Bugun...


Murtaza Turabi

facebook-paylas
İngiliz Menşe’li İmamet Eleştirisine Cevap (6. Bölüm)
Tarih: 10-03-2025 16:19:00 Güncelleme: 10-03-2025 16:19:00


Bismillahirrahmanirrahim

 

İngiliz Gazetesi İndependent’te “Sünni-Şii ihtilafının temeli hilafet ve imamet konusudur!” başlıklı bir yazıda çeşitli tutarsız iddia ve eleştirilere yer verilmiştir. Biz önceki yazılarımızda yazarın eleştiri ve şüphelerinin birkaçına cevap verdik. Şimdi Allah’ın izniyle geri kalan şüphelerine cevap vereceğiz. İlk önce onun şüphesini -kendi kalemiyle- aktaralım ve sonra cevabına geçelim:

 

7. Şüphe

İndependent Yazarı Sayın Kanaatlı Şöyle diyor:

Ayrıca "siyasi yönetim" konusu, mahiyet ve esas itibarıyla "din" meselesinden farklı bir konudur. Çünkü siyaset, "dünyevi hükümettir!" Yani hükümet meselesi dünyevi bir meseledir. Hükümetin asıl meselesi güvenlik, düşman tehlikesini uzaklaştırmak, toplumsal refahı oluşturmak, kamuya hizmet vs. gibi şeylerdir. Bana göre bu saydıklarım şeyler dinin meselesi değillerdir! Din "ahlaktır!" İnsanın "insanlığını" güçlendirir! İnsanın Allah ile ilişkisini geliştirir. Hasılı din ile siyasetin her birinin, kendine has bir işlem ve görevi vardır. Örneğin, hâkimin "adil" olması gerektiğini söylemiştir! Fakat o hâkim kim olacaktır, hükümet şekli nedir, krallık mıdır, cumhuriyet midir, monarşi midir vs., bunlar Allah'ın işi değildir.

 

Cevap:

Önceden açıkladığımız üzere İndependent yazarı bu yazısında sık sık "din ile siyasetin ayrı olduğu fikrini" üsteleyip duruyor ve bu fikri İslam’la bağdaştırmaya çalışıyor. Ona göre dinin alanı ahlak konularıdır ve yönetim meselesi ise, devlet ve siyaset meselesidir. Dinin buna karışmaması gerekir.

 

Şimdi onun bu fikrini çeşitli yönlerden inceleyelim:

1. Acaba bu fikir İslam’la bağdaşır mı?

 

Cevap:

Dinin elifbasını bilen bir insan, bu tezin İslam’a ters düştüğünü bilir.

Çünkü, Kur’an-ı Kerim devleti ilgilendiren bütün konular hakkında emir ve yükümlükler getirmiştir. Örneğin yargı konusu, hudut, diyet ve kısas konuları, miras ve iktisadi konular, savaş ve barış konuları, toplumsal adaleti tesis etme konusu vs. işte bütün bu konularla ilgili hükümler Kur’an-ı Kerim’de yer alır. Sonra yöneticinin itaati Allah ve Peygamber’e itaatle eş değer bilinmiştir. Yöneticinin kim olduğu konusu da Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Peygamber’in (s.a.a) ve Ehli-i Beyt’in (a.s) hadislerinde açıklanmıştır.  -Elbette Kur'an'da açıklanışı vasıfları belirlemek yoluyla ve hadiste ise, isimle olmuştur. - Aslında Kur'an, peygamberlerin gönderiliş gayesinin tağutların hükümranlığına son verip tevhit ve velayet eksenli adaleti topluma egemen kılmak olduğunu bildirmiştir.

 

Kur’an buyuruyor ki: “Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” (Nahl, 36)

 

Sonra yönetimle ilgili binlerce hadis vardır. Bütün bunlar nasıl görmezlikten gelinebilir.

Kısacası dinle siyasetin ayrı olduğu düşüncesi, dinin bir kısmını alıp diğer kısımlarını bırakmak anlamına gelir ki Kur’an böyle olanların hüsranda olduklarını açıkça beyan etmiştir:

“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?! Sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında ancak rezil olmaktır. Kıyamet gününde ise onlar, en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85)

 

Başka bir ifadeyle dini anlamada temel kaynak olan Kur’an-ı Kerim, sünnet ve bu metinlerin uygulamasını ortaya koyan Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) şu üç alana verdikleri önem siyasetin dinden ayrı olduğu düşüncesinin tamamen geçersiz olduğunu ortaya koyar:

a. Hakimiyet ve hükümdarlar

b. Toplumsal Kanunlar ve uygulamalar

c. Zalimler ve tağutlarla mücadele.

Bu alanlarla ilgili ayetleri görmezlikten gelmek, nerdeyse Kur’an’dan yüzlerce ayeti inkar etmek veya görmezlikten gelmek anlamına gelir.

 

2. Laiklik Fikrinin Ortaya çıkış Ortamı Hristiyanlık Dünyasıdır

Dinle siyasetin ayrı olduğu fikrinin ortaya çıktığı yer Hristiyanlık dünyasıdır. Onu İslam dinine uygulamak büyük bir yanılgı ve basiretsizliktir. Çünkü bu fikir Kilise’nin tahrif edilmiş Hristiyanlık adına yüz yıllar boyunca yürüttükleri zulüm sonucu ortaya çıkmıştır.

 

Kilise'nin kurduğu engizisyon mahkemeleri “Galilei” gibi nice bilginler sırf bilimsel araştırmaları yüzünden hapse mahkûm etmiştir veya İtalyalı bir bilgin olan “Giordano Bruno” gibi bazı bilginler engizisyon mahkemesinde yargılanarak diri diri ateşte yakılmakla cezalandırılmış ya da “Lavoisier” gibi giyotinle başı gövdesinden ayrılmıştır.

 

Kilisenin despotik ve zorbaca egemenliğinin yanında yetersiz ve mantıksız kavramlar ile tahrif olmuş bir Hristiyanlık ve öte taraftan da İncil öğretilerindeki akıl-bilim çatışması, din ile bilim ve modernizmin arasında açık bir çelişkinin meydana gelmesine neden olmuştur. Bu çelişki en sonda bilim ile din alanlarının birbirinden ayrılması ve neticede dinin kenara itilmesine neden olmuştur.

 

Oysa İslam dini bilginlere öteden beri en yüksek toplumsal mevkii vermiş bu da -nedenlerini açıklayacağımız son dönem hariç- Müslümanlar arasında her alanda büyük bilginlerin yetişmesine sebep olmuştur.

 

Son dönemde Müslümanların bilim ve teknik alanında gerilemesinin başlıca sebebi, batının yürüttüğü sömürgeci siyasetten kaynaklanır. Onlar kendi emirlerinde olmayan bilginlerin Müslümanlar arasında yetişmesine engel olmuş ve bugün bile nükleer alandaki Müslüman bilginlere İslam dünyasında suikast ettikleri gibi Müslümanların bilim alanında ilerlemelerine engel olmuşlardır.

 

İslam dini bilimi tavsiye eden ve bilgine saygı göstermeyi emreden bir dindir. Bu dinde hiçbir bilgin buluşlarından dolayı sorgulanmaz, aksine bilim yolundaki çabaları desteklenir.

İslam bilim adamlarının matematik, astronomi, tıp vs. dallarda eserleri doğu ve batı üniversitelerinde yüzyıllar boyunca okutulmuş ve bilimsel ilerlemeye öncülük etmişlerdir. “Cabir b. Hayyan, Harezmi, Farabi, Biruni, Buzcani, İbn-i Sina ve Nasiruddin Tusi” gibi şahsiyetlerin bilime katkıları inkâr edilmesi mümkün olmayan bilim adamlarıdır.

 

Batının tahrif edilmiş din anlayışından kaynaklanan “dinin siyasetten ayrı olduğu” fikrini İslam hakkında da geçerli bilmek ve Müslümanları aldatmaya çalışmak, işte yukarıda açıkladığımız gerçekleri görmezlikten kaynaklanan büyük bir yanılgıdır.

Kısaca tahrif edilmiş Hristiyanlık dinine bir tepki olarak ortaya çıkan bir anlayışı körü körüne İslam hakkında geçerli bilmek, cehaletten öteye geçmez.

 

3. “İslam’ın Mukaddesatını Kirletmeyelim” İddiası

Batılıların öteden beri İslam ülkelerinde yaydıkları “dinin siyasetten ayrılığı” fikrinin önemli sebeplerinden biri, İslam ülkelerinin kaynak ve servetlerini yağmalamalarına engel olan din kaynaklı direnişi kırmaktır. Onların Müslüman ülkeleri sömürmek için kullandıkları bir kılıf da şöyledir:

“Din mukaddes ve ulvi bir kurumdur. Bunun mukaddes oluşunu koruyabilmek için onu dünyevi işlere karıştırmakla kirletmeyelim. Din adamları kutsallıklarını koruyabilmek için bu alanlarla alakadar olamamaları gerekir. Yoksa dinin zayıflamasına ve lekelenmesine sebep olurlar”.

 

Yakın geçmişle ilgili yaygın bir öykü, işte bu kutsallık maskesi altında sömürgecilerin Müslümanların kaynaklarını nasıl yağmalamaya çalıştıklarını göstermek açısından ilginçtir. Bir rivayete göre yıllarca halkın arasında sağır ve dilsiz olarak yaşayıp halkın dilini ve kültürünü iyice öğrenen Mister Çikak isimli bir İNGİLİZ casusu İran’ın petrol bölgesine yakın bölgeye gider. Bu sefer kendisini bir veli olarak tanıtır ve aldatılmaya müsait bazı gafil halkın güvenini kazandıktan sonra rüyamda ben falan veliyi gördüm. O “bu siyah madde var ya (İran’da “neft” denen petrolü kastederek) necistir. Bundan uzak durun, hatta sürekli zikrettiğiniz mukaddes kelimelerin saygınlığını korumanız için bu kelimeyi (petrolü) ağzınıza bile almayın. Bu maddeye talip olanlardan uzak durun” diye onlara telkinde bulunduğu ve sonunda şöyle bir söylemi bir halk deyimi haline getirdiği nakledilir:

تو که مهر علی من دلته،

نفت ملی سی چنته؟"

“Ali’nin sevgisi yüreğinde varsa,

Petrolü millileştirme sevdasına düşmen sana yakışır mı?”

İşte İndependent Yazarı Sayın Kanaatlı’nın üzerinde yoğunlaştığı argümanlardan biri de budur. Dinin kutsallığını korunması için bu işlere karıştırılmaması gerekir. O yazısında “bakın işte Hz. Ali karıştı iyi sonuç alamadı ve yenilgiye uğradı. Bu sahayı dünya ehline bırakmak gerekir. Gerçekte batılılar geçmişte ve günümüzde bu fikirleri yaymaya çalışmakla şunu demek istiyorlar: “İslam devletlerinin yönetimini bizim adayacağımız kuklalara bırakın; bize din adına engel çıkarmayın. Bırakın biz istediğimiz şekilde sizin yer altı ve yer üstü kaynaklarınızdan yararlanalım. Bunu yaparsanız, size kölelik ve uşaklık hakkını vereceğiz. Bize hizmetleriniz karşılıksız kalmayacaktır. En azından biz hegemonyamızı kuruncaya kadar. Size bu hususta güvence veriyoruz” demek istiyorlar.

Bir de sayın yazar dinin tıp alanındaki tavsiyelerini eleştirmiş ve Müslümanların bu alanlara önem verdiği için geri kaldıkları iddiasına yer vermiştir.

 

O şöyle diyor:

“Çünkü Müslümanlar her şeylerini şeriattan alıyorlar! Rivayetlere gidiyorlar, tıbbı Nebi, tıbbı Sadık, tıbbı Rıza, tıbbı Ali vs. gibi şeyler, insanın aklını dondurur ve işlevsiz hale getirir.”

 

Bu da işte yazarın tutarsızlığının ve basiretsizliğinin başka bir emaresidir.

Evvela şimdiye kadar hiçbir din mercii alim ve müçtehit tıp ilmine önem verilmemesini, hastaların yeni tıp alanında uzman doktorlara başvurulmamalarını söylememiştir.

Aksine tıp ilmi, İslam’da fıkıh ilmi dercesine çıkarılarak ilimler ikidir. “Din ilmi ve tip ilmi” denilerek ona büyük bir önem verilmiştir.

Şia’nın bütün büyük taklit mercileri yeni tıpla tedavinin -sakıncasız olması bir yana- bunun insanın sağlığı için gerekli olduğu durumlarda farz olduğuna fetva vermişlerdir.

 

Bizzat Masum İmamların (a.s) kendi dönemlerindeki tabiplere başvurdukları ve büyük taklit merciilerinin gerektiğinde doktorlara müracaat ettikleri bilinen bir gerçektir. Şia olsun, Ehl-i Sünnet olsun, bütün din mercii ve alimlerin tutumu bu alanda farksızdır.

 

Onun sıraladığı “tıbbı Nebi, tıbbı Sadık, tıbbı Rıza” gibi kitaplara gelince, bu kitaplarda yer alan rivayetler senet yönünden zayıf oldukları için İslam uleması tarafından bunların içerikleri önemsenmemiş ve uyulması hakkında herhangi müstehap derecesinde bir tavsiye bile yoktur.

Senet yönünden sahih olanlarının da muhatabın durumuna göre verilen bir reçete olduğu göz önüne alınarak, bir genellemeye gidilemeyeceğini öteden beri fakihlerimiz söylemişlerdir.  Bk. Şeyh Saduk İtikatlar kitabı.

Ancak bu söylediklerimiz dinin sağlık alanına önem vermediği anlamına gelmez. İslam dininin sağlık alanında ayetlerde ve sahih senetli hadislerde yer alan altın harflerle yazılması ve İslam’a iftihar sayılacak tavsiyeleri vardır. Örneğin Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

“Yiyin için ama aşırı gitmeyin” (A’raf, 31)

“Ey elçiler! Temiz şeyleri yiyin ve iyi işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı bilmekteyim” (Müminun, 51)

Ve Hz. Resullah’ın (s.a.a) Mısvak’a (dişleri fırçalamaya) tavsiye etmesi, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) şu sözü “Mide her hastalığın yuvasıdır. Ve her ilacın başı da perhizdir” ve taharet, gusül ve abdestle ilgili hükümler bu türden hükümlerdir.

 

İslam bu tavsiyelerinin yanı sıra, hastalandığında Müslümanların doktora başvurmalarına engel olmamış, bilakis bunu önemli durumlarda farz bile bilmiştir.

Ancak şunu hatırlatmakta da yarar vardır: Bugün alternatif ve geleneksel tıp olayı bütün dünyada hızla yayılan ve bütün modern devletlerce de desteklenen bir olaydır. İstatistiklere göre Kanada halkının % 70’i ve İsviçre halkının % 49’u geleneksel tıbbi tercih ediyorlar. Amerika hastanelerinin % 20’sinde geleneksel tıp bölümü açılmıştır. Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri bitkisel ilaç üretme ve geleneksel tıbba yönelmede şimdi öncü ülkeler arasında yer alıyorlar. Dünyanın önem verdiği bir alanı sırf İslam’da yer aldığı için küçümsemek kişinin aşağılık kompleksine duçar olduğunun bir göstergesi sayılmaz mı?

 

Kısacası İslam dini asla pozitif bilimlere ve tekniğe karşı değildir. Bunun aksini iddia etmek büyük bir iftira ve yalandır. İslam’ın gerçek manada egemen olduğu yerde bilimde devasa gelişmeler kaydedilmiştir.

 

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki dini siyasetten ayırmak Amerika ve Avrupa’nın sömürgeci siyaseti çerçevesinde gerçekleştirilen bir çabadır. Başka bir ifadeyle bilimsel ilerleme kaydetmek adı altında “dinin siyasetten ayrılığı” fikrini yaymak, Batı emperyalizminin uydurduğu bir yalandır. Bunun ilerleme veya gerilemeyle bir alakası yoktur. 

Buna göre bu alandaki teori ve fikirlerin İslam düşmanı İngiliz gazetesi İndipendent’te yayınlanmasına asla şaşırmamak gerekir.

 

Velhamdulillah rabbilalemin.

 

Devam Edecek…



Bu yazı 133 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI