerinin imamları, doğrudan veya dolaylı olarak onun öğrencilerinden ders almışlardır: Ebu Hanife, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) öğrencisidir.
Şafii, Ebu Hanife’nin talebesi Muhammed b. Hasan vasıtasıyla bu çizgiden beslenmiştir.
Malik b. Enes, Rabia aracılığıyla İbn Abbas’a, o da Ali’ye ulaşır.
Ahmed b. Hanbel, Şafii’nin öğrencisidir.
Böylece bütün büyük fıkıh ekolleri, ilmî olarak Hz. Ali’ye (a.s) dayanır.
Hz. Ali (a.s) ayrıca nahiv ilminin kurucusu olarak kabul edilir. Ebu’l-Esved ed-Duelî’ye “Kelimeler üç kısımdır: isim, fiil ve harf.” buyurmuş; böylece Arap gramerinin temelini atmıştır.
Tefsir ilminin de kaynağı Ali’dir. İbn Abbas şöyle anlatır: “Ali (a.s), ‘Bismillahirrahmanirrahim’in ‘b’sinin tefsirinde gece boyunca bana konuştu.”
(Yenabiu’l-Mevedde, s.69)
Kelam, mantık ve diğer İslami ilimlerin usulleri de onun hutbelerinden ve beyanlarından alınmıştır.
Sahabenin, Hz. Ali’nin (a.s) İlmine Dair İtirafları
a) Ömer b. Hattab defalarca şöyle demiştir: “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.”
b) Ebu Said Hudrî şöyle demiştir: “Ali (a.s), yargı hükümlerinde bütün sahabeden daha bilgiliydi.” (Fethu’l-Bari c.8, s.167)
c) İbn Abbas şöyle der: “Allah’a yemin olsun, ilmin dokuzu Ali’ye verilmiştir; onuncu kısımda da diğer insanlarla ortaktır.” (Muhtasar-ı Tuhfe-i İsna Aşeriye)
d) Aişe ise şöyle demiştir: “Ali (a.s), sünnette halkın en bilginiydi.”
Sonuç: İlahi Tayin Yoluyla Halifelik
Bu rivayetler ve tarihî gerçekler göstermektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.a) hilafeti ümmetin seçimine bırakmamış, ilim, adalet ve rehberlik bakımından en üstün olan Hz. Ali’yi (a.s) ilahi emirle halife olarak tayin etmiştir.
İmamiye ekolünün “halifenin ilahi tayini” anlayışı, hem Kur’an’daki “Allah, kullarından dilediğini seçer.” (Kasas, 68) ayetiyle, hem de Hz. Peygamber’in (s.a.a) açık beyanlarıyla desteklenmiştir. Böylece İmam Ali (a.s), hem ilmin kapısı hem de ümmetin hidayet rehberi olmuştur.
Devam Edecek…
tesettürlü escort ,fatih escort ,türbanlı escort ,travesti escort ,taksim escort ,beylikdüzü escort ,çapa escort
halkalı escort ,avrupa yakası escort ,şişli escort ,avcılar escort ,esenyurt escort ,beylikdüzü escort ,mecidiyeköy escort ,istanbul escort ,şirinevler escort ,avcılar escort
