Tweet | Tarih: 18-12-2023 12:41 |
Bismillahirrahmanirrahim
Tefsir metotları ve kaynakları üzerinde araştırma yapan bir kimse, tefsir konusundaki düzeltici hareketlerin birçoğunun Ehl-i Beyt'in öğretilerine borçlu olduğu gerçeğine varır. [1]
Ehl-i Beyt'in tefsir üsluplarını, onların Kur’an-ı Kerim'in ayetlerinin tefsirindeki hadislerini inceleyerek elde edebiliriz. Elbette bu üsluplardan bazıları, Allah vergisi olan “vehbî” ve “ledünnî” ilme gerek olduğu için Ehl-i Beyt'in kendisine özeldir. Fakat bunun dışındaki üslup, diğer insanların da tefsir usûlü ve gerekli şartlara riayet ederek yapabilecekleri şeylerdir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim tefsirinde Ehl-i Beyt'in tefsir metotlarından yararlanmak için onları öğrenmek gerekir.
Arapça Dil Kurallarını Dikkate Alarak Kur'an Ayetlerinin Tefsiri
Ehl-i Beyt'in tefsirinde Arapça dil kurallarına ve bir sözcüğün o dildeki çeşitli kullanım şekillerine dikkat edilmiş ve onlardan yararlanılmıştır. Bu metodu aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz:
1- Ayetlerdeki Kavramların Anlamını Belirtmek
Ayetlerde kullanılan terimlerin anlamını belirtmek, Kur’an-ı Kerim'i doğru anlamanın temeli olarak büyük bir önem taşımaktadır. İster ayetin anlamını anlamak için olsun, isterse Kur’an’dan yanlış algılama yapmamak için olsun buna dikkat edilmesi gerekmektedir.
Aşağıdaki örnekler Ehl-i Beyt'in tefsir konusunda ayetlerde geçen terimlerin anlamlarını belirtmeye ne kadar önem verdiğini ortaya koymaktadır:
1- Muhammed b. Müslim şöyle demektedir: İmam Muhammed Bâkır'a (a.s), "Ey İblis! Elimle (Kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?" [2] ayetinin anlamını sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "El" Arapçada “güç, kudret ve nimet” anlamındadır. Nitekim "Onların dediklerine sabret ve güç ve kuvvet sahibi kulumuz Davud'u an." [3] ve "Göğü (büyük) bir güçle kurduk …" [4] ayetlerinde “Eyd” (el), "güç ve kuvvet" anlamındadır. Yine "Katından bir ruh ile onları desteklemiştir." ("desteklemiştir" anlamında bu ayette Arapça'da “el” manasına gelen "yed" kökünden türemiş "eyyedehu" kelimesi kullanılmıştır) ayetinde de "kuvvet" anlamındadır. Araplar, "Falancanın benim yanımda ak bir eli var" dediklerinde, "Ondan bana ulaşan bir nimet var" demek istemektedirler. [5]
2- Ebu Muammer Sa'dî şöyle demiştir: Ali b. Ebu Talib (a.s), Allah-u Teâlâ'nın, "Allah kıyamet günü onlara bakmayacak…" [6] buyruğu hakkında şöyle buyurdu: Kıyamet günü onlara hayır ve rahmetle bakmayacak, yani onlara merhamet etmeyecektir. Nitekim Araplar, ileri gelen bir kişi ve padişaha, "Sizden bize bir hayır ulaşmıyor" diyorlar. Bu ayette maksat, Allah-u Teâlâ'nın onlara (ahdini bozanlara) bir hayır ve rahmet ulaştırmayacağı ve onlara rahmet gözüyle bakmayacağıdır. [7]
3- İmam Cafer-i Sadık (a.s), "Rahman'ın kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde mütevazı olarak yürürler." [8] ayetinin tefsiri hakkında şöyle buyurmuştur: Maksat, yaratıldığı tabiatına uygun olarak yürüyen, yürürken de gösteriş yapmayan ve kibirlenmeyen kimsedir. [9]
2- Edebî Nüktelere ve Beyan Metotlarına Dayanarak Tefsir Etmek
Tefsirde kelimelerin anlamlarına (müfredat) ve kullanış şekillerine dikkat etmekle birlikte çeşitli konuşma kuralları, kayıtları ve harflerin kullanış şekilleri ve her birinin bildirdiği özellikler dikkate alınmalıdır. Ehl-i Beyt'in hadislerinde de Kur’an-ı Kerim tefsirinde bu metot dikkate alınmıştır.
Aşağıda bu metodun kullanımından iki örnek vereceğiz:
Mes'ade b. Sadaka şöyle diyor: İmam Cafer-i Sadık'a (a.s) “iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmanın bütün ümmete farz olup olmadığı” soruldu. İmam (a.s), "Hayır" cevabını verince, "Neden?" denildi. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: Bu fariza onu uygulamaya gücü yeten, iyiliği kötülükten ayırt eden ve sözü diğerleri tarafından kabul edilen kimseye farzdır; zayıf kişiye farz değildir. Bu sözün delili, Allah-u Teâlâ'nın kitabıdır. Allah şöyle buyuruyor: "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk olsun." [10] Bu ayet özel bir guruba hastır ve herkesi kapsamına almaz. Nitekim Allah-u Teâlâ başka bir yerde şöyle buyurmaktadır: "Musa'nın kavmi içinde hakka götüren ve onun sayesinde adil davranan bir topluluk vardır." [11] Bu ayet, "Musa'nın (a.s) ümmetine ve onun kavminin tümüne böyle bir sorumluluk verilmiştir" buyurmamıştır… [12]
İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle rivayet etmektedir: İmam Zeynelabidin (a.s) İsrailoğulları'nın cumartesi günü balık tutma yasağını çiğnemeleriyle ilgili ayetleri bir grubun önünde okuyordu: "İçinizden, cumartesi gününü çiğneyenleri elbette bilmişsinizdir. İşte onlara, 'Aşağılık maymunlar olun!' dedik." [13] Orada olanlardan birisi şöyle dedi: Ey Resulullah'ın oğlu! Allah-u Teâlâ günümüzdeki İsrailoğullarını atalarının işlemiş oldukları günah ve suçtan dolayı kınayıp cezalandırıyor. Oysa En'âm Suresi'nde şöyle buyuruyor: "Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz." [14] İmam Zeynelabidin (a.s) ona şu cevabı verdi: Kur’an, Arapça nazil olmuştur ve Arapların üslubuyla konuşmaktadır. Örneğin kabilesi bir bölgeye saldırıp katliam yapan ve onları yağmalayan Temimoğullarından bir adam, "O şehri öldürdünüz ve yağmaladınız." veya başka bir Arap, "Biz falan kabileye falan zararı verdik ve falan aileden esir aldık, falan şehri yıktık." diyor, fakat bu işi vasıtasız olarak yaptıklarını kastetmiyor; aksine, kabilelerinin böyle bir şey yaptığını söyleyerek övünmek istiyor. Allah-u Teâlâ'nın bu ayetlerdeki buyruğu ise, hem atalarını ve hem de şimdi yaşayanları kınamaktadır. Çünkü bu, Kur’an-ı Kerim'in nazil olduğu dilin gereğidir. Şimdi yaşayanlar da atalarının yaptıklarına razı oldukları ve onların bu işlerini doğru buldukları için kınanmaktadırlar. Dolayısıyla onlara da "Siz bu işi yaptınız" söylenmesi caizdir; yani onların çirkin işlerine razı oldunuz. [15]
3- Bir Mefhumun Kur’an’da Kullanım Şekillerini Açıklama Yoluyla Tefsiri
Bir rivayette Resul-i Ekrem'in (s.a.a) şöyle buyurduğu geçmektedir: Kur’an uslu bir deve gibi her tarafa götürülebilir; fakat onu en güzel şekilde götürün. [16]
Emîrü'l-Müminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Kur’an farklı yükleri kabul eder. [17]
Çoğu kelimeler farklı kullanımlara ve geniş anlamlara sahiptirler. Bir kelimenin kullanım şekillerine, onun asıl olup olmayan anlamına ve bu anlamların her birini açıklayan karine ve belirtilere dikkat edilmesi, insana bir mefhumun çeşitli kullanımları arasında mukayese yapma imkânı vermekle birlikte Kur’an tefsirinde yanlış algılamaları da engelleyebilir. Ehl-i Beyt birçok yerde bir kelimenin Kur’an-ı Kerim'de çeşitli kullanım şekillerine değinerek bu konunun Kur’an tefsirindeki önemli rolüne dikkat çekmişlerdir. Ehl-i Beyt ve öğrencilerinin bir kelimenin Kur’an’daki kullanım şekillerini açıklamaya önem vermeleri, Kur’an ilimlerinin bağımsız bir dalı olan "Kur’an’da Şekiller ve Benzerlikler" ilminin temelini atmakta önemli bir rolü olmuştur.
Bu konuda tefsir rivayetlerinden bir örnek veriyoruz:
Kur'ân'da "Zan" Kelimesinin Kullanımı
İmam Ali'den (a.s) nakledilen bir hadiste şöyle geçmiştir: …Sonra İmam şöyle buyurdu: Ve Allah-u Teâlâ müminleri şöyle anmıştır: "Onlar öyle kimselerdir ki, Rablerine kavuşacaklarını zannederler (bilirler)." [18] Yani dirilip haşrolacaklarını, hesaba çekilip mükâfatlandırılacaklarını ve cezalandırılacaklarını kesin olarak bilirler. Burada geçen "zan" sadece "yakin" anlamındadır. "Suçlular ateşi gördüler, artık içine düşeceklerini zannederler." [19] ayetinde ise, ateşe düşeceklerine kesin olarak emin olurlar, anlamındadır. Yine, "Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zannediyordum" [20] ayetinde, ben kesin olarak dirilip hesaba çekileceğimi biliyordum, anlamındadır. "O gün Allah, onlara hak ettikleri cezalarını tam verir ve onlar da zannederler (bilirler) ki Allah, apaçık Hak'tır" [21] ayeti de aynı şekildedir. Allah-u Teâlâ'nın münafıklara hitaben "Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz" [22] buyruğunda geçen "zan" ise "şüphe" anlamındadır ve yakin anlamına gelen zan değildir. Zan iki kısımdır: Biri şüphe ve diğeri ise, yakin ve kesin bilgi anlamındadır. Dolayısıyla, kıyametle ilgili olan, “yakin” anlamına gelen zandır; fakat dünya ile ilgili olan zan, “şüphe” anlamındadır. Sana yaptığım bu tefsiri alıver… [23]
Kur'ân-ı Kerim'de "İman" Kelimesinin Kullanımı
Ebu Basir'in naklettiği bir rivayette İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: Allah'ın kitabında iman dört çeşittir: 1- Dil ile ikrar; Allah-u Teâlâ buna “iman” adını vermiştir. 2- Kalp ile kabullenmek. 3- Amel. 4- Onay.
İmanın anlamları:
Birinci anlamı: Dil ile ikrar edilen, Allah-u Teâlâ'nın “iman” diye adlandırdığı ve sahiplerini imanlı tanımladığı imandır; çünkü şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! (Savaşmaya giderken) tedbirinizi alın, sonra gruplar hâlinde veya topluca hareket edin. İçinizden ağır davrananlar olacak ve size bir musibet gelip çatınca da ‘Allah bana nimet verdi de onlarla birlikte (bu sıkıntılara tanık) olmadım’ diyecektir. Allah’tan size bir lütuf erişecek olursa, aranızda hiçbir dostluk bağı olmayan (yabancı) biri gibi, ‘Keşke onlarla birlikte olsaydım da büyük bir başarıya erseydim’ diyecektir. [24]
Bunu doğu ve batı ehli söylese, bu nedenle iman dairesinden dışarı çıkarlar; fakat Allah-u Teâlâ onları “mümin” diye adlandırmıştır ve yine Allah-u Teâlâ'nın, "Ey inananlar! Allah'a, Elçisine inanın." [25] buyruğunda onları ikrar etmeleri nedeniyle "inananlar" diye adlandırmış ve daha sonra, "gerçekten inanın" buyurmuştur.
İkinci anlamı: İman, “kalpten kabul etmek” anlamındadır. Şu ayetler gibi: "Onlar ki, inandılar ve korunurlardı. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlara!" [26] Yani, onlar ki tasdik ettiler. "Allah'ı açıktan görmediğimiz sürece sana inanmayız." [27] Yani, seni tasdiklemeyiz, kalben kabullenmeyiz. "Ey inananlar! Allah'a, Elçisine inanın." [28] Yani, ey ikrar edenler! Kalben tasdik ve kabul edin. Dolayısıyla hakka iman tasdiktir ve tasdikin de şartları vardır; bu şartlar gerçekleşmedikçe tasdik kâmil olmaz.
Yine şu ayet de aynı anlamdadır: "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara (köle ve esirlere) verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi. Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır." [29] O halde, bu şartlara sahip olan bir kişi kalben tasdik edip inanan kişidir.
Üçüncü anlamı: Aşağıdaki ayette geçtiği gibi amelden ibaret olan iman: Allah-u Teâlâ, Peygamberinin kıblesini Kâbe'ye çevirince ashabı, "Ey Allah'ın Resulü! Beytulmükaddes'e doğru kıldığımız namazlar batıl oldu!" dediler. Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurdu: "Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir." [30] Bu ayette Allah-u Teâlâ namazdan "iman" diye söz etmiştir.
Dördüncü anlam: Allah-u Teâlâ'nın iman ruhu ile müminlerin kalbine yerleştirdiği onay ve destekten ibaret olan iman. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Elçisine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir." [31] İmanın onaylanmasının delili, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) şu buyruğudur: "Zinakâr imana sahip olduğu halde zina yapmaz. Hırsız imanı olduğu halde hırsızlık yapmaz. Çünkü bir mümin zina yaptığı zaman iman ruhu ondan ayrılır; ancak zinadan ayrıldıktan sonra iman ruhu ona geri döner. Aynı şekilde bir mümin hırsızlık yaptığında iman ruhu ondan ayrılır ve ardından ona geri döner." "On- dan ayrılan şey nedir?" diye sorulduğunda ise, şöyle buyurdu: "Allah'ın onun kalbine yerleştirdiği şeydir."
Daha sonra şöyle buyurdu: Her kalbin iki kulağı vardır. Birinin girişinde hidayet meleği ve diğerinde ise, aldatıcı şeytan durmuştur. Biri iyiliğe davet ediyor ve diğeri ise, engelliyor. İmanın bir diğer çeşidi de [pis ve temiz] Allah-u Teâlâ'nın şu ayetteki buyruğudur: "Allah müminleri, (şu) üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir, temizi pisten ayıracaktır." [32] Yine bazı insanlar iman edip kalben de tasdik ettikleri halde imanları zulüm ve haksızlığa bulaşabilir. Bu da şu ayetin ifade ettiği şeydir: "İnananlar ve imanlarını bir haksızlıkla bulamayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır." [33] Mümin olup da Allah'ın sakındırdığı günahlara bulaşan bir kimse imanını zulme bulaştırmış olur. Dolayısıyla Allah için halis olmak amacıyla yapmış olduğu zulümden tövbe edip Allah'a dönmedikçe imanının ona bir yararı olmaz. İşte Allah'ın kitabında geçen imanın kısımları budur. [34]
…
Murtaza TURABÎ
------------------
[1]- Ehl-i Beyt'in, müteşabih ayetlerin doğru tefsirini yaparak ve yine aklî istidlaller yapıp bilimsel nüktelere değinerek tecessüm, irca, tefviz, zahircilik ve sapık bâtıncılık görüşlerine yönelmeyi engelleyip Emeviler ile Abbasilerin döneminde çeşitli konulardaki sapık hareketleri nasıl ifşa ettikleri açıklık kazanması için Şeyh Saduk'un (r.a) “el-Tevhid” kitabına ve Ehl-i Beyt'in itikad ve tefsirle ilgili bazı metinlerine müracaat etmek yeterlidir. Yine bu konuda çeşitli fıkıh bablarına ve Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) diğer mezheplerin fıkıhlarıyla ilgili olan ahkâm ayetlerinin tefsirine müracaat etmek yeterlidir.
[2]- Sâd, 75.
[3]- Sad, 17.
[4]- Zâriyât, 47.
[5]- Nuru's-Sekaleyn tefsiri, c.4, s.444; el-Tevhid, s.153.
[6]- Âl-i İmrân, 77.
[7]- Tefsir-i Ayyaşî, c.1, s.180.
[8]- Furkan, 63.
[9]- Mecmau'l-Beyan Tefsiri, c.7, s.310.
[10]- Âl-i İmran, 104.
[11]- A'raf, 159.
[12]- el-Kâfi, c.5, s.59.
[13]- Bakara, 65.
[14]- En'âm, 164.
[15]- İmam Hasan Askerî'nin Tefsiri, s.272.
[16]- Mecmau'l-Beyan, c1, s. 40.
[17]- el-Mecazatu'n-Nebeviyye, s.25.
[18]- Bakara, 46.
[19]- Kehf, 53.
[20]- Hâkka, 20.
[21]- Nûr, 25.
[22]- Ahzâb, 10.
[23]- el-Tevhid, s.254.
[24]- Nisâ, 71–73.
[25]- Nisâ, 136.
[26]- Yûnus, 63–64.
[27]- Bakara, 55.
[28]- Nisâ, 136.
[29]- Bakara, 177.
[30]- Bakara, 143.
[31]- Mücadele, 22.