Bugun...



Gaybet Döneminin Başlangıcında Abbasîlerin Siyasî, Toplumsal ve Fikrî Durumu - 2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Güncelleme: 26-05-2023 12:22:56 Tarih: 12-05-2023 12:14

Gaybet Döneminin Başlangıcında Abbasîlerin Siyasî, Toplumsal ve Fikrî Durumu - 2

Abbasîlerin Etkili Oldukları Bölgelerin Özerkleşmesi

Abbasîlerin etkili oldukları ülke ve bölgelerin siyasî konumlarıyla alâkalı iki özelliğe işaret edilebilir: Birincisi, Abbasî halifelerinin nüfuzu altındaki bölgeler, İslâm devletinin çok geniş alanları kapsaması hasebiyle hükümet merkezine bağlı kalma mecburiyetinde değillerdi ve istedikleri zaman itaat ediyor ve istemezlerse, bağımsızlıktan dem vurarak diğerleriyle savaşıyorlardı. Bu mesele ülkenin fethedilip şehirlerin genişletilmesine isteklerinin olup olmadığına bağlıydı. [1]

İçeriğin Değişmesi ve Fetihlerin Hedefleri

Şüphesiz İslâm fetihlerinin hedefleri fethedilen yerlerin halkını öldürüp mallarını ellerinden almak değil, bilakis halkların, başkalarının köleliğinden kurtarılması ve doğru bir şekilde İslâm’ın uygulanmasıdır. Bu sebeple İslâm ordusu, savaştan önce halkı İslâm’a davet ederek onlara İslâm’ın güzelliklerini sunması gerekir. İslâm’da cihadın kendine has adap ve hedefleri olup bunlar kendi yerinde mahfuzdur. [2] Ne var ki söz konusu ettiğimiz asırlarda bu fetihlerin hiç birisinde İslâm’ın adap ve hedefleri görülmemektedir.

Fetih sahneleri, İslâm’ın asil hedef ve fetih yöntemlerinden uzaklaştı ve ne savaş öncesi ve ne de savaş sonrası İslâm’a davet yoktu. Hâlbuki bu şeylere davet edilmesi, İslâm şeriatının apaçık vecibelerinden sayılmaktadır.

İbn-i Esir bir örnekte şöyle nakletmektedir: Abbasî halifesi Muntasır, Hicrî 248 yılında Türk kökenli “Vasîf”i Rumlarla savaşması için gönderdi ve Muhtasır’ın veziri Ahmed b. Hasib’in ısrarı üzerine gerçekleşen bu olayın sebebi, Ahmed b. Hasib ile Vasîf arasındaki ihtilaftan kaynaklanmıştı. Bunun üzerine Ahmed b. Hasib, Muntasır’ı Vasîf’i ordudan ayırarak savaşa göndermesi için harekete geçirdi. Muntasır da “sınırın korunması” unvanıyla on iki bin askerle birlikte dört yıllığına Vasîf’i gönderip ikinci bir emre kadar Rumlar’la savaşmasını emretti. [3]

Kısaca söylenmesi gerekir ki, hareket ve savaşların ölçüsü İslâmî değil, bilakis siyasî sürtüşmeler, şahsî husumetler veya bunun gibi eksenler üzerinde dönüyordu.

b) Toplumsal Durum

“Toplumsal Durumdan” din, ırk, toplumsal konum, statü, kudret ve diğer açılardan bir toplum içindeki çeşitli sınıflaşmaların açıklanması ve aynı şekilde sınıfların birbirleriyle adap, gelenek, kutlama, kıssa, ev, araç-gereç, elbise, yiyecek, içecek ve bir toplumun görünümüyle alâkalı her şeyin ilişkilerinin beyan edilmesi kastedilmektedir. [4]

Bu dönemde halifelerin yetersizliği, ayyaşlığa boğulmaları, zamparalık ve gece hayatları, sınırsız harcamaları, dünya perestlik ve rahatlıklarına düşkünlükleri, pratikte toplumun fakir (çok fakir) ve zengin (çok zengin) olmak üzere iki büyük sınıfa ayrılmasına sebep olmuştu. [5] Halifeler ve halifelerin adına çalışanlarla halk arasındaki mesafe en son haddine ulaşmıştı.

1- Ayyaşlık

Ayyaşlık, Abbasî halifelerinin tamamının ortak tarzıydı. [6] Abbasî halifelerinin ayyaşlıkla günlerini gün etme kıssaları şahide ihtiyaç duyulup benzeri olmayacak ölçüde rezalet ve rüsvalıkla doludur. Zira edebiyat ve tarih kitapları [7] bu tür şahitlerle dolup taşmaktadır. [8] Abbasî halifeleri utanç verici hayatlarının çoğunluğunu şarap kadehleri arasında ve güzel cariyelerin kucağında geçiriyorlardı. Onlar için hediyelerin en iyisi yıllanmış şarap ve ay yüzlü güzel cariyelerdi. [9]

Mütevekkil’in sersemlik ve gece hayatı yaşamı, gece yarısı İmam Hâdî’yi (a.s) yanına getirtip kendisiyle içki içmeye davet edecek kadar küstah bir seviyeye ulaşmıştı. İmam (a.s), özrünü beyan ederek şöyle buyurdu: “Benim et ve kanım kesinlikle şarapla kirlenmedi; beni maruz görün.” Mütevekkil bu isteğinden vaz geçti ama İmam’dan (a.s) kendisi için bir şiir okumasını ısrar etti. Bunun üzerine İmam (a.s) şiir okumak zorunda kaldı ve İmam’ın (a.s) okuduğu şiir, meclis ehlinin tamamını gözyaşlarına boğup ayyaşlık keyfini acıya boğdu. [10]

2- Saraylar

Abbasî halifeleri ve halifelere tabi olan vezir ve devlet erkânı, yetkilileri güzel ve şaşaalı sarayları çok severlerdi. [11] O dönemin halifelerinin sarayları genişlik açısından içerisinde bağların, bahçelerin, nehir ve binaların yer aldığı büyük bir şehre benziyordu. [12] Mütevekkil’in çok sarayı vardı; öyle ki bir sarayın yapımının bitmesinden hemen sonra diğer bir sarayın yapımı başlıyordu. Bu sarayların gideri 274.000.000 dirhemdi. [13]

3-Kutlamalar

Abbasî halifeleri gerek birinci asırda ve gerekse iki ikinci asırda masraflı ve şatafatlı meclis ve kutlamalara çok önem veriyorlardı. [14] Savurganlıklarının hiçbir sınırı yoktu. Her iki asırdan birkaç örneğe değinelim.

Abbasî Halifesi Mehdi (h. 158-169) oğlu Harun’u “Zübeyde” hanım ile evlendirme meclisinde 50 000 000 dirhem harcadı ve zifaf gecesinde de “Zübeyde” hanım şahlara layık olan incilerle süslenmiş bir gömlek giymişti. Kimse o güne kadar böylesini görmemişti ve inci uzmanları buna değer biçememişlerdi. Hişam b. Abdulmelik’in eşi de tamamı altın olan kolsuz ve iki bağlantı yerinin dışında dikişsiz bir gömlek giymişti. Gömleğin aşırı derecede altın ve değerli taşlar ile süslenmesinden dolayı Hişam b. Abdulmelik’in eşi yürüyemez hale gelmişti. [15]

Yine Abbasî Mehdi’nin 30 000 dirheme aldığı nefis bir kırmızı yakutun eşliğinde üst üste konulduğu zaman dağ büyüklüğünde altın keseleri elini öpmeye gelen oğluna bağışlaması, yapılan savurganlığın diğer bir örneğidir. [16]

Mütevekkil’in oğlu Abdullah’ın sünnet düğünü münasebetiyle düzenlediği merasim için harcadığı yüklü paraları tarihçiler ayrıntılı olarak yazmışlardır. Bu düğün merasimi için yapılan masraf 86 000 000 dirhemi aşmıştı!! [17]

Dr. Şevki Zayf bu konuyu naklettikten sonra şöyle diyor: “Milyonlarca dirhem ve dinar hesapsız ve kontrolsüz bir şekilde saraylarda ve kutlamalarda harcanmaktaydı. Oysa halk zorluk, fakirlik ve zahmetler içerisindeydi. Mütevekkil ve diğerleri halkın hakkını savuruyor; azametli saraylar yapıyor; milyonlarca dinarı haram ediyor; azametli saraylar meyhanelere çevriliyor; şarap kadehleri saraylarda dolaşırken ve altınlar şaraplara harcanırken halk devamlı ümitsizlik ve mahrumiyet içerisinde yaşıyordu.” [18] Mes’ûdî haklı olarak şöyle diyor: “Mütevekkil döneminde yapılan savurganlık tarihîn hiçbir döneminde ve hiçbir kesitinde yapılmamıştır”. [19]

4- İçki Partileri

Abbasîler’in gece hayatları içki meclisleri ve bu meclislerde sarhoş haldeyken dansözlere, şarkıcılara ve çalgıcılara yaptıkları sınırsız bağışlar, Abbasî saray hayatını anlatan Bin Bir Gece Masallarını anımsatacak düzeydedir. [20] Halifelerin sarayları eğlence mekânlarına dönüşmüş [21] ve zamanlarının çoğunu neşe ve sarhoşlukla geçiriyorlardı. [22] Yalnızca halifelerin sarayları meyhanelere dönüşmekle kalmamış, vezirlerin ve emirlerin sarayları da içki içilip raksedilen mekânlara dönüşmüştü. [23] Zira “İnsanlar hâkimlerinin dini üzerinedir”.

Taberî şöyle nakletmektedir: Mütevekkil “Caferî” ismindeki sarayını tamamladıktan sonra çalgıcı ve palyaçoları davet ederek işlerinin karşılığında onlara 2 000 000 dirhem verdi. [24]

5- Bağışlar

Halifelerin Müslümanların beytülmalinden yaptığı hadsiz ve hesapsız bağışlar sadece dansözler, şarkıcılar ve içki meclisleri ile sınırlı değildi. Bu bağışlar annelerini, eşlerini ve diğer akrabalarını da kapsamaktaydı. “Mütevekkil” annesi “Şüca”ya 600 000 dirhem bağışta bulunurken “Şüca” hanımın ölümünden sonra miras olarak baki kalan miktar ise, 5 000 000 dinar nakit para, 1 000 000 dinar değerinde mücevher ve yıllık geliri 400 000 dinar olan araziler idi. [25]

“Mütevekkil”in eşi ve “Mutezz”in annesi olan “Ümmü Kabihe”de [26] eşinin ve oğlunun yaptığı bağışlar ile büyük bir servete sahip olmuştu. Ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için 50 000 dinarı bir araya getiremeyen “Mutezz”in annesi 1 800 000 dinar nakit paraya yakut, zümrüt, inci ve diğer değerli mücevherlerden oluşan üç sandık dolusu mücevhere sahipti [27] ve sandıklar 2 000 000 dinara tekabül etmekteydi. [28]

Bunların tamamı bir kenara, halifelerin saray şairlerine veya onları övüp şiirler söyleyerek hükümeti hak gösteren; halifeleri, Hz. Peygamber’e (s.a.a) Ehlibeyt’ten (a.s) daha yakın tanıtıp dilini Alevîlerin aleyhine sivrilterek yaralayıcı bir şekilde kullananlara yapılan bağışlar da dikkate değerdir.

İbn-i Esir “Ebu’ş-Şemt”in şöyle dediğini naklediyor: “Ben Rafizîleri yeren ve küfür dolu bir şiiri Mütevekkil’in yanında okudum. O da beni Bahreyn ve Yamame’ye vali tayin etmenin yanı sıra, bana 4 adet değerli kumaşlarla dikilmiş elbiseleri bağışladı”!?, Sonra “Mütevekkil” 3 000 dinarı başımdan aşağı savurdu ve “Muntasır” ve “Saad İtahî”ye yerde bulunan dinarları toplayıp bana vermelerini emretti. Onlarda emredileni yerine getirdiler. [29] “Mütevekkil” daha sonra aynı şekilde yazdığım şiir için 10 000 dinarı yine aynı şekilde başıma başıma saçtı.” [30] “Mütevekkil”in bağışlarından sadece şairler nasiplerini almıyorlardı. Şarkıcılar, davulcular, palyaçolar ve alay edenler de büyük hediyeler elde ediyorlardı.

6- Yemekler (Kurulan Sofralar)

Enva tür yiyecek, içecek, tatlı türleri ve altın ve gümüş kaplarda rengârenk sofraların hazırlanmasına karşı son derece hırslı olmaları, Abbasî halifeleri ve onların vezir ve emir sahiplerinin özelliklerindendi. [31]

Me’mun’un günlük harcaması 6 000 dirhemdi ve bu harcamanın çoğu mutfak harcamaları için kullanılmaktaydı. [32] “Harun Reşid”in günlük sofrasında otuz çeşit yemek bulunmakta ve bu yemekler için 10 000 dirhem harcanmaktaydı. [33] Abbasî halifelerinin bazıları şairlerinden bu renkli sofra hakkında şiir söylemesini isterdi. [34]

Dr. İbrahim Hasan “Tarihu’l-İslâm” ve Dr. “Şevkî Zayf “el-Asru’l-Abbasî es-Sânî” adlı eserinde halifelerin israf ve oburluklarını birkaç örnekle anlatmaktadır. [35] Dr. Zahranî “en-Nafakatu ve İradetuha fî’d-Devlet’il-Abbasiyye” adlı eserinde halifelerin yemek ve mutfak için yaptıkları aşırı harcamalardan, israflardan ve savurganlıklarından bahsederek ne kadar israfkâr olduklarını göstermektedir. [36]

Halifelerin yemek ve sofra konusundaki israfların bir yana, halife eşlerinin ve çocuklarının aşırı alışverişleri, güzel cariyeler bulundurmaları ve kaliteli giyimleri ve de daha önemlisi hilafete ulaşmaları anında kendilerine biat edenler için harcadıkları ağır miktardaki paralar, yalnızca Müslüman kesimin omuzlarındaydı. [37] Oysaki orta halli bir ailenin aylık gideri yirmi beş dirhem olup günlük harcaması bir dirhem bile değildi. [38] Bununla birlikte “Mütevekkil”in yıllık şahsî harcamaları 76.502.500 dirhemi aşmaktaydı. [39]

Gerçekte müreffeh kesimin sahip olduğu şeyler, fakirlerin alın teri ve zenginlerin zahmetsizce elde ettikleri varlıklar, fakirlerin zorluklarla elde ettiklerinden başkası değildi. [40] Bu dönemdeki kıyamlar incelendiğinde Sahib-i Zenc, Karamita ve diğer pek çoklarının kıyamları, zalimlerin ve yağmacı hâkim tabakasının yoksullara yaptığı zulümlerin karşısında yapılan kıyamlar olup felakete uğrayan halkın feryatlarıydı. [41] İslâm âleminin serveti; dansözler, şarkıcılar, palyaçolar, alaycılar ve güzel cariyelerin satın alınması, gece hayatı, içki meclisleri ve Abbasî halifelerinin daha güçlü olup gece gündüz günah içinde boğulmaları için akıyordu. [42]

c) Fikrî Durum

Bu dönemde fikrî durum açısından [43] dikkate alınması gereken şey Mütevekkil’in, devletin resmî mezhebi “Mutezile” [44] düşüncesinden “Ehl-i Hadis” mezhebine dönmesi ve açıkça “Mutezile” ve “Şia” mezhebini hedef alarak Ehlisünnet’in [45] çoğunluğu oluşturan Ehl-i Hadis düşüncesini savunmasıdır.

“İtizal” mezhebi ve ortaya çıkışı hakkında birçok görüş vardır. [46] Bazı araştırmacılar bu mezhebin Hicretin 1. Asrı’nın sonlarında, yani Emevîler’in döneminde ve “Vasıl b. Ata”nın kendi üstadı olan Hasan Basrî’den (h. 110-121) ayrıldıktan sonra ortaya çıktığını iddia etmektedir. [47] Araştırmacıların görüşüne göre “İtizal” mezhebi Irak’ta ortaya çıkmış ve orada ilerleme göstermiştir ve beş asıldan oluşmaktadır. [48] Bu ekolün dayanağı aşırı akılcı olmalarıdır. Öyle ki bazıları bunların durumlarını Rönesans dönemindeki aşırı akılcı Avrupalılara benzetmektedir. [49]

Bu ekol, Memun’un dönemine kadar iç münakaşalara ve siyasete dâhil olmamıştır. [50] Ancak Memun döneminde devletin resmî inancı haline gelmiş ve devletin desteğiyle en üst seviyeye ulaşmıştır. Bazı araştırmacılara ve tarihî şahitlere göre Memun’un asıl amacı, başta İmam Rıza (a.s) olmak üzere Şia ile mücadele etmek ve Şia’yı yenilgiye uğratmaktı. Bu vesile ile kendi ve diğer Abbasî halifelerinin önündeki en büyük ve en tehlikeli engeli kaldırmaktı. [51] Memun bir taraftan veliahtlığı İmam Rıza’ya (a.s) zorla kabullendirmek isterken, diğer taraftan da Yunanlılar’ın felsefe ve mantık kitaplarının çevirisini yaptırarak kendi hedeflerine ulaşmak için çaba sarf ediyordu.

O, İmam Rıza’yı (a.s) veliahtlığa mecbur kılarak İmam’ın (a.s) takvasız ve dünya düşkünü olduğunu, [52] Yunanca kitaplarının çevrilmesiyle de [53] İmam’ı (a.s) itibarsız ve Ehlibeyt kapısını da kapatmaya çalışarak hedefine ulaşmak istiyordu. [54] Ancak İmam (a.s.), Memun’un komplosunu karmaşık bir hâle getirerek ve dakik davranarak Allah’ın bahşettiği Masumiyet ve ilim sayesinde Memun’un bütün komplolarını boşa çıkardı ve Memun, son çareyi İmam’ı (a.s) şehit etmekte buldu.

Ebaselt şöyle diyor: “Memun, İmam’ın (a.s) itibarını zedelemek için çeşitli şehirlerden mütekellimleri bir araya toplayarak ilmî toplantılar düzenliyordu. Memun bu tür toplantılar ile İmam’ı (a.s) mağlup ederek İmam’ın (a.s) mağlubiyetini halk içerisinde yaymak istiyordu. Ancak Yahudi, Hristiyan, Ateşperest, Sabiî, Brahman ve Ateistler olmak üzere dış düşmanlar ve Müslümanlardan olan hiçbir fırka mensubu İmam’ı (a.s) yenemedi ve İmam (a.s) hepsine kendi inançlarından delil göstererek hepsini susturdu.” Sonra şöyle diyor: “Memun’un bu komplosu tutmayınca İmam’ı (a.s) zehirleyerek öldürdü. [55]

Memun, Mutezile mezhebini kabul ettikten sonra “Mutezile”nin görüşlerinden birisi olan Kur’an’ın mahlûk oluşu inancını halka zorla kabul ettirdi. Memun, Hicrî 218 yılında Bağdat valisine bir mektup yazarak hadisçiler ve hâkimleri Kur’an’ın mahlûk oluşu konusunda sınamasını ve bu görüşe karşı gelenlerin hepsini azletmesini istedi. Yine hâkimlerden sadece Kur’an’ın mahlûk oluşuna inananları şahit olarak kabul etmelerini ve kabul etmeyenleri de cezalandırmaları hakkında taahhüt almalarını emretti. [56]

Gerçekte bu amel, inançları teftiş etmekten başka bir şey değildi ve bu davranışın adı tarihte “Mihnetu’l-Kur’an” [57] olarak geçmektedir. Memun, veliahdı olan “Mu’tasım”a yaptığı vasiyetlerden bir tanesi de halkı bu meseleyi kabul etmesi için mecbur kılmasıydı. İlimden hiçbir nasibi olmayan “Mu’tasım” ulemadan “Kur’an’ın mahlûk oluşu” inancını kabul etmeyen herkese zorluk çıkarıyor ve Mutezile olmayan her âlim ve hâkimi de kırbaçlatıp işkence ediyordu. [58]

Abbasî halifelerinden olan “Vasık”, “Mu’tasım”a iktida ederek “Mutezile” inancını destekliyordu. O, halka bu inancı kabul etmesi için ciddi zorluklar çıkararak Bağdat halkının rahatsız olmasına sebep oldu. [59] Vasık, işi aşırı derecede ileri götürerek Rumlar’la yapılan esir mübadelesinde Müslümanlığın şartı olarak Kur’an’ın mahlûk oluşunu karar kıldı ve bu inançta olmayan her kimse, Müslüman kabul edilmeyerek mübadele edilmiyordu. [60]

Abbasî halifelerinin bu inanç üzerindeki zorbalıkları ve muhaliflere işkenceleri, hapishanelerin muhaliflerle dolmasına sebep oldu. [61] Bu görüşe muhalefet eden Ahmed b. Hanbel, kırbaçlanarak bir süre zindana atıldı [62] ve Bağdat halkı, Vasık’ın halifeliği döneminde Ahmed b. Nasr Hazaî rehberliğinde bu mesele üzerine kıyama kalkıştı ve Vasık’ın azledilmesini istediler. Vasık’ın vasıtasıyla bu kıyam yenilgiye uğratıldı ve rehberi de öldürüldü. [63] Şafiî’nin öğrencilerinden olan Yusuf b. Yahya Buveytî, işkence görerek zindanda öldü. [64] Şüphesiz bu davranışların tamamı halkın Mutezile’den daha fazla nefret etmesine sebep oluyordu. [65]

Vasık’ın ölümüyle halifelik makamına geçen Mütevekkil (h. 232-247) açık bir şekilde Ehl-i Hadis’i destekleyerek Mutezile ve Şia’yı [66] ezmeye ve bastırmağa başladı. [67] Bu vesile ile Mutezile’yi destekleyen halifelerin yaptıklarından bıkan halkın rızasını elde etti. [68] Halk bu konudan dolayı onu övmüş ve aşırı derecede mübalağa ederek Mütevekkil’i sünneti ihya eden ve bidatı ortadan kaldıran üç halifeden biri olarak gördüler. [69] Mütevekkil bunların yanı sıra Mutezile inancına eğilim gösteren ve toplumda aşırılık gösteren Alevîler’i de yenilgiye uğratmayı başardı. [70] O, bu fikrî değişim ile kendi siyasî hedeflerine ulaşmak ve Mutezile ve Şiaları yok etmek için özel önlemler aldı.

Mütevekkil, ilk başta Memun ve Mutezile tarafından hadis rivayetçilerine karşı yapılan inanç teftişini (el-Mihnet) yasakladı ve Mutezile ve taraftarlarını Şia aleyhine düşmanlık sloganları atmalarına teşvik etti. Daha sonra Mütevekkil, kendi veziri İbn-i Ziyad’ı görevinden alarak yerine Şia düşmanlığı ve Şialığa karşı aşırılık siyaseti taraftarı olan Cerceraî ve İbn-i Hakan’ı seçti. Son olarak “Şakiriye” adı altında yeni bir ordu kurdu. Bu ordunun askerlerini düşünce açısından Alevî aleyhtarı olmakla bilinen ve Suriye, el-Cezire, Cebel, Hicaz hatta Abna gibi şehirlerde yaşayan ve mezhebî inancı teftiş etmekle (Mihnetu’l-Kur’an) görevlendirilen kişileri seçti. [71]

Mütevekkil, bu girişimlerin yanı sıra Şiaların ve Alevîlerin [72] aleyhine bir kısım operasyonlar yaptı. Bu operasyonlardan birisi de İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin harap edilmesidir. Bu dönemde vuku bulan diğer meselelerden birisi de İbn-i Ebi Şeybe’nin “Musannef” (ö. 235 h.), “Sahih-i Buharî”, (ö.256 h.) ve “Sahih-i Muslim”, (ö. 265 h.) adlı eseri gibi bir kısım hadis mecmualarının yeniden şekillenmesidir. [73]

 

------------

[1]- Tarih-u Gaybeti’s-Sugra, s. 348.

[2]- Şeyh Hürr-ü Âmilî, Vesailu’ş-Şia, c. 11.

[3]- el-Kâmil, c. 7, s. 111, 112; Tarih-i Taberî, c. 11, s. 74.

[4]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 395.

[5]- Dr. Şevki Zayf bu iki tabakanın yanı sıra orta tabakanın olduğunu ifade etmektedir. el-Asru’l-Abbasiyu’s-Sânî, s. 53,62-64. Ancak onun kendisi, toplumu iktisadî açıdan zengin ve fakir olarak iki gruba ayırmıştır. el-Asru’l-Abbasiyu’s-Sânî, s. 69.

[6]- Elbette Abbasî halifelerinden olan “el-Mukteda Billah”ı bu durumdan istisna edebiliriz. O şöyle diyordu: “Emevî halifeleri içerisinde en azından Ömer b. Abdulaziz” gibi bir kişi tertemiz ve pak olarak varsa, Abbasîlerde böyle birinin olmaması utanç vericidir”. Tarihu’l-Hulefa, s. 361.

[7]- el-Eganî; zamanın halifelerinin durumu özellikle de Ebu Nuvas (h. 145-198) Tarihu’l-Edebi’l-Arabî (el-Asru’l-Abbasiyyu’s-Sânî), s. 443-472; Hana’l-Fahur, Tarih-i Edebiyyat-ı Zebân-ı Arabî, çeviri: Dr. Abdul-Muhammed Ayetî, s. 296-315 ve 327 Huseyin b. Zahhak’ın hayatı (162-250 hk).

[8]- el-Kâmil, c. 6,7; Tarihu’l-İslâm, c. 2,3, s; Tarihul-Hulefa.

[9]- Bakır Şerif Kureşî, Tahlil-i ez-Zindegân-i İmam Hadi (a.s); çeviri: Muhammed Rıza Ataî, s. 477,478.

[10]- Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 94; Mir’atu’l-Cinân, c. 2, s. 159; Measiru’l-İnafeti fî Mealimi’l-Hilâfe, c. 1, s .231; Tarih-i İbn-i Hallikan, c. 2, s. 434.

[11]- Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 407.

[12]- Tarihu’l-İslâm, s. 435; el-Asru’l-Abbasiyyi’s-Sânî, s. 56.

[13]- el-Asru’l-Abbasiyyyi’s-Sânî, s. 55; Şabaşti, ed-Diyarat, s. 159.

[14]- Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 456, 457.

[15]- Dr. Muncid Salahuddîn, Beyne’l-Hulefa ve’l-Hulea, s. 25, 26 (nakil: Bakır Şerif Kureşî, Tahlil-i ez-Zindegânîyi İmam Musa Kâzım (a.s), çeviri: Muhammed Rıza Atai, c. 1, s. 494).

[16]- Şababeşti, ed-Diyarat, s. 100.

[17]- Beyne’l-Hulefa ve’l-Hulea, s. 33, 35; el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 67,68.

[18]- el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 68.

[19]- Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 122. İsraflar ve savurganlıklar hakkında daha fazla bilgi için bkz. el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 67; Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 456-459.

[20]- Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 4 (nakil: el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 77).

[21]- el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 92.

[22]- el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 92.

[23]- el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 92; Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 430.

[24]- Tarih-i Taberî, c. 9, s. 212 (nakil: el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 79).

[25]- Dr. Zaifullah Yahya ez-Zahranî, en-Nafakatu ve İradetuha fî’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.164.

[26]- Mütevekkil eşinin aşırı çirkin olmasından dolayı ona “Kabihe” adını vermişti; mecazen zenci birine “kâfur” denilmesi gibi. (el-Kâmil, c. 7, s. 200).

[27]- el-Kâmil, c. 7, s. 200; en-Nafakatu ve İradetuha fî’d-Devleti’l-Abbasiyye, s. 165; Tarihu’l İslâm, c. 3, s. 447.

[28]- İbn-i Saî, Nisau’l-Hulefa, s. 106 (nakil: el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 77).

[29]- 1. Saltanatın sahibi Cafer olursa din ve dünya için selametliktir. 2. Muhammed’in mülkü sizindir ve adaletinizle zulüm bertaraf olur. 3. Fatıma (s.a.) kızı evlatları mirası arzulamakta, oysa bir zerre nasipleri yoktur. 4. Damat varis olmadığı gibi kızlar da İmametin varisi olamazlar. 5. M irasınızı isteyen ve iddaiasında bulunanların pişmanlıktan başka nasipleri yoktur. 6. Mirası sahipleri elde etti, o halde neden serzeniş ediyorsunuz? 7. Eğer bu (hilafet) sizin hakkınızsa (Fatıma (s.a.) evlatları) neden halk sizin için kıyam etmedi? 8. Bu miras sadece sizin (Benî Abbas) olacaktır. Allah’a yemin olsun ki başkası için olsa hiçbir kimsenin değeri ve kerameti de olmazdı. 9. Sen dostlar ve düşmanlar arasında bir nişanesin. Elbette bu dönemde bu tür rezilliklere bulaşmamış şairler de vardır. O şairlerden birisi Di’bil Hazaî (h. 148-246) Ehlibeyt ve Şia şairlerden birisi olup dilinin yüzünden Mütevekkil döneminde öldürülmüştür. Di’bil’e şiir diliyle yaptığı hicivleri için uyarıda bulunanlara şöyle derdi: Elli yıldır evimi sırtımda taşıyorum ve beni ortadan kaldıracak birini bulamadım.

1. Kitaplarda Abbasî padişahlarının yedi tane olduğu yazılmıştır, ancak sekizincisini kitaplar yazmamıştır.

2. Kehf Ashabı da yedi kişiydi, seçilmiş yedi kişi, lâkin sekizincisi köpekleri idi.

3. Zira benim yanımda onların köpekleri daha hayırlıdır, zira sen günahkâr o (köpek) günahsızdır. Bkz. Tarih-i Edebiyat-ı Zebân-i Arabî, çeviri: Abdulmuhammed Ayetî, s. 373.

[30]- el-Kâmil, c. 7, s. 101.

[31]- el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 74.

[32]- el-Fahrî, s. 207 (nakil: Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 425).

[33]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 424.

[34]- Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 439.

[35]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 424-427; c. 3, s. 439,440; el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 74,75.

[36]- en-Nafakatu ve İradetuha fî’d-Devletil-Abbasiyye.

[37]- en-Nafakatu ve İradetuha fî’d-Devletil-Abbasiyye, s. 162-171. Şahların giydiği elbiseler Bkz: el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s.72,73.

[38]- Mesariu’l-Uşşak, c. 159 (nakil: el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 62). O dönemde dirhemin değerinin yüksek olduğu belirtilmektedir. Bir dirheme bir koyun veya bir testi bal veya bir testi yağ alınabilir ve bir dinara da bir deve alınabilirdi. (Zindegânîyi İmam Hasan Askerî (a.s), çeviri: Seyyid Hasan İslâmî, s. 182.

[39]- en-Nafakatu ve İradetuha fî’d-Devleti’l-Abbasiyye, c. 150 (Abbasî halifelerinin günlük harcamaları hakkında daha fazla bilgi için a.g.e.,’in üçüncü bölümüne –Nafakatu Dâru’l-Hilafe- s. 141-247 Bkz.).

[40]- Bkz.el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî, s. 62.

[41]- a.g.e., s. 26,62.

[42]- Bkz. Bakır Şerif Kureşî, Zindegânîyi İmam Ali el-Hadi (a.s), çeviri: Seyyid Hasan İslâmî, s. 372. O dönemin şairlerinin maddî açıdan fakirlikleri ve durumlarının feci oluşu hakkında daha fazla bilgi için Bkz: Zindegânîyi İmam Hasan Askerî (a.s), çeviri: Seyyid Hasan İslâmî, s. 197-207.

[43]- Bu dönemin fikrî yapısı hakkında tam bilgi edinmek için bkz. el-Asru’l-Abbasîyi’s-Sânî, s.15-179; Tarihu’l İslâm, c. 3, s. 332-406; Madlau’l-Asri’l-Abbasîyi’s-Sânî, s. 192-224; Dr. Şakir Mustaf, Devletu Ben-î Abbas, c.2.

[44]- Ehlisünnet ile Ehl-i Hadis arasında farkın olduğunu kabul etmek gerekir. Ehl-i Hadis yalnızca Hz. Peygamber’in (s.a.a) sözüne dayanırken, Ehlisünnet, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) sözüne ek olarak amel, davranış ve takririni de kabul eder. Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 162. Ehl-i Sünnet kavramı, ortaya çıkışı ve Abbasî dönemindeki konumu hakkında daha fazla bilgi edinmek için bkz. a.g.e., c. 2, s. 162-163 ve 468-470; c. 3, s. 218-219.

[45]- Mutezile, Mutezile inancının ortaya çıkışı ve Mutezilenin Abbasî dönemindeki rolü hakkında bkz. Tarihu’l İslâm, c. 1, s. 165-470; c. 2, s. 155-162; c. 3, s. 213-218; Dr. Şevkî Zayf, el-Asru’l-Abbasîyi’l-Evvel ve’l-Asru’l-Abbsiyi’s-Sânî, s. 170, 179; Cafer Sübhanî, Buhûsu fî’l-Milel ve’n-Nihal, c. 3, s. 165-470.

[46]- Bkz. Buhûsun fî’l-Mileli ve’n-Nihal, c. 3 s. 174-183.

[47]- Tarihu’l-İslâm, c. 1, s. 418 (Bu mesele hakkında başka şekillerde zikredilmiştir, a.g.e., s. 419); bkz. Buhusun fil-Mileli ve’n-Nihel, c. 3 s. 165-470.

[48]- a.g.e., s. 419, 420. Bu asıllar Tevhit, Adalet, Va’d, İman ile küfür arasında “fısk” denilen bir şeyi kabul etmek ve insanları iyiliklere yönlendirip kötülüklerden sakındırmaktan ibarettir. Her birinin açıklaması için bkz. a.g.e.; Buhusun fil-Mileli ven-Nihel, c. 3.

[49]- a.g.e., s. 421.

[50]- a.g.e..

[51]- Bkz. Cafer Murtaza Amuli, Zindegânîyi Siyasîyi İmam Rıza (a.s): Muderrisin-i Havzai İlmiyyeyi Kum, s. 357-360; Cafer Murtaza Amuli, Zindegânîyi Siyasîyi İmam Cevad (a.s), çeviri: Seyyid Muhammed Huseyni, S. 63-65.

[52]- Zindegânîyi Siyasîyi İmam Rıza (a.s), s. 233, 234; Zindegânîyi Siyasîyi İmam Cevad (a.s), s. 65. (Cafer Murtaza Amuli’nin “Zindegânîyi Siyasîyi İmam Rıza (a.s)” adlı araştırmasında Memun’un veliahtlık konusundaki teklifinde 11 hedefinin olduğunu belirtmektedir).****

[53]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 344-347; c. 3, s. 380.

[54]- Memun’un felsefe ve mantık kitaplarının çevirisinin hedefleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. Mehdi Pişvai, Sîre-i Pîşvâyân, s. 498- 508.

[55]- Uyunu Ahbari’r-Rıza, c. 2, s. 239; Bihâru’l-Envâr, c. 49; Şerh-i Şemimeyi Ebi Firas, s. 204 “Zindegânîyi Siyasîyi İmam Cevad (a.s)” adlı eserden nakil, çeviri: Seyyid Muhammed, Huseyni, s. 65.

[56]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 160; el-Kâmil, c. 6, s. 423; Tarihu’l-Hulefa, s. 308.

[57]- “Mihnet” sınama anlamına gelmektedir. “Lisanu’l-Arab” kitabının sahibi şöyle diyor: “el-Mihnet” yani el-Hibre”. Yine şöyle diyor: “el-Mihnet: İnsanın bela ve zorluk ile sınanmasıdır.”

[58]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 161.

[59]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 80, 161.

[60]- Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 162; Ahmed b. Ebi Yakub, Tarih-i Yakubi, c. 3, s. 215; Ehlibeyt’in (a.s) ve özellikle İmam Hadi’nin (a.s) “Kur’an’ın mahluk oluşu” hakkında daha fazla bilgi için bkz. Sîreyi Pîşvâyân, s. 609, 610; Sadûk, Tevhîd, s. 224.

[61]- el-Vulatu vel-Guzat, s. 451 (nakil: Matlau’l-Asri’l Abbasî es-Sânî, s. 199).

[62]- Matlau’l-Asril Abbasî es-Sânî, s. 206.

[63]- Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 76; Tarihu’l-Hulefa, s. 340; el-Kâmil, s. 22; Tarihi-i Taberî, c. 7, s. 329.

[64]- el-Kâmil, s. 26.

[65]- Tarih-i Taberî, c. 7, s. 329 (nakil: Matlau’l-Asri’l Abbasî es-Sânî, s. 200).

[66]- İmamiye Şiasının Mutezile üzerindeki etkisi ve ortak noktaları hakkında bkz. Tarihu’l İslâm, c. 2, s. 155-162; Tesiru’l-Arai’ş-Şiati ale’l-Mutezile, Kasım Cevadi (“el-Fikru’l İslâmî dergisi”, sayı-16, s. 161-207).

[67]- Tarihi-i Taberî, c. 7, s. 368; Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 86 (Mes’ûdî diyor ki: Mütevekkil halifeliğe ulaştıktan sonra “cidal” konusunda görüş belirtmemelerini ve tartışmamalarını emretti. Mutasım, Vasık ve Memun döneminde yapılan şeyleri terk etmelerini istedi. Halkı teslimiyet ve taklit etmeye emrederek, hadis büyüklerine de toplu bir şekilde hadis söylemelerini ve sünneti izhar etmelerini emretti.

[68]- Ahmed Emin, Zuhal-İslâm, c. 3, s. 198 (nakil: Matlau’l-Asri’l Abbasî es-Sânî, s. 203).

[69]- Hatib Bağdadî, Tarihu Bağdad, c. 5, s. 170; Tarihu’l-Hulefa, s. 346 (Mütevekkil hakkında mübalağayı en üst dereceye ulaştırarak şöyle diyorlardı: Halife üç kişidir: Redde ehlini katleden Ebubekir, mazlumların hakkını iade eden Ömer b. Abdulaziz ve sünneti ihya edip bid’ati yok eden Mütevekkil. “Tarihu Bağdat” adlı eserde “Emetetu’n-Necme”tabiri yerine “Mehalle-Bid’a” (bidatı kaldırdı) kelimesi yer almıştır.)

[70]- Tarih-i Siyasîyi Gaybet-i İmam-i Devazdehom, s. 82.

[71]- Tarih-i Siyasîyi Gaybet-i İmam-i Devazdehom, s. 82.

[72]- Bu tür operasyonlar hakkında daha fazla bilgi için bkz. Tarih-i Siyasîyi Gaybet-i İmam-i Devazdehom, s. 82-85.

[73]- Devletu Ben-î Abbas, c. 2, s. 164.




Bu haber 506 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MEHDEVİYET Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI