Bugun...



Hz. Ali'nin (a.s) Sorunları - 2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Güncelleme: 15-06-2022 15:36:09 Tarih: 07-06-2022 10:43

Hz. Ali'nin (a.s) Sorunları - 2

Adaletin İcrasında Taviz Yok

İmam Ali'nin (a.s) bir açıdan kendi davranışıyla ve diğer açıdan Müslümanların değişimiyle ilgili diğer sorunları da vardı. İmam Ali (a.s), İslâm hükümlerinin uygulanmasında taviz vermeyen bir kişiydi. Hz. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) sonra İslâm toplumu yıllarca nüfuz sahibi kişilere imtiyaz tanımaya alışkanlık kazanmıştı. Bu konuda İmam Ali (a.s) şaşırtıcı bir sebat sergilemiş ve şöyle demişti:

"Ben adaletten bir kıl ucu kadar sapacak bir kişi değilim." Hatta ashabı gelip, "Azıcık taviz versen ve yumuşak davransan" diyorlardı. Fakat o, onlara şöyle cevap veriyordu:

“Siz benden zulmetme ve zayıf kişilerin hakkını çiğneme pahasına siyasette muvaffakiyet kazanmamı mı istiyorsunuz?! Vallahi! Gece ve gündüz olduğu müddetçe ve gökte bir yıldız hareket ettiği sürece, ben böyle bir şeye razı olmam”.

Siyasette Sadakat ve Netlik

İmam Ali'nin (a.s) hilâfetinin üçüncü sorunu siyasette de gözettiği sadakat ve netlik idi. Bu da dostlarından bazılarının hoşuna gitmiyordu ve onlar şöyle diyorlardı: "Siyasette bu kadar sadakat ve netliğe gerek yoktur ve siyasete biraz hile katmak gerekir. Siyasetin tadı hilekârlıktır." [1]

Hatta bazıları, "Ali siyaset bilmiyor; baksana Muaviye nasıl siyaset yapıyor!" diyorlardı. İmam Ali (a.s) ise, şöyle karşılık veriyordu:

“Vallahi (yanılıyorsunuz), Muaviye benden dahi değildir. O, hilekârdır; fasıktır; ben hile yapmak istemiyorum. Ben hakikat yolundan sapmak, fısk-u fücur işlemek istemiyorum. Allah-u Tebarek ve Teâlâ hilekârlıktan nefret etmeseydi, o zaman dünyanın en zeki ve uyanık adamının Ali olduğunu görürdünüz; hilekârlık fısk-u fücurdur. Böyle fücurlar küfürdür ve ben kıyamet günü hilekârların ellerinde bir bayrak olduğu hâlde haşrolacağını (zahiren aldananların da aldatanların bayrağı altında toplanacaklarını kastediyor) biliyorum."

Bu da İmam Ali'nin (a.s) karşılaştığı diğer bir sorundu.

İmam Ali'nin (a.s) Asıl Sorunu, Haricîler

Burada arzetmek istediğim asıl sorun başkadır. Şimdiye kadar arzettiklerim bu sorun için giriş konumunda idi ve o da şudur ki, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) döneminde, Hazretin oluşturduğu tabaka, bir inkılabı yaşayarak oluşan ve bir grubun bir bayrak altında toplanmasından ibaret değildi.

Hz. Resulullah (s.a.a) bir tabakayı eğitmiş; fakih etmiş; adım adım ileri götürmüş ve İslâmî talim ve terbiyeyi tedricen onların ruhuna yerleştirmişti. Hz. Resulullah (s.a.a) on üç yıl Mekke'de idi. Bu süre içerisinde Kureyş'ten çeşitli işkence, sıkıntı ve zahmetler görmüş, fakat sürekli sabırlı olmayı emretmiştir. Ashabı her ne kadar, "Ey Allah'ın Resulü! Kendimizi savunmamıza izin ver. Ne kadar sabredelim? Bunların bizden ne kadar insanı öldürmesine; işkence etmesine müsaade edelim?! Bizi Hicazın bu kızgın kumları üzerine yatırıp göğsümüze taş bırakmalarına; kırbaçlamalarına ne kadar tahammül edelim?!" dediyse de Hz. Resulullah (s.a.a) cihat ve savunma izni vermiyordu. Sonunda sadece hicret etmeye izin verince, bir grup Habeşistan'a hicret etti ve bu hicretin çok yararı oldu.

Hz. Resulullah (s.a.a) on üç yıl boyunca ne yapıyordu? Eğitim veriyordu; talim ve terbiye ediyordu. Yani İslâm dininin temel çekirdeğini oluşturuyordu. Hicret ettiklerinde belki bin kişi olan o grup, İslâm'ın ruhuyla tanışan ve çoğu İslâm ahlâkını alan kişilerdi. Bir hareketin birinci şartı, talim görmüş, eğitilmiş, hedef ve kurallar doğrultusunda taktiklerle aşina olan bir ekibe sahip olmaktı. Bunlar merkezî bir çekirdek hâline getirilebilir ve daha sonra gelenler bunların öğrencisi olup, kendilerini bunlarla tatbik edebilirlerdi. İslâm'ın muvaffakiyetinin sırrı budur işte.

Dolayısıyla, İmam Ali'yle (a.s) Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) durumu arasındaki farklardan biri, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kâfirlerle, yani apaçık ve perdesiz bir küfürle, açıkça “ben küfrüm” diyen bir küfürle karşı karşıya olmasıydı. Fakat İmam Ali'nin (a.s) perde altındaki küfürle, yani nifakla karşı karşıya olmasıydı. İslâm perdesi altında, kutsallık ve takva perdesi altında, Kur'ân bayrağı ve Kur'ân'ın zahiri altında kâfirlerin hedefini güden bir kavimle karşı karşıyaydı.

İkinci fark şuydu ki, halifelerin döneminde ve özellikle Osman'ın döneminde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) aldığı talim ve terbiyenin peşinden gerektiği gibi gitmediler. Oldukça fazla İslâmî fetihler yapıldı; fetihler tek başına bir şey yapamazdı. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) on üç yıl Mekke'de kaldı ve Müslümanların kendilerini savunmalarına bile müsaade etmedi; çünkü kişiler daha bu savunma ve cihada layık değillerdi. Cihat ve fetihler yapılacaksa da İslâmî kültürün yayılışıyla orantılı ve uyumlu olmalıdır. Yani bir taraftan fetihler yapıldığı gibi, diğer taraftan da onunla orantılı olarak İslâmî kültür de genişlemeli ve yayılmalıydı. Müslüman olan insanlar ve hatta İslâm'a cezp olan kişiler İslâm dininin temel ilkelerini, gerçeklerini ve hedeflerini, İslâm'ın dış görünümü ve çekirdeğini anlamalı, tanımalıdırlar.

Fakat halifelerin dönemindeki bu gaflet sonucu, İslâm dünyasında yaşanan şeylerden biri de İslâm toplumunda İslâm dinini seven; bu dine inanan; fakat sadece İslâm'ın zahirini tanıyan ve İslâm'ın ruhuyla tanışmayan bir tabakanın ortaya çıkmasıdır. Bu tabaka ne kadar kendini zorluyorduysa da, bu, marifet ve İslâm dininin hedeflerini tanıma üzerinde değil, örneğin sadece namaz kılmak üzerinde yoğunlaşıyordu. Fazla secde etmeleri sonucu İslâm dünyasında alınları nasır bağlayan, secdede başlarını (halıya değil) yere, el ve dizlerini toprak ve kumlara bırakıp (bir saat, iki saat ve beş saat kadar) uzun secde yapmaları sonucu ellerinin içi ve diz kapakları nasır bağlayan kutsal görünümlü ve zahit bir tabaka oluştu. İmam Ali (a.s), İbn-i Abbas'ı onların üzerine gönderdiği zaman, onlar İmam Ali'ye (a.s) karşı baş kaldırıp ayaklanınca, İbn-i Abbas gelip onlar hakkında şunları söyledi:

“Çok secde etmeleri sonucu alınları yaralanmış, elleri deve dizleri gibi nasır bağlamış, üzerlerinde zahitler gibi eski gömlekler bulunan, katı simalara sahip olan kişilerdir”.

 

 

-----------------

[1]- Nehcü'l-Belâğa.




Bu haber 500 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EHLİBEYT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI