Bugun...



Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın Üzüntüsü

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 21-04-2021 13:55

Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın Üzüntüsü

Soru: Eğer İkinci Halife Ömer, Hz. Fâtıma annemize sıkıntı verip üzmüşse, Hz. Ali (k.v) neden ona mudahele etmedi. Hâşâ Hz. Ali (k.v) korktu mu? Veya nedir sebebi?

Cevap: Bu sorunuz da iki şıktan oluşmaktadır: Birincisi sıkıntı verilip verilmemesi ve ikincisi ise, Hz. Ali'nin (a.s) neden suskun ve tepkisiz kalışı. Burada bahse değer bir çok mesele vardır. Ancak "Akıllıya işaret yeterlidir" kuralınca, bir iki belgeyi aktararak, ikinci şıkkın cevabına geçiyorum:

Sahih-i Buhari'de üç yerde ve diğer birçok muteber bilinen kaynakta cüzî farklarla Ümmü’l Mü'minin Âişe'den şöyle nakletmektedir: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fâtıma, Resulullah'ın vefatından sonra Ebu Bekir'e gelerek, Medine'de kendisine verilenleri, Fedek'i ve Hayber humsundan geri kalanı istedi. Ebu Bekir de bundan çekinerek, Resullah'ın şöyle buyurduğunu iddia etti: "Biz miras bırakmayız; bizim bıraktığımız sadakadır". Bunun üzerine Hz. Fâtıma öfkelenerek, Ebu Bekir'e küstü ve ölünceye dek bir daha onunla konuşmadı." [1]

Sahih-i Tirmizî de şöyle nakletmektedir: "Fâtıma, Ebu Bekir ve Ömer'in yanına gelerek, Resulullah'tan kalan mirasını istedi; Onlar da 'Biz Resulullah'ın "Ben miras bırakmam" hadisini duyduk' dediler. Bunun üzerine Fâtıma "Vallahi asla sizinle konuşmam artık" dedi ve ölünceye dek bir daha onlarla konuşmadı. Fâtıma, Resulullah'tan sonra altı ay yaşadı ve vefat ettiğinde ise, eşi Ali onu geceleyin defnetti; namazını da kendisi kıldırdı ve Ebu Bekir'e izin vermedi." [2]

Ehl-i Sünnet âlimlerinden İbn-i Kuteybe "El-İmâmet-u Ves-Siyâse" kitabının "Ali'nin Biatının Keyfiyeti" bölümünde şu bilgilere yer vermiştir: "Ebu Bekir bir ara biatten kaçınıp, Ali'nin evine toplananları aradı ve Ömer'i onların peşine gönderdi. Ömer, Ali'nin kapısına gelerek, onlara seslendi. Dışarıya çıkmaktan çekinince odun getirmelerini istedi ve onlara şöyle bağırdı: 'Ömer'in canını elinde tutana (Allah'a) andolsun ki dışarıya çıkarsınız ya da evi içindekilerle birlikte yakacağım.' 'Ey Ebâ! Bu evin içerisinde Fâtıma vardır' dediklerinde 'Farketmez' diye cevap verdi..." [3]

Yine aynı bölümün bir diğer yerinde şöyle nakletmektedir: "Ömer, Ebu Bekir'e Şöyle dedi: 'Hadi kalk Fatıma'ya gidelim; biz onu gazaplandırdık.' Birlikte Fatıma'ya gelip, görüşmek için izin istediler. Fakat Hz. Fâtıma izin vermedi. Bu sefer Hz. Ali'ye geldiler ve o da onları Fâtıma'nın yanına götürdü. Yanında oturduklarında Hz. Fâtıma yüzünü duvara doğru çevirdi. Selam verdiler; cevaplarını vermedi...Sonra Hz. Fâtıma onlara hitap ederek, şöyle konuştu: 'Size Resulullah'tan bir hadis nakledersem tasdik eder misiniz?' “Evet” dediler. O şöyle devam etti: “Sizi Allah'a ant verdiriyorum. Peygamber'den benim hakkımda 'Fâtıma'nın rızası benim rızamdır; Fâtıma'nın gazabı benim gazabımdır; kim benim kızımı severse, beni sevmiştir; kim Fâtıma'yı hoşnut ederse, beni hoşnut etmiştir; kim onu gazaplandırırsa, beni gazaplandırmış olur' buyurduğunu duydunuz mu?” Onlar da “Evet, duyduk” cevabını verince, Hz. Fâtıma şöyle dedi: “Allah ve melekleri şâhid olsunlar ki siz ikiniz beni gazaplandırdınız ve hoşnut etmediniz. Peygamber'in yanına vardığımda mutlaka sizi şikayet edeceğim.” Bunun üzerine Ebu Bekir ağlayarak, “Allah'ın ve senin gazabından Allah'a sığınırım” deyince, Hz. Fâtıma şu cevabı verdi: “Allah'a andolsun ki kıldığım her namazın ardından sana beddua edeceğim...”

Aziz kardeşim, bunlar olup bitenlerden çok kısa pasajlardı. Söz fazla uzamasın diye şimdilik bununla yetiniyorum. Zaten başta da söylediğim gibi "Akıllıya işaret de kâfidir".

Hz. Ali'nin (a.s) bu olup bitenler hakkındaki tavrının nedenlerine gelince, bir önceki sorudaki izahatımız bu sorunun cevabına da ışık tutar niteliktedir; ancak burada cevabın tekmili için, bizzat Hz. Ali'nin (a.s) kendisinden Nehcü’l Belâğa ve bazı diğer kaynaklarda nakledilen cevapları sizlere nakletmek istiyoruz:

Hz. Ali (a.s) Nehcü’l Belağa'nın "Şıkşıkıye Hutbesi" diye meşhur olan 3. hutbesinde Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonraki olaylara değinmiş ve takındığı tavır hakkında şöyle buyurmuştur:

"Andolsun Allah'a ki Ebu Kuhafe‘nin oğlu, o (hilafeti) bir gömlek gibi giyindi. Oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, benim (zirveme) çıkamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim, yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.

Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum..." (Hz. Resulullah (s.a.a) sonrası olaylara ışık tutan bu hutbenin tamamını Nehcü’l Belağa'da okumanızı tavsiye ediyorum.)

Nehcü’l Belâğa'nın 26. hutbesinin bir bölümünde ise, şöyle buyuruyor:

"Gördüm ki Ehl-i Beytim'den başka yardımcım yok; onları ölüme sürmedim; çerçöpe karşı gözümü yumdum; boğazıma oturan şerbeti yuttum; öfkemi yendim; zakkumdan da acı olan o mihnete dayandım."

Ehl-i Sünnet'in Mutezilî âlimlerinden İbn-i Ebi’l Hadid, Nehcü’l Belağa'nın 119. hutbesinin şerhinde Abdullah İbn-i Cünâde'den şöyle naklediyor:

"Hz. Ali'nin hilafetinin ilk günlerinde ben Hicaz'da bulunuyordum ve İrak'a gitmeğe niyetliydim. Mekke'de umre yaptıktan sonra Medine'ye geldim. Mescidün-Nebi'ye girdiğimde insanlar namaz için toplanmışlardı. O sırada Hz. Ali kılıcını kuşanmış vaziyette çıka geldi ve toplanmış cemaate hutbe okudu. O hutbesinde Allah'a hamd ve senâ, Resulullah'a salât ve selamdan sonra şöyle buyurdu: "Resulullah'ın vefatından sonra biz Ehl-i Beyt, ümmetin bizim hakkımıza tamah edeceğine inanmazdık; ama beklemediğimiz oldu; hakkımızı gasbedip bizi pazar ehlinin yerine koydular; bizden nice gözler ağladı; nice sıkıntılar meydana geldi. Allah'a andolsun ki eğer “Müslümanların bölünüp parçalanma korkusu, küfrün geri dönme ve dinin yok olma” korkusu olmasaydı, biz onlara karşı başka türlü davranırdık!..."

Yine İbn-i Ebi’l Hadid, Kelbî'den şöyle nakletmektedir: Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'e karşı koymak için Basra'ya hareket etmeden önce bir hutbe okuyarak, şöyle buyurdu: "Kureyş, Allah Resulü'nden sonra bizim hakkımızı elimizden alıp, kendine tahsis etti. Ben, bütün bu sıkıntılara rağmen sabretmeği Müslümanların bölünüp parçalanmalarından ve kanlarının dökülmesinden daha evla gördüm. Zira insanlar İslâm'la daha yeni tanışmışlardı. Din, en ufak bir hareketle bozulan ve en yeteneksiz birisinin hareketiyle bile ters yüz olan bir tuluma benzer..."

Yine altı kişilik meşhur şurada, Osman'ın halife seçilmesinin ardından şöyle buyurmuştur:

"Mutlaka siz de bilirsiniz ki ben, insanlar içerisinde ona (hilafete) benden başkasından daha layık birisiyim; ama andolsun Allah'a ki ben, sadece bana haksızlık edilir, ama Müslümanların işleri yolunda olursa, teslîm olurum (muhalefet etmem) ve bunu yaparken de ecrini dileyerek, üstünlüğünü isteyerek yaparım. Sizin, dünyânın süsünü-püsünü, özentisini-bezentisini istemenizdense çekinirim." [4]

Yine Malik-i Eşter'i Mısır'a vâli olarak tayin ettiğinde Mısırlılara yazdığı mektubunda konu hakkında şöyle buyuruyor:

"(Hamd ve senâ, salât ve selâmdan sonra) gerçekten de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, Muhammed'i âlemlere korkutucu ve peygamberlere tanık olarak gönderdi. Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun. O göçünce Müslümanlar hilâfet husûsunda ayrılığa düştüler. Birbirleriyle çekiştiler. Andolsun Allah'a ki Arabın, bu işi, Peygamber'den sonra Ehl-i Beyt'inden alacağını, benim halifeliğime engel olacağını hatırıma bile getirmedim. Fakat bir de baktım, gördüm ki halk, filân kişiye biat etmekte. Elimi çektim. Sonunda insanların dinden döndüklerini, Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Muhammed'in dînini iptâle kalkıştıklarını ve halkı buna çağırdıklarını görünceye dek, dayandım. Fakat bu işe giriştikleri zaman, İslâm'a yardım etmezsem onda bir gedik açılacağından, onun yıkılacağından korktum. Çünkü bu musibet bana, az bir gün sürecek, sonra serap gibi yitip gidecek, yahut bulut gibi dağılıp yitecek olan hilâfetten, size emir olmaktan mahrum kalmaktan da daha büyük olacaktı." [5]

Görüldüğü gibi Emirü’l Mü'minin (a.s) bu sözlerinde Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonraki olaylarda takındığı tavırların nedenlerini bizlere kısa ve öz olarak beyan etmektedir ki basiret sahiplerinin hiçbir açıklama ve yoruma gerek kalmadan, gereken cevabı alabileceğini düşünüyoruz.

 

--------------------

[1]- Sahih-i Buhârî'de şu üç yerde nakledilmiştir: Humus konusu, 2. Hadis, Bedü’l Halq kitabı, Hayber gazvesi babı, El-Ferâiz Kitabı, "Biz miras bırakmayız..." hadisi babı. Aynı rivayet cüzî farklarla Sahih-i Müslim'in “Cihâd kitabında”, Müsned-i Ahmed, c.1, s.6, Sünen-i Beyhaki, c.6, s.300 ve diğer bir çok kaynakta nakledilmiştir.

[2]- Sahih-i Tirmizi, c.1, “Resulullah'ın bıraktıkları” babı.

[3]- Bu olayı diğer bir çok Sünnî kaynağı da nakletmiştir. Örneğin şu kaynaklara bakılabilir: Kenzü’l Ummâl, c.3, s.139; Er-Riyâzün-Nazire, c.1. s.218; Tarihü’l Hamis, c.2, s.169; Ensâbü’l Eşrâf, c.1, s.586; Tarih-i Yakubî, c.2, s.126; Mürucü’z-Zeheb, c.2, s.100; Şerh-i Nehcü’l Belâğa, İbn-i Ebi’l Hadid, c.1, s.134.

[4]- Nehcü’l Belâğa, 73. Hutbe

[5]- Nehcü’l Belâğa, 62. Mektup




Bu haber 4121 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI