Bugun...



Yahudilerin Zuhur Asrındaki Rolü-2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 12-08-2022 11:50

Yahudilerin Zuhur Asrındaki Rolü-2

Allah'ın Yahudilere Yönelik Kalıcı Egemenlik Vaadi

Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

“Hani Rabbin şöyle ilan etmişti: "Kıyamet gününe kadar kötü işkenceyi kendilerine tattıracak kimseleri onlara (Yahudilere) gönderecektir." Kuşkusuz, Rabbin çabuk ceza verendir ve kuşkusuz O, çok bağışlayan ve sürekli merhamet edendir. Onları yeryüzünde çeşitli topluluklara böldük. Onlardan bir kısmı iyilerdir, bir kısmı da bunun dışında olanlardır. Belki (hakka) dönerler diye onları iyilikler ve kötülüklerle denedik.” [1]

Bu iki ayetin anlamı şudur: Allah şöyle ilan etmiş, mukadder kılmıştır ki, gelecekte birtakım insanları Yahudilere musallat edecek ve onları kıyamet gününe kadar şiddetli işkenceye tâbi tutacaktır. Çünkü O, çabuk ceza veren, aynı zamanda bağışlayan ve merhamet eden Allah'tır. Allah'ın Yahudilere yönelik cezalarından biri de onları yeryüzünde dağınık kılması ve çeşitli topluluklara bölmesidir. Onların bir bölümü iyi kimseler olurken, bir diğer bölümü de kötü kimselerdir. Bu arada hakka dönüp tövbe etsinler diye onları çeşitli iyilik ve kötülüklerle de deneyecektir.

Musa, Yuşa, Davud ve Süleyman peygamberlerin dönemi hariç, Yahudilere yönelik bu ilâhî vaadin tarihler boyunca gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz. Yüce Allah bu dönemlerde acı azabı kendilerine tattıran çeşitli millet ve kavimleri onlara musallat etmiştir.

Birileri şöyle diyebilir: Evet, Mısır, Babil, Yunan, Fars ve Rum kralları ve diğerleri Yahudilere musallat olup onlara ağır işkenceler etmişlerdir; ama Müslümanlar onlara o şekilde davranmamış, bilakis onların sadece askerî güçlerine karşı galibiyet elde ederek, İslam devleti sınırları içerisinde yaşama isteklerine olumlu yanıt vermiş ve cizye vermeleri şartıyla İslami kurallar sayesinde kendi hak ve özgürlüklerinden yararlanarak hayatlarını sürdürmelerine rıza göstermişlerdir.

Buna karşılık şöyle deriz: Ağır cezanın anlamı; sürekli öldürülmeleri, yurtlarından edilmeleri ve hapse atılmaları değildir. Nitekim İslamiyet'ten önceki nice iktidarlar onlara karşı böyle davranırlardı. Bilakis anlamı; onların, Allah'ın kendilerine egemen kıldığı hükümete askerî ve siyasi anlamda teslim olmalarıdır. Evet, Müslümanlar başkalarına nazaran Yahudilere karşı daha yumuşak davrandılar; fakat Yahudilere egemen olup onları cezalandırmanın somut örneği/mısdağı, Müslümanların Yahudiler üzerindeki hâkimiyetidir.

Bir başkaları da şöyle diyebilir: Evet, Yahudilerin tarihi, Allah'ın vaat ettiği bu cezanın onlara uyarlandığına canlı şahittir. Fakat şu son yüzyılda veya en azından son yarım asırda, Yahudileri cezalandıracak hiçbir kesimin onlara egemen olmadığını, tersine, miladi 1936 yılından beri Filistin ve diğer Müslüman ülkelerde en kötü işkence ve cinayetleri onların işlediğini görüyoruz. O hâlde (yukarıdaki hadis ve ayetlerle çelişen) bu konuyu nasıl tahlil etmek gerekir?

Buna karşılık da şöyle deriz: Yahudilerin hayatının bu dönemi, istisna olarak kabul edilmelidir. Çünkü bu, güç ve iktidara döneceklerine dair Allah'ın İsrâ Suresi'nde onlara vaat ettiği dönemdir:

“Sonra onlara karşı size tekrar devlet (iktidar) veririz, mallar ve oğullarla size yardım ederiz ve sayınızı çoğaltırız.” [2]

Buna göre söz konusu dönem, Yahudilere egemen olma yönündeki genel vaadin dışındadır ve ceza vakitleri geldiğinde Müslümanların eliyle yeniden cezalandırılacaklardır.

Bu konuda Ehlibeyt İmamları'ndan (a.s) nakledilen birçok rivayete göre Yahudilerin ikinci hezimete uğramasına yönelik ilâhî vaat Müslümanların eliyle gerçekleşecektir. “Mecmau'l Beyân” adlı tefsirin yazarı, Yahudilerin ikinci azgınlığının cezalandırılması hakkında müfessirlerin görüş birliği içerisinde olduğunu aktardıktan sonra şöyle diyor:

“Bütün müfessirlere göre onları cezalandıracaklardan maksat, Hz. Muhammed'in (s.a.a) ümmetidir. Bu anlam İmam Muhammed Bakır’dan da (a.s) nakledilmiştir. Nitekim Ali b. İbrahim el-Kummî de kendi tefsirinde Ebu'l-Carud aracılığıyla bu hadisi İmam Muhammed Bakır’dan (a.s) rivayet etmiştir.

Yahudilerin Savaş Ateşinin Söndürülmesi Hakkında Allah'ın Vaadi

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

“Yahudiler, "Allah'ın eli bağlıdır." dediler. Kendi elleri bağlansın ve söyledikleri bu söz yüzünden lanete uğrasınlar! Hayır, O'nun iki eli de açıktır; dilediği gibi bağışta bulunur. Kuşkusuz, Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlık ve inkârını artıracaktır. Biz aralarına kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş için bir ateş körükledilerse, Allah onu söndürdü. Yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozgunculuk çıkaranları sevmez.” [3]

Bu, Yahudilerin körüklediği -ister bizzat kendilerinin çıkardığı ya da başkalarını tahrik etmek suretiyle çıkmasına sebep olduğu- savaş ateşlerini söndürme yönündeki Allah'ın vaadidir. "Ne zaman savaş için bir ateş körükledilerse…" ifadesini de göz önünde bulundurduğumuzda, bu ilahî vaadin mutlak olduğunu ve hiçbir istisnanın söz konusu olmadığını anlarız.

Yahudilerin geçmiş ve şimdiki tarihi, birçok savaş ve ayaklanmanın arka planında sürekli onların olduğunu göstermektedir. Ama yüce Allah kendi lütuf ve keremiyle Müslümanlara ve tüm insanlığa yönelik vaadini gerçekleştirmiş, her defasında onların sinsi plan ve hilelerini etkisiz hâle getirmiş, yaktıkları savaş ateşini söndürmüştür.

Onların Müslümanlara ve hatta tüm insanlara karşı başlattıkları en büyük savaş, belki de hâlihazırda sürüp giden savaştır. Öyle ki bu savaşı körüklemek amacıyla Doğu ve Batı bloklarını tahrik etmiş ve kendileri Filistin'de doğrudan, dünyanın diğer birçok ülkesinde ise dolaylı yollardan çatışmanın tarafı olmuşlardır. Ortada sadece bu savaş ateşinin sönmesi yönündeki ilahî vaadin gerçekleşmesi kalmıştır.

Bu ayetten, onların kendi aralarındaki çekişme ve düşmanlığın, bu savaş ateşini söndürmek maksadıyla Allah'ın lütuflarından biri olduğu anlaşılmaktadır:

“Biz aralarına kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş için bir ateş körükledilerse, Allah onu söndürdü.”

Şimdi de Yahudilerin zuhur dönemindeki rolü ile ilgili hadislere değinelim:

Aşağıdaki ayetin tefsiri ile ilgili nakledilen zuhur dönemi rivayetlerinin bazısında Yahudilerin, kendilerini yok olmaya götüren savaştan önce Filistin'de bir araya toplanacağı beyan edilmiştir:

Ondan sonra İsrailoğulları'na, "Bu topraklara yerleşin. Ahiret vaadi gelince hepinizi bir araya toplayacağız." dedik.” [4]

“Nuru's-Sekaleyn” adlı tefsirde şöyle geçer: Yani sizi her yerden bir araya getireceğiz.

Bir başka rivayet de Yahudilerin Filistin'de bulunan Akka bölgesinde bir araya toplanmaları ve savaş çıkarmaları ile alakalıdır. Peygamber-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle nakledilmektedir:

"Bir kısmı denizin içinde olan şehrin adını duydunuz mu?" Yanındakiler, "Evet" dediklerinde buyurdu ki: "İshak soyundan yetmiş bin kişi o şehrin üzerine yürümedikçe kıyamet gerçekleşmez." [5]

İmam Ali'nin (a.s) de şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Mısır'da bir minber düzeltip, Demeşk'i kesinlikle yerle bir edeceğim, Yahudileri Arap ülkelerinden çıkarıp kovacağım ve asamla Arapları ileri götüreceğim”.

Bu hadisi nakleden (Abaye el-Esadî) şöyle diyor: İmam'a sordum ki: "Ey Emirü'l-Müminin! Siz öyle bir haber veriyorsunuz ki, sanki öldükten sonra kesin diriltileceksiniz!" Buyurdu ki: "Hayır ey Abaye, ne dediğimi anlamadın. Benim neslimden olan bir kişi (yani Mehdi) bu işi üstlenecektir." [6]

Bu rivayetten, Yahudilerin Arap ülkelerinin büyük bir bölümünü egemenlikleri altına alacakları ya da o yerlerde etkin bir role sahip olacakları anlaşılıyor. Biz Şam topraklarındaki gelişmelerle zuhur hareketi olaylarını açıklarken, İmam Mehdi'nin (a.f) Süfyanî ve Yahudilerle savaşına değineceğiz.

Yahudilerle ilgili bir diğer rivayette ise, onların eliyle tapınağın keşfedilmesinden söz ediliyor. Bu rivayetlerde geçen ve zuhurun belirtilerinden biri olarak sayılan "Keşf-i Heykel" tabirinden maksat, Hz. Süleyman'ın (a.s) mabedi olabilir.

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Onun zuhurunun birtakım belirti ve işaretleri vardır: Kûfe'nin, pusu ve taşlama yoluyla ablukaya alınması, Kûfe sokaklarının etrafında çukur ve yarıkların açılması, camilerin kırk gün kapanması, mabedin keşfedilmesi, büyük mescidin (Mescid-i Haram'ın) etrafında çeşitli bayrakların dalgalanması. Bu olayda hem ölen hem de öldürülen, cehennem ateşindedir. [7]

Ancak söz konusu mabedin, Hz. Süleyman'ın (a.s) mabedi dışında başka bir tarihî eser olması, ayrıca Kudüs'te değil de başka bir yerde olması mümkündür. Çünkü hadiste "Keşf-i Mabed" ifadesi mutlak (kayıtsız) olarak kullanılmış, onu kimin keşfedeceğine işaret edilmemiştir.

Bu rivayetin ilk bölümleri, Kûfe şehrinde gerçekleşecek olan savaşın şeklini göstermektedir. Bazı rivayetlerde Kûfe ifadesi kullanılarak bununla Irak kastedilse de bu hadiste bizzat Kûfe şehrinin kendisi ve civarı kastedilmiş, oranın darmadağın edileceği ve her köşe başında çeşitli engellerin icat edilerek savunma yollarının ortadan kaldırılacağı bildirilmiştir.

Mescid-i Haram'ın çevresindeki çeşitli bayraklar ise, İmam Mehdi'nin (a.f) zuhurundan kısa bir süre önce çok sayıdaki kabilelerin Hicaz hükümetini ele geçirme yolundaki çatışma ve çarpışmalarına işarettir ki, bu konuda birçok rivayet nakledilmiştir.

Rivayetlerin bir kısmı da yüce Allah'ın, yeryüzünde fesat çıkaran ve diğer milletlere üstünlük taslayıp böbürlenen Yahudilere musallat edeceği kişileri tanıtmaktadır. Ki bunların bir kısmına ayetlerin tefsirinde değindik, bir diğer kısmı ise İran ve zuhur dönemindeki İranlı şahsiyetler hakkındadır. Buna, birçok ravi tarafından nakledilen "siyah bayraklar" hadisini örnek gösterebiliriz. Bu hadiste şöyle geçer: Horasan'dan siyah bayraklar çıkacak ve Kudüs'te dalgalanıncaya kadar hiçbir şeyin onları geri çevirmeye gücü yetmeyecektir.

İmam Mehdi'nin (a.f) gerçek Tevrat'ı Antakya'daki bir mağaradan, Şam'daki ve Filistin'deki bir dağdan, Taberiye gölünden çıkarması ve onunla Yahudilere delil getirmesi de bu kısım rivayetlerdendir.

Peygamber Efendimizden (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Tevrat'ı ve İncil'i Antakya adlı bir yerden çıkaracaktır. [8]

Yine şöyle buyuruyor: Kutsal sandığı Antakya'daki bir mağaradan, Tevrat'ın bazı bölümlerini de Şam'daki bir dağdan çıkaracak ve onun aracılığıyla Yahudilere kanıt gösterecek, böylece onların büyük bir çoğunluğu İslam'ı kabul edeceklerdir. [9]

Başka bir hadiste de şöyle buyuruyor: Kutsal sandık Taberiye gölünden onun (Mehdi'nin) eliyle açığa çıkacak ve onu Beytü'l-Mukaddes'e getirip onun huzuruna bırakacaklar. Yahudiler onu görünce az bir grup dışında hepsi ona iman edecek. [10]

Tabut-ı Sekine veya Kutsal Sandık, yüce Allah'ın şu ayetlerde belirttiği sandıktır:

Peygamberi onlara dedi ki: "Onun (Talut'un) hükümdarlığının alameti, içinde Rabbinizden bir güvence ve huzur olan, Musa hanedanının ve Harun hanedanının bıraktıklarından bir kalıntı bulunan o sandığın gelmesidir; onu melekler taşır. İnanmışsanız, bunda size bir (ilahî) alâmet vardır." [11]

Bu ayetin tefsirinde şöyle geçer: İçinde peygamberlerin mirası bulunan bu sandık, İsrailoğulları için kendilerine kimin önderlik etmeye layık olduğunu bilmeleri yönünde bir delil ve nişane konumundaydı. İşte bundan dolayı melekler onu önce İsrailoğulları'nın arasından geçirdiler, sonra da Talut'un önünde yere koydular. Ardından Talut onu Davud'a (a.s), o Süleyman'a (a.s), o da vasisi Asef b. Berhiya'ya teslim etti. Fakat İsrailoğulları Hz. Süleyman'ın (a.s) vasisinden sonra başka birine itaat ettikleri için o sandığı kaybettiler.

Peygamberimizin (s.a.a) sözlerinde geçen "onların büyük bir çoğunluğu İslam'ı kabul edeceklerdir." veya "az bir grup dışında hepsi iman edecekler." cümlelerindeki iman edeceklerden maksat, ya Kutsal Sandığı görenler veya Hz. Mehdi'nin (a.f) asıl Tevrat üzerinden kendilerine delil getireceği kimseler ya da İmam'ın Filistin'i azat etikten sonra kendilerini orada bırakacağı kimseler olabilir.

Başka bir rivayette ise Yahudilerden otuz bin kişinin ona iman edeceği naklediliyor ki, bu da Yahudi nüfusuna oranla küçük bir rakamdır.

Yahudilerle ilgili rivayetlerin bir bölümü de Hz. Mehdi (a.f) ve yarenlerinin Yahudilerle yapacağı savaşı anlatmaktadır. İmam'ın eliyle onların Arabistan Yarımadasından çıkarılıp atılmasını ifade eden rivayet gibi. Ki bu hadise daha önce yer vermiştik. İmam'ın bu girişimi Yahudilere galip olmak ve onları Filistin'den dışarı atmakla sonuçlanacaktır. Hem Şiî hem de Sünnî âlimleri, Hz. Mehdi'nin (a.s) Yahudilerle Romalıların desteklediği Süfyanî'ye karşı büyük savaş başlatacağını naklederler. Bu savaş, Antakya'dan başlayıp Akka'ya, yani Suriye sahili, Lübnan ve Filistin sınırlarına varan bir alanı kapsamakta, oradan da Taberistan, Demeşk ve Kudüs'e kadar genişleyip devam etmektedir. Yahudilerin yenilgiye uğrayacaklarına dair verilen ilâhî vaat orada gerçekleşecektir. Öyle ki her taş ve ağaç seslenip şöyle diyecek: "Ey Müslüman! Bu adam Yahudi'dir, onu öldür!" Bu konunun detayına Hz. Mehdi'nin Zuhur Hareketi bölümünde yer vereceğiz.

Bir diğer hadis de Mercu Akkâ Savaşı ile ilgilidir. Bu savaşın, önceki büyük savaşın bir parçası olması ihtimal dâhilinde olduğu gibi, Hz. Mehdi'nin (a.f) Batılılar ve onların hamisi Yahudilerle yapacağı ikinci savaşının bir parçası olması da muhtemeldir. Ki bu savaş, Filistin'in özgürlüğe kavuşmasından ve Batılılarla Yahudilerin yenilgiye uğramasından iki veya üç yıl sonra gerçekleşecektir.

Hadislerde yer aldığına göre Hz. Mehdi (a.f) bu savaştan sonra Rumlarla, yani Batılılarla barış içinde yaşama ve tecavüz etmeme yönünde yedi veya on yıllık bir sözleşme imzalayacak. Anlaşıldığı kadarıyla bu sözleşmenin yapılmasında Hz. İsa (a.s) aracı olacaktır. Fakat onlar iki veya üç yıl sonra anlaşmayı bozacak, her biri on iki bin kişiden oluşan seksen ordu ile savaşa başlayacaklar. Bu büyük savaşta Allah düşmanlarından çok sayıda insan öldürülecektir. Öyle ki bu savaş, "Büyük Savaş" ve "Mercu Akka Ziyafeti" olarak tavsif edilmiştir. Yani öyle bir ziyafet ki, yeryüzünün vahşi hayvanları ve gökyüzünün kuşları, zalimlerin cesetlerinin etlerinden yiyecek olarak yararlanacaklar.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Rum şehrini yetmiş bin Müslüman tekbirlerle fethedecek. Onlar Mercu Akka'da bu büyük ölümlere ve Allah'ın geniş sofrasına şahit olacaklar. [12]

Söz konusu rivayetlerin bir kısmı da Akka şehrinin Hz. Mehdi'nin (a.s) dönemindeki askerî ve stratejik rolü ile alakalıdır ki, İmam Avrupa'yı fethetmek için orayı deniz donanmasının merkezî karargâhı seçecektir.

Rivayetlerde şöyle geçer: İmam Mehdi (a.f), Akka sahilini dört yüz gemiyle donatacak ve yardımcıları ile birlikte Rum ülkelerine saldırıp orayı fethedecektir. [13]

 

---------------

[1]- A'râf, 167-168.

[2]- İsrâ, 6.

[3]- Mâide, 64.

[4]- İsrâ, 104.

[5]- el-Müstedrek, c. 4, s. 476.

[6]- Bihâru'l-Envâr, c. 53, s. 60.

[7]- Bihâru'l-Envâr, c. 52, s. 273.

[8]- Bihar'ul-Anvar, c. 51, s. 25.

[9]- Muntehabu'l-Eser, s. 309.

[10]- el-Fiten ve'l-Melahim, s. 57.

[11]- Bakara, 248.

[12]- Beşaretu'l-İslam, s. 297.

[13]- İlzamu'n-Nasib, s. 224.




Bu haber 443 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MEHDEVİYET Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI