xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
Bugun...



Hz. Zehra'nın (s.a) Fedek Hutbesi'nin Şerhi - 4

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 27-11-2024 15:40

Hz. Zehra'nın (s.a) Fedek Hutbesi'nin Şerhi - 4

İlahi Ceza ve Sevabın Felsefesi

Hz. Zehra (s.a) sözlerine şöyle devam ediyor:

إلا تَثْبیتاً لِحِکْمَتِهِ

"Meğer hikmetinin sabit olması, pekişmesi için" yani bu varlıkların yaratılışı O'nun hikmetini pekiştirmek içindi. Hikmet, bir şeye güç sahibi olmak anlamına gelir; ancak bunun maslahat ve uygunluk içinde olması gerekir. Burada Hz. Zehra (s.a), ilahi hikmetin bir anlamda yaratılışı gerektirdiğini ve aynı zamanda Allah'ın lütfu ve cömertliğinin de yaratılışı gerektirdiğini söylemektedir. Tüm bunlar, hikmetini ortaya çıkarması ve göstermesi gerektiğini ima eder; aksi takdirde cimri olacaktır. Yani maslahat gerektirdiği ve yapma gücü olduğu halde yapmamak cimriliktir. Dolayısıyla Allah, varlıkları yaratarak kendinin hekim ve hikmetli olduğunu kanıtladı ve gösterdi.

وَ تَنْبیهاً عَلیٰ طٰاعَتِهِ

"Ve O'na itaati fark ettirmek için". Allah, bizi O'na itaate uyanık kılmak için yarattı. Burada iki soru ortaya çıkıyor: Birincisi, "Allah'a itaat etmek zorunlu mu, kendimize dayatılan bir şey mi?" İkincisi, "İbadetimiz zorunlu mu?"

Bildiğiniz gibi itaat ile ibadet farklı şeylerdir. İtaat, boyun eğme anlamına gelirken, ibadet sadece tapınma eylemidir ve içinde huşu, saygı ve boyun eğme barındırır.

 

Hz. Zehra'nın (s.a) birinci soruya cevabı şöyledir: İtaat zorunlu değildir, aksine insan itaate fıtraten meyillidir. Yani Allah'a itaat insanın doğasında vardır ve Allah'a karşı gelme zorunlu bir eylemdir. Belki bunu şimdiye kadar böyle duymamışsınızdır ki itaat zorunlu değildir ve günah insana dayatılır. Çünkü insan, Allah'ın kendisinin ve tüm varlıkların yaratıcısı olduğunu, her şeyin O'ndan geldiğini ve her yaptığının hikmet ve maslahat üzere olduğunu anladığında, özünde böyle bir varlığa itaat etme arzusu vardır.

Günlük hayatta, bir kişinin tüm sorunlarımızı çözebileceğini, hayrımızı istediğini ve bunu yapma gücüne sahip olduğunu fark edersek, ona tamamıyla itaat ederiz ve kendi gücümüze güvenmeyiz.

Dolayısıyla insan, yüce Allah'ın kendisinin ve tüm varlıkların yaratıcısı olduğunu, hikmet ve maslahat üzerine iş yaptığını ve yaratılış düzeninin güç ve maslahatın ortaya çıkması için olduğunu anladığında, kendi özgür iradesini O'na teslim eder.

Hz. Zehra (s.a), güzel bir ifadeyle "Ona itaati fark ettirmek için" diyor ki, bu Allah'a itaatin doğal olduğu ve eğer unutulmuşsa, tekrar hatırlatılması gerektiği anlamına geliyor.

 

وَ إظْهٰاراً لقُدْرَتِهِ

"Ve kendi gücünü açığa çıkarmak için". Bir varlığın tanımını yapan şey onun gücü ve yeteneğidir. Eğer biri kendisini tanıtmak isterse, ne yapar? Kendisini tanıtmak için elinden gelenin tamamını ortaya koyar. Yani Allah da varlıkları yaratarak kendi gücünü açık ve net bir şekilde gösteriyor.

Kutsi bir hadiste de şöyle gelmiştir:

کُنْتُ کَنْزاً مَخْفِیاً فَأَحْبَبْتُ أَنْ اُعْرَفْ فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِکَی اُعْرَفْ

"Gizli bir hazine idim, tanınmak istedim ve bu yüzden varlıkları yarattım ki tanınayım." [1] Burada da Allah, kendisini gösterir ki onu tanısınlar.

 

وَ تَعَبُّداً لِبَرِیَّتِهِ

"Ve yarattıklarına kulluk ettirmek için". Burada ikinci soruya şöyle cevap veriliyor: Kulluk ve ibadet fıtri bir emirdir. Sadece bizim ve sizin için değil, tüm şuur sahibi varlıkların fıtratında vardır ve tüm şuur sahibi varlıklar kulluk etmeye meyillidir. Önceki ifadeyle bu ifade arasında bir bağlantı hissediyorum: Önceki kısımda yaratılışla gücünü göstererek kendisini tanıtmak istiyordu, bu kısımda ise yarattıklarının onu tapınmasını sağlamak istiyor. Dolayısıyla aralarında şöyle bir bağlantı var: Her şuur sahibi varlık büyüklük ve gücü fark ettiğinde şartsız boyun eğiyor. Yani insan, gücün, nimetin ve cömertliğin karşısında boyun eğer ki, bu aslında tapınmanın özüdür. Tapınma, insanı boyun eğmeye ve saygı duymaya iter. Elbette ibadetin bir dış görünümü ve bir de iç özü vardır. Boyun eğme, saygı ve teslimiyet ibadetin dış görünümüdür. İşte bu kulluk ve tapınma kulların olgunlaşmasına ve yükselmesine neden olur ve aslında kendisi yaratılışın amacıdır. Nitekim ayet-i şerife’de şöyle buyruluyor:

وَ ما خَلَقْتُ الْجِنَّ وَ الإنْسَ اِلا لِیَعْبُدُونِ

"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." [2]

Hatta ibadetlerin zirvesi olan namazın bile bir dış görünümü ve bir de iç özü vardır. Dış görünümü boyun eğme ve saygı iken, iç özü özgürleşme, yükselme ve yücelik demektir.

Bir hadiste şöyle buyrulur:

اَلْعُبُودِیّةُ جِوهَرةٌ کُنْهُهَا الرُّبُوبِیَّة

"Kulluk, özünde Rablik gizli olan değerli bir cevherdir." [3] Yani tapınma öyle değerli bir cevherdir ki onun özü ve derinliği özgürlük ve Rabliktir. Dış görünümü kulluk, iç özü ise Rabliktir; bir bakıma ilahi olandır. Zira gerçek ibadette insan, varlığın merkezi noktasına bakarak tüm gayri ilahi otoriteleri ilahi otoritenin içinde yok eder ve ortadan kaldırır. Dolayısıyla ibadette görünürde kulluk zincirini boynumuza geçiriyoruz; ancak gerçekte kendimizi tüm gayri ilahi kulluk biçimlerinden kurtarıyoruz. Bu nedenle ibadet, dış görünümü kulluk, iç özü özgürlük olan ve sonuçta yaratılmışın kulluk boyunduruğunu boynundan çıkarma eylemidir.

 

وَ إِعْزازاً لِدَعْوَتِهِ

"Ve çağrısını yüceltmek için". "İ'zaz" (İzzetlendirme) terim olarak güçlendirme ve sağlamlaştırma anlamına gelir. Peygamberlerin gelerek insanlığı Allah'a davet ettiği konusunda şüphe yoktur. Ancak her davetin bir dayanağa, delile ve kanıta ihtiyacı vardır. Şimdi nübüvvetin dayanağı nedir? İşte Allah'ın yarattığı bu yaratılış düzenidir. Hz. Zehra'nın (s.a) nübüvvetin bağlantısını tevhitle açıklaması çok güzeldir. Yani en iyi delil ve dayanak, varlık ve yaratılış düzenidir ki buna "ibda" (yaratma) denilmiştir. Başka bir ifadeyle, yaratılış ve yaratılmışın yüce Allah'a muhtaçlığı, peygamberlerin davetinin en büyük dayanağıdır.

 

İlahi Sevap ve Cezanın Felsefesi:

ثُمَّ جَعَلَ الثَّوٰابَ عَلی طاعَتِهِ وَ وَضَعَ الْعِقابَ عَلی مَعْصِیَتِهِ

"Sonra itaat için sevabı ve masiyet (günah) için cezayı koydu."

Eğer dikkat ederseniz, Hz. Zehra (s.a) adım adım tevhitten nübüvvete, nübüvvetten de meada ilerliyor ve aynı bir ipte toplanan tesbihin taneleri gibi, tüm bu konuları birbiriyle ilişkili olarak ele alıyor. Daha önce itaat ve ibadetin insan fıtratına uygun olduğu söylenmişti. Şimdi Allah'ın fıtrata uygun amel için sevap vermesi, O'nun lütfudur.

ذِیادَةً لِعِبادِهِ عَنْ نَقِمَتِهِ

"Kullarını çirkin işlerden alıkoymak için". Bu mantıksal bir yaklaşımdır. Biz de insanları bir eyleme teşvik etmek veya eylemden alıkoymak istediğimizde iki yol izleriz: Önce teşvik ve eğer olmadıysa tehdit. Akıl da bunu gerektirir. Bu ifadelerde de önce "itaati için sevabı koydu" yani teşvik ve ödül vardır. Eğer ödülle olmazsa, "son ilaç dağlama" prensibiyle tehdit gelir. Peki bu teşvik ve tehditler nedir?

حِیٰاشَةً لَهُمْ إِلی جَنَّتِهِ

"Onları cennetine yöneltmek için". Allah herkesi cennete götürmek istiyor. Allah "Sizin cennete gitmeniz benim seçimimdir. Ama cehennem sizin seçiminizdir" diyor. Bu durumda şunu bilin ki Allah herkesi cennete götürmek istiyor. Biz kendimiz cennete gitmek istemiyoruz ve cehennemi seçiyoruz. Elbette Allah bizim için cennetten daha yukarı bir mertebeyi istiyor ki o da kendisine yakınlıktır. Cennetin mertebeleri vardır ve bunlar kulluk derecesine göredir. Ama kaçan ve uzaklaşan bizleriz. O halde "Neden Allah beni cehenneme götürüyor?" deme. Allah seni cehenneme götürmek istemiyor; senin kendin cehenneme gitmek istiyorsun ve sonucuna da sen katlanacaksın. Yani cehennemlikler neden cehenneme gittiklerinin hesabını vermelidir; çünkü Allah, kimseyi cehenneme götürmek istemiyor.

 

Hz. Zehra (s.a) hutbenin devamında şöyle buyuruyor:

Hz. Peygamber’in (s.a.a) Kulluk ve Risaletine Şahitlik

وَ أشْهَدُ أنَّ أبی مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

"Ve şahitlik ederim ki babam Muhammed Allah'ın kulu ve elçisiydi." Hz. Zehra (s.a) burada "Ebi" kelimesi yani "babam" ile kendisini tanıttıktan sonra değerli babaları için iki sıfat ortaya koyuyor. Bu iki sıfattan biri kulluk, diğeri ise onun peygamberliğidir; yani babam Allah'ın elçisidir. Onun kulluğu, peygamberliğinden öndedir ve peygamberliğin nedeni ve temeli aynı kulluktur. Bu, Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de Resul-i Ekrem'e (s.a.a) ifade ettiği sıfattır:

سُبْحانَ الَّذی اَسْری بِعَبْدِهِ لَیْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرامِ إِلَی الْمَسْجِدِ الْأقْصی

"Münezzehtir kulunu geceleyin Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya götüren" [4]

Yani peygamberin kulluğu. Bu, yakınlık mertebesinin doğrudan kullukla ilgili olduğunu, yani kulluk ne kadar yüksekse yakınlığın da o kadar fazla olduğunu gösteriyor. Manevi dereceler konusunda da aynı kulluk söz konusudur. Kulluk ne kadar derin ve yüksekse, mertebe ve derece de o kadar yüksek ve ulvi olur. Hazretin sonraki ifadesi yine bu anlamı dile getiriyor:

اِخْتٰارَهُ وَ انْتَجَبَهُ قَبْلَ أَنْ اَرْسَلَهُ

"Onu seçti ve ayırdı gönderilmeden önce". Allah, ona peygamberlik vermeden önce babamı seçti ve tercih etti. Burada bazıları 'seçimi' ve 'tercih etmeyi' eşit sayarak aynı anlamda kullanıyor; ancak bana göre bu iki ifade arasında ince bir fark vardır. Örneğin, biz insanlar arasında baktığımız çeşitli şeyler arasında gözümüzü bir şey çeker. Yani onu seçeriz ve ardından onu ayırırız, yani diğerlerinden ayrı tutarız. Burada da "İhtarehu" yani tüm varlıklar arasında göze çarpanı seçme ve sonra "İntecebehu" onu ayırma anlamına gelir.

وَ سَمَّاهُ قَبْلَ اَنْ إجْتَبٰاهُ

"Gönderilmeden önce adını koydu". Yani, onu gözlem altına alma anında onu zikrediyor, onu ayırmadan önce. Burada iki olasılık vardir: Birincisi, maksat şudur ki, Hz. Peygamber’in (s.a.a) mukaddes adını, bu dünyaya gelmeden ve tebligatı başlamadan önce bütün peygamberlere tanıttığıdır. İkincisi, Allah'ın Hz. Peygamber’i (s.a.a) bu dünyaya getirmeden ve peygamberlik görevine atamadan önce ona "Muhammed" ismini seçmiş olmasıdır.

وَ اصْطَفاهُ قَبْلَ أنْ إبْتَعَثَهُ

"Gönderilmeden önce onu seçti". Bazıları Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu dünyaya geldiğini ve sonra peygamberlik göreviyle görevlendirildiğini düşünüyor. Ama bu durumun yüzeysel bir anlamı var. Hz. Zehra (s.a), bu görünüşün bir derinliği olduğunu söylüyor. Yani Allah onu kendisi için seçmiştir. Yani Allah, alemin genelinde benim babamdan daha üstün bir varlık yaratmamıştır.

 

Devam Edecek…

 

Ayetullah Müçteba Tahrani

 

------------

[1]- İhkakü’l Hak, c.1, s.431.

[2]- Zariyat suresi, 56.

[3]- Misbahü'ş-Şeria ve Miftahü'l-Hakika, 100. bab.

[4]- İsra suresi, 1.




Bu haber 390 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EHLİBEYT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI