Bugun...



İslâm Toplumunun Oluşumu ve Yaşaması - 2

Uygar ülkelerin kanunları, hareketleri, iradelere, yani çoğunluğun iradesine bağlamaktan öteye bir şeye önem vermiyor. Arkasından bu iradeleri koruyacak şeye de önem vermiyor.

facebook-paylas
Tarih: 21-12-2022 10:54

İslâm Toplumunun Oluşumu ve Yaşaması - 2

Bismillahirrahmanirrahim

Uygar ülkelerin kanunları, hareketleri, iradelere, yani çoğunluğun iradesine bağlamaktan öteye bir şeye önem vermiyor. Arkasından bu iradeleri koruyacak şeye de önem vermiyor.

Bu durumda eğer fertlerin iradeleri canlı, şuurlu ve etkili ise, bu irade kanunu yürütür. Ama durum her zaman böyle olmayabilir. Fertlerin vicdanlarında beliren bir çökme veya toplumun yapısında meydana gelen bir yaşlanma yüzünden bu irade canlılığını yitirip ölü hâle gelebilir. Ya da eğlenceye, aşırı azgınlığa ve yararlanma çılgınlığına daldığı için, şuurunu ve idrakini kaybedebilir. Yahut toplum iradesi canlı ve bilinçli olur ama çoğunluğun iradesini zorla ayaklar altına alan, üstün ve baskın bir zorba güç ortaya çıktığı için etkinliğini kaybedebilir.

Gizli cinayetler gibi yürütme gücünün haberdar olamayacağı olaylar ile etki alanın dışındaki olaylar gibi yaptırım gücünün çerçevesine alamayacağı durumlar da böyledir. Bütün bu durumlarda millet, kanunun uygulanması, toplumun yozlaşmadan ve dağılmadan korunması yolundaki özlemine kavuşamaz. İşte birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra Avrupa toplumlarında görülen dağılmaların ve bölünmelerin başlıcaları bu söylediklerimizin en güzel örnekleridir.

Bu kanunların çiğnenmesinin ve toplumun bozulup dağılmasının tek sebebi, toplumun ve iradelerin güçlerini ve egemenliklerini koruyan sebebe önem vermemiş olmalarıdır. Bu sebep yüce ahlâktır. Çünkü irade, kalıcılığını ve hayatının devamını uygun ahlâktan alır. Psikoloji ilmi bu gerçeği ortaya koyuyor. Eğer toplumda geçerli olan gelenekler sistemi istikrarlı olmazsa, eğer o toplumda uygulanan kanun yüksek ahlâk temeline dayanmazsa, söz konusu toplum kökü yerden kesilmiş ve dik duramayan bir ağaca benzer.

Bu konuda komünizmin ortaya çıkışını göz önüne alın. Komünizm, demokrasinin doğurduğu bir yavrudur. Onu, toplumdaki sosyal sınıflardan birinin aşırı israfı ile diğerlerinin mahrumiyeti üretmiştir. O toplumlarda, zulüm ve insafsızlık noktası ile öfke, kin birikimi ve intikam duygusu noktası arasında büyük bir mesafe meydana gelmişti. Birbiri arkasından meydana gelen iki dünya savaşları da öyledir. Şimdi insanlık üçüncü dünya savaşının tehdidi altındadır. Bu savaşlar yeryüzünü kargaşaya boğmuş; ekini ve nesli mahvetmiştir. Bu savaşların tek güdüsü, büyüklük kompleksi, ahlâksızlık ve ihtirastır. Bu hususu iyice kavramak gerekir.

Fakat İslâm, yürürlükteki sistemini ve uygulanacak kanunlarını ahlâk temeli üzerine kurdu ve insanların bu alandaki eğitimine büyük bir önem verdi. Çünkü hareketlerde uygulanan kanunlar ahlâkın güvencesinde ve uhdesindedir. O, gizli işlerinde, açık işlerinde, yalnızlığında ve açıkta olduğu durumlarında hep insanla beraberdir. Görevini yapar. Titiz bir gözetici polisin veya düzeni korumaya çalışan herhangi bir gücün yapabileceğinden daha güzel bir şekilde işini görür.

Evet, o ülkelerdeki genel eğitim, insanları iyi ahlâk üzerine yetiştirmeye önem veriyor; onları ahlâklı olmaya teşvik ediyor ve özendiriyor. Bu yolda bütün gayretini seferber ediyor ama bu onlara hiçbir fayda sağlamıyor.

Bunun iki önemli sebebi var:

Birinci sebep: Ahlâkî rezilliklerin yegâne kaynağı, bir yanda maddî yararlanmadaki israf ve aşırılık ile öbür yanda görülen mahrumiyettir. Kanunlar bu alanda insanları tamamen serbest bırakıyorlar. Bazılarına her şey verilirken, diğerleri mahrum bırakılıyor. Bu durumda insanları ahlâkî erdemlere çağırmak ve bunu teşvik etmek, iki zıt kutba yöneltilmiş bir çağrı veya iki zıt kutbu bir araya getirmeyi istemek değil de nedir?

Üstelik o ülkelerin insanları, daha önce belirttiğimiz gibi toplumsal tarzda düşünüyorlar. Onların toplumları sürekli biçimde ve gitgide artan şiddetle zayıf toplumlar üzerinde baskı kurup, onların haklarını çiğniyor; onların ellerindeki kaynakları kendi çıkarlarına katıyor; onların kendilerini köleleştiriyor ve üzerlerindeki tahakkümün çapını ellerinden geldiğince genişletiyorlar. Bu bozukluğa rağmen iyiliğe ve takvaya yönelik çağrı, çelişkili bir çağrıdır ve her zaman sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.

İkinci sebep: Erdemli ahlâk, devamlı ve istikrarlı olabilmek için korunmasını, yerleşik kılınmasını üstlenecek bir güvenceye muhtaçtır. Bu güvence, tevhit ilkesinden başkası olamaz. Yani şöyle bir inanca sahip olmaktır: Bu âlemin bir tek ilâhı vardır. O'nun güzel isimleri vardır. O, yaratıkları kemale ermeleri ve mutlu olmaları gayesi ile yarattı. O, iyiliği ve düzenliliği sever; kötülüğü ve fesadı sevmez. O, bütün insanları yargılamak ve herkese hak ettiği karşılığı eksiksiz olarak vermek üzere bir araya getirecektir. İyilik yapana iyi ve kötülük yapana da kötü karşılık verecektir.

Besbelli ki, eğer ahiret gününe inanılmazsa, arzulara uymayı engelleyecek ve nefsin doğal hazları peşinden sürüklenmeyi engelleyecek köklü bir sebep bulunmaz. Çünkü insan tabiatı, kendi nefsinin ve arzularının yerine gelmesini sağlar. Başkasının yararı, meselâ diğer bir ferdin tabii istekleri umurunda değildir. Ancak başkasının yararı şu ya da bu şekilde kendi arzusuna dönük olur ve onunla çakışırsa, başkasının arzusunun gerçekleşmesini isteyebilir. Bu noktayı iyi düşünün.

Eğer bir insanın başka birinin haklarından birini çiğnemekte çıkarı varsa, onu bundan alıkoyacak bir engel ve bu yüzden kendisini cezalandıracak bir yetkili ile onu kınayacak ve azarlayacak bir kınayıcı yoksa onu suç işlemekten ve zulüm yapmaktan alıkoyacak ne engel olabilir? Bu suç ve zulüm istediği kadar büyük olsun. Bu arada bazı araştırmacıların yanlış değerlendirmeleri sonucunda engelleyici olduğu sanılan “vatana bağlılık, insan sevgisi, iyi övgü ve benzeri gibi” bazı motifler vardır. Bunlar birtakım kalp kaynaklı heyecanlar ve iç duygulardır; eğitim ve öğretimden başka koruyucu bir sebebe sahip değildir. Bunlar hiçbir gerektirici sebebe dayanmazlar.

Buna göre onlar, tesadüfi nitelikler ve sıradan hususlardır. Onların ortadan kalkmalarına bir engel yoktur. İnsan başkası için, o başkası “kendi ölümünden sonra rahat yaşasın” diye, niye kendini feda etsin? Ölmeyi “yok olmak” olarak gören bir insan bunu niye yapsın? Güzel övgü başkalarının dilinde olan bir şeydir. Kendini feda edene şahsen yok olduktan sonra vereceği bir tat yoktur.

Sözün kısası, basiretli düşünür şüphe etmez ki, karşılığında kendisine hiçbir şey getirmeyen ve şahsına hiçbir çıkar sağlamayan bir mahrumiyete insan girişmez. Bu durumlarda insana “arkada iyi bir ad bırakmak, sürekli güzel övgü, dünya durdukça kalacak bir iftihar gibi” bazı vaatler sunulur ve ona bazı özlemler aşılanır. Bunlara kanmak bir aldanma ve kandırılmadır. İnsanın duyguları ve heyecanları coşar da öldükten ve şahsen yok olduktan sonra, durumunun ölmeden önceki durumu gibi olacağını, böylece hakkındaki övgüleri duyacağını ve onlardan haz alacağını zanneder. Bu, “sarhoş bir adam gibi” aldatıcı bir kuruntudan başka bir şey değildir. Sarhoş adam, duygularının coşması ile büyülenir ve ayık ve akıllı zamanlarında girişemeyeceği, kendinden, ırzından, malından ve değerli bildiği her şeyden fedakârlıklarda, harcamalarda bulunur. O, aklı başında olmayan bir sarhoş olduğu için bu yaptıklarını cömertlik sayar; fakat aslında yaptığı aptallık ve deliliktir.

Bu tökezlenmeler öyle tökezlenmelerdir ki, insanın bunlardan kaçıp kurtulabilmesi için az önce anlattığımız tevhit kalesinden başka sığınabileceği bir yer yoktur. Bundan dolayı İslâm, yürüyen yolunun bir parçası yaptığı iyi ahlâkı, tevhit esası üzerine kurdu. Bu tevhidin unsurlarından biri ahirete inanmaktır. Onun ayrılmaz sonucu ise, insanın nerede olursa olsun ve ne zaman olursa olsun iyiliği benimsemesi ve kötülükten kaçınmasıdır. İster bilinsin, ister bilinmesin; ister biri tarafından övülsün, ister övülmesin; ister yapacağı harekete onu sürükleyen olsun, ister onu yapmaktan alıkoyan olsun ya da ne sürükleyen ve ne de alıkoyan bulunsun.

Çünkü onun yanında her şeyi bilen, olup bitenleri kayda geçiren, yaptıkları sebebi ile herkesin başında duran yüce Allah vardır. Önünde ise, öyle bir gün var ki, o gün herkes yaptığı her iyiliği ve işlediği her kötülüğü karşısında bulur. Yine o gün, herkes yaptıklarının karşılığını mutlaka alır.




Bu haber 292 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAŞAM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI