Bugun...



Toplumun Temel Kurumu, Aile

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 23-11-2022 12:11

Toplumun Temel Kurumu, Aile

Aile, öncelikle kadın ve erkeğin meşru evlilikleri sonucu birbirlerine yakınlaşmalarından oluşur ve sonra da çocuk sahibi olmakla genişler ve daha sonra da amca, hala, dayı, teyze, torun ve neticelerle büyük bir aile müessesesi kurulur.

Tunus gibi bazı ülkelerde farklı bir aile düzeni de görülmektedir. Bu aileler eşlerden, çocuklardan, akrabalardan ve hatta komşulardan oluşan bir aile şeklidir. Bu aileler, küçük bir alanda toplu olarak yaşarlar. Buna göre ailenin kurucu öğeleri, kadın ve erkek olup şer'î veya örfî anlaşmalar doğrultusunda ortak hayata başlar. Bu birliktelik, çocukların dünyaya gelmesiyle daha renklenecek ve sağlamlaşacak, böylece aile de hareket ve hayatını sürdürecektir.

Aile Kurmanın Amaç ve İşlevleri

Evlilik alanında karşılaşılan en önemli sorulardan biri, aile teşkilinin amaç veya amaçlarının neler olduğudur. Bu temel sorunun cevabı, marifet kazanmaya zemin oluşturacağı gibi, aile teşkili hususunda da insanı yönlendirecek ve teşvik edecektir. Konu ile ilintili olarak ayet ve hadislerde yapılan araştırmalar sonucu elde edilen iki temel amaç şöyle özetlenebilir:

1- Cinsel içgüdünün kontrolü.

2- Şaşkınlıktan, derbederlikten ve yalnızlıktan kurtuluş.

Aile kurup ortak hayata başlamakla, kadın ile erkek arasında samimiyet ve gönül birliği oluşacaktır. Bu sayede kadın ve erkek, birbirinin yar ve yardımcısı, dert ortağı ve sırlarına mahrem olacaktır. Gerçekte kalıcı bir sevgi bağı kurmakla, kadın ve erkeğin kalbine huzur ve erinç tohumu ekilecek; bu da güven ve mutluluk olarak aile ortamına yansıyacaktır. Bu doğrultuda Kur’an-ı Kerim, evliliği ilahi ayet ve nişanelerden saymakla, bu kutsal kurumun iki önemli işlevine şöyle dikkat çekmiştir.

– Evlenme ve aile kurma ile huzur ve gönül rahatlığı oluşur.

– Bu kutsal ve semavi birliktelik sayesinde sevgi ve merhamet bağı oluşur. Böylece kadın ve erkek mutluluklarını da, acılarını da paylaşırlar. Gerçekte uygun, makul ve dinî öğretilerle kurulu bir evlilikte, çiftleri ancak ölüm ayırır. Yüce Allah'ın kelamı, bu iki işlevi çok güzel olarak şöyle betimlemiştir:

“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir.”[1]

Kadın ve Erkeğin Mahiyetinin Aynı Oluşu

Bazıları, kadın ve erkeğin farklı mahiyette olduğunu iddia etmiş ve bunu da dine dayandırmışlardır. Bu ayet üzerinde dikkatlice düşünülecek olsa, bu iddianın yanlış olduğu ortaya çıkacaktır. Ayet, kadın ve erkeğin ilahi ruhtan yaratılmış olduklarından dolayı aynı kimlik ve mahiyete sahip olduklarını kanıtlamaktadır. Bu da demektir ki, hüviyet ve cevher bakımından kadın ile erkek eşittir.

Kadın ile erkek arasında farklılık olarak ortaya çıkan şey, onların her birinin bedensel ve ruhsal yapısıyla ilgilidir ve bunun da kendine özgü neden ve gerekçeleri vardır.

Kadın ile erkeğin bedensel ve ruhsal yapı farklılığı, onların hukuk farklılığını gerektirir. Ancak bu hukuk farklılığı, onların haklarının eşitliğine aykırı değildir. Yani haklarda farklılık, hakların eşitliği ile çelişmez. Ailevi ve sosyal ilişkiler alanında, ev ve ailenin bazı sorumlulukları, erkek tarafından yerine getirilemeyeceğinden dolayı kadına verilmiştir. Bazı sorumluluklar da, kadınların bedensel ve ruhsal yapılarına uygunsuzluğundan, kadının tabiat ve içgüdüsüyle çeliştiğinden dolayı erkeğe bırakılmıştır.

Bu farklılıklar, kadın ile erkek arasında mahiyet ve cevher farkı olduğunu göstermez. İnsanların aynı nefisten yaratıldığını ve takva, olgunluk, erginlik kazanmada kadın ve erkeğin eşit olduğunu buyuran bir ayet şöyledir:

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının.”[2]

Dine Bağlılıkla Cinsel İçgüdünün Kontrolü

Hikmet sahibi yüce Allah, hikmeti uyarınca varlıkların bağrında bir takım içgüdüler yaratmıştır. Bu meyanda insan da ihtiyar sahibi varlık olarak, yüce Allah'ın kendinde yaratılmış olduğu içgüdülerden faydalanır. Dinî yasa ve öğretiler, insanın içgüdülerinden yararlanması bağlamında gerekli dengeyi sağlayarak insanın ifrat ve tefrit tehlikesine düşmesini önler. Gerçekte bu öğretiler, bir yandan cinsel eğilim gibi içgüdüleri yasaklamamış ve öte yandan da ölçüsüz olarak tatminini kabul etmemiştir. Dinin cinsellik eğilimine bakışı, tamamen doğal ve meşru ölçülerle, öngörülmüş programlarla doyurulabilecek bir yaklaşımdır.

Esefle belirtmek gerekir ki cinselliğin tatmini alanında vahiy çizgisinin dışına çıkmak, ancak ifrat veya tefrit sonucunu doğuracaktır. İfrat veya tefrit ise, birey ve toplum için bedensel, ruhsal ve psikolojik açıdan yıkıcı etkiler bırakacaktır. Bu nedenledir ki evlenmeyen insanlar, genellikle ruhî ve cismî sorunlar yaşar ve bu sorunlar zamanla sosyal boyut kazanır.

Dinin, evlenmeyen kimseler hakkında gösterdiği özel duyarlılığın bir nedeni de sözü edilen sorunlardır. İçe kapalılık, çöküntü, depresyon, ruhsal taşkınlık ve asabilik... evlilikten sakınmanın yıkıcı sonuçlarındandır. Bir de bunlara uhrevi sonuçların ekleneceği unutulmamalıdır. Günah bataklığına saplanma ve buna bağlı olarak da cehennem ateşine düşme, cinsel içgüdünün kötüye kullanılmasının en kötü sonuçlarındandır.

Belirtildiği üzere, evlenmenin ve aile kurmanın önemli getiri ve faydalarından biri, ahlâkî rezilliklerden ve cinsel sapkınlıklardan korunmaktır. Bu sonuçlar, birey ve toplumun sorunlarını teşhis ve öngörü alanında hadislerimizin derinlik ve ileri görüşlülüğünü yansıtır. Allah Resulü (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki evlenen bir kimse, dininin yarısını kazanmış olur. Öyleyse kalan yarısı hakkında Allah'tan sakınsın.” [3]

Yüce Peygamberimizin (s.a.a) bir diğer buyruğu şöyledir: “Cehennem ehlinin çoğu bekârlardır.” [4]

Yine rahmet Peygamberi (s.a.a), evliliğin yüce Allah katındaki değerini şöyle açıklamaktadır: “İslâm'da hiçbir bina kurulmamıştır ki yüce Allah katında evlilikten daha sevimli olsun.” [5]

Din önderleri bir başka açıdan şöyle buyurmuşlardır: “Şüphesiz ki evlenen kimseye, mutluluğun yarısı verilmiş olur.” [6]

İnsanın gençlik çağında evlenmesi ve böylece kendisini şeytanın tuzaklarından koruması, şeytana çok ağır ve üzücü gelir. Bu husustaki bir hadis şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir genç yoktur ki gençliğinin başlangıcında evlensin de şeytan, ‘Vay olsun ona, vay olsun ona! Dininin üçte ikisini benden korudu!’ diyerek inlemesin. Artık bu kul, (dininin) kalan üçte biri hakkında Allah'tan sakınsın.” [7]

Konu hakkındaki hadislerden elde edilen sonuç şudur: İslâm dini hem bu içgüdünün bastırılmasına ve hem de kayıtsız ve şartsız olarak salıverilmesine karşıdır. İslâm dini, bu güdüye yön verme ve kontrol etme konusunda kayıtsız kalmamış ve hatta doğru şekilde tatmin edilmesi için hükümler koymuştur.

İnsan bu ilahi hükümlere uymakla, iffet ve namus düşkünlüğü gibi erdemler kazanabilecek ve bunların yardımıyla da kendisini çok ciddi bir takım tehlikelerden koruyacaktır.

Yönetim Alanındaki Sapmalar ve Aile Kurumlarının Yıkımı

İlahi yasalar yerine kusurlu beşerî yasalara uyulması, gelişmiş toplumlarda nice sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Astronomik rakamlarla ifade edilen tecavüz olayları, AİDS hastalığının sınır tanımaksızın yayılması, eşcinsel evliliklerin gittikçe artması ve yüzlerce başka türlü sapmalar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri felaketin eşiğine getirmiş durumdadır.

Cinsel sapıklık ve sapkınlıkların doğurduğu çok ciddi tehlike ve sorunlara rağmen, bazı insanların bu yoldan vazgeçmemeleri ve kendilerini bu ateş girdabından kurtarma gayreti göstermemeleri gerçekten çok düşündürücüdür.

Bunun yanı sıra, cinsel sapmaları kanıtlayan baş döndürücü istatistikler de mevcuttur. Bu bağlamda asıl kınanması gerekenler, düşünce ve davranış bakımından bu çirkinlikleri ve iğrençlikleri yayanlardır. Tertemiz beşerî fıtratı, bazıları açısından dönülmesi belki de mümkün olmayan bu pisliklere bulaştıranlar kesinlikle onlar olmuştur.

Her halükârda insan, yüce Allah'a tevekkül ederek ve ciddi bir iç hesaplaşmaya koyularak, ilahi ve insanî yola dönmeye gayret etmelidir.

Daha üzücü olanı ise, bazı ülkelerin bu sapıklık ve fesadın çirkinliğini görmezden gelmeleri; onları yasalarla resmileştirerek suç unsuru olmaktan çıkarmaları ve normal şeyler gibi gösterme gayretleridir.

Ülkelerin ekonomik çıkarcılıkları ile insanların taşkınlıkları ve sınırsızca özgürlük istekleri, beşerî toplumların sapmasında birbirini tamamlayan etkenler olmuştur. Ancak ilahi yasalara bağlı kalmak ve ilahi özgürlükler sınırını aşmamak, insanî makam ve kerametleri korumakla birlikte, şeytanî istekler yolunu tıkayacak ve böylece de insanın izzet ve kerametinin kötüye kullanılmasına engel olacaktır.

 

---------------

[1]- Rûm, 21.

[2]- Nisâ, 1.

[3]- Emali-i Tusî, s. 518.

[4]- Men La Yahzuruhu'l-Fakih, c. 3, s. 384.

[5]- Men La Yahzuruhu'l-Fakih, c. 3, s. 383.

[6]- Müstedrekü'l-Vesâil, c. 14, s. 154.

[7]- Caferiyyat, s. 89.




Bu haber 314 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAŞAM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI