Bugun...



Sahife-i Seccadiye ve Allah’a Hamd - 1

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Güncelleme: 06-05-2022 16:35:43 Tarih: 05-05-2022 11:25

Sahife-i Seccadiye ve Allah’a Hamd - 1

İmam Seccad'ın (a.s) Allah'a Hamd ve Sena İle Başladığı Duası:

“Bütün övgüler, bütün kemal sıfatlarına sahip olan kutsal varlığa mahsustur ve O’nun zatı bütün kusur ve eksikliklerden münezzehtir. O mübarek varlık bütün varlıkların kaynağı ve bütün varlık nişanelerinin ilkidir; O’ndan önce bir ilk yoktu ve bütün yaratmışların kaynağıdır ve ondan sonra bir son yoktur. Gözler O’nu görmeye takat getiremez ve vasfedenlerin düşünceleri ve güçlü vehimleri O'nu vasfetmekten acizdir!!”

Allah Teâlâ’yı Övmek ve Elhamdulillah’ın Anlamı

“Hamd” İhtiyarî güzel sıfatlar karşısında övgüdür ve “Şükür” ise, nimet veren kişiden bize ulaşan nimetlere karşı teşekkürdür. Hamd, medh ve şükür arasındaki farkı ve “hamd” kelimesine bitişen “Elif” ve “Lam” takısını dikkate alarak şu anlama vakıf olmaktayız: Bütün övgüler irade sahibi, bütün varlıkları yoktan var eden, güzel yaratıcı, varlıktaki tüm unsurları geliştiren, onları matlup ve maksada hidayet eden o kutsal varlığa hastır. Kim nerede iradî fiil veya sıfatlarından ya da zatından dolayı övülürse, o övgü Hak Teâlâ’ya döner; çünkü her iyi zat, her güzel sıfat ve her güzel fiil o denizden bir katre, o membadan bir cilve ve o ocaktan apaydın bir nurdur.

Gerçekte dile dökülen “Elhamdulillah” -ve hamd edenin marifetinin kaynağı olan kapsamlı kelime ve onun nurlu ve tertemiz kalbi- vesilesiyle zatı, sıfatı ve fiillerinden dolayı Allah’ı övmektedirler.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Babam Hz. Muhammed Bakır’ın (a.s) bir katırı kayboldu. Bunun üzerine, “Allah onun bana geri dönmesini sağlarsa, O’nu razı olacağı hamd ve övgülerle öveceğim” buyurdu. Katırın eyeriyle birlikte bulunup geri dönmesi üzerine İmam (a.s) çıkıp katırın üzerine oturunca, elbisesini büküp başını Allah Teâlâ’ya doğru kaldırarak “Elhamdulillah” dedi ve ona başka bir şey eklemedi; sonra, “Söylediğim bu kelimede olmayan hiçbir övgü yoktur” buyurdu.”[1]

Hak Teâlâ, bu cümleyi -onun anlamı ve tüm varlıklar kendilerini onun anlamına adamasını dikkate alarak- kulları kendisini övsünler diye onlara öğretmiş, böylece kendi kapasitelerince kendisine hamd etmenin üstesinden gelmelerini sağlamıştır. Bu talim olmasaydı bütün diller onu övmekten lal olurdu!

Hamd İrfan Dilinde Sözlü, Fiilî ve Hal Dili ile Yapılır:

Sözlü hamd: Allah-u Teâlâ’nın peygamberlerin diliyle kendisini övdüğü kelimelerle O’nu övmektir.

Fiilî hamd: İnsanın Allah rızası ve O’na yönelmek için bedeniyle itaat, ibadet, hayır işler, haseneler vs. yapmasıdır.

Hal diliyle hamd: Kalp ve ruh hasebiyle olup aklî ve amelî sıfatlarla sıfatlanmak ve ilahî ahlaklar edinmekten ibarettir.

Şüphesiz şehadet ve gayp âlemine âlim olan Allah’ın kendi zatına kendisinin hamdından sonra hiçbir hamd O’na yüce hilafet makamına sahip olan kâmil ve mükemmel insanın hamdından daha layık değildir. Çünkü insan-ı kâmil Allah-u Teâlâ’nın cemalini gösteren bir ayna olduğu için bu hamd Allah’ın kendi zatına övgüsüdür.

Kul “elhamdulillah” dediği zaman, bunun anlamı ister melekler, ister peygamberler ve Allah’ın veli kulları ve ister Allah’ın diğer bütün kulları olsun, hamdedenlerin hamdının ve onların yapmaktan aciz oldukları her hamdın ve yine ebedi olarak kalacak olan ve sonu tasavvur edilmeyen hamdların Allah’a has oluşudur. “Elhamdulillah”ın anlamı sonsuzdur. Dünyada Allah’ın nimetleri sınırsız olduğu ve sonsuzdan sonu ve sınırı olan bir şey eksiltildiği zaman sonsuz varlık yine sonsuzluğunda kaldığı için kulun iman ve inancı üzere söylediği “elhamdülillah” sözünden kalan şey sonsuz itaattir ve sonsuz itaat ise sonsuz nimeti gerektirmektedir. Bu nedenle kul övgüsü sebebiyle ebedi sevabı ve sonsuz hayrı hak etmektedir.

Herkes hamdın bütün gereklerine sahiptir ve ona engel olacak hiçbir etkenin de yoktur. Bu nedenle dili, kalbi ve ameli Allah-u Teâlâ’yı hamd etmeye kapalı olan kimsenin hiçbir mazeret yoktur. İnsan Allah’ın kemal ve cemalini O’nun eser ve nişanelerinin dilinden dinleyerek O’nu övmelidir. Gerçek anlamda hamd kalp, dil ve uzuvlarla yapılır; yani kalp kendisine nimet veren zatı tasdik eder, dil “elhamdülillah” kelimesini söyler ve Yüce Sevgili Hak Teâlâ’nın emirlerini gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ile yerine getirir, günah ve masiyetten sakınır; bütün bunların toplamı “Hamd”dır. Aksi takdirde dil ile “elhamdulillah” söylemek kolay bir iştir.

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Cennete ilk çağrılacak kişiler bütün hallerde Allah’a hamdedenlerdir.”

İmam Zeynelabidin (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Kim gerçek anlamda elhamdulillah söylerse, Allah’ın bütün nimetlerinin şükrünü yerine getirmiş olur.”[2]

“Kendisinden önce ilki olmayan ilk ve kendisinden sonra sonu olmayan ahir.”

Allah-u Teâlâ’nın zatı sıfat ve sıfatlanan olmak üzere iki farklı şeyden oluşmamıştır, zatı bir şey ve sıfatları ise başka bir şey değildir; dolayısıyla zat, basit (birkaç şeyden oluşmayan), kayıtsız ve şartsız bir varlık, sonsuzluk içinde sonsuz bir varlıktır ve her bir sıfat ise O’nun kendisidir, O’na ariz olan bir sıfat değildir. Allah’ın sıfatları, O’nun gerçek vahdetine işaretten başka bir şey değillerdir.

Evvel O’dur, ahir de O’dur; bizim tasavvur ettiğimiz evvel ve ahir değil. Bu evvellik ve ahirliğin zaman, mekan ve varlıkla bağlantılı olan diğer mesele ve programlarla bir ilgisi yoktur. Evveldir, yani bütün zahiri ve batını eserlerin kaynağıdır. Ahirdir, yani bütün zahirî ve batını eserlerin mercii ve sonudur; ezelî olan bir evvel ve ebedi olan bir ahirdir o; kendisinden önce ilki olan bir evvel ve sonu olan bir ahir değildir.

Hak Teâlâ’nın huzurunda zaman ve mekân söz konusu değildir. Çünkü zaman ilk yaratılan varlıkla ortaya çıkmıştır; kuvveden fiile geçiş ve bir gerçeğin, sonu ve bitişi olan daha üstün bir gerçeğe dönüşümüdür, mekân ise içinde unsurları bulunan veya unsurların yer değiştirdiği yer ve zarftır ve bu ise Allah Teâlâ hakkında söz konusu değildir. Evvel ve ahir zahir ve batın, bütün sıfat ve delaletler gibi bütün kemali sıfatları içeren zata delalet etmektedir (gerçek vahdet).

“Bakanların gözleri O’nu görmeye güç yetiremediği ve vasfedenlerin düşüncesi kendisini vasfetmekten aciz olduğu kutsal bir varlıktır!”

Görmeyen Göz ve Aciz Düşünce

Biliyoruz ki görmek gözün belli şartlarda bir şeyle karşılaşmasıdır. Görülebilecek şeyler, zaman ve mekânla sınırlı cisim ve unsurlardır ve yine diğer maddî şartlara sahiptirler. Şartlar olmazsa görmekten ibaret olan şartlanan da gerçekleşme dairesinin dışında kalacaktır.

Diğer bir taraftan, hareket ve fiillerde uzuvlarımız bir takım ölçülerle sınırlı olup bazı şartlara bağlıdırlar. Beden gücü veya ruh kuvveti ya da dil meselesi veya duyma ve görme gücü veya düşünme kuvveti ve akıl gücü, bunların tümü sınırlı olup belli bir ölçüye ve kısacası başlangıç, bitiş ve özel bir alana sahiptirler.

Bir açıdan gözün gücü ve görmesi çok sınırlıdır; öyle ki yaratılmışların çoğu, hatta bazı maddî varlıklar bile görülmez ve seyredilemezler. Nefis, ruh, cin, melekler, hava, ağrı, elektron, nötron, çeşitli mikroplar, virüsler, bunun gibi diğer şeyler var oldukları ve dünyadaki akıl sahipleri varlıklarına yakin ettikleri halde görünmezler.

Ve bir açıdan varlık âleminde hiçbir şeye benzemeyen ve kutsal varlığı zat, isimler ve sıfatlarda sonsuzluk içinde sonsuzluk olan Hak Teâlâ her şeyin üstünde ve görme şartlarının dışındadır. Dolayısıyla göz her açıdan sınırlı ve yüce sevgilinin varlığı ise her açıdan sınırsızdır. Bu nedenle baştaki gözle O’nu görmek sonsuza kadar mümkün değildir.

Asim b. Humeyd şöyle diyor: İmam Cafer Sadık’tan (a.s) Allah Teâlâ’nın en azından kıyamet günü görülebileceğine inanan bir grup Ehl-i Sünnet hakkında görüşünü sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “-Dışa yansıyan harareti yaklaşık olarak yirmi milyon derece olan ve bir kısım alevleri on beş bin kilometre yüksekliğine ulaşan- güneş, kürsünün nurunun yetmiş parçasından biridir. Kürsü ise arşın nurunun yetmiş parçasından biridir. Arş da hicabın nurunun yetmiş parçasından biridir. Hicap ise perdenin nurunun yetmiş parçasından biridir. Onların sözleri doğru ise, o zaman bulutsuz bir havada bir defa gözlerini güneşin nuruyla doldurmalarını söyle.”[3]

 

-----------

[1]-Keşfu’l-Gumme, c.2, s.330.

[2]- Biharu’l-Envar, c.93, s.209.

[3]- Tevhid-i Saduk, s.108, hadis: 3.




Bu haber 685 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI