Tweet |
Burada sadece bazılarına değinilecektir.
a) "İtaat" Sadece Allah’a (c.c) Mahsustur
Tevhidin mertebelerinden biri de Allah’a (c.c) itaatte tevhittir. Şöyle ki itaat, asaleten ve zatî olarak insanların yaratıcısı Allah’a mahsustur. Bu yüzden O’ndan başkasına itaat, onun izni ve emriyle olmalıdır. (Çünkü arızî olan her şey, zatî olarak o şeye sahip olandan kaynaklanmalıdır.)
Bunun delili şudur: İtaat, malikiyet (sahiplik) ve kullukla ilintili olarak söz konusu olabilir. Bu yüzden bütün varlıkların sahibi olan birisine itaat etmek farz ve ondan başkasına itaat ise, onun iznine bağlıdır.
Yüce Allah birçok ayette bu noktaya işaret etmiştir. Örneğin:
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız; Allah ise, zengin ve hamde layık olan işte O’dur.” [1]"
“Biz hiçbir peygamberi, Allah’ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik.”[2]
“Kim Resül’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur…” [3]
Ayetlerden anlaşılan şu ki, itaat bizzat Allah’a (c.c) mahsustur; başkasına itaat, O’nun emir ve izniyledir. Resul ve emir sahiplerine (ululemr) itaat de bu kaidenin dışında değildir ve onlara itaat de Allah’ın (c.c) emriyle olmalıdır. Ayet-i şerifede açıklandığı üzere: "Ey inananlar, Allah’a itaat edin, Resül’e ve sizden olan emir sahibine itaat edin…" [4]
b) Hakimiyet Allah’a (c.c) Mahsustur
Tevhidin diğer mertebelerinden biri, hakimiyette tevhittir. Yani egemenlik Yüce Allah’a (c.c) mahsustur. Bu durumda bütün egemenlikler O’nun egemenliğine ve emirlerine dayanmalıdır. Çünkü O’nun dışında hiç bir varlık asaleten ve zatî olarak hakimiyet hakkına sahip değildir.
Bunun delili şudur: Hükümdarlık, insanların mal ve canları üzerinde tasarruf etmek demektir. Başkalarının canı ve malı üzerinde tasarrufta bulunmak, velâyet yetkisini gerektirir. Böyle bir yetkinin olmayışı, yapılan tasarrufu haram kılar. İnsanlar Allah’ın (c.c) yaratığı olup, eşittirler ve hiç kimse başkalarının üzerinde velâyet yetkisine sahip değildir. Velâyet, sadece insanların gerçek malikî olan Allah’ın (c.c) tekelindedir. Dolayısıyla hükümet etmek isteyen herkes, hükümetini Allah’ın (c.c) iznine dayandırması gerektiği, söylendi.
Ayetlerde "…Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir." [5] şeklindeki ifadede yüce Allah’ın teşri ve yasama alanındaki ortaksız hakimiyyetine işaret edilir. "… “Ol” dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü haktır… mülk O’nundur." [6] ayetinde ise, O’nun tekvin alanındaki tek hakimiyyetine işaret edilir.
Merhum Allame Tabatabai şöyle buyuruyor: "…Etki, yüce Allah’a ait olduğuna göre, bir tür etki demek olan hüküm de O’na aittir. Bu hususta varoluşsal gerçeklere ilişkin hüküm ile kararlaştırılmalı/itibarî yasal olgulara ilişkin hüküm arasında herhangi bir fark yoktur."[7]
Ebu’l-A’la Mevdudi şöyle diyor: "Hakimiyet Allah’a (c.c) mahsustur ve hakiki hâkim, O’dur. Bu yüzden İslâm nizamı demokrasi içerisine dahil edilemez ve bu çeşit hükümet için kullanılacak en iyi tabir, ilâhî hükümet veya Siyogratidir." [8]
c) Yüce İmamet Makamını Tanımamak
Uzun bir hadiste İmam Rıza’dan (a.s) şöyle nakledilir: "Halk, imametin kadrini ve ümmet arasındaki yerini biliyor mu ki imamı seçmeleri doğru olsun?
İmamet, üstün bir yere, büyük bir öneme, yüksek bir konuma ve erişilmez bir değere ve kavranması güç bir misyona sahiptir. Bu yüzden insanlar akıllarıyla erişemezler. Görüşleriyle onu kavrayamazlar. Kendi seçimleriyle bir imam tayin edemezler." [9]
İmamı seçebilmek için imamet makamının değerini, konumunu, onunla ilgili şartları bilmek gerekir. Bu değerli rivayet, halkın bir şahsı “imam” unvanıyla seçmesi bir tarafa, imamı tanımanın bile mümkün olmadığını göstermektedir. Öyleyse imamı, ancak onu doğru bir şekilde tanıyan biri tayin edebilir.
d) Hz. Peygamber’e (s.a.a) Göre İmamet ve Hilâfet
Nebevî rivayetlerden anlaşılan şudur ki: Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) imamet ve rehberlik meselesini ilâhî bir iş olarak değerlendiriyordu. Bu yüzden hiçbir rivayette Hz. Peygamber’in (s.a.a), ümmetinin imametini, halka ve onların oylarına bıraktığı görülmemiştir. Bu hususta şu rivayeti örnek verebiliriz:
İbn-i Hişam’ın siretinde şöyle anlatılıyor: "Ben-î Amir b. Sasaa, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna geldiler. Hz. Peygamber (s.a.a) onları Allah’a (c.c) davet ederek, ilâhî risaletini kabulleri için onlara sundu. Bu sırada onlardan “Büheyra b. Furas” isminde biri, o hazrete şöyle arz etti: "Bana söyle! Eğer biz İslâm üzere sana biat eder ve Allah (c.c) sana, muhaliflerine karşı üstünlük verirse, acaba bizim, senden sonraki hilâfette bir payımız olacak mı?"
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hilâfet işi Allah’ın (c.c) elindedir. Onu istediği yerde kılar." Bu sırada "Büheyra", Hz. Peygamber’e (s.a.a) şöyle arz etti: "Canımızı seni korumak için verdikten ve Allah (c.c) seni düşmanlarına karşı üstün kıldıktan sonra, hilâfet bizden başkasına yetişecek öyle mi? Bizim senin İslâm’ına ihtiyacımız yoktur." [10]
Bu olayın benzeri Kindeoğulları ve Ammar b. Tufeyl kabilesiyle de yaşandı.
----------------
[1]- Fâtır, 15.
[2]- Nisâ, 64.
[3]- Nisâ, 80.
[4]- Nisâ, 59.
[5]- Yûsuf, 40.
[6]- En’âm, 73.
[7]- el-Mizan, c.7, s.116.
[8]- Nazariyyetu’l-İslâmi’s-Siyasiyye, s.5.
[9]- Usul-u Kafi, c.1, s.199.
[10]- Tarih-i Taberî, c.2, s.84; İbn-i Kesir’in sireti, c.2, s.158; İbn-i Hişam’ın sireti, c.2, s.32; Halebiyye sireti, c.2, s.3; Sire-i Zeyni Dehlan, c.1, s.302; Hayatu Muhammed, s.152. vs.
gaziantep escort,mersin escort,gaziantep escort,seks hikayeleri
yatırımsız deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2024