Bugun...


Musa Aydın

facebook-paylas
Din-Bilim İlişkisi - 1
Tarih: 03-08-2023 14:51:00 Güncelleme: 03-08-2023 14:51:00


Bismillahirrahmanirrahim

 

 

Musa AYDIN

 

Bir kardeşimiz Deistlere ait olduğunu söylediği bazı iddiaları bana yazmış ve cevap istemiştir. (Gerçi benzer iddialar onlardan önce Ateistler tarafından da ileri sürülmüştür ve Deistlere has değildir.) Bu iddiaların ana ekseni DİN-BİLİM ilişkisinden ibarettir. Evet, öteden beri din-bilim ilişkisine dair farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları, din ve bilimin alanları farklı olduğu için onları birbiriyle kıyaslamanın da yanlış olduğunu söylerken, bazıları din ve bilimin birbirini tam anlamıyla teyit ettiğini söylemiştir. Diğer bazıları din ve bilimin birbirini tamamladığını söylerken, bazıları da din ve bilimin tamamen birbiriyle çeliştiği ve çatıştığını iddia etmişlerdir. Bu, geniş araştırma ve çalışmalara konu olabilecek bir tartışma konusudur. Zaten bir çok alim ve araştırmacının da üzerine eğildiği ve hakkında çeşitli makale ve kitapların yazıldığı bir konu olmuştur. Biz elbette öz Muhammedi İslam’ın ilim-bilimle çelişmediği, tam tersine birbirini tamamladığı kanaatindeyiz. Somut ve net olarak şunu söyleyebiliriz ki: “Eğer bir konuda İslam ve bilimin çeliştiği gündemde ise şu iki durum söz konusudur: Ya bilim denilen şey, doğruluğu ispatlanmamış bir teori ve iddiadan ibarettir. Ya da konuyla ilgili dini yorumlarda bir sıkıntı vardır demektir, dinde değil. Dolayısıyla böyle bir durumda dinin bilimle çeliştiği kolaycılığına sarılma yerine, bu saplantı ve ön yargıdan kurtulup mümkün olursa, söz konusu teorinin ispatına daha sağlam deliller bulma gayreti içinde olmakla birlikte uzmanı olan kişilerden o konuda daha mantıklı dini yorumlar elde etmeye çalışılmalıdır. Aynı şey aslında dini verileri savunanlar tarafından da bir yere kadar yapılmalıdır. Yani bilim adamlarınca zahiri dini bir öğretiye ters gibi gözüken yeni bir teori ve iddia ortaya atıldığında, peşinen onu reddetme yerine, detaylı ve etraflıca inceleyip bir takım revize ve tashihlerle de olsa ve söz konusu dini öğretinin temel argümanlarını koruyarak yeni bilimsel verilerle örtüşecek şekilde yorumlama imkanı olup olmadığını araştırarak nihai bir sonuca varmak gerekir. Aslında bu, iyi niyet taşıyan ve sadece gerçeklerin peşinde olan her kesin yapması gereken bir şeydir. Böyle bir durumda çelişki gibi gözüken birçok şeyin aslında öyle olmadığı ortaya çıkacaktır. Ancak art niyet, saplantı ve önyargıların hâkim olduğu bir ortamda ise tam tersi bir durumun yaşanacağı muhakkaktır. Nitekim birçok iddianın aslında bu türden bir altyapıya ve arka plana sahip olduğunu bizzat görmekte ve yaşamaktayız.

Yazının devamında değerlendirip cevaplamaya çalışacağımız iddiaların birçoğu da bunun örnekleri sayılabilir.

Her halükarda bu yazıda amacımız bu konuyu şimdilik geniş ve derinlemesine işlemek olmadığı için bu kadar bir giriş bilgisiyle yetiniyoruz.

Zaten bu eleştirel iddialar, dikkat edilirse ciddi bir delil barındırmamaktadır, kısa ve amiyane bir şekilde yazılmıştır; dolayısıyla uzun uzadıya açıklama yapmaya gerek yoktur. Ama konuyla ilgili fazla ve sağlam bilgisi olmayan insanlarda, özellikle de aziz gençlerimizde meydana getirebileceği kafa karışıklığına mahal vermemek ve onları daha doyurucu ve sağlam bilgilere yönlendirmek için bu iddiaları cevapsız bırakmamak gerektiğini düşünerek bu yazıyı hazırlamaya karar verdik.

Şimdi yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bir kardeşimizin Deistlerin “Bilim ve din birbiriyle çelişmektedir.” iddiasına yönelik ileri sürdükleri bazı örnekleri içeren yazısını ne çok uzun ne de çok kısa olmama kaydıyla incelemeye ve cevaplamaya çalışacağız.

 

Evet, şöyle diyorlar:

 

1- Din inanmaktır bilim ise şüphe etmek...

 

Cevap: Bu iddia maalesef ya bilgisizliğin ya da İslam’ı Hıristiyanlıkla karıştırmanın bir ürünü olsa gerek.

Evet, bu iddianın aksine İslam akletmeden, düşünmeden delil ve burhana dayanmadan edinilen imanı, iman olarak kabul etmez ve bunu taklit diye niteler; Kur’an ata babalarının yolunu körü körüne taklit edenleri şiddetle kınar. Onlarca ayette akletmeye ve tefekküre davet eder. İşte bunlardan birkaç örnek:

 

 “Allah'ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, pisliği akıllarını (güzelce) kullanmayanların üzerine yükler.” (Yunus, 100)

 

“... O halde kullarımı müjdele! * (Onlar ki) Sözü dinleyip de onun en güzeline uyarlar; işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar halis akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (Zümer-17-18)

 

“De ki: "İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar basiret üzere (düşünerek-aklederek) bilerek Allah'a çağırırız. Allah'ın şanı yücedir. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim." (Yusuf, 108)

 

“Onlar Kur'an üzerinde düşünmezler mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kalplere ait kilitleri mi var?” (Muhammed, 24)

 

Görüldüğü gibi ayetler açık bir şekilde insanları önce düşünmeye, akletmeye ve ardından basiret bilgi ve bilinç üzere seçim yapmaya davet ediyor. İslam alimleri, Kur’an ve hadislerden aldıkları ilhamla inançla ilgili konularda delilsiz bir şekilde taklit etmeyi haram bilmişlerdir.

 

Evet, İslam’ın dediği şudur: Eğer şüphe etmek ve sorgulamak hakka ve doğruya ulaşmak için olur ve insan o şüphelerde saplanıp kalmazsa, yani şüphe insanı hakka ve doğruya götüren bir köprü olursa, iyidir ve hiçbir sakıncası yoktur.

Ama insanın hedefi salt şüphe yaratmak olur ve delil burhan peşinde olmaz ve o şüpheleri bertaraf etmeye çalışmaz ve Kur’an’ın tabiriyle sırf sorumluluktan kaçmak için inkarcılığa yeltenirse bu elbette kötüdür.

Samimi olan herkese Allah mutlaka doğrulara ulaşma yollarını açar. Buna kendisi söz vermiştir:

“Bizim uğrumuzda çaba gösterenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza hidayet edeceğiz-ileteceğiz. Şüphesiz Allah mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.” (Ankebut, 69)

İslam alimlerinin de dediği gibi burada bizim yolumuzda çabadan maksat, hiçbir maddi ve nefsani hedef gütmeden samimi ve ihlaslı bir şekilde sadece doğruları bulma çabasında olan kimse kastedilmiştir; zira ayetin devamında hidayetten ve iyilikten bahsetmektedir.

 

2- Dinde masalsı mucizelerin hiçbirini sorgulayamazsın ama bilimde her görüş sorgulanıp görüşe kanıt aranır.

 

Cevap: Bu da maalesef temelsiz ve bilgi yetersizliğine dayalı bir iddia. Çünkü mucizeden bu şekilde söz eden bir kimsenin esasen mucizenin mahiyetinden habersiz olduğu açıktır. Onlar Mucizeyi aleme hakim olan nedensellik ilkesinin dışında ve ona aykırı bir şey olarak algılıyorlar. Oysa mucize de elbette bu ilke dahilindedir. Ama nedenler ve etkenler sadece maddi ve fiziki etkenlerle sınırlı değildir. Maddi etkenler olduğu gibi madde ötesi etkenler de vardır. Ayrıca henüz keşfedilmemiş daha nice maddi etkenin var olduğu da muhakkaktır. Bu eleştiriler kendilerini DEİST olarak tanımlayan kimselerden bize gelmiştir ve onlar (ateistlerden farklı olarak) en azından Allah’ı kabul ettiklerini söylüyorlar. Güzel, peki neye dayanarak söylüyorlar? Laboratuvarda mı gördüler, duyu organlarıyla mı idrak ettiler?

Eğer bir kimse Allah’ın varlığını kabullenme iddiasında samimi ise peşinen madde ötesi bir etkene de inanıyor demektir. Dolayısıyla mucize de madde ötesi etkenlere dayanmaktadır. Ne var ki bizim, duyu organlarımızla idrak edeceğimiz türden bir etken değil. Bu yüzden mucizeye masal diyen birisinin, Allah’ın varlığına da masal demesi gerekir.

Eğer masal olarak nitelemeleri o mucizeleri kendi gözleriyle görmediklerinden dolayı ise, o zaman yaşadıkları ve kendi gözleriyle gördükleri olayların dışında geçmişe ait her şeyi inkar etmeleri gerekir. Sonuçta görmedikleri şeyler bir şekilde onlara nakledilen şeylerdir. Bu yüzden görmedikleri şeylerin bazısını kabullenip bazısını reddetmenin tutarlı bir mantığı yoktur.

 

3- Yıllar boyunca din yüzünden bilim engellenmiştir. En iyi örneğini şu an görüyoruz. Kendi inançlarına ters olduğu için bilmeden evrimi reddeden insanlar var. Din bilimin önündeki engelden başka bir şey değildir.

 

Cevap: Gerçekten tuhaf bir iddia! Yani siz uçak yapmak istediniz de İslam engel mi oldu? Siz bilgisayar üretmek istediniz de İslam önüne set mi çekti? Siz insanlık namına, bilim adına hangi başarıya imza atmak istediniz, hangi icadı, buluşu gerçekleştirmek istediniz de İslam, yapma etme dedi?!

Bir de bilim bilim dediğiniz evrimden mi ibaret kaldı? Sizin hayran olduğunuz batılı bilim adamlarının bile bir kısmı Evrimi kabullenmiş değil. Hatta yıllar geçtikçe evrim karşıtlarının sayısının daha da arttığını iddia etmek mümkündür.

Burada sadece bir iki tanesinin adını vermekle yetiniyoruz:

Pennsylvania Lehigh Üniversitesi’nden biyofizik profesörü Michael Behe. “Darwin’in Kara Kutusu, Evrim Teorisine Karşı Biyokimyasal Zafer” isimli kitabına bakabilirsiniz.

Nobel ödüllü Amerikalı Moleküler Biyolog Jerry Bergman.

Şu anda DARWİNİZM karşıtı bilim adamlarının imzaladığı bir bildiriyi imzalayanların sayısı 1000’den fazla.. Şu linkten bakabilirsiniz:

https://www.discovery.org/m/2019/02/A-Scientific-Dissent-from-Darwinism-List-020419.pdf

 

Hemen şöyle diyeceklerine eminim: “Bu sayının kaç kat fazlası bilim adamı evrimi desteklemektedir.” Olabilir, isterse yüzlerce kat fazlası olsun. Bizim için önemli olan onların iddiası. Diyorlar ya evrim bilimsel bir gerçektir. Madem öyle o zaman bir tane dahi bilim adamının ona karşı çıkmaması gerekirdi. Demek ki bu bir teori. Dolayısıyla hayranı olduğunuz batı bilim adamlarının bile arasında aradan 150-200 yıl geçmesine rağmen hala hararetle tartışılmaktadır. Kabul edeni de var, reddedeni de var; belki bunların kaç katı kafası karışık olanı da var. Peki, bilim adamları kendi arasında bu teoriyi tartıştıklarında, ret veya kabul ettiklerinde bilim düşmanı, bilim önündeki engel olmuyorlar da dindar kesim, bir takım yabana atılmayacak önemli delillere dayanarak buna karşı çıktıklarında, eleştirdiklerinde bilim düşmanı, bilim önündeki engel mi oluyorlar? Getirdikleri delilleri kabul edersiniz veya etmezsiniz, o ayrı bir konu. Ama sırf eleştirdikleri için onları bilim karşıtı olarak lanse etmek insafsızlık, hatta akılsızlıktır.

Halbuki “Bilimde her görüş sorgulanabilir.” diyen kendileri değil miydi?! Peki, bu sorgulama sadece dine ait konular için mi geçerli? Değilse, neden dindarların sizin sözüm ona bilimsel dediğiniz görüşleri, mesela Evrim teorisini sorgulamasına izin vermiyor ve şiddetle karşı çıkıyorsunuz? Bu açık bir çifte standart değil mi?

 

 

4- Din bilimin önündeki engelden başka bir şey değildir.

 

Cevap: Ortaçağ Hıristiyanlığını söylüyorlarsa, ona bir diyeceğimiz yok. Ama İslam’ı kastediyorlarsa, onların iddiasının tam aksine bilimin, araştırmanın en büyük destekçisi ve teşvikçisidir İslam.

Müslümanlara, “Çin’de bile olsa ilim öğrenin.” emrinde bulunan İslam’ın Yüce Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) değil mi? Çin’de olan ilimlerin salt dini bilgiler olmadığı ve tam da onların kastettiği “Pozitif bilimler” olduğu gayet açıktır.

Asırlar boyu ve batı henüz cehalet ve bağnazlığın karanlığında boğuşurken İslam aleminde en büyük filozoflar, kimyacılar, matematikçiler, gökbilimciler, tıp bilimciler ve… yetişiyordu. Bu iddiada bulunanlar, Cabir bin Hayyanları, İbn-i Sinaları, Farabileri, Birunileri, Harezmileri, El-Kindileri, İbn-i Rüştleri, Söhreverdileri, Molla Sadraları ve diğer yüzlerce dünya tarihine isimlerini altın harflerle yazdırmış ünlü Müslüman bilim adamlarını hala tanımıyorlarsa, demek ki ilim-bilim tarihinden papağan gibi ezberlettikleri birkaç terim ve ismin dışında hiçbir şey bilmiyorlardır. En azından Google’da ufak bir gezinti yapmış olsalardı, yine bu kadar cüretkar ve bilgisizce konuşup kendilerini küçük düşürmezlerdi!

Ne kadar ilginç ve üzücüdür ki Batı bu büyük Müslüman bilim adamlarının eserlerinden yararlanmakta ve hatta o eserlerden birçoğu Üniversitelerde tedris edilmekte, üzerlerinde tezler yazılmaktadır. Mesela Cabir b. Hayyan kimyanın babası olarak bilinmekte ve eserlerinden yararlanılmaktadır. İbn-i Sina hakeza ve… Evet, orada durum böyle iken burada gördüğünüz gibi böyle içler acısı bir durumla karşı karşıyayız…

Elbette Müslümanların o gün öyle, ama bugün böyle ve geri durumda olmalarının İslami öğretilerle hiçbir alakası yoktur ve başka sebepleri vardır ki ayrıca konuşmak lazım. Ama kısaca söylemek gerekirse, aslında iddia edilenin tam aksine o gün Müslümanlar İslam’ın ilime, bilime, araştırmaya verdiği önemi kavrayıp ona amel ettikleri için, o muhteşem ilerleme ve atılımı yapmış ve ilmin ve bilimin altın çağlarını dünyaya yaşatmışlardı. Ama daha sonraları bir takım iç ve dış etkenlerin etkisiyle o öğretilerden uzaklaştıkları ve zamanla batının hayranı, kulu kölesi oldukları için bu hallere düşmüşlerdir maalesef!

Gerçi bütün bu olumsuzluklara rağmen eskisi kadar olmasa da yine de hatırı sayılır birçok Müslüman bilim adamı vardır ki bunlardan bazıları Nobel ödülü dahi almışlardır.  Türkiyeli Prof. Aziz Sancar, Pakistanlı Prof. Muhammed Abdusselam gibi, Mısırlı Prof. Ahmet Zewail gibi…

Bir başka önemli nokta şudur ki eğer İslam ilim, bilim, akıl ve mantık karşıtı bir din olsaydı, dünyada, önceden Müslüman olmayan ve dolayısıyla da ata baba taassubu olmaksızın İslam’ı seçen bir tane bilim adamı olmaması gerekirdi. Oysa tarafsız bir gözle araştırma yapan, onlarca hatta yüzlerce İslam’ı seçmiş bilim adamına rastlayabilir. Sözü uzatmamak için onların isimlerini sıralamaya gerek görmüyorum. Google’de kısa bir arama yapmanız bu isimlerden birçoğuna ulaşmanız için yeterli olacaktır.

 Son olarak BİLİM diye temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp ileri sürdükleri EVRİM teorisi konusunda bir noktaya açıklık getirerek bu konuyu kapatmak istiyoruz:

Biz evrim teorisini, içinde barındırdığı yığınla sorunları, sıkıntı ve çelişkileri (ki başka bir yazıda buna genişçe yer vereceğiz inşallah) göz ardı edip yüzde yüz doğru olduğunu kabullensek bile iddia edildiği gibi Kur’an ile çelişir bir yanı yoktur. Evet, ilk bakışta zahiri anlamda bir çelişki gibi gözüktüğü doğrudur. Zira Kur’an bir yandan bugünkü insan neslinin Hz. Adem’e dayandığını ve Hz. Adem’in balçıktan yaratıldığını söylüyor, diğer taraftan birçok ayette insanın topraktan veya nütfeden yaratıldığı vurgulanıyor. Dolayısıyla bu haliyle olaya yaklaştığımızda ortada evrim diye bir şey gözükmemektedir. Peki, bu çelişkiyi nasıl ortadan kaldırabiliriz?

Cevap: Kur’an’a göre şu an yeryüzünde yaşayan insan türünün babası ve ilk kaynağı hiç şüphesiz Hz. Adem’dir. Ama Hz. Adem’den bugüne kadar geçen zaman miktarı, yapılan araştırma ve hesaplamalara göre takriben 7000 veya en fazla verilen rakama göre 10,000 yıldır. Oysa yeryüzünün ömründen 6 milyar yıl geçtiği ve insan varlığının ömründen ise milyonlar geçtiği söyleniyor.

Öte yandan aradan binlerce yıl geçmesine rağmen ne insanda bir değişiklik olduğunu görmekteyiz, ne de maymunda. Teorinin savunucuları bu evrilmenin çok yavaş gerçekleştiğini ve milyonlarca yıl sürdüğünü söylemektedirler. Bu yüzden şunu rahatlıkla diyebiliriz ki faraza Darwin ve diğer bilim adamlarının evrilmeye ilişkin yaptıkları araştırmalar ve buldukları bulgular doğru olsa bile, şu anda yeryüzünde yaşayan insan nesli halkasına ait değil, onlardan önce yaşayan insan türlerine aittir. Kaynaklarımızda bu insan neslinden önce birçok başka nesillerin de yaşayıp son bulduklarını destekleyen hadisler, kanıtlar vardır. Bu yüzden Evrim teorisini kabullenme farzını Kur’an’daki açıklamalarla birlikte şöyle formüle edebiliriz:

“Kur’an’ın insan yaratılışıyla alakalı ortaya koyduğu açıklamalar, Allah’ın balçıktan yarattığı Hz. Adem’den türeyen insanlardır. Evrime ait bulgular ve kanıtlar ise ondan önceki insan nesli veya nesillerine aittir. Mutlak kudret sahibi Allah’tır. İsterse, onu Hz. Adem’i yarattığı şekilde yaratır, isterse, onun neslindeki gibi nütfeden ve nütfenin ana beslenme kaynağı olan topraktan yaratır, isterse, evrilme şeklinde meydana getirir. Böylece doğru kabul ettiğimiz takdirde bile Evrim teorisi, Kur’an’ın açıklamalarıyla çelişmez.

…….



Bu yazı 2383 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI