xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
Bugun...



Hz. Zehra'nın (s.a) Fedek Hutbesi'nin Şerhi - 3

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 25-11-2024 16:32

Hz. Zehra'nın (s.a) Fedek Hutbesi'nin Şerhi - 3

Allah'ın Birliğine Şehadet

Şükür, Nimetin Artma Sebebidir

Hz. Zehra (a.s) şöyle buyuruyor:

وَ اسْتَحْمَدَ اِلَی الْخَلائِقِ بِإِجْزالِها

"Ve Allah, bol nimetleri karşılığında yaratılmışlardan hamd talep etmiştir." [1]

Buradaki "iczal" kelimesi "çoğaltmak" anlamındadır. Yani Allah, nimetlerinin artması için kullarından hamd istemektedir. Hamd, övgü demektir; övgü sadece kemal karşısında yapılır ve tüm kemaller de Allah'a mahsustur.

Cömertlik ve kerem sahibi olan kimse, insana bir şey bağışlar. Bazen bu eylem için teşekkür edilir. Yani kişiye yapılan bağış ve ihsan için teşekkür edilir. Bazen de o kişinin güzel sıfatı övülür. Bu artık teşekkür değil, o kişide bulunan cömertlik ve kerem sıfatına yönelik bir övgüdür. Bu sıfat, eylemin kaynağıdır.

Sonra Hz. Zehra (s.a) şöyle buyurdu: "Allah, nimetlerini artırmak için kullarından hamd talep etmiştir".

 

وَثَنّی بِالنَّدْبِ إِلی أمْثالِها

"Ve benzerlerine davet ederek ikiye katladı." [2] Allah sizi bu nimetlerin benzerlerine tekrar davet etmiştir. Öncesinde "Nedb" (davet) kelimesi kullanıldığı için Hz. Zehra (s.a) burada da aynı kelimeyi tekrarlamıştır. Peki bu nimetlerin benzerleri ne demektir? Bazı büyükler bunun şu anlama geldiğini düşünmüştür: Allah size sadece dünyevi nimetler vermek istemiyor, aynı zamanda uhrevi nimetler de vermek istiyor. Yani geçici olmayan, kalıcı nimetler. Bu nimetler itaat ve ibadetlerle elde edilir. Yani salih ve güzel ameller yapmakla. Eğer bunları yaparsanız, Allah size benzerlerini verir.

Şimdi şu akli konu ortaya çıkıyor ki, acaba uhrevi nimetler dünyevi nimetlere benzer mi ki "benzerler" kelimesi kullanılsın? Çoğunluk bu nimetlerin hem dünyevi ve hem uhrevi olduğu sonucuna varmıştır. 'Allah'ın lütuflarındaki cömertliğine işaret eder' şekilde, dünyevi nimetlerde benzerlerini çeşitli şekillerde verir.

Ancak şu ihtimal de verilebilir: Allah'a yönelik övgü ve hamdimizle, kalbi, sözlü ve ameli şükür ve minnettarlığımızla nimetlerini artırabilir. Bu şükrün kendisi nimetlerin artmasına vesile olur.

 

Amelde İhlas, Tevhidin Meyvesidir

وَ أشْهَدُ أَنْ لا اِلهَ اِلا اللّهُ وَحْدَهُ لاشَريكَ لَهُ

"Ve şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir ve ortağı yoktur." [3] Hz. Zehra (s.a) Allah'a hamd ve övgüden sonra, tevhidi ikrar etmeye geçiyor ve tüm sıfatları kendinde toplayan ve ortağı olmayan Allah-u Teâla'dan başka ilah olmadığına şahitlik ediyor.

كَلِمةٌ جَعَلَ الإِخْلاصَ تَأْويلَها

"[Bu] öyle bir kelimedir ki Allah onun tevilini ihlas kılmıştır." [4] Yani Allah bu "tevhid" kelimesi için bir tevil belirlemiştir. Bu, birliğe şahitliğin sonucu ve tevili, amellerde ihlastır.

Eğer tevhit bir ağaç ise, onun bir meyvesi de vardır. Bu ağacın meyvesi ve semeresi, amelde ihlastır. Zati tevhit, sıfatı tevhit ve fiili tevhidin de bir sonucu vardır ve o da ibadette tevhittir. Meyve veren ve ihlas getiren tevhit, kalbi idraklerden gelen tevhittir. Amelde ihlas, yani amellerimizde başka hiçbir varlığı göz önünde bulundurmamamız demektir. Hz. Zehra'nın (s.a) sonraki cümleleri de bu anlamı desteklemektedir; yani inancın hasıl olması. Çünkü akli tasdikler kalbi inançlardan farklıdır.

Kalbi idrakler, yani kalbin O'nun karşısında herkesin hiç olduğuna inanması demektir. Bu kalbi bir inançtır ve amelde ihlas getirir. Böyle bir insanın amelde riyaya düşmesi imkansızdır. Bu yüzden marifet ehli şöyle diyor: Önce kalbi halis kılmak gerekir; çünkü kalbin halis olması ile amel de halis olur. Kalbin ihlası yani önce kalbini tevhit ehli yap, sonra amelin tevhidi olur. Yani aynı amelde ihlas.

Gerçek mülk sahibi ve hakiki nimet velisinin O olduğu ve herkesin O'nun karşısında hiç olduğu anlamı kalbe girince, "varlıkta Allah'tan başka müessir yoktur" sözünün ifade ettiği zat, sıfat ve fiil tevhidine ulaşırız.

Özetle eğer amellerimizde bir eksiklik görüyorsak, bilelim ki bu eksiklik tevhidimizdedir. Bu tevhitteki eksiklik, "imanın zayıflığı" olarak da ifade edilir. Bu yüzden bazılarının amellerinde ihlas olmamasının sebebi, tevhitlerinin eksik olması, yani Allah'tan başkasını müessir görmeleridir.

 

وَ ضَمَّنَ الْقُلُوبَ مَوْصُوْلَها

"Ve kalpler onun bağlantısını içerir." [5] Bundan maksat, insanların "La ilahe illallah" tevhit kelimesinden anlayışlarının farklı olmasıdır. Mesela Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) "La ilahe illallah" demesi, Hz. İsa (a.s) veya Hz. Musa'nın (a.s) idrakinden farklıdır. Aynı şekilde bu farklılık, bir köylünün idrakine kadar devam eder...

Hz. Zehra'nın (s.a) bu cümlesinde akla gelen çok güzel bir nokta, önceki cümleyle doğrudan bağlantısıdır. Hz. Zehra (s.a) önceki ifadesinde ihlasın "tevhit" kelimesinin sonucu ve tevili olduğunu buyurdu ve tevhidin meyvesi olarak ihlası tanımladı. İhlas da kalbi bir durumdur. Yani amel kalpten ve gönülden kök alır. Öyleyse eğer amel halis olacaksa kalbin halis olması gerekir.

 

Şimdi "Kalbimizi nasıl tevhidi kılabiliriz?" diye bir sorulursa, cevap şudur: Bu tevhidi Allah kalplere yerleştirmiştir ve

وَ ضَمَّنَ الْقُلُوبُ مَوْصُولَها

"Ve kalpler onun bağlantısını içerir" ifadesinin anlamı, bütün kalplerin Hakk'a olan bu bağlılığı barındırdığıdır. Bu, hadislerimizde geçen şu anlamla aynıdır:

كُلُّ مولِودٍ يُولَدُ عَلَی الفِطْرَة

"Her doğan fıtrat üzere doğar"[6] ve

ألْفِطرَةُ هِی التّوحيد

"Fıtrat tevhiddir". [7] Yani Allah bütün kalpleri tevhit üzere yaratmıştır, hatta müşrik, mülhid ve kafirin kalbini bile (en özel anlamıyla).

Ancak mesele şu ki, biz dünyaya adım attığımızda şeytan kalbimizi Allah'ın yerleştirdiği bu tevhitten boşaltır. Yani tevhit senin ve benim kalbimde vardır, onu sonradan sokmaya çalışmıyoruz. Allah kalbini tevhit üzere yaratmış ama sen gidip şeytana tabi oluyorsun. Yani insan kendi kalbini müşrik yapıyor, yoksa kalp tevhit üzeredir.

 

وَ أنارَ فِی التَّفَكُّرِ

"Ve nurlandırmıştır düşüncede" [8]

"onun akledilişini". [9] Allah, 'tevhit' kelimesinden akledilen ölçüde fikirleri nurlandırmıştır. Burada dikkat edin ki bizim bir kalbimiz ve bir aklımız var. Kalp konusunda dedik ki, tevhit birinin kalbine girerse, meyvesi amelde ihlas olur ve Allah, tevhidi tüm insanların kalbine yerleştirmiştir; hiç kimse bundan yoksun değildir. Hz. Zehra'nın (s.a) önceki cümlesi de buna işaret ediyordu, peki ya akıl konusunda? Hz. Zehra (s.a) burada "kalp" konusundan "akıl" konusuna geçiyor ve şöyle buyuruyor: "Kalpte olan bu 'tevhit' kelimesi, senin makul düşünceni nurlandırmıştır".

اَلْفِكْرُ حَرْكَةٌ إلَی الْمَبادِی وَ مِنْ مَبادِی إلَی الْمُرادِ

"Fikir, amaçlardan hedeflere ve hedeflerden amaca doğru bir harekettir." [10]

Fikir nurlanır, fikir de akılla ilgilidir. Peki hangi fikir ve düşünce nurlu ve doğrudur ve hataya düşmez? "Tevhit" kelimesinin desteklediği fikir ve düşünce. "Tevhit" kelimesinden nur almış olan düşünce. Öyleyse tevhidin yol bulduğu kalbin sahibi nurlu bir düşünceye sahiptir ve hata yapmaz. Elbette bu anlam da kişilere ve mertebelere göre değişir ve tevhit kelimesi kişinin kalbinde ne kadar güçlüyse, düşüncesi de o kadar nurludur.

 

Sınırlı Varlık, Sınırsız Kemali İdrak Edemez

اَلْمُمْتَنَعُ مِنَ الأبْصارِ رُؤْيَتُهُ وَ مِنَ الْألْسُنِ صِفَتُهُ

"Gözlerin O'nu görmesi ve dillerin O'nu vasıflandırması imkansızdır." [11] Gözler, O'nu görmeğe ve diller, O'nu olduğu gibi vasıflandıramaya kadir değillerdir. Mesele açıktır. Neden gözler göremez? Çünkü O, cisim değildir. Ve neden diller O'nu olduğu gibi vasıflandıramaz? Çünkü O, sınırsızdır. Dolayısıyla sınırlı olan varlık ve araçlarla sınırsız kemallerin vasıfları tarif edilemez.

وَ مِنَ الأوْهامِ كِيْفِيتَّهُ

"Ve vahimler O'nun keyfiyetini [kavrayamaz]." [12] Vahimler de O'nun hakikatini kavrayamaz. Bu anlamlar ne kadar güzel bir sırayla dizilmiştir. Önce kalp ve akıl, sonra göz, dil ve vahim.

Kalbin idraki vardır, aklın idraki vardır, gözün de idraki vardır ama insanın vahmi de vardır. Hz. Zehra (s.a) şöyle buyuruyor: "Vahim bile O'nun keyfiyetini idrak edemez. Elbette her birinin bir yolu olan akıl ve kalple herkes bir ölçüde ve icmalen O'nu idrak edebilir.

 

Hz. Fatıma'nın Hutbesi, Hz. Ali'nin Sözünün Örneği

Sonraki ifadeyi açıklamadan önce bir noktaya değineceğiz. Eğer Nehcül Belağa'nın ilk hutbesine bakarsanız, Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu görürsünüz:

اَلْحَمْدُلِلّهِ الَّذی لايَبلُغُ مِدْحَتَهُ القائِلُونَ وَ لايُحْصی نَعْماءَهُ الْعادُّونُ وَ لايُؤَدّی حَقَّهُ الْمُجْتَهِدُونَ... اَلَّذی لَيْس لِصِفَتِهِ حدٌّ مَحْدُودٌ وَ لانَعْتٌ مَوْجُودٌ...

"Hamd, konuşanların övgüsüne erişemediği, sayanların nimetlerini sayamadığı ve çaba gösterenlerin hakkını eda edemediği Allah'a mahsustur... O ki, sıfatı için belirli bir sınır ve mevcut bir nitelik yoktur..." [13]

 

İnsan dikkat ettiğinde görür ki Emirü'l-Müminin gerçekten sözün ilahıdır. Şimdi soru şudur ki, acaba Hz. Zehra (s.a) Hz. Ali'nin (a.s) hutbelerini dinlemiş ve onlardan örnek mi almıştı? Burada yeni bir konu söylemek istiyoruz; bu anlamları Hz. Ali (a.s), Hz. Zehra'dan (s.a) almıştı. Biliyoruz zihinlerinize ağır gelebilir ve "neden?" diye sorabilirsiniz. Cevap şudur ki, Hz. Ali'nin (a.s) tüm hutbeleri, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonradır ve Hz. Peygamber'in hayatı boyunca Hz. Ali'nin (a.s) bir tek hutbesi bile yoktur. Ama bu ifadeleri Hz. Zehra (s.a) Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) vefatından birkaç gün sonra söylemiştir. Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Hz. Zehra'ya (s.a) gösterdiği saygının sırrı da budur. O, bu ilahi varlığı tanıyordu ve Hz. Zehra (s.a) için ağlayan Hz. Ali (a.s) de onu tanıyordu.

 

İbda, Madde, Suret ve Şekilde Yenilik

اِبْتَدَعَ الْأشْياءَ لا مِنْ شَی ءٍ كانَ قَبْلَها، وَ أَنْشَأها بِلااِحْتِذاءِ أمْثِلَةٍ امْتَثَلَها

"Eşyayı öncesinde bir şey olmaksızın yoktan var etti ve onları örnek almaksızın inşa etti." [14] Bu bölümde Hz. Zehra (s.a) ilahi yaratılışa, yani "yaratma" meselesine işaret ediyor. Bizim iki türlü yaratmamız vardır: Bazen bir şeyden örnek alarak ve bazen de örnek ve model olmaksızın bir şeyi yaratıyoruz. Hiçbir örnek ve model almadan yaratma ve yapma işine "ibda" (yoktan var etme) denir.

Çünkü ibda veya inşa ile halk (yaratma) arasında fark vardır. İbda etmede örnek yoktur; halk etmenin aksine ki onda yapma ve örnek alma vardır. İbda etmede madde, suret ve şekil hepsi yenidir ama ibda Allah'tan başkasına nispet edilmez. Halk etmenin aksine ki bazen Allah'tan başkasına da nispet edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in ayetinde de gelmiştir:

اَحْسَنُ الْخالِقينَ

"Yaratanların en güzeli." [15] Yani Allah en iyi yaratıcıdır. Öyleyse başkaları da yaratabilir.

 

Allah Mübdi'dir, yani ibda eder. Duymuşsunuzdur, bazen "yenilik" derler; yenilik bazen şekil açısından ve bazen hakikat açısındandır. Bizim yapmamızda üç şey vardır: Madde, suret ve şekil. Beşerî işlerde madde ve suret önceden vardır ve insan, sadece şekilleri değiştirir. İnsanın yeniliği sadece bu kadardır, icatlar da bu sınırda gerçekleşir. Ama Allah, yokluktan madde, suret ve şekli birden yapar ve ortaya çıkarır. Farz edin ki hiçbir malzeme olmayan ve içinde hiçbir şekil bulunmayan bir fabrika var ama bir anda içinde bir şey yapılıyor ve dışarı çıkıyor.

كَوَّنَها بِقُدْرَتِهِ وَ ذَرَأها بِمَشيَّتِهِ

"Onları kudretiyle var etti ve meşiyetiyle yarattı." [16] Allah kudretiyle yarattı ve irade ve meşiyetiyle onları var etti. Yani zahiri sebepler ve illetler müdahil olsa da sonuçta bütün bunlar O'nun kudretiyledir, hatta sebepler ve illetler bile. Çünkü O illetlerin illetidir.

مِنْ غَیْرِ حاجَةٍ إلی تَکْوینِهٰا وَ لافائِدَةٍ لَهُ فی تَصْویرِهٰا

"Onları yaratmaya ihtiyacı olmaksızın ve onlara şekil vermede kendisi için bir fayda olmaksızın." Bu noktada Hz. Zehra (s.a) "yaratılışın amacı" konusuna giriyor. Hz. Zehra (s.a), Allah'ın, varlıkları onlara muhtaç olmadan veya bundan kendisine bir fayda sağlanmadan yarattığını belirttikten sonra, yaratılışın amacına işaret ediyor.

Devam Edecek…

 

Ayetullah Müçteba Tahrani

 

--------

[1]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[2]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[3]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[4]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[5]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[6]- Baharü'l-Envar, c.2, s.88.

[7]- Mir'atu'l-Ukul fi Şerhi Ahbar Âl-i Resul, c.12, s.264, h.21.

[8]- Diğer bir baskıda: fil-Fikir

[9]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[10]- Hacı Molla Hâdi Sebzivârî, Manzume.

[11]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[12]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[13]- Sıbhi Salih, Nehcü'l-Belâğa, s.39.

[14]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.

[15]- Müminun, 14.

[16]- Muhammed Bakır bin Muhammed Taki Meclisi, Biharu'l-Envar el-Cami'atu lid-Durer Ahbaru'l-Eimmetu'l-Athar, 111 ciltli, c.29, s.221.




Bu haber 450 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EHLİBEYT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI