Bugun...



Adap ve Yaşam Tarzı - 1

Adap ve yaşam tarzı toplum ve sosyal hayatı oluşturan temel etkendir.

facebook-paylas
Güncelleme: 20-03-2023 12:26:33 Tarih: 15-02-2023 11:46

Adap ve Yaşam Tarzı - 1

Bismillahirrahmanirrahim

Toplumu ve bir toplumun sosyal hayatını Adap ve yaşam tarzı oluşturmaktadır. Bu açıdan öncelikle “Adap ve Yaşam Tarzı” kavramlarının anlamının açıklanması ve bunların genel olarak din dediğimiz fıkıh ve ahlakla olan irtibatı açıklanmalı; bu kavramların unsurları ve engellerini beyan edilmelidir.

Adap

“Edep”, bir davranıştaki “zariflik ve güzellik” olarak tanımlanmıştır. Yani bir davranışta uygun görülen şekilsel güzelliğe “edep” denilmektedir. [1] Mesela yemek yeme adabı, uyuma adabı, dua ve namaz adabı, muaşeret adabı, ziyaret ve evlilik adabı vb. Bu davranışlara şayan olan hasletler o davranışların güzelliğine ve kemaline sebep olur. Bu manadaki edep, ancak meşru davranışlarda gerçekleşmektedir. Yani bir davranışın adabından söz ediyorsak aslında “o davranışın kendisini tavsiye ediyor veya en azından uygun görüyoruz” demektir. Dolayısıyla çirkin ve yasak olan işlerde adabın anlamı yoktur. Yani şarap içme, hakaret ve yalan konuşma gibi fiillerin adabından söz etmek anlamsızdır. Aynı şekilde bir şeyin edebinden söz ediliyorsa, onun çirkin ve güzel, tam ve eksik gibi şekilleri olmalıdır.

Edebin tanımında geçen güzellik ve liyakat çeşitli toplumlarda farklı olabilir. Bu yüzden çeşitli toplumlarda farklı adap anlayışı vardır. Şöyle ki bir toplumda doğal ve sıradan olan bir davranış başka bir toplumda çirkin ve kınanmış sayılabilir. Örneğin İslam toplumunda insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında selam verirler. Oysaki bazı toplumlarda selam yerine şapka çıkarmak veya ellerini belli şekilde başlarına doğru kaldırmak gibi bir gelenek vardır. Veya İslam ümmetinde namahremler arasındaki görüşme adabı başka toplumlardakinden çok farklıdır.

Bazıları, “ruhta yerleşik olan alışkanlıklar” diye nitelediğimiz ahlak ile adabı aynı şeymiş gibi algılayabilirler. Fakat yaptığımız tanımlamadan da anlaşıldığı gibi ahlak, ruhun güzelliği ve adap ise, davranışın güzelliğidir. Yani ahlak deruni ve içsel sıfatlara dönük bir olgu iken, adap zahiri ve görünen davranışlarla ilgili bir olgudur.

Adap genel olarak ahlakın tezahür ettiği arenadır. Bu yüzden halk arasında adaba aykırı davranmanın çirkinliği ahlaka aykırı davranmaktan daha azdır. Zira insan ahlaki bir hükmü bilmediği mazeretini getiremez. Mesela yalan konuşan biri “yalancılığın kötü olduğunu bilmiyordum” diye bir bahane getiremez. Getirse bile insanlar onun bu mazeretini kabul etmez ve geçerli saymaz. Aksine adap konusunda getirilecek bu tür bir mazeret halk tarafından yerine göre kabul edilebilir. Aynı şekilde ahlaki konular çeşitli kültürlerde sabit ve değişmez özelliğe sahipken, sosyal adaba dair birçok konu değişken ve görecelidir. [2]

Başka bir ifadeyle adap, ahlakın dış âlemde vücut bulmuş somut şeklidir; çeşitli örnekleri vardır ve alternatif kabul eden bir özelliğe sahiptir. Yani ahlaktan asla vazgeçilemez ve her daim ona bağlı kalmak gerekir. Fakat adapla ilgili bazı konulardan alternatifi olması şartıyla vazgeçilebilir. [3]

Sonuçta zaman ve mekân faktörünü aşmış değerleri ifade eden davranışlar ahlakla alakalı, zaman ve mekâna bağlı değerleri ifade eden davranışlar ise, adapla ilgili konulardır. [4]

Adabın muhtelif toplum ve gruplarda farklı şekilleri vardır. Adap belli bir sınıf veya özel bir gruba ait olabilir; zenginlerin adabı veya tabiplerin adabı gibi. Oysaki ahlak kapsayıcı ve geneldir; herhangi bir sınıfa veya bir meslek grubuna has kılınamaz.

Adabın Misdak ve Türleri

Adabı çıkış noktasına göre dini ve dini olmayan şeklinde iki sınıfa ayırabiliriz. Dini adap ya doğrudan dini naslara dayanmış ya da iman ehli onları kendi dini anlayışlarına dayalı olarak dini kaynaklardan aldıkları ilhama göre oluşturmuş ve kendilerini bunlara riayete mukayyet kılmıştır. Dini olmayan adap ise, kaynağını coğrafi koşullardan, ırk, tarih, zümre, cinsiyet vb. faktörlerden alarak oluşmuş adaptır. Örnek verecek olursak, daha önce selam vermeye çalışmak, selamın cevabını daha kâmil ve güzel şekilde vermek, ibadet yaşına varmayı kutlamak, bir meclise girdiğinde bulduğu boş yere oturmak gibi davranışlar dini adaptandır. [5]

Aynı şekilde adabı bireysel ve toplumsal olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Eğer edebe riayet konusunda şahsın kendisinden başkası ortada yoksa, bu tamamen bireysel bir edeptir. Namaz kılma ve uyumanın adabını buna örnek gösterebiliriz. Fakat edebe riayet konusunda başkalarının da hazır olması şartı varsa, bu toplumsal edep olur. Muaşeret ve evlilik adabı bu kabildendir. Beslenme yöntemi, süslenme (giyim türü ve dış görünüm), sağlık ve sıhhat, muaşeret (selam, tokalaşmak, oturmak, kalkmak, karşılıklı konuşmak vs.) gibi konular adap için verilebilecek örneklerden bazılarıdır.

Adabın Önemi ve Toplumsal Etkileri

İslami adap, İslam’ın görünen simgesidir. Müslüman olmakla her tür davranışı sergilemek bir araya getirilemez. Yani İslami değerler karşısında teslimiyetle baş eğdiğimiz takdirde, kendimiz için her tür davranış ve görüntüyü seçemeyiz. İslam adabı, İslami inanç ve değerlerle uyuşan görünüş ve davranışlar olup teorik ve pratik tevhit ilkesinin somut dışyüzüdür. Onun toplumsal yönü de dikkate alınabilir.

Özel adap kurallarına bağlı olan bir ümmet kendi inançları ve değerlerine uygun bir sosyal yapı meydana getirir. Örneğin İslami değerlerin kökleştiği ve Allah’a kulluğun yaygınlaşmış olduğu bir toplumda hırs ve dünyevileşmeyi artırıcı metaların reklamı uygunsuz görülür ve kendine alan bulamaz.

İnsanın zahiri davranışı onun ne tür bir düşünce ve tutkuya sahip olduğunu gösterir. Bir kişiden görülen davranışlar bir şekilde onu başkalarına ve hatta kendisine tanıtmış olur; onun deruni ahvalini aşikâr eder; inançları ve beğenilerini ortaya koyar. Mesela Şiaların Hz. Peygamber (s.a.a) ve onun tertemiz Ehlibeytinin (a.s) matem günlerinde üzüntülerini göstermek için siyah giyinmeleri, onlarda olan Hz. Peygamber’e (s.a.a) ve Ehlibeytine (a.s) bağlılığı ve bu kültüre olan inançlarını ortaya koymaktadır. Bu yüzden eğer bu zahiri davranış birtakım insanların ortak noktası olursa, bu onların hemfikir olduklarını ve birbirlerine olan yakınlıklarını gösterir.

Eğer bireylerin zahirinde ve yaşam şeklinde bir farklılık varsa, muhtemelen onların hayata bakış tarzı ve değer yargılarında da farklılık olduğunu tahmin edebiliriz. Her insanın üzerindeki elbise, onun vücut ülkesinin bayrağıdır; vücut evinin kapısı üzerine asmış olduğu bu sancakla hangi kültüre tabi olduğunu ilan etmektedir. Aynı şekilde her millet kendi sancağına olan bağlılık ve saygısıyla ulusal ve siyasi hüviyetine olan inancını aşikâr etmektedir. Bir insan belli birtakım değerler ve ideolojilere gönlünü kaptırmış olduğu sürece, bu değer ve ideolojilere uygun elbiseyi asla üzerinden çıkarmayacaktır. [6] Buna göre insanın zahiri şeklinde meydana gelen değişim, onun düşünce ve eğilimlerini etkilemiş olan içindeki tufanın sonucudur.

Her insanın elbisesi ilk bakışta onun zahirinden bir sunum olup dış karakterinin bir cilvesi sayılır. Fakat daha dakik bir bakışla bakıldığında onun iç dünyası ile kopmaz bir bağın göstergesidir ve deruni âleminde bulunan gerçeklerin üzerindeki perdeyi kaldırır. Elbise tek tek her bireyin şahsiyetini tanımlamakla birlikte, sadece toplumsal kültürün etkisi altında kalmış bir olgu değildir. Elbette “bireylerin kişiliği ile yaşadıkları toplumun genel kültürü arasında güçlü bir bağın olduğu” konusu inkâr edilmez bir gerçektir.

Manevi ve insani değerlerin itibarsız olduğu ve insanın iç dünyasının dış etkenlerden tamamen bağımsız olarak şekillendiği bir toplumda insanın kişiliği kesinlikle diğerlerinin genel teveccühü ve onun hakkındaki görüşlerine göre şekillenir. Bu tür bir toplumda yaşayan bireyler doğal olarak üzerlerine giydikleri elbise ile kendileri için bir şahsiyet ve belirginlik oluşturmaya çalışırlar. Giyimlerde sayısız ve sebepsiz şekilde görülen değişiklikler de bireylerin içindeki bu duygunun yansımasıdır. [7]

‘İslami adap, İslam’ın zahiri simgesidir’ dedik. Her simge kendi mana ve mefhumunu göstermekle birlikte, söz konusu mananın toplumdaki varlık ve hayat derecesini de beyan etmektedir. Müslümanların şer’i adap ve hükümlere bağlılıkları, İslam’ın toplumdaki varlık ve hayatının ilanı olmakla birlikte, İslami düşünce ve kültürün özellikle gelecek nesiller için yayılma vesilesidir. Bir Müslümanın namazı ve onun adabı ile zahiri etkilerinin tümü İslami kültürün anımsatıcısı ve dolaylı şekilde tevhit ideolojisinin tebliğidir. Sonuçta adaba bağlılığı “gösterişçilik” ve “yüzeycilik” olarak değerlendirmek doğru değildir. Aksine birçok eğitici ve kültürel etkilerine binaen, bu davranış tutumlarına bağlılığı artırmak gerekir.

Batı dünyası adabın öneminden dolayı kendi kabul ettiği kültür, yaşam tarzı ve adabını yaymak için birkaç köklü çalışma yürütmektedir:

1- Modern Batı yaşantısı ve kültürünü tek, alternatifsiz, çekici ve aynı zamanda kaçınılmaz olarak sunmakta; onu güçlü kılan unsurları, çekici yönlerini, gizli ve açık olanaklarını reklam etmektedir.

2- Geleneksel yaşam tarzını küçümseme, sembollerini tahrip etme ve bazı hurafeleri ön plana çıkarmak yoluyla diğer kültürleri, özellikle de İslami kültürü işe yaramaz göstermekte ve aleyhinde yıpratıcı propagandalar yapmaktadır.

3- Adaba alternatif sunup ona davet etmekte; gelenekçi ve İslam’a dayalı kültür şekillerinin yerine modern yaşam tarzına ve yöntemlerine çağırmaktadır.

Her hâlükârda inançlar ve değerleri yaymada adabın, sembollerin ve yaşam tarzlarının özel gücü dikkate alındığında; adabı aşikâr etmek ve sembolleri açığa vurmak, bunları tazim etmek ve korumanın zaruri olduğu gerçeği daha iyi anlaşılır. Ayrıca batıl gelenekler ve yanlış düşünceler, küçümsenmeyi, değiştirilmeyi veya onlara ait sembollerin ortadan kaldırılmasını icap etmektedir. Put ve haç gibi ibadet heykellerini ortadan kaldırmanın tavsiye edilmesi, Hz. Musa’nın (a.s) Samiri’nin buzağısını yakıp, külünü denize savurması [8] ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) Zırar mescidini yıktırması gibi örnekleri buna delil olarak göstermek mümkündür.

Batıl bir kültüre ait adap ve simgeleri kullanmak, o kültürün tebliğ ve güçlendirilmesi, hayatı ve varlığının toplumda ilan edilmesidir. Bizler bu adaba uymakla o düşünceye üyeliğimizi ve bağlılığımızı ilan etmiş olmakta ve onun askerlerinden sayılmaktayız. [9] Resul-ü Ekrem (s.a.a) ümmetine şu tavsiyede bulunmuştur:

وَ لَا تَشَبَّهُوا بِالْيَهُود

“Kendinizi Yahudilere benzetmeyin.” [10]

İslami adapla süslenmenin önemli neticelerinden biri, insani değerlerin gelişmesidir. Genel olarak toplumsal adaba riayet edilmesi, ilişkilerin derinleşip sağlamlaşmasına; samimiyetin artışına ve bireyler arasındaki irtibatın daha tatlı ve etkili olmasına yol açar. Toplumdaki davranış şekillerinin tek tip oluşu, bireylerin birbirine daha fazla ısınmasına ve daha iyi iletişim kurmasına sebep olur. Örneğin selam vermek, kaynaşma ve muhabbet kurmanın ilk sinyalidir. Eğer bu edebi kaldırırsak, toplumsal bağların birçoğu ortadan kalkmış olur. İslami edep kurallarından her birine sahip olmak kişiyi diğerlerinin nazarında güzelleştirir ve ziynetine vesile olur. Kişi uyguladığı her edep kuralı ile üzerine yeni bir elbise giymiş gibi olur. Emirü’l-Müminin Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

الْآدَابُ حُلَل مُجَدَّدَة

“Adap, ruh ve bedene giydirilen yenilenmiş elbiselerdir.” [11]

Dolayısıyla İslami adap ile müeddep olmak, diğerlerini cezbetmekte, örneklik için iyi bir numune oluşturmakta, marufun emredilmesi ile kötülükten sakınılmasının uygulanmasını sağlamakta ve toplumun ıslah edilmesinin önünü açmaktadır. Kişi beğenilmiş adap ile müeddep olunca, onun değeri ve kıymeti artar; saygın biri olur. Bu yüzden ona daha büyük sorumluluklar tevdi edilir. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

لَا يَرْأَسُ مَنْ خَلا عَنِ الْأَدَب وَ صَبَا إِلَى اللَّعِب

“Edebi olmayan ve eğlenceye dalan kimse başkan olamaz.” [12]

Adap ve Fıkıh

Fıkıh konuları bireyin zahiri yaşantısını düzenleyen adabı içermektedir. Yaşantının zahiri şeklinin İslam’ın manevi esasları ve ilkeleri üzerinde şekillenmesi, İslami yaşam adabını oluşturur. Dini bir yaşam örneği, dini desturların somut, geniş ve kapsamlı emirlerinin oluşturduğu zahiri çehredir. Bu çehre genellikle birçoklarının ilgi odağıdır ve toplumda daha fazla kabul görmektedir. Dolayısıyla dini tebliğ ederken bu yönelişten faydalanmak gerekir.

İslami adap, kaynağını fıkıh ve ahlak ilminden almaktadır. Fıkıh ilmi vacip ve haram konuları beyan etmenin yanı sıra, müstahap ve mekruhlardan da söz etmekte ve böylece adap kurallarını da uhdesine almaktadır. Ahlak ilmi de birçok adap kuralını ihtiva etmektedir. Elbette yaşadığımız şu asırda yaşam alanlarımızda meydana gelen açılımlar aynı doğrultuda adap kurallarının da genişlemesi beklentisini beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla da pratikte uygulanacak önemli desturlara ihtiyaç vardır. Bunların özellikle şu asırda somut olarak şekillenmesini mümkün kılacak uygulamalar olmalıdır. Mesela züht, cömertlik, ihsan, yiğitlik ve şefkat gibi kavramların günümüz dünyasındaki zahiri suretleri belirginleşmelidir.

Ciddi şekilde üzerinde durulması gereken husus şudur: Bazen dini açıdan bir fiilin helal veya haram, caiz ya da yasak oluşunu araştırırız. Bazen de dinin söz konusu fiili tavsiye edip etmediğini bilmek isteriz. Demek ki dini emir ve talepleri sadece şer’i helal ve haramla sınırlamak doğru değildir. Başka bir ifadeyle bir fiilin şer’i açıdan helal olduğuna yakin etsek dahi, yine de onun iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu sormamız icap etmektedir.

Tavsiye edilmiş normlar, ahlaki ve adap kurallarına göre yapılması veya yapılmaması gerekenlerin kapsamı, haram ve helal dairesinin ötesindedir ve oldukça geniştir. Zira fıkhi açıdan bir şeyin caiz oluşu, ahlaki cevazdan daha geneldir. Bu durumda bir konuda verilmiş fıkhi cevap o konunun helal ve haram sınırındaki durumunu belirler. Ama bu artık o konuda İslami araştırmanın sona erdiği ve başka bir müzakereye gerek kalmadığı anlamına gelmez. Örneğin fıkhi açıdan erkeğin sadece avret mahallini örtmesi, onun örtünmesi için yeterlidir. Ancak böyle bir örtünmeyi tavsiye etmek ve genel bir kültüre dönüştürmek doğru mudur?! Bu da gösteriyor ki bir kültür ve toplum inşa edildiğinde fıkhi sınırlardan ahlaki merkeze doğru yükselişe geçmek gerekir; adap, tavsiyeler ve değerleri yaymak icap eder.

Bir Müslümanın tercihlerindeki davranışları asgari ile azami arasındadır ve Müslüman kişi tabanla tavan arasındaki hareketinde özgürdür. Fakat ona tavsiye edilen şey, asla tabanda kalmaması ve daima kendisini tavana yaklaştırmasıdır. Onun durumu “kabul notu on ile yirmi arası olan” bir okuldaki öğrencinin durumuna benzer. Öğrencinin “on” alması ondan beklenen en az nottur. Fakat öğrencinin notu yirmiye ne kadar yaklaşırsa, başarısı ve makbuliyeti de o ölçüde artar. Yani “on” razı olunan bir not değil, sadece sınıfta kalmama notudur. İslam şeriatında da bazı işler helaldir. Fakat yapılmaması gereken helaldir. Yani kendisinden uzaklaşılması tavsiye edilen ve sadece özel durumlarda, mecbur kalındığında yapılan helaldir.

Bir Müslümanın yaşantısı Allah’ın rızasına azami düzeyde yakın olmalıdır ve sırf Allah’ın gazabından kurtulmaya yetinmemelidir. Ancak bu açık destura rağmen bazıları, “Yaptığım iş haram mı?” diyerek en azı yapmaya yetinmekte ve böylece helal olan her şeyi yaparak şer’i açıdan benimsenen davranışlardan uzaklaşmaktadırlar. Belki de şu iki ayetteki ifade farkı bu konuya matuftur:

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلاَ تَعْتَدُوهَا

Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; o halde bu sınırları aşmayın.” [13]

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا

Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; o halde bu sınırlara yaklaşmayın.” [14]

Oyun ve eğlencenin birçoğu şer’i açıdan helal olmakla birlikte asla tavsiye edilmemiştir. Hatta Yüce Allah, müminlerin kurtuluş şartlarından biri olarak onların bu tür işlerden uzak durmalarını zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ الَّذينَ هُمْ في صَلاتِهِمْ خاشِعُونَ وَ الَّذينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

Gerçekten müminler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. Boş işlerden uzak dururlar.” [15]

Yaşantının İslami olabilmesi için sadece haramdan kaçınmak yeterli değildir. İnsanın yaşamının tümü helal işlerle dolu olabilir. Mesela sabahtan akşama kadar vaktimizin tümünü helal eğlencelerle geçirdiğimiz halde yaşantımız İslami olmayabilir. Dolayısıyla İslami bir yaşam tarzını tasvir ederken sadece “helal-haram” konusuna yetinmek doğru değildir. Aksine tavsiyeler ve erdemleri de keşfetmek için çaba sarf etmeliyiz.

Edebe Mâni Olan Şeyler/Edepten Kaçış Nedenleri

Adabın ne şekilde olduğu konusundaki bilgisizlik, edepten uzaklaşılmasına yol açan etkenlerden biridir. Amel adabını tanımak ise, ona bağlı kalmanın ön şartıdır. Adabın mana ve müspet getirilerinin doğru şekilde algılanmaması da bu konuya matuftur.

Birçok kimse adaba bağlılığın önemli etkilerini algılamadığı için onun gereğine uygun şekilde davranmaktan kaçınır. “Klişe tutumlardan uzaklaşma refleksi ve bu tür bağlılıkların eskidiği veya insanı engellediğini” düşünmek edepten kaçışın bir diğer sebebidir. Adaba bağlı kalmanın “eylem serbestisi ve yaratıcılıkla çeliştiği; kişiyi başkalarının tarzının kuşatması altında yaşamaya mahkûm kıldığı, onu kişisel zevk ve beğenilerinden vazgeçmek zorunda bıraktığı” gibi düşünceler de bu kaçışın sebeplerindendir. Fakat şunu bilmek gerekir ki adaba bağlılık, ahlak ve zahiri davranışın tecellisi veya onun dış görüntüsüdür ve zahirle batının birbiri üzerindeki etkileşiminden dolayı da adap, ahlâkın doğal uzantısı sayılır. Belki de bu yüzden İslam’ın değerler mecmuasının geniş bir bölümünü adap ile ilgili öğretiler oluşturmuştur. Adaba bağlılık ve davranışların belli bir kalıba konulması sayesinde terbiye yolu kısalmış ve stabilize edilmiş olur. Edebin terbiyedeki rolü o kadar önemlidir ki “terbiye” yerine “tedip” kavramı da kullanılmaktadır.

Adap kurallarına bağlılığı engelleyen faktörlerden biri de bazı toplumlardaki düzeltilmesi gereken birtakım mantıksız adaplardır. Bu faktör aslında insanın hakikati arayıcı özelliğine dönmektedir. İnsan doğruluk ve sağlamlığı ispat edilmemiş bir şeye teslim olmak istemez. Bu tür muhalefet kınanmış olmamakla birlikte, bilakis beğenilen bir tutumdur.

Dini adaba bağlılığı engelleyen faktörlerden bir başkası ise, tahammülsüzlük ve konfor arayışıdır. İnsan, adabın kendisi için oluşturacağı birtakım sınırlamalar içine girmek istemez. Adaba bağlılık, onu beyhude zevk ve isteklere dalma hevesinden alıkoyduğu için böyle bir sınırlamayı kabul etmek istemez.

Ahmed Hüseyin Şerifî

 

-------------

[1]- Seyyid Muhammed Hüseyin Tabatabai, el-Mizan, c. 6, s. 256.

[2]- Ali Misbah ve diğerleri, İslami Kaynaklar Açısından Psikolojik Gelişme, s. 1111.

[3]- Bu aslında ilke ile yöntem arasındaki fark gibidir. İlkeler ve yöntemlerin hepsi de yapılması gerekli olgular olmakla birlikte, ilkeler her zaman korunmalıdır. Ama yöntemler her ne kadar doğru olsa da alternatifi bulunduğunda değiştirilebilir.

[4]- Murtaza Mutahhari, İslam ve Zamanın Gerektirdikleri, c. 1, s. 281; Muhammed Fethali Hani, Ahlak İlminin Temel Öğretileri, c. 1, s. 40.

[5]- Mehdi Alizade ve diğerleri, İslam Ahlakı, Temeller ve Kaynaklar, s. 214.

[6]- Gulam Ali Haddad Adil, Kültürel Çıplaklık ve Çıplak Kültür, s. 40.

[7]- Gulam Ali Haddad Adil, Kültürel Çıplaklık ve Çıplak Kültür, s. 43-45.

[8]- Taha, 97.

[9]- Muhammed Alimzade Nuri, Ruhaniyet Elbisesi, Nedenler ve Gerekler, s. 9-20.

[10]- Muhammed b. Yakub Kuleyni, el-Kâfi, c. 6, s. 531.

[11]- Nehcü’l-Belaga, Seyyid Cafer Şehidi’nin Tercümesi, 5. Hikmetli Söz.

[12]- Abdulvahid b. Muhammed Temimi Amedi, Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim, h.5096.

[13]- Bakara, 229.

[14]- Bakara, 187.

[15]- Muminun, 1-3.




Bu haber 532 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAŞAM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI