Bugun...



Okul ve Medrese Görmemiş Ama..

Bütün Ehlibeyt İmamları kurtuluş gemisidir ve hepsi insanı maksada ulaştırır; ancak...

facebook-paylas
Tarih: 04-11-2019 13:59

Okul ve Medrese Görmemiş Ama..

 

Ne mektep görmüş, ne medrese; ama Allah'ın lütfuyla tevhit ve irfanda büyük makamlara ulaşmış büyük ariflerden birisidir Merhum Hacı Mirza Muhammed İsmail Dulabî. Medrese eğitimi almadı, daha doğrusu alamadı; ancak buna rağmen ilmin peşini bırakmadı, böylece nice büyük ilim ve irfan erbabının huzuruna varma şerefine nail olup, yolu ve hakikati onlardan öğrendi. Hitabet sanatı dersi almadı, fakat konuşması o kadar güzel, cazip, etkili ve çekiciydi ki, uzak-yakın her sınıftan insan onun derslerine ve sohbet halkasına iştirak etmek için can atıyordu. 
 
Peki, temel bilgilerden yoksun, hiç eğitim almayan bu ruhu pak ve zamiri aydın kimse nasıl oldu da irfanda böylesine büyük makamlar elde edebildi? Neydi, büyük âlimlerin bile ulaşamadığı veya zorluklarla ulaştığı mesafeleri eğitimsiz, kolay ve hızlı kat etmesindeki sebep?
 
Kendisi anlatır:
 
- Gençlik dönemimde babamın eşliğinde Necef'e Hz. Ali'nin (a.s) türbesini ziyarete gitmiştim. O dönemde dinî maarif ve bilgileri öğrenmek için büyük özlem taşıyordum, ilme susamış bir ruhum vardı. Çok istekliydim, Necef'te kalıp eğitim almak için can atıyordum. Ne var ki babam çok yaşlıydı ve işlerinde kendisine benden başka yardım edecek kimsesi de yoktu; o nedenle benim Necef'te kalıp ders okumama razı değildi.
 
Babamın bu işe rıza göstermemesi beni çok üzmüştü, İmam Ali'nin (a.s) türbesine müşerref oldum. Saatlerce yalvardım, yakardım, Hz. Ali (a.)saracılığıyla Allah'tan yardım diledim. Çok ağladım, sızladım, İmam'ın türbesinde Allah'a yönelip dualar ettim; ya canımı al ya burada da kalıp ilim almamı sağlayan kapıyı aç yüzüme, dedim.
 
Ertesi gün dışarı çıktım ve tek tek Necef ulemasının evine gittim, durumumu izah ettim, kendilerinden bana yardımcı olmalarını istedim. Hepsi bir ağız olmuş gibi aynı sözü söylediler bana: "Senin görevin babanı razı etmektir. Hizmetinde olmak ve ona yardım etmek için babanla birlikte İran'a dönmelisin."
 
Ne dualarım bir fayda sağlamıştı bana, ne de âlimlere yalvarmalarım. Mecbur babamın yanına döndüm. Ardından Necef'ten çıkıp Kerbela'ya gittik. İmam Hüseyin'in (a.s) türbesinde mübarek kabrinin başı ucunda oturup çokça ağladım, dualar ettim. Ağladıkça ruhum bir başka oluyordu burada, bir huzur ve rahatlama hissediyordum. Ve orada kalbimde sanki bir şeyler olduğunu hissettim... 
 
Artık dönüş vaktimiz gelmişti ve ben büyük bir üzüntü içinde sırf babamın rızası olmadığı için İran'a dönme zorunda kalmış, büyük bir hasretle memlekete dönüş hazırlığı yapıyorduk. Fakat yola çıktığımızda içimde artık hiçbir sıkıntı ve üzüntünün olmadığını gördüm; öyle ki yolda her yanımı bir mutluluk kaplamışçasına hızla yürüyor ve kervandakilerden, babamdan bile öne geçiyordum.
 
Nihayet Tahran'ın yakınlarında olan Dulab köyümüze gelip vardık. Evde bazı manevî hisler, mükaşefeler yaşamaya başladım...
 
Bir müddet sonra sırasıyla dört büyük ahlak ve irfan âlimiyle tanışma ve huzurlarında eğitim alma imkânına kavuştum ki onlardan biri de Merhum Ayetullah Şahabadî (İmam Humeyni'nin irfan üstadı) idi. İşte böylece büyük üstatların derslerinde hazır oldum, huzuru buldum ve tevhit yoluna girdim...
 
Evet, okuduğunuz, duyduğunuz bu saf, sade ve köylü görünen bu büyük arif tüm bunları, elde ettiği bütün ilahî makamları iki şeye borçluydu: Babasının rızası, İmam Hüseyin'e (a.s) olan aşkı...
 
Kendisi diyor zaten hadisten yola çıkarak: "Bütün Ehlibeyt İmamları kurtuluş gemisidir ve hepsi insanı maksada ulaştırır; ancak Hüseyin (a.s) gemisi daha geniş ve daha hızlıdır, maksada vardırmada çok daha seridir. Emin olun, İmam Hüseyin (a.s) kapısından manevî seyrini başlatan kimse çok çabuk maksadına varır."
Ne mektep görmüş, ne medrese; ama Allah'ın lütfuyla tevhit ve irfanda büyük makamlara ulaşmış büyük ariflerden birisidir Merhum Hacı Mirza Muhammed İsmail Dulabî. Medrese eğitimi almadı, daha doğrusu alamadı; ancak buna rağmen ilmin peşini bırakmadı, böylece nice büyük ilim ve irfan erbabının huzuruna varma şerefine nail olup, yolu ve hakikati onlardan öğrendi. Hitabet sanatı dersi almadı, fakat konuşması o kadar güzel, cazip, etkili ve çekiciydi ki, uzak-yakın her sınıftan insan onun derslerine ve sohbet halkasına iştirak etmek için can atıyordu. 
 
Peki, temel bilgilerden yoksun, hiç eğitim almayan bu ruhu pak ve zamiri aydın kimse nasıl oldu da irfanda böylesine büyük makamlar elde edebildi? Neydi, büyük âlimlerin bile ulaşamadığı veya zorluklarla ulaştığı mesafeleri eğitimsiz, kolay ve hızlı kat etmesindeki sebep?
 
Kendisi anlatır:
 
- Gençlik dönemimde babamın eşliğinde Necef'e Hz. Ali'nin (a.s) türbesini ziyarete gitmiştim. O dönemde dinî maarif ve bilgileri öğrenmek için büyük özlem taşıyordum, ilme susamış bir ruhum vardı. Çok istekliydim, Necef'te kalıp eğitim almak için can atıyordum. Ne var ki babam çok yaşlıydı ve işlerinde kendisine benden başka yardım edecek kimsesi de yoktu; o nedenle benim Necef'te kalıp ders okumama razı değildi.
 
Babamın bu işe rıza göstermemesi beni çok üzmüştü, İmam Ali'nin (a.s) türbesine müşerref oldum. Saatlerce yalvardım, yakardım, Hz. Ali (a.)saracılığıyla Allah'tan yardım diledim. Çok ağladım, sızladım, İmam'ın türbesinde Allah'a yönelip dualar ettim; ya canımı al ya burada da kalıp ilim almamı sağlayan kapıyı aç yüzüme, dedim.
 
Ertesi gün dışarı çıktım ve tek tek Necef ulemasının evine gittim, durumumu izah ettim, kendilerinden bana yardımcı olmalarını istedim. Hepsi bir ağız olmuş gibi aynı sözü söylediler bana: "Senin görevin babanı razı etmektir. Hizmetinde olmak ve ona yardım etmek için babanla birlikte İran'a dönmelisin."
 
Ne dualarım bir fayda sağlamıştı bana, ne de âlimlere yalvarmalarım. Mecbur babamın yanına döndüm. Ardından Necef'ten çıkıp Kerbela'ya gittik. İmam Hüseyin'in (a.s) türbesinde mübarek kabrinin başı ucunda oturup çokça ağladım, dualar ettim. Ağladıkça ruhum bir başka oluyordu burada, bir huzur ve rahatlama hissediyordum. Ve orada kalbimde sanki bir şeyler olduğunu hissettim... 
 
Artık dönüş vaktimiz gelmişti ve ben büyük bir üzüntü içinde sırf babamın rızası olmadığı için İran'a dönme zorunda kalmış, büyük bir hasretle memlekete dönüş hazırlığı yapıyorduk. Fakat yola çıktığımızda içimde artık hiçbir sıkıntı ve üzüntünün olmadığını gördüm; öyle ki yolda her yanımı bir mutluluk kaplamışçasına hızla yürüyor ve kervandakilerden, babamdan bile öne geçiyordum.
 
Nihayet Tahran'ın yakınlarında olan Dulab köyümüze gelip vardık. Evde bazı manevî hisler, mükaşefeler yaşamaya başladım...
 
Bir müddet sonra sırasıyla dört büyük ahlak ve irfan âlimiyle tanışma ve huzurlarında eğitim alma imkânına kavuştum ki onlardan biri de Merhum Ayetullah Şahabadî (İmam Humeyni'nin irfan üstadı) idi. İşte böylece büyük üstatların derslerinde hazır oldum, huzuru buldum ve tevhit yoluna girdim...
 
Evet, okuduğunuz, duyduğunuz bu saf, sade ve köylü görünen bu büyük arif tüm bunları, elde ettiği bütün ilahî makamları iki şeye borçluydu: Babasının rızası, İmam Hüseyin'e (a.s) olan aşkı...
 
Kendisi diyor zaten hadisten yola çıkarak: "Bütün Ehlibeyt İmamları kurtuluş gemisidir ve hepsi insanı maksada ulaştırır; ancak Hüseyin (a.s) gemisi daha geniş ve daha hızlıdır, maksada vardırmada çok daha seridir. Emin olun, İmam Hüseyin (a.s) kapısından manevî seyrini başlatan kimse çok çabuk maksadına varır."



Kaynak: Ehlader Araştırma Bölümü

Bu haber 331 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAŞAM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI