Bugun...



Risale-i Nur’da İmam Ali (a.s) Kasidesi

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 02-11-2022 15:04

Risale-i Nur’da İmam Ali (a.s) Kasidesi

Soru: Muhterem hocam,  Said Nursi'nin “Risale-i Nur” isimli eserinde 8, 18 ve 28. Lemalarında ve 1. Şua'da ebcet hesabıyla Kur'an'ın bazı ayetlerinin Said Nursi'ye, talebelerine ve Risale-i Nur'a işaret ettiğini (ki 33 adet ayette bunu göstermiş) ispatlamaya çalışmış. Yine Hz. Ali'ye (a.s) nispet ettiği “Kaside-i Urcüze” ve “Kaside-i Celcelutiye” isimli şiirlerde ve yine çoğunlukla ebcet hesabına dayanarak Said Nursi'ye ve Risale-i Nur'a işaret edildiği yazılmıştır. Muhterem Hocam, ebcet hesabı bir hurafe midir? Bu hesaba dayanarak bu şekilde Kur'an'dan gaybe dair haberler çıkarmak doğru mudur? Ve İmam Ali’nin (a.s) bu isimli kasideleri var mıdır?

Cevap: Muhterem kardeşim, sorunuzun cevabı kısaca şöyledir: Ebcet hesabı ve benzeri yöntemlere dayalı bir husus, dini açıdan geçerli sayılmaz.

Açıklama:

İnsanlara Allah-u Teâlâ hüccetini tamamlamıştır. “Biz, Resul göndermeden hiç kimseyi azap ediciler değiliz” buyurmuştur. Sonra bu delilin açık delil olduğunu bildirmiştir.

Helak olan helakı açık delil üzere ve dirilenin dirilmesi de açık delil üzere olsun” diye buyurmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.a) kendisinden sonra sapıklığa düşmemek için iki ölçü olduğunu defalarca 23 yıllık risaleti boyunca tekrarlamıştır. Kendisinden sonra iki ağır emanet bıraktığını bunlara uyulduğu takdirde insanların sapıklıktan uzak kalacağını buyurmuştur.

Bu yüzden bu iki emanet yani Kur’an ve Ehl-i Beyt’ten ilim almamız ve emirlerine itaat etmemiz gerekir. Aksi takdirde tuttuğumuz yoldaki hata için bir mazeret ve hüccetimiz ilahi mahkemede kalmaz. Siz düşünün ki bir insan rüyada bir nurlu insan görür ve o, kendisine din adına bazı emirler verir. Acaba bu geçerli olabilir mi? Veya bir başkası cifr ilmi veya bir diğeri ebcet hesabı yoluyla bir şeyler keşfettiğini; hatta kerameti olan bir veli bazı hususların kendisine ilham olduğunu veya mükaşefe yoluyla bazı konuları alladığını söylerse, bu durumda kendisi ve başkaları ne yapmalıdır?

Bu sorunun cevabı şudur: Kur’an ve Ehl-i Beyt’in ölçüsü, yalnız fikri yönden içtihatlar için bir ölçü değil, aynı zamanda keramet sahiplerinin kerametinin ve ebcet gibi “Ulum-i Garibe” ile keşfedilen hususlar için de bir ölçü ve kıstastır. Çünkü bir fikri konuda hatanın mümkün olduğu için bir normal keramet sahiplerinin kerametinde de hata olması mümkündür. Onların normal bir uykuyu “rüyay-i sadika” saymaları veya bir şeytanî vesveseyi bir ilham bilmeleri veya bir cin sesini, bir melek sesi saymaları ve bu yüzden hataya düşmeleri mümkündür. Çünkü onlar masum değillerdir. Bu yüzden hataları mümkündür. Bu hususu büyük arifler ve evliyalar bile itiraf etmişlerdir. Demek ki bu yollardan elde edilenler için de bir ölçü lazımdır. Bu ölçü Kur’an-ı Kerim’in öğretisi ile sağlam ve normal yollardan elimize ulaşan Ehl-i Beyt’in öğretisidir. Bu yollarla elde edilen hususlar Kur’an ve Ehl-i Beyt’ten gelen açık deliller ile teyit olursa, o zaman zaten o deliller vardır ve bu mükaşefelere ihtiyaç yoktur. Eğer çelişirse, o zaman bu mükaşefelerin bir değeri yoktur.

Başka bir ifadeyle bir insan, hayatına her hangi bir yön verebilmesi için Kur’an ve Ehl-i Beyt’ten gelen açık delillere dayanması gerekir; bir velinin veya normal yollar dışında kendi ya da başkasının ortaya koyduğu şeyler değil. Çünkü bunların delil olduğunu ispatlayacak bir delil ortada yoktur. Elbette ebcet hesap sahibinin kendisi eğer ilk baştan bu yönlere girmekte yanlış bir gaye taşımaz ve sonradan elinde olmayarak bu hesapları sonucu bir hususa yakin ederse, o zaman bazı kelamcılar bu şahsı uyarmanın mümkün olmadığı; tam bir gaflet içerisinde olduğundan ve bu gaflete düşmede de kendisi bir suç sahibi olmadığından, sadece kendi şahsı için ulaştığı sonuçlara amel ederek, bunların Allah’ın koyduğu ölçülere ters düştüğü anlaşıldığı takdirde, mazur sayılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak bu sadece o şahsın kendisi için söz konusu olabilir. Böyle birinin durumu, bir Hristiyan köyünde doğup büyüyen, bildiği dini emirlere eksiksiz amel eden ve din adına başka bir şeyin olduğunu asla aklının ucundan bile geçirmeyen kimsenin mazur sayılmasına benzer.

Her halükarda Kur’an ve Ehl-i Beyt’e birlikte uymaya emredilmişiz. Kur’an’a ve Ehl-i Beyt’e uymanın besbelli bir anlamı vardır. Bunun nasıl gerçekleşeceğini herkes anlamakta ve bilmektedir. Bu malum yol dışında bir yol takip etmek, insanlar nezdinde Kur’an’a ve Ehl-i Beyt’e uymak sayılmadığından ve dinin de normal insanların diliyle geldiğini nazara alırsak, başka yöntemlerin geçersiz olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur.

Hz. Ali’ye (a.s) isnat edilen “Urcuze” ve “Celcelutiye”ye gelince, bunlar Ehl-i Beyt’in sözlerini kaydeden sağlam kaynaklardan hiçbirinde yoktur ve muteber bir senede de sahip değildir. Merhum Ağa Bozorg Tehrani “Ez-Zaria” adlı değerli eserinde Celcelutiye'nin bir nüshasını bazı kişilerin yanında gördüğünü nakletmiş; ancak hiçbir muteber senedi olduğunu söz konusu etmemiştir. Ne Ehl-i Beyt’in eserlerini emanetle bir araya toplayan muteber Ehl-i Beyt mektebinin kaynakların hiç birisinde ve ne de Ehl-i sünnetin bilinen kaynaklarında bunların muteber bir senedi yoktur. Bu yüzden asla bir şer’i ve akli delil sayılamaz. Ebcet hesabı gibi ilimlerin varlığını biz inkâr etmiyoruz. Ancak bu ilimlerle dini konular çıkarılamaz ve varılan sonuçlar bir delil ve hüccet sayılmaz.

Sonra Said'i Nursi o kadar ilim ve irfan ehli bir kimse değil ki Hz. Ali (a.s) tarafından onun hakkında bir takım işaretler ve beyanlar söz konusu olmuş olsun. Bunlar tamamıyla safsatadan başka bir şey değildir. Saygılarımla, Allah'a emanet olun.




Bu haber 722 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI