Tweet | Tarih: 29-07-2024 15:03 |
Bismillahirrahmanirrahim
Ümmü Veheb
“Ümmü Veheb”, cesur ve mücahit kadınlardan biriydi. Nemr b. Kasıt kabilesinden olan Abd ve eşi Ben-i Üleym kabilesinden Abdullah b. Umeyr’in kızının asıl adı “Kamer” idi. Kocası, İmam Hüseyin'e (a.s) yardım etmek için Kufe'den çıkmaya karar verdiğinde, Ümmü Vehb de onunla gitmek için ısrar etti.
Aşura gününde Abdullah b. Umeyr savaş meydanına çıktığında, o da eline bir sopa alarak meydana koştu. Ancak İmam Hüseyin (a.s) ona engel oldu ve şöyle buyurdu: "Kadınlar cihada mecbur değildir." [1] Ancak kocası şehit olduktan sonra onun başucuna gidip yüzünü silerek şöyle dedi: "Cennet sana mübarek olsun! Allah'tan beni de seninle birlikte kılmasını diliyorum." Şimr, kölesi Rüstem'i onu yakalamakla görevlendirdi. O köle, bir direkle onun başını yararak şehit etti. Ümmü Veheb, Aşura gününde şehit olan ilk kadın oldu. [2]
Ümmü Halef
Ümmü Halef, hicri birinci yüzyılda yaşayan tanınmış Şii kadınlardan biridir. Müslim b. Avsece ile evlendi ve bu evliliğin meyvesi “Halef” adında bir oğul oldu. Müslim b. Avsece ve oğlu, Aşura gününde efendileri İmam Hüseyin'in (a.s) yanında şehit oldular. Ümmü Halef, Ehlibeyt'e (a.s) olan sevgisi baştanbaşa vücudunu sarmış olan inançlı bir kadındı. Ümmü Halef, kocası ve oğlu ile birlikte yolda İmam Hüseyin'in (a.s) kervanına katılmıştı. Kocası Müslim'in şehadetinden sonra oğlunu savaş meydanına gönderdi.
Müslim b. Avsece'nin şehadetinden sonra, İmam Hüseyin (a.s) oğlu Halef'e şöyle buyurdu: "Eğer savaş meydanına gidip öldürülürsen, annen yalnız ve kimsesiz kalacaktır. Savaştan ziyade annenin sorumluluğunu üstlenmen daha uygun olur." Ümmü Halef, bu sözleri duyunca oğlunun karşısına çıktı ve ona şöyle dedi: "Oğlum! Peygamber'in (s.a.a) evladına yardım etmeyi kendi sağlığından ve emniyetinden üstün tut. Eğer kendi sağlığını seçersen, senden asla razı olmayacağım."
Halef cesurca savaş meydanına çıktı. Ümmü Halef, onu teşvik ediyor ve "Müjde olsun sana oğlum, yakında Kevser suyundan kana kana içeceksin" diyordu. Halef, otuz düşmanı öldürdü ve dinini ve imamını savunurken şehit oldu. Kufeliler onun başını annesine doğru attılar. O cesur ve onurlu kadın, genç oğlunun başını kucağına aldı; öptü ve ağlamaya başladı. Bu yürek burkan sahneyi gören herkes gözyaşlarına boğuldu. Bu, düşmanın zaferinin tatlılığını onların ağzında acıya dönüştürdü. [3]
Ümmü Amr
Adı “Bahriye binti Mesud el-Hazreci”dir. Eşi, Kerbela şehitlerinden olan Cunade b. Ka’b el-Ensari idi. Ayrıca adı “Hazrec kabilesinden Cunade b. Haris” olarak da geçmektedir.
Cunade b. Ka’b, Mekke'den İmam Hüseyin'in (a.s) kervanına katıldı ve Aşura gününde ilk saldırıda şehit oldu. Oğlu Amr b. Cunade de Kerbela'da şehit oldu. Amr b. Cunade el-Ensari, Kerbela'nın genç şehitlerindendi ve savaş meydanına çıkmak istediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Bu gencin babası öldürüldü; belki annesi onun meydana çıkmasına razı olmaz". Amr şöyle dedi: "Annem meydana çıkmamı emretti ve bana savaş kıyafetleri giydirdi."
Amr b. Cunade, savaş meydanına çıkıp şehit olduğunda 9 veya 11 yaşındaydı. Kufeliler onun başını annesine doğru attılar. Annesi onun başını aldı ve şöyle dedi: "Ne güzel cihat ettin oğlum, ey kalbimin sevinci! Ey gözümün nuru!" Sonra onun başını düşmana fırlattı ve baş bir adama çarparak onu yere yıktı. Ardından çadır direğini aldı ve savaşmak için saldırdı. İmam Hüseyin (a.s) onu durdurdu ve kadınların çadırına geri götürdü. [4]
Ruyihe
Ruyihe, Hani b. Urve Muradi'nin eşiydi ve Müslim b. Akil Kufe'ye geldiğinde onu evinde ağırladı. Müslim b. Akil ve eşi Hani b. Urve'nin şehadetinden sonra, oğlu Yahya ile birlikte Kufe'de gizlendi. İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela'ya geldiğini öğrendiklerinde, İmam’ın (a.s) yanına koştular ve Yahya, İmam Hüseyin'in (a.s) yanında şehit oldu. [5]
Ümmü Seleme
Ümmü Seleme, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) eşlerinden biriydi. Adı “Hind” ve künyesi “Ümmü Seleme” olup, Ebu Ümeyye Huzeyfe b. Muğeyre b. Abdullah'ın kızıydı. İslam'ın ilk döneminde yaşayan büyük ve tanınmış kadınlardandır.
Ümmü Seleme, Ehlibeyt'e, özellikle İmam Hüseyin'e (a.s) büyük ilgi ve sevgi besliyordu. İmam Hüseyin (a.s) ona “anne” diye hitap ederdi. Ümmü Seleme, Kerbela olayını Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) duymuştu; İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela'da yalnız ve susuz bir şekilde öldürüleceğini biliyordu.
İbn-i Esir, "el-Kâmil fi't-Tarih" adlı kitabında nakletmiştir ki Hz. Peygamber (s.a.a), Ümmü Seleme'ye bir avuç Seyyidü’ş-Şüheda İmam Hüseyin'in (a.s) toprağını vererek şöyle buyurmuştur: "Bu toprak kan olduğunda, oğlum Hüseyin (a.s) şehit edilmiştir."
Bir gün Ümmü Seleme, rüyasında Hz. Peygamber Efendimizi (s.a.a) üzgün bir yüz ve tozlu bir elbiseyle görür. Hz. Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurur: "Kerbela'dan ve şehitlerin defninden geliyorum." Ümmü Seleme aniden uyanır ve onun ağlaması ve haykırışlarına komşular gelirler. O da olanları anlatır. O, o günden itibaren Seyyidü'ş-Şüheda (a.s) için yas tutar. [6]
Ümmü Seleme, Ehlibeyt'i (a.s) çokça destekledikten sonra, nihayet 62 hk. yılında ve 84 yaşında iken, Yezid'in hükümdarlığı döneminde Medine'de vefat etti ve Baki Mezarlığı'na defnedildi.
Ümmü'l-Benin
Ümmü'l-Benin, Vahid b. Kilab olarak da bilinen Hizam b. Halid b. Rabia'nın kızı, İmam Ali'nin (a.s) eşiydi. Annesinin adı Ümmü Leyla idi. Bu hanımın adı Fatıma ve künyesi Ümmü'l-Benin'dir.
Bu hanım Kerbela’da bulunmamasına rağmen, dört yiğit oğlu Aşura olayında İmam Hüseyin'e (a.s) yardım yolunda şehit oldular. Onun evi, İmam Hüseyin’e (a.s) yas tutmak için toplanan kadınların sığınağı idi. O, yas tutma yöntemini mücadele için seçti. Böylece Kerbela'nın çeşitli ve acımasız cinayetleri hafızalarda kalacak ve zafer sarhoşu olan düşmanları utandırıp dışlayacaktı.
Ümmü'l Benin, şiir yeteneği ve zevkine sahip olup, her gün Hz. Ebu'l Fazl'ın (a.s) oğlu Abdullah ile birlikte Baki Mezarlığı'na gider; dört oğlunu anarak ağlar ve yas tutardı. Öyle ki, insanlar onun etrafında toplanır; onun yasına katılır ve ağıtlarını dinlerdi. Hatta Beni Haşim'e düşmanlığıyla tanınan Mervan b. Hakem bile o sahnede bulunur ve ağlardı. [7]
Kerbela felaketinin haberi Beşir tarafından Medine'ye ulaştığında, Ümmü'l Benin şöyle sordu: "İmam Hüseyin'den (a.s) ne haber var?" Beşir, "Allah sana sabır versin, oğlun Abbas (a.s) öldü" diye yanıtladı. Ümmü'l Benin, "Bu haberin anlamı nedir; İmam Hüseyin'den (a.s) haber ver" dedi. Beşir, Ümmü'l Benin'in dört oğlunun şehadet haberini verdi. O imanlı kadın yine de İmam Hüseyin'i (a.s) sormaya devam etti. Sonunda İmam Hüseyin'in (a.s) şehadet haberini duyduğunda bir çığlık attı ve şöyle dedi: "Tüm evlatlarım Eba Abdullah Hüseyin'e (a.s) feda olsun." [8]
Ümmü'l Benin, 70 hk. yılında vefat etti ve Baki Mezarlığı'na defnedildi.
“Ümmü Lokman” adıyla meşhur olan Zeyneb-i Suğra,
Zeynep, İmam Ali'nin (a.s) kardeşinin oğlu Akil'in kızıdır. İmam Hüseyin'in (a.s) şehadet haberi Medine'ye ulaştığında, Zeynep kız kardeşleriyle birlikte aceleyle ve ağlayarak dışarı çıktı şöyle dedi: O size “Benim Ehlibeytime ve zürriyetime (a.s) nasıl davrandınız, ey son ümmet? Acaba onları esir mi aldınız ya da zulüm ve haksızlıkla mı öldürdünüz? ‘Benden sonra akrabalarıma kötü davranmayın' diye size öğüt verdim ve size olan sevgimin karşılığı bu muydu?” diye sorduğunda Peygamber’e (s.a.a) ne cevap vereceksiniz?! [9]
Beni Esed kadınlarından bir grup
İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamında Beni Esed, “İmam'ın (a.s) taraftarları”, “muhalifler” ve “tarafsızlar” olarak üç gruba ayrıldı. Kerbela'da şehit olan İmam'ın (a.s) taraftarlarının önde gelenlerinden bazıları şunlardı: Habib b. Muzhir (Mezahir) Esedi, Enes b. el-Haris, Kâhili Esedi, Müslim b. Avsece Esedi ve Amr b. Halid Saydavi Esedi. Aşura günü Beni Esed'in en ünlü muhaliflerinden biri, İmam Hüseyin'in (a.s) altı aylık bebeğini öldüren Hermele b. Kahil Esedi idi.
Üçüncü grup (tarafsız grup), Ğaziriye topraklarında, Kerbela'nın kuzeydoğusundaki Alkame Nehri kıyısında sakindi ve Aşura Günü'nde tarafsız kalmayı tercih etti. Bu grup, Hz. Seyyid'üş-Şüheda (a.s) ve Habib b. Muzhir (veya Mezahir) el-Esedi tarafından yardıma çağrılmıştı; ancak son ana kadar tarafsız kalmayı sürdürdüler.
Hz. Seyyid'üş-Şüheda (a.s) ve değerli yarenlerinin şehadetinden sonra, Beni Esed kadınları (tarafsız grup) savaş meydanından geçerken İmam (a.s) ve yarenlerinin bedenlerini yakıcı güneşin altında gördüklerinde derinden etkilendiler. Ğaziriye topraklarına (üçüncü grubun bulunduğu yer) koştular ve şehitlerin bedenlerini defnetmek için kendi erkeklerine haber verdiler. Ancak kabile erkekleri, İbn-i Ziyad’ın korkusundan cesetlerin gömülmesine katılmayı reddettiler. Bu nedenle Beni Esed kadınlarının kendileri kazma ve kürek alarak Kerbela'ya doğru yola çıktılar. Kısa bir süre sonra kabile erkeklerinin vicdanı uyandı ve kendilerine geldiler. Kadınların peşinden giderek şehitlerin mübarek bedenlerini defnettiler. [10]
Mariye binti Sa'd el-Abdiye
Mariye, Basra'nın ihlaslı ve sadık Şii kadınlarından biriydi. Onun evi, Ehlibeyt (a.s) sevenleri için bir toplanma yeri, İmam Hüseyin'in (a.s) takipçilerinin bir araya geldiği, Şii hareketlerinin şekillendiği ve onların müzakerelerinin yapıldığı bir merkezdi. [11]
Mariye'nin eşi ve oğlu, Cemel Savaşı'nda İmam Ali (a.s) yolunda şehit düşmüşlerdi. Zengin bir kadın olan Mariye, tüm servetini Ehlibeyt (a.s) mezhebinin yayılması için vakfetti ve Aşura hareketinin yayılmasına önayak oldu. Bu yolda hiçbir çabadan kaçınmadı.
Dürretü's-Sadef
Dürre, Abdullah b. Ömer el-Ensari'nin kızıydı. Bu inançlı hanım ve babası, her ikisi de Ehlibeyt (a.s) sevenlerdendi ve Halep şehrinde yaşıyorlardı. Abdullah b. Ömer, İmam Hüseyin'in (a.s) şehit edildiğini ve kesik başının Şam'da Yezid'e götürüldüğünü duyduğunda, üzüntü ve kederle eve girdi. Kızı, babasının üzüntüsünün nedenini sordu.
Abdullah, kızına her şeyi anlattığı ve Seyyid'üş-Şüheda'nın (a.s) mübarek başının şu anda Halep civarına ulaştığını söylediğinde, o cesur hanım şöyle dedi: "İnsanların hidayet önderleri öldürüldükten sonra yaşamakta hayır yoktur. Allah'a yemin olsun ki, eğer gücüm yeterse, İmam Hüseyin'in (a.s) mübarek başını ve esir kafilesini kurtaracağım. O mübarek başı kendi evimde defnedeceğim ve bu vesileyle yeryüzü ehline karşı iftihar edeceğim."
Sonra Dürretü's-Sadef harekete geçti ve Halep ve çevre bölgelerin halkını yardıma çağırdı. Bir grup ona katıldı. Tarihçiler, ona yardıma koşan kadınların sayısını yetmiş olarak yazmaktadır. Hepsi savaş kıyafetleri giymiş olarak, güneş doğarken, peygamber ailesinden esirlerin ilk işaretini gördüklerinde ve Ehlibeyt'in (a.s) çocuklarının ağlama seslerini ve kadınların ağıtlarını duyduklarında pusuya yattılar.
Çok sayıda olan Emevî ordusu onları fark etti ve onlarla mücadeleye girişti. Dürretü's-Sadef, Halep kabilelerinden bazılarının yardımına rağmen, eşit olmayan bir savaşta şehit düştü ve diğerleri dağıldı. [12]
Seyyid Muhsin Emin, Dürretü's-Sadef olayını gerçeklikten uzak bulmuştur. [13] Nitekim bazı başka araştırmacılar da bunu ilk kez “Esrarü'ş-Şüheda” kitabında geçen bir efsane olarak değerlendirmişlerdir. [14]
Muhtar'ın annesi Dûme ve Muhtar'ın eşi Umre
Her ikisi de kendi çağlarının cesur ve erdemli kadınlarındandı. Muhtar'ı Emevîler’e karşı ayaklanmaya ve İmam Hüseyin'in (a.s) intikamını almaya teşvik edenler arasındaydılar. Son ana kadar Muhtar'ın yanında sebat ettiler. Muhtar'ın Mus'ab b. Zübeyr tarafından yenilgiye uğratılmasından sonra, her ikisi de onun eliyle şehit edildiler. [15]
İbn-i Tayfur, Muhtar'ın annesini belagat ve fesahat sahiplerinden biri olarak anmış ve şöyle yazmıştır: Mus'ab b. Zübeyr, Muhtar ve yandaşlarını kuşattığında, Dûme oğlunun yanındaydı. Biri Dûme'ye onu kurtarma sorumluluğunu üstleneceğini teklif etti, ancak o kabul etmedi. [16]
Kadınların Aşura mesajının yayılmasındaki rolü, çok önemli ve etkiliydi. Cesaretle söylenebilir ki, kadınlar Aşura hareketinde Aşura mesajının iletilmesinde ve Kerbela şehitlerinin kanının heder olmamasında önemli ve kilit bir rol oynadılar. Bazıları doğrudan cihat ve mücadeleye katılarak, kendi ve sevdiklerinin canlarını İmam'a (a.s) feda ettiler. Bazıları yas tutarak Kerbela şehitlerinin anısını canlı tuttular. Muhtar'ın annesi ve eşi gibi bazıları ise, İmam Hüseyin'in (a.s) ayaklanmasında ve intikamının alınmasında rol oynadılar.
----------
[1]- İbn-i Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, c.4, s.66.
[2]- Taberi, Tarihu't-Taberi, c.5, s.438.
[3]- Mahallati, Reyahinü'ş-Şeria, c.3, s.305; Hassun, A'lam'un-Nisa, s.142.
[4]- Mahallati, Reyahin'üş-Şeria, c.3, s.304; Hassun, A'lam'un-Nisa, s.250.
[5]- Taberi, Tarihu't-Taberi, c.5, s.364.
[6]- Allame Meclisi, Biharu'l-Envar, c.45, s.89, 227 ve 232; c.44, s.225, 231, 236 ve 239; İbn-i Esir, Üsdü'l-Ğabe, c.2, s.22.
[7]- İsfahani, Mekatilu't-Talibin, s.85.
[8]- Hassun, A'lamu'n-Nisa, s.496-497; Mahallati, Reyahinü'ş-Şeria, c.3, s.293.
[9]- Müfid, el-İrşad, c.2, s.124.
[10]- Belazuri, Fethu'l-Büldan, c.3, s.205; Taberi, Tarihu't-Taberi, c.5, s.455; Şeyh Müfid, el-İrşad, c.2, s.114; İbn-i Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, c.4, s.80.
[11]- Kureşi, Hayatu'l-İmam el-Hüseyin, c.2, s.328.
[12]- Derbendi, İksiru'l-İbadat fi Esrari'ş-Şehadat, c.3, s.445-450.
[13]- Emin, A'yanu'ş-Şia, c.10, s.343.
[14]- Rencber, Seyri der Maktel Nivisi ve Tarih Nigari Aşura, s.104-105.
[15]- Taberi, Tarihu't-Taberi, c.7, s.574.
[16]- İbn-i Tayfur, Belagatu'n-Nisa, s.157; Mahallati, Reyahinü'ş-Şeria, c.4, s.245.