Bugun...



Allah’ın Halifelerden Razı Olması

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 22-07-2022 16:16

Allah’ın Halifelerden Razı Olması

Soru: Hocam, Abdulbaki Gölpınarlı'nın, Der Yayınları tarafından hazırlanan Nehcü’l Belağa'nın 307. sayfasında yer alan Hz. Ali’ye (a.s) ait hutbesinde " ....Onlar toplandılar da birisine uydular, ona imam dediler mi, bu rızayı gösterir. Allah'ın da razı olduğu bir şey..." diye süren hutbesinin kısa bir tefsirini yapar mısınız? Çünkü bu hutbeyi bazı kişiler, sanki Allah, ilk üç halifenin hilafetinden razı olmuş gibi bir anlam çıkarıyorlar. Allah'a emanet olunuz.

Cevap: Muhterem kardeşim, sorunuzun cevabı kısaca şöyledir:

Evvela bu mektup (siz hutbe demişsiniz ama bu hutbe değil bir mektuptur; Nehcü’l Belağa’nın 6. mektubu), başında da belirtildiği gibi Muaviye’nin cevabında yazılmıştır. Muaviye Hz. Ali’nin (a.s) kendisini azletmesine karşılık, “Bunu yapamazsın; zira beni önceki halifeler bu makama atamışlardır”  dediğinde, Emirü’l Mu’minin (a.s) ona yukarıdaki cevabı yazarak, onun kendi mantığı ve savunduğu ölçülere dayanarak, iddiasının yersiz olduğunu ispatlamaya çalışmış ve “Onların hilafetini size göre meşru kılan şura ise, onları seçen şura beni de seçmiştir. Neden onları seçerken hilafetleri meşru ve aldıkları kararlar geçerli oluyor da benimki olmuyor?” demek istemektedir. Yoksa Emirü’l Mu’minin’in hilafet konusunda şuraya inandığı ve Şia’nın iddia ettiği nassa inanmadığı demek değildir. O halde neden nass yoluyla değil de bu şekilde istidlal etmektedir? derseniz, cevabı şudur ki daha işin başlarında (yani Allah Resulü’nün vefatından hemen sonra), nassa itina etmeyenler, aradan bunca zaman geçtikten sonra mı itina edeceklerdi?! Bu yüzden Hz. Ali (a.s) onlardan bu açıdan artık ümidini kesmişti ve onların kendi mantıklarıyla onları ilzam etmeğe, en azından hücceti tamamlamaya çalışıyordu.

Yukarıdaki cümleye gelince, burada iki ihtimal ve nakil vardır,  bir nakilde ki birçok âlimin de belirttiği gibi daha sahih olan nakildir, bu cümlede “Lillah” kelimesi yoktur. Dolayısıyla o zaman cümlenin manası şöyle olur. Eğer onlar bir kimse üzerinde icma ederlerse bunda rıza vardır. Yani demek ki ona razı olmuşlar ki seçmişler. Böyle olunca yukarıdaki hususları da dikkate aldığımızda mesele kolayca çözülmüş olur. Yani önceki halifeleri seçip ona razı olanların aynısı, beni de seçip razı olmuşlardır. O halde neden bana karşı çıkıyorsun ey Muaviye?”

Bir diğer nakilde ise “Lillah” kelimesi de nakledilmiştir. Şimdi bunun olduğunu varsayarsak, o zaman manası şöyle olur ki Emirü’l Mu’min yine onların kendi kabullerinden hareketle adeta şöyle buyurmak istiyor: “Siz demiyor musunuz Muhacir ve Ensar toplanıp bir kimseyi seçerlerse, bu seçim geçerli olur ve Allah’ın rızasına uygun düşer. Daha ne, işte beni de böyle bir şekilde Muhacir ve Ensar seçmişlerdir. O halde neden kendi mantığınıza ve ölçülerinize uygun seçilen bir halifeye muhalefet ediyorsun ey Muaviye?”

Şöyle bir mana da burada muhtemeldir bence. Bu cümlelerin zahirini olduğu gibi kabul edip sahiden Emirü’l Mu’minin’in benimseyerek söylediğini bile farz etsek, o zaman şöyle diyebiliriz ki eğer gerçekten Muhacir ve Ensar bir kimsenin üzerinde icma eder ve ona imam derse, Allah’ın rızasına uygun olur. Ama acaba böyle bir şey gerçekleşmiş mi gerçekten ve gerçekleşmişse kim hakkında gerçekleşmiştir? İlk üç halifenin seçiliş şekillerine baktığımızda böyle bir icmanın hiç birisi hakkında gerçekleşmediğini açıkça görebiliriz. Zira 1. Halife’nin seçilişi Saide oğulları sofasında toplanan beş on kişi vasıtasıyla, hem de bir sürü dövüş kavganın ardından gerçekleşmiş ve hatta orada bulunan Ensar’ın büyüklerinden Sa’d b. Ubade ölünceye dek halifeye biat etmemiştir. Diğer Müslümanlar da, örneğin Hz. Ali (a.s), Haşimoğulları ve birçok diğer ileri gelen Sahabiler, Selman, Ebuzer, Mikdat, Ammar, Ubey b. Ka’b, Zübeyr… ki Sünni kaynaklarda dahi bunların sayısını on sekizden fazla yazmışlardır, bir müddet direndikten sonra çeşitli baskılar ve tehditlerin ardından, “İslam’ın aslına zarar gelmesin” diye Hz. Ali’nin (a.s) izniyle biat etmişlerdir. Demek ki rızayla gerçekleşen bir şey yoktur.

İkinci Halife’ye gelince, onda zaten asla “şura veya icma” diye bir şey olmamıştır. Sadece 1. Halife vasiyet etmiş ve Ömer b. Hattab’ı hilafete atamıştır.

Üçüncü Halife’ye gelince, onun da seçimi, sonucu önceden belirlenmiş altı kişilik bir şura eliyle olmuştur ki keyfiyetini ve orada cereyan edenleri, özellikle Hz. Ali’ye (a.s) karşı takınılan tavırları ve oynanan sinsi oyunları öğrenmek isteyenler, bu konuyu genişçe işleyen tarih kitaplarına müracaat edebilirler.

Evet, hakkında ciddi ve gerçek bir şura ve icma yapılan yegâne halife Hz. Ali’dir (a.s). Dolayısıyla olaya bu açıdan baktığımızda, hatta o sözleri Hz. Ali (a.s) benimseyerek söylemiş olsa dahi, doğrudur ve bundan da, önceki halifelerin değil, Hz. Ali’nin (a.s) hilafetinin Allah’ın rızasına uygun olduğu sonucu çıkar.

Kaldı ki sırf bu sözün zahirine bakarak ve bu açıklamaları dikkate almadan güya Hz. Ali’nin (a.s) “önceki halifelerin hilafetini tasvip ettiği” anlamını çıkarmaya çalışanların samimiyetinde şüphe edilir. Zira illa da Hz. Ali’nin (a.s) kendi sözleri referans alınmak isteniyorsa, neden Hz. İmam’ın (a.s) yine bu Nehcü’l Belağa’da nakledilen ve bu sözden anladıklarıyla taban tabana zıt düşen sözlerini görmezlikten geliyorlar? Oysaki onların anlam ve sonuçlarında hiçbir tevile mahal yoktur. Burada konunun tekmili için ve o sözlerin ışığında bu sözün de gerçek tefsiri daha iyi anlaşılsın diye, bunlardan bazı örnekler vermeğe çalışacağız. Fakat onlara geçmeden önce Ehl-i Sünnet’in Mutezili âlimlerinden İbn-i Ebi’l Hadid’in naklettiği iki ilginç olayı nakletmek istiyorum:

İbn-i Ebi’l Hadid diyor ki:

"İmam Ali'nin külli ve zımni de olsa halifeleri eleştirdiği mütevatirdir. Bir gün İmam Ali bir mazlumun, "Ben mazlumum; bana zulmedilmiştir" diye bağırdığını duyar. Bunun üzerine ona der ki: "Gel beraber bağıralım; çünkü ben de sürekli zulme uğradım."

Yine kendi dönemindeki İbn-i Ali'ye ismindeki güvendiği birinden şöyle nakleder:

"Bir gün dönemin Hanbelî imâmı İsmâil b. Ali Hanbelî'nin huzurundaydım. İsmail, Kufe'den Bağdad'a dönen bir yolcudan yolculuğunun nasıl geçtiğini ve Kufe'de neler gördüğünü soruyordu. O da başından geçenleri anlatıyor, üzgün bir şekilde Gadir gününde Şiilerin halifeleri şiddetle eleştirdiklerini söylüyordu. Hanbelî imam, “o insanların suçu ne? Bu kapıyı Hz. Ali'nin kendisi açmıştır” dedi. Adam, “öyleyse bu arada bizim vazifemiz nedir? Bu eleştirileri doğru mu bilmemiz gerekiyor? Doğru bilecek olursak bir tarafı bırakmamız gerekiyor, doğru bilmezsek de diğer tarafı” dedi!

İsmail bu soruyu duyunca yerinden kalkarak meclisi terk ederken "şimdiye kadar bu sorunun cevabını ben de bulamadım" dedi.

Hz. Ali (a.s) Nehcü’l Belağa'nın "Şıkşıkıye Hutbesi" diye meşhur olan 3. hutbesinde Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonraki olaylara değinmiş ve takındığı tavır hakkında şöyle buyurmuştur:

"Andolsun Allah'a ki Ebu Kuhafe‘nin oğlu, o (hilafeti) bir gömlek gibi giyindi. Oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim. Hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, benim (zirveme) çıkamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim, yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.

Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken, boğazımda kemik vardı; mirasımın yağmalandığını görüyordum..."

Hz. Resulullah (s.a.a) sonrası olaylara ışık tutan bu hutbenin tamamını Nehcü’l Belağa'da okumanızı tavsiye ediyorum.

Nehcü’l Belâğa'nın 26. hutbesinin bir bölümünde ise şöyle buyuruyor:

"Gördüm ki Ehl-i Beytim'den başka yardımcım yok. Onları ölüme sürmedim; çerçöpe karşı gözümü yumdum; boğazıma oturan şerbeti yuttum; öfkemi yendim; zakkumdan da acı olan o mihnete dayandım."

İbn-i Ebi’l Hadid, Nehcü’l Belağa'nın 119. hutbesinin şerhinde Abdullah İbn-i Cünâde'den şöyle naklediyor:

"Hz. Ali'nin hilafetinin ilk günlerinde ben Hicaz'da bulunuyordum ve Irak'a gitmeğe niyetliydim. Mekke'de umre yaptıktan sonra Medine'ye geldim. Mescidü’n-Nebi'ye girdiğimde insanlar namaz için toplanmışlardı. O sırada Hz. Ali kılıcını kuşanmış vaziyette çıka geldi ve toplanmış cemaate hutbe okudu. O hutbesinde Allah'a hamd-u senâ ve Resulullah'a salât-u selamdan sonra şöyle buyurdu: "Resulullah'ın vefatından sonra biz Ehl-i Beyt, ümmetin bizim hakkımıza tamah edeceğine inanmazdık; ama beklemediğimiz oldu; hakkımızı gasp edip, bizi pazar ehlinin yerine koydular; bizden nice gözler ağladı; nice sıkıntılar meydana geldi. Allah'a andolsun ki eğer Müslümanların bölünüp parçalanma korkusu, küfrün geri dönme ve dinin yok olma korkusu olmasaydı, biz onlara karşı başka türlü davranırdık!..."

Yine İbn-i Ebi’l Hadid, Kelbî'den şöyle nakletmektedir: Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'e karşı koymak için Basra'ya hareket etmeden önce bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Kureyş, Allah Resulü'nden sonra bizim hakkımızı elimizden alıp kendine tahsis etti. Ben bütün bu sıkıntılara rağmen sabretmeği Müslümanların bölünüp parçalanmalarından ve kanlarının dökülmesinden daha evla gördüm; zira insanlar İslâm'la daha yeni tanışmışlardı. Din en ufak bir hareketle bozulan ve en yeteneksiz birisinin hareketiyle bile ters yüz olan bir tuluma benzer..."

Yine altı kişilik meşhur şurada, Osman'ın halife seçilmesinin ardından şöyle buyurmuştur:

"Mutlaka siz de bilirsiniz ki ben, insanlar içerisinde ona (hilafete) benden başkasından daha layık birisiyim; ama andolsun Allah'a ki ben, sadece bana haksızlık edilir ama Müslümanların işleri yolunda olursa, teslim olurum (muhalefet etmem). Bunu yaparken de ecrini dileyerek, üstünlüğünü isteyerek yaparım; sizin, dünyanın süsünü-püsünü, özentisini-bezentisini istemenizdense çekinirim." [1]

Malik-i Eşter'i Mısır'a vali tayin ettiğinde Mısırlılara yazdığı mektubunda yine konu hakkında şöyle buyuruyor:

"(Hamd-ü senâ ve salât ü selâmdan sonra) gerçekten de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, Muhammed'i âlemlere korkutucu, peygamberlere tanık olarak gönderdi; Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun.

O göçünce Müslümanlar hilâfet hususunda ayrılığa düştüler. Birbirleriyle çekiştiler. Andolsun Allah'a ki Arabın, bu işi, Peygamber'den sonra Ehl-i Beyt'inden alacağını, benim halifeliğime engel olacağını hatırıma bile getirmedim. Fakat bir de baktım, gördüm ki halk, filân kişiye biat etmekte; elimi çektim; sonunda insanların dinden döndüklerini, Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Muhammed'in dinini iptale kalkıştıklarını, halkı buna çağırdıklarını görünceye dek dayandım. Fakat bu işe giriştikleri zaman, İslâm'a yardım etmezsem onda bir gedik açılacağından, onun yıkılacağından korktum; çünkü bu musibet bana, az bir gün sürecek, sonra serap gibi yitip gidecek yahut bulut gibi dağılıp yitecek olan hilâfetten, size emir olmaktan mahrum kalmaktan da daha büyük olacaktı." [2]

 

---------------

[1]- Nehcü’l Belâğa, 73. Hutbe.

[2]- Nehcü’l Belâğa, 62. Mektup.




Bu haber 607 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI