Bugun...



Rızık Kavramının Kur'an'da İfade Ettiği Anlam - 3

Daha konunun başındayken söylediğimiz de buydu: Yönetim, insan toplulukları için zorunlu bir itibarî değerdir.

facebook-paylas
Tarih: 21-11-2020 13:02

Rızık Kavramının Kur'an'da İfade Ettiği Anlam - 3

Bu da diğer itibarî değerler gibi, toplumun sürekli mükemmelleştirmeye, düzeltmeye, eksiklerini gidermeye, çelişkili sonuçlarını bertaraf etmeye çalıştığı, arayış içinde olduğu bir olgudur. Bütün bunlar insanın mutluluğuna yöneliktir.

Bu yönetim erkinin ıslah ve düzeltim ameliyesindeki en büyük ve en doyurucu pay peygamberlik misyonuna ait olmuştur. Çünkü sosyolojide genel kabul gören bir kural vardır: Herhangi bir sözün özellikle insanın öz doğasıyla ilintili olan, fıtrat tarafından olumlu karşılanan ve beklenti içindeki nefisler tarafından güvenilebilen bir sözün genel düzeyde toplum nezdinde yaygınlık kazanması, değişik eğilimleri birleştiren, darmadağınık toplumları tek bir el gibi hareket etmeye yönelten, bir iradeye göre açılıp kapanmasını sağlayan, karşısına dikilen her engeli aşan en güçlü etken işlevini görür.

Şurası bir gerçek ki: Peygamberlik misyonu ortaya çıktığı en eski dönemlerden bu yana insanları adalete davet etmiş, onları zülüm işlemekten alıkoymuştur. Allah'a kulluk sunmaya, O'na teslim olmaya teşvik etmiştir. Azgın Firavunlara, mütegaliblere, despot ve müstekbir Nemrutlara itaat etmesinler diye onları uyarmıştır. Bu davet, peşpeşe gelip giden kuşaklar arasında, ardarda gelen, büyük-küçük değişik zaman ve mekanda ortaya çıkan ümmetler içinde seslendirile gelmiştir. Bugüne kadar uzanıp gelen, asırlar boyunca insanlar arasında seslendirilen böylesine güçlü bir mesajın, onları etkilememiş olması düşünülemez.

Kur'an-ı Kerim, geçmiş peygamberlere (hepsine selam olsun) indirilen vahiyden söz ederken buna ilişkin birçok örnek aktarır. Sözgelimi Hz. Nuh'un Rabbine şöyle şikayette bulunduğunu haber verir: "Rab-bim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular. Ve büyük büyük hileli düzenler kurdular. Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın." (Nuh, 21-23)

Yine Kur'an onunla kavminin ileri gelenleri arasında geçen şu konuşmayı da aktarır:"Dediler ki: sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız? Dedi ki: Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur. Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız anlarsanız" (Şuarâ, 111-113)

Hûd peygamberin kavmine şöyle seslendiğini haber verir: "Siz her yüksek yere bir anıt inşa edip oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz? Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?" (Şuarâ, 129-130)

Salih peygamberin kavmine şöyle seslendiğini aktarır: "Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin. Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve ıslah etmiyorlar." (Şuarâ, 150-152)

Hz. Musa, İsrâiloğullarını savunmuş, Firavun'a ve onun zülüm esaslı düzenine karşı koymuştur. Ondan önce Hz. İbrahim, Nemrut'a karşı çıkmış; daha önce Meryemoğlu İsa ve diğer İsrâiloğulları elçileri, çağdaşları olan taşkınlara, krallara ve ileri gelenlere başkaldırmıştı, zülüm esaslı sistemleri eleştirmişti. İnsanlar bozguncuları reddetmeye, tağutlara uymamaya davet edilmişlerdi.

Kur'an-ı Kerim ise, insanları bozgunculuğa itaat etmemeye, zülümden kaçınmaya davet etmiştir. Zülüm, bozgunculuk, saldırganlık ve azgınlık gibi suçların doğurduğu sonuçlara ve onların ağır cezalarına dikkat çekmiştir. Bu apaçık bir husustur: "Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi? Yüksek sütunlar sahibi İrem'e? Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi. Ve vadilerde kayaları oyup biçen Semud'a? Ve kazıklar sahibi Firavun'a? Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı. Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış-artırmışlardı. Bundan dolayı, Rabbin onların üzerine bir azap kamçısı çarpıverdi. Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir." (Fecr, 6-14) Bunun gibi daha birçok ayeti örnek göstermek mümkündür.

Egemenlik anlamında mülkün, insanlık toplumu için zorunlu bir değer olması hususuna gelince, bunun en doyurucu açıklaması Talut kıssasında geçen şu ifadelerdir:" Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl sahibidir." (Bakara, 251) Daha önce ayetin kanıtsallığının niteliği genel olarak ifade edilmişti.

Kur'an'da yer alan birçok ayette, mülkten, (velayet) yönetiminden, buna yönelik itaatin zorunluluğundan ve benzeri konulardan söz edilir. Diğer bazı ayetlerde, bunun bir nimet ve bağış olduğu vurgulanır. Şu ayetleri buna örnek gösterebiliriz:" Onlara büyük bir mülk verdik." (Nisâ, 54) "Sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi." (Mâide, 20) "Allah, kime dilerse mülkünü verir." (Bakara, 247) Bunun gibi daha birçok ayet örnek gösterilebilir.

Ne var ki, Kur'an, mülkü-egemenliği ancak takva ile birlikte olduğu zaman bir üstünlük ve saygınlık olarak değerlendirir. Çünkü Kur'an, dünya hayatının ayrıcalıklarından olup saygınlık ve üstünlük olarak algılanabilecek olgular içinde sadece takvayı "keramet" (üstünlük-saygınlık) olarak nitelendirir. Konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler şeklinde kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır." (Hucurat, 13) Takvanın hesabı ise, Allah'a aittir. Hiç kimse takva bağlamında bir başkasına üstünlük taslayamaz. O halde hiç kimse hiçbir şeyle diğerine üstünlük tasarlayamaz. Çünkü eğer söz konusu şey dünyevi bir olguysa, dünyevi olguların herhangi bir ayrıcalıkları yoktur. Sadece dinin değeri vardır. Yok, eğer uhrevi bir olguysa, bu durumda onun hesabı Allah'a aittir. Kısacası, bu nimeti, yâni yöneticilik nimetini elinde bulunduran kimse, bir Müslüman'ın gözünde, üzerine yük, meşakket ve cefa almış kimsedir. Kuşkusuz bu çabasını adalet ve takva çizgisinde yürütürse, Allah katında büyük bir ödül kazanacaktır.

İşte dinin dostlarının sergiledikleri salih ve yapıcı hareket tarzı budur. İnşaallah, Peygamberimizin ve onun pak soyunun hayat tarzlarını sahih hadisler ışığında incelerken bu konuyla ilgili doyurucu bilgiler sunacağız. Göreceğiz ki, onlar bu otoriteyle ancak, zorbalara başkal-dırmaya, yeryüzünde bozgunculuk yapmalarına engel olmaya ve azgınlıklarına ve müstekbirliklerine karşı koymaya nail olmuşlardır.

Bu yüzden Kur'an, insanları bir yönetim tarzı kurmak, Kayserlik veya Kisrâlık benzeri bir otorite oluşturmak için bir araya gelmeye davet etmemiştir. Tam tersine yönetimi, toplumsal hayatın gözetilmesi gereken bir olgusu gibi algılamıştır. Tıpkı eğitim veya kâfirleri caydırmaya yönelik kuvvet bulundurma girişimi gibi.

Kur'an insanları din etrafında birleşmeye, buluşmaya ve ittifak etmeye davet etmiştir. Dinde ayrılığı ve tefrikayı yasaklamıştır. Dini hayatın vazgeçilmez temeli olarak sunmuştur. Konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyuruyor:" Bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak yollara uymayın." (En'âm, 153) "De ki: Ey Kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek olan bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız diğer bir kısmımızı Rabler edinmeyelim…"Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Âl-i İmrân, 64)

Görüldüğü gibi Kur'an, insanları tek ve ortaksız Allah'a teslim olmaktan başka bir şeye davet etmiyor. Yalnızca din etrafında kümelenmiş topluma değer verir. Bunun dışında, düzmece ilahlara yönelik ibadeti, görkemli şatolara ve yüksek rakımlı tepelerde kurulan anıtlara, Kayser ve Kisrâ (şahlık) türü krallıklara yönelik itaati, yapay sınırlarla bölünmeleri, ulusal vatanların oluşmasını sert bir dille eleştirir.

Felsefi Yaklaşım

Hiç kuşkusuz varlığı zorunlu (vacib-el vücud) olan yüce Allah'ta son bulur evrende etkin olan nedenler silsilesi. O'nunla, parça ve bütün olarak evren arasındaki ilişki nedensellik esasına dayanan bir ilişkidir. Daha önce irdelediğimiz illet ve malul ile ilintili bölümlerde şunu ortaya koyduk: Nedensellik varlıkla ilgilidir. Şöyle ki: Malulda somutlaşan gerçek varlık, illetinin varlığından sızmıştır. Onun dışında kalan mahiyet gibi olgular ise, sızılmışlıktan ve kaynaklanmışlıktan, illete de gereksinim duymaktan uzaktırlar. Bunun çelişik evrime önermesi ise şöyle olur: Gerçek varlığa sahip olmayan bir şey malul olmadığı gibi, yüce Allah'a da gelip dayanmaz.

Salt itibarî olguların yüce Allah'a dayandırılması bir problem oluşturur. Çünkü onların gerçek bir varlıkları yoktur. Varlıkları ve olumlanmaları bütünüyle itibarîdir. Değerlendirme koşullarını, konumu ve varsayım sınırını aşmaz. Şeriatın kapsadığı emir, yasak, hüküm ve durumların tümü itibarî olgulardır. Bunların da yüce Allah'a nispet edilmelerinde problem vardır. Mülk, izzet ve rızık gibi olgular için de aynı durum söz konusudur.

Bu düğümü şu şekilde çözebiliriz: Bunlar gerçi gerçek bir varlıktan yoksundurlar, ancak, bunların etkileri ve sonuçları vardır ve bunlar, daha önce defalarca vurguladığımız gibi onların isimlerini kalıcı kılmaktadır. Bu etkiler ve sonuçlar ise, gerçek varlıklardır ve itibarî olarak amaçlanmışlardır. Dolayısıyla yüce Allah'a nispet edilirler. Şu halde bu sonuçların nispet edilmeleri, bu itibarî olguların da nispet edilişlerini mümkün kılmaktadır. Buna göre, toplumun bireyleri olarak aramızda etkin olan hükümranlık, gerçi itibarî bir olgudur ve gerçek varlıktan bir paya sahip değildir, ancak o bizim tarafımızdan, tasavvur edilen mevhum bir anlamdır. Biz onu, zihin dışı objektif sonuçlara ulaşmak için araç olarak kullanırız. Eğer bu mevhum anlam takdir edilip varsayılmazsa, bu sonuçlara ulaşmamız mümkün olmaz. Sözünü ettiğimiz sonuçlar; zorbaların, güç ve etkinlik sahibi bireylerin, toplumdaki zayıf ve düşkünlerin haklarını gasbedenlerin ezilmeleri, herkesin olması gereken yerde olması, her hak sahibinin hakkının verilmesi şeklinde sıralanabilir. Kısacası mülk itibarî bir olgudur ancak.

Bu tür zihin dışı etki ve sonuçlar kalıcı oldukları sürece egemenliğin anlamı ve ismi de kalıcı olacaktır. Dolayısıyla bu zihin dışı sonuçların, zihin dışı nedenlerine nispet edilmeleri, mülkün-egemenliğin O'na nispet edilmesi demektir. Aynı durum itibarî izzet, zihin dışı sonuçları ve gerçek illetlerine nispet edilişi için de geçerlidir. Emir, nehiy, hüküm ve kanun koymak ve benzeri olgular da bundan farklı değildir.

Bütün bunlardan sonra şu husus açıklığa kavuşuyor: Yukarıda sözü edilen itibarî olguların tümü, sonuçlarının, yüce Allah'a nispet ediliyor olması dolayısıyla zatına yaraşır bir şekilde O'na nispet edilirler.




Bu haber 788 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI