Bugun...



Nehcu’l Belağa’nın Lafızlarına İstinad

Bilindiği gibi “Nehcu’l Belağa” Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) hutbeleri, mektupları ve kısa sözleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.

facebook-paylas
Güncelleme: 17-01-2022 12:25:09 Tarih: 17-01-2022 12:21

Nehcu’l Belağa’nın Lafızlarına İstinad

Hz. Ali’nin (a.s) mektup ve kısa sözleri hususunda hiç bir şüphe yoktur ve bizzat lafızları muteber ve istinad edilebilir bir konumdadır. Öyle ki bir mektubu olduğu gibi korumak ve kısa sözleri ezberlemek kolay ve yaygın görülen bir olaydır. Ama Nehcu’l Belağa'nın uzun ve detaylı hutbeleri hususunda şöyle söylenmektedir: “Eğer Ali (a.s) o hutbeleri bir minberin üzerinde veya savaş meydanlarında söylemiş ise, duyan kimselerin o kelimeleri olduğu gibi ezberlemesi ve yazması nasıl mümkün olabilir? Dolayısıyla bu soruya şöyle cevap vermek gerekir ki hutbelerin ravileri anlam ve içeriğini ezberlemiş ama kendi fikir ve dikteleriyle birtakım ifadeler beyan etmişler ve yazmışlardır.”    

Bu cevap da bir çok yönden kabul edilemez konumdadır:    

Birinci olarak daha önceden belirttiğimiz gibi, Nehcu’l Belağa fesahat ve belağat açısından bilginlerin ve edebiyatçıların şaşkınlığa düştüğü sözlerden oluşmaktadır. Bu yüzden Nehcu’l Belağa'nın beşer sözünün üstünde, Allah'ın sözünün altında yer aldığını beyan etmişlerdir. Ayrıca bilindiği gibi fesahat ve belağat lafız ile ilgili nitelikler değildir. Aksine cümlenin akıcı, revan, karmaşalıktan uzak, itici olmayan, anlamsız, karşılaştırmalara yer vermeyen ve benzeri niteliklerden uzak olmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla eğer Nehcu’l Belağa'nın lafızlarını raviler inşa etmişlerse, o halde Hz. Ali'yi (a.s) değil, bizzat inşa eden kimseleri fesahat ve belağat açısından övmek gerekir.    

İkinci olarak, Nehcu’l Belağa'da yer alan uzun hutbelerin bir benzerini Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt imamlarından (a.s) öğüt ve delil gösterme noktasında nakledilen hadis ve rivayetlerde de görmek mümkündür. İslam bilginleri, özellikle de büyük fakihler Nehcu’l Belağa'nın lafız ve ibaretlerinin bizzat kendisini şahit göstermişlerdir. Aynı zamanda Nehcu’l Belağa'nın bütün şarihleri de hutbeleri şerh ederken kayıtlara geçen lafızların edebi ve lügavi özelliklerini zikretmiş ve açıklamışlardır. Hatta bazen şöyle demektedirler: “Eğer bu kelime yerine örneğin falan kelime kullanılmış olsaydı, şu ayıpları taşırdı.” Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi bütün alim ve bilginleri böylesine sorunlardan gafil bilmek mümkün değildir.     

Ayrıca Hz. Ali (a.s) zamanında yaşayan bazı şairlerden de oldukça uzun ve detaylı şiirler nakledilmiştir. Ayrıca bu şiirler irticali ve bir yazıya dökülmeksizin beyan edilmiştir. Örneğin, Hasan b. Sabit'in Gadir-i Hum'da okuduğu şiir on beş beyitten oluşmaktadır ve “el-Gadir” kitabında da nakledilmektedir. Ayrıca Kays b. Sa'd, Kemiyyet, Ferazdak gibi kimselerden uzun şiirler ve Sahban Vail ve Kays b. Harice gibi kimselerden oldukça uzun hutbeler nakledilmiştir. Bunların hepsi ön hazırlığı yapılmadan yazıya dökülmeksizin beyan edilen şiir ve hutbelerdir. Şu anda da edebiyat ve tarih kitaplarında kayıtlıdır.    

Dolayısıyla bu şiir ve hutbelerin kaydedilmesi hususunda şöyle demek gerekir: Araplar oldukça güçlü ve sağlam hafızaları sayesinde şiirleri olduğu gibi ezberliyorlardı ya da bu şiirlerin yazılmasında onlara büyük kolaylık sağlıyordu. Veya raviler, şair ve hatiplerin konuşmasından sonra birbirlerine ya da bilemediğimiz bir tarzda ibare ve kelimeleri olduğu gibi kaydediyorlardı. Zira belli bir vezin ve kafiye ölçüsü olan şiirleri sadece anlamıyla nakletmek mümkün değildir. Nitekim Nehcu’l Belağa'daki hutbelerin çoğu da belli bir kafiye ve vezne sahiptir. Lafızları değiştirmek bu sözün kelam ve veznini bozmaktadır. Hatta bazen iki kelimeden sadece bir kelimesi kafiye ve vezne sahiptir. Nitekim aşağıdaki cümleler Hz. Ali’nin (a.s) “Garra” adıyla bilinen uzun hutbesinde yer almıştır. “O insan, rahimlerin karanlıklarında gizlice tasarlanıp kararlaştırılan dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan parçası, bir pıhtı değil miydi? Sonra rahimde bir yavru oldu. Çıkıp süt emen bir çocukken, ergenlik çağına geldi. Sonra da kendisine duyduğunu belleten bir gönül, konuşan bir dil, bakıp gören bir göz verildi ki duyup gördüğünü anlasın, ibret alsın ve kötülüklerden kaçınsın. Ama o büyüyüp geliştiğinde tekebbüre kapıldı, yüz çevirdi, heva ve hevesine uydu, lezzetlere dalsın diye dünyası için çalışıp çabaladı, zorluğa düştü. Belaya düşeceğini ummaz, korkması gerekenden korkmaz oldu.”  

Az da olsa Arapça bilen herkes bu tür tabirlerin “Sahban” ve “Kays” gibi kimselerin olmasına imkan vermez. Zira fesahat ve belağat dahilerinin kitaplarında bile böylesine cümleler görülmemektedir. Bu lafız ve ibarelerin kafiye ve vezni korunduğu halde değiştirilmesi mümkün değildir. Örneğin, hutbede geçen “yafien” kelimesi yerine “mürahiken” kelimesi koyulabilir veya “müzdeciren” kelimesi yerine “müntehiyen” kelimesi geçirilebilir. Ama bu değişiklik mana açısından doğru olsa da “ayn” ve “ra” harflerinin kafiye ve veznini ortadan kaldırmaktadır. O halde şöyle demek zorundayız: Bu kelime ve lafızların olduğu gibi İmam Ali’nin (a.s) mübarek ağzından çıkan kelimeler olduğunu kabul etmek zorundayız.




Bu haber 394 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI