Bugun...



Tevhit ve İslami Yaşam Tarzı - 1

Yaşam tarzı bir anlamda inançlar ve değerlerin mahsulü ve sonucudur. Yani her birey veya toplumun yaşam şekli o birey veya topluma hâkim olan inanç ve değerlere bağlıdır. Tevhit eksenli inançlar ve dünya görüşü ile ilahi ideolojiye dayalı değerler sistemi bizim yaşam şeklimize yön verir.

facebook-paylas
Tarih: 03-05-2023 10:31

Tevhit ve İslami Yaşam Tarzı - 1

Bismillahirrahmanirrahim

Bir Müslümanın yaşamının her alanında kendisini göstermesi gereken en önemli İslami inançlardan birisi tevhit ve Allah’ın birliğine olan inançtır. Tevhit gerçekte özel bir ağaç yetiştiren özel toprak gibidir ve o ağaçtan özel bir meyve vücuda gelir. Allah’ın birliğine inanç esasına dayalı bir yaşam sürdüren Müslümanın hayatında şirkin hiçbir türü kabul edilemez. Bunun yanı sıra Allah’ın birliğine inanmak, muvahhid bir insanın tüm eylemleri ve programları için döşenmiş ray konumundadır, onu vahdete doğru hidayet eder.

Tevhide iman kendi siyasi, hukuki, kanuni, iktisadi, kültürel ve nizami sistemini oluşturur. Tevhide dayalı düzenlerin kendine özgü yaşam tarzı olur. İmam Humeyni’nin Paris’teki sürgün hayatının son günlerini yaşadığı 7 Ocak 1979 tarihinde İngiliz Times gazetesi muhabirinin kendisi ve İran halkının inançlarına ilişkin sorusuna verdiği şu cevabı, tevhit inancının toplumsal yapının çeşitli alanlarını oluşturmadaki rolünü çok güzel şekilde göstermektedir:

Benim ve tüm Müslümanların inançları Kur’an-ı Kerim’de gelmiş olan konulardır veya Allah Resulü ve o hazretin ardından gelmiş olan hak önderlerin beyan ettikleri hususlardır ki bu inançların hepsinin kökeninde, itikatlarımızın en önemlisi ve değerlisi olan tevhit ilkesi vardır. Bu inanç ilkesine göre biz şuna inanmaktayız: Bütün dünyanın, tüm varlık âleminin ve insanın yaratıcısı Yüce Allah’ın mukaddes zatıdır. O bütün gerçekleri bilir, her şeye kadirdir ve her şeyin malikidir. Bu ilke bize insanın sadece Yüce Hakk’ın zatı karşısında teslim olması gerektiğini ve hiçbir insana itaat etmemesi gerektiğini öğretiyor. Ancak itaat edilmesi, Allah’a itaat sayılan kimseye itaat edilir. Binaenaleyh hiçbir insan, başka insanları kendisine teslim olmaya mecbur kılamaz. Biz bu inanç ilkesinden insanoğlunun özgür olduğunu öğreniyoruz.

Dolayısıyla hiç kimsenin bir insanı veya bir toplumu veyahut bir milleti özgürlüğünden mahrum etme, onun için kanun koyma, kendi nakıs düşüncesine göre onun davranış ve ilişkilerinin şeklini belirleme veya kişisel istek ve eğilimlerine göre bunları tanzim etme hakkı yoktur. Bu inanç ilkesiyle biz şuna inanmaktayız: İnsanın kanun koyması sadece Yüce Allah’ın ihtiyarındadır. Çünkü varlık ve yaratılışın kanunlarını koyan da Allah’tır.

İnsan ve toplumların kemal ve saadetleri sadece peygamberler vasıtasıyla tebliğ edilmiş olan ilahi kanunlara uymakla hâsıl olur. Beşerin çöküşü ve batışı ise özgürlüğünden mahrum edilmesi ve diğer insanlara teslim olması halinde vuku bulur. Buna göre insan bu esaret zincirlerine ve esarete çağıranlara karşı kıyam etmeli, kendisini ve toplumunu özgürleştirmeli ki herkes Allah’a kul ve O’na teslim olsun.

İşte bu nedenle biz baskıcı ve sömürgeci güçlere karşı toplumsal bir mücadele başlattık. Mücadelemiz, tüm insanların Allah huzurunda bir olduğunu içeren tevhit inancımızdan esinlenmiştir. O, hepimizin yaratıcısıdır ve herkes O’nun mahlûku ve kuludur. Temelde tüm insanlar eşittir. Birinin diğerine karşı üstünlüğü takva ve günahtan temiz olması ölçüsü ve kaidesine göredir.

Dolayısıyla camiada bireyler arasındaki eşitliğe halel getirecek ve içi boş anlamsız ayrıcalıkları topluma egemen kılacak her türlü harekete karşı mücadele etmek gerekir. Elbette bu sadece konunun başlangıcıdır; bu inanç ilkesi ve diğer inanç değerlerimize ilişkin sınırlı bir açıklamadır.

Âlimler İslami konulardan her birinin izah ve ispatı için İslam tarih boyunca ayrıntılı kitaplar ve risaleler yazmışlardır. [1]

İslam Açısından İnsan ve Yaşam Tarzı

Her ekol ve dinin sunduğu makbul yaşam tarzını derk etmek için söz konusu din ve ekolün varlık hendesesinde insana bakış açısını özel olarak dikkate almak gerekir. Bu esasa binaen İslam dininin yaşam tarzına ilişkin çeşitli alanlardaki görüşü de bu semavi dinin birbirine bağlı olan varlık manzumesinde insana ve onun konumuna bakış açısına göre şekillenmiştir.

Elbette “İslam dini açısından insanı tanıma” konusunda geniş bilgi edinmek için ilgili kitaplara müracaat etmek gerekir. [2]

İnsanın Hakikati

İnsan cisim ile ruhun bileşiminden oluşmuştur; bu meyanda ruh, insanın gerçek yüzünü oluşturur ki ebedi hayat onunladır ve asla ölümle yok olup ortadan kalkmaz. Zira ölüm, ruhun beden kalıbından çıkıp başka bir yere intikal etmesidir. Kur’an ayetlerinde bu gerçeğe temas edilmiştir:

De ki: Sizinle görevli olan ölüm meleği canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz.” [3]

Zalimleri can çekişmeleri sırasında bir görseydin! Melekler (onlara doğru) ellerini uzatarak (şöyle derler): “Haydi canlarınızı çıkarın! Hak olmayan şeyleri Allah’a isnat ettiğiniz ve ayetlerine karşı büyüklük tasladığınız için bugün aşağılayıcı azapla cezalandırılacaksınız!” [4]

Birçok rivayette de insanın baki kalacağı ve ölümle asla son bulmayacağı gerçeği açık şekilde beyan edilmiştir. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Fani olmak için yaratılmadınız; bilakis beka ve ölümsüzlük için yaratıldınız. Sadece bir haneden başka bir haneye intikal etmektesiniz.” [5]

İnsan Yaşantısının Hedefli Olması

İnsan ihtiyar sahibi/özgür bir varlıktır. Eğer insanın ihtiyar sahibi olduğunu kabullenmeyip geleneksel veya modern cebriye ekollerine inanırsak bu durumda İslami veya gayri İslami ahlak ve adaba dayalı bir yaşam tarzını yaymaktan söz edemeyiz. İhtiyar sahibi bir insan bütün faaliyetleri ve hareketlerinde kendisi için hedef veya hedefler öngörür. İhtiyari faaliyetlerini de o hedefe ulaşmak için yapar. Asli bir hedef olduğunda orta hedefler de anlam bulur.

Sonuçta herkes yaşantısında asıl ve nihai bir hedefe sahiptir ki onun tüm ihtiyari işleri doğrudan veya dolaylı olarak o hedefe ulaşma doğrultusunda anlam kazanır.

Davranışların Hedefe Ulaşmadaki Etkisi

Kur’an’ın insan tanımlaması esasına göre amellerimiz ve davranışlarımızın her birinin, nihai hedefimiz ve arzuladığımız kemale ulaşmada veya ondan uzaklaşmada etkin rolü vardır. Kur’an-ı Kerim bu konuyu birçok ayette vurgulayarak beyan etmiştir.

Bir grup ayette insanın ebedi saadet veya bedbahtlığının onun amel ve davranışlarının mahsulü ve sonucu olduğunu okuyoruz. Bu dünyada yaptığımız her işin karşılığını ahirette göreceğiz:

Kim zerre ağırlığında bir hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre ağırlığında bir kötülük yapmışsa, onu görür.” [6]

Sonra zulmeden kimselere, ‘Kalıcı azabı tadın! Kendi yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?’ denir.” [7]

Bir grup ayette ise aynı gerçek şu şekilde tasvir edilmiştir: Yapacağımız her iyi işin neticesi kendimizedir, Yüce Allah’a değil. Zira Allah mutlak surette kâmildir; başkalarına ve onların güzel davranışlarına hiçbir şekilde muhtaç değildir:

İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz; kötülük ederseniz de, yine kendinize.” [8]

Başka bir grup ayette ise şunu okumaktayız: Yapacağımız uygunsuz ve kötü davranışlar kendi yakamıza yapışacaktır, başkalarının değil! Herkes kendi davranışlarından mesuldür:

De ki: Allah her şeyin Rabbi iken O’ndan başka kendime bir Rab mi arayayım?! Herkesin kazandığı (günah), yalnız kendi aleyhinedir. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir ve O, hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyi(n gerçeğini) size bildirecektir.” [9]

Kim hidayet bulursa, kendisi için hidayet bulur. Kim de doğru yoldan saparsa, kendi zararına sapar. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz.” [10]

Allah’a Yakınlık, İnsan İçin Nihai Kemaldir

İslami öğretiler esasına göre insanın en nihai hedefi; Allah’a yakınlık, Allah’a ulaşmak ve Allah’a kavuşmaktır. [11]

Emirü’l-Müminin (a.s) Kumeyl duasında Yüce Allah’a şöyle yalvarmıştır: “Huzurunda nasibi güzel olan kullarından kıl beni. Kapına en yakınlardan ve huzuruna en yakın olanlardan kıl beni.”

İmam Zeynelabidin (a.s), “Münacatu’l-Muhibbin/Sevenlerin Münacatı” ismindeki münacatında Yüce Allah’a şöyle niyaz etmektedir: “İlahi, bizi o kimselerden kıl ki, onları yakınlığın ve velayetin için seçtin, dostluğun ve sevgin için halis kıldın ve görüşmen için şevke getirdin! Kaza [ve kaderine] razı ettin, yüzüne bakmayı kendisine ihsan ettin, hoşnutluğunu ona bağışladın, hicran ve dargınlığından korudun, katındaki doğruluk makamına yerleştirdin.” [12]

Muhtaçların Münacatı isimli duasında da şöyle arz ediyor: “İlahi, susuzluğumu sana kavuşmaktan başka bir şey gideremez; ateşimi sana kavuşmaktan başka bir şey söndüremez; sana olan iştiyakımı yüzüne bakmaktan başka bir şey gideremez; istikrarsızlığımı sana yakın olmaktan başka bir şey istikrara dönüştüremez… gamımı sana yakınlıktan başka bir şey yok edemez.” [13]

Allah’a Yakınlığın Manası

Allah’a yaklaşmak, ulaşmak ve kavuşmanın mekânsal ve zamansal türden olmadığı açıktır. Zira Allah’ın maddi bir vücudu yok ki O’nunla mekânsal veya zamansal bir irtibat kurulsun. Aynı şekilde Allah’a yakınlık, izafi, farazi ve teşrifata dayalı bir şey olmayıp aksine varoluşsal bir gerçektir.

Yüce Allah mutlak kemaldir; mutlak kemale yakınlaşmaksa daha kâmil olmak anlamına gelir, yani insanın varoluşsal hakikati Allah’a yaklaştıkça gelişir. Birtakım güzel işlerin sayesinde insanın vücudu belli bir kemal merhalesine ulaşıp ilahi bir vücut oluverir. Hadis-i kutside şöyle nakledilmiştir:

“Ey Âdemoğlu! Ben zenginim, fakir olmam; sana emrettiklerimde bana itaat et, seni zengin kılayım ki fakir olmayasın! Ben diriyim, ölmem; sana emrettiklerimde bana itaat et, seni diri kılayım ki ölmeyesin! Ey Âdemoğlu! Ben bir şeye “ol” dediğimde oluverir; sana emrettiklerimde bana itaat et, seni öyle kılayım ki bir şeye “ol” dediğinde oluversin.” [14]

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: Miraç gecesinde Hz. Peygamber (s.a.a) Yüce Allah’tan müminin katındaki yerini ve değerini sorduğunda Allah şöyle buyurdu: “Kullarımdan hiçbiri kendisine farz kıldığım şeyden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşmaz. O nafile (ibadetler) ile bana öyle bir yakınlaşır ki onu severim; onu sevdiğimde ise işiten kulağı, gören gözü ve tutan eli olurum. Beni çağırdığında icabet ederim ve benden istediğinde ona veririm.” [15]

Allah’a Yakınlaşma Yolu Olarak İbadet

İslam’ın bakış açısından insani hayatın en yüce maksadının ne olduğu anlaşıldığına göre şimdi sıra şu soruya gelmektedir: Bu hedefe ne şekilde yaklaşılır? Genel olarak insanı istiklalden, kendisine tapmaktan ve Allah’a şirk koşmaktan uzaklaştıran her şey bu hedefe ulaşma yoluna hizmet edebilir.

Allah’tan başkasına istiklal atfetmek ve O’ndan başkasını dikkate almak, insanın Yüce Allah’la arasındaki varoluşsal bağı doğru algılamamasına sebep olur. Başka bir ibaretle İslami öğretiler esasına göre “nihai hedefe ulaşmanın yegâne yolu kulluktur” denilebilir. Yukarıdaki kutsi hadislerde de bu mesele vurgulanmış ve bu yüce hedefe ulaşabilmenin tek yolunun “itaat” ve “vaciplerle müstehapları yerine getirmek” olduğu belirtilmişti.

Kulluk et ki âleme seni sultan kılayım

Can feda et ki herkesi sana canan kılayım.

Kur’an-ı Kerim de insaniyetin müstakim yolunun ibadet olduğunu açık bir şekilde şöyle beyan ediyor:

Yalnız bana ibadet edin. İşte doğru yol budur.” [16]

Elbette bu ibadet ve kulluk, sadece namaz ve oruç gibi şekilsel bilindik ibadetlerden ibaret değildir. Bizim uzuvlarımızdan her birinin kendine göre ibadeti vardır. İrademizle yaptığımız her iş Allah’a itaat olabileceği gibi O’na karşı isyan da olabilir. Allah bizden, tüm fiillerimiz, hâllerimiz ve isteklerimizin O’nun rızası doğrultusunda ve kulluğunu genişletme yönünde olmasını istemektedir.

 

-----------

[1]- İmam Humeyni, Sahife-i Nur, c. 5, s. 387; 8/1/1979.

[2]- Daha fazla bilgi edinmek için şu kaynaklara başvurabilirsiniz: “İnsan Şinasi Der Kur’an”, Muhammed Taki Misbah Yezdi, Tedvin-i Mahmut Fethali, Kum, Müessese-i İmam Humeyni, 1388; “İnsan Şinasi”, Mahmut Recebi, Kum, Müessese-i İmam Humeyni, 1378; “İnsan Der İslam”, Abdullah Cevadi Amuli, Bica, Merkez-i Neşr-i Ferhengiy-i Reca, 1372; “Mebaniy-i İnsan Şinasi Der Kur’an”, Abdullah Nasri, Tahran, Feyz Kaşani, 1372.

[3]- Secde, 11.

[4]- En’am, 93.

[5]- Muhammed Bakır Meclisi, Bihar’ul Envar, c. 58, s. 78.

[6]- Zilzal, 7-8.

[7]- Yunus, 52.

[8]- İsra, 7.

[9]- En’am, 164.

[10]- İsra, 15.

[11]- Bu konuda daha fazla bilgi edinmek, meselenin akli ve felsefi delilleriyle aşina olmak için bkz. “Nakd ve Berresiy-i Mekatib-i Ahlaki”, Muhammed Taki Misbah Yezdi, Tahkik ve Nigariş-i Ahmet Hüseyin şerifi, s. 343-352.

[12]- Muhammed Bakır Meclisi, Bihar’ul Envar, c. 91, s. 148 (Münacatu’l-Muhibbin).

[13]- Muhammed Bakır Meclisi, Bihar’ul Envar, c. 91, s. 150 (Münacatu’l-Muftegirin).

[14]- Muhammed Bakır Meclisi, Bihar’ul Envar, c. 90, s. 376; Hüseyin Nuri, Müstedreku’l-Vesail, c. 11, s. 259, h. 12928.

[15]- el-Kâfi, c. 2, s. 352.

[16]- Yasin, 61.




Bu haber 326 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAŞAM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI