Bugun...



Nehcü’l Belağa’da Hak ve Batıl

Savaş olayı, sosyal sebep ve dayanaklarından dolayı farklı kaynaklara sahip olabilir. Burada, Hz. Ali’nin (a.s) kısa hükümet döneminde meydana gelen savaşların önemli bazı sebeplerine değineceğiz. Konumuz gereği değerlendirmelerimiz Nehcü’l Belağa’da “Hak” kavramı çerçevesinde olacak. Konu bu alanda ortaya çıkan pek çok müphem şeyin açığa çıkmasına yardımcı olabilir.

facebook-paylas
Tarih: 05-08-2020 11:26

Nehcü’l Belağa’da Hak ve Batıl

Konuyla ilgili bahislerin geçtiği hutbelerden biri Hazret’in bahsettiği hak ve batılın birbiriyle karışması meselesidir. İmam (a.s) bunu şu sözleriyle açıklamaktadır: “Hak batıl ile bütünleşemez, inatçılar fitnelerinde başarılı olamazlar. Fitnelerin başlangıcı iki şeye dayanıyor; birincisi, körü körüne peşine takılan nefsi heva ve hevesler, ikincisi de Allah’ın kitabına muhalif olan bidat içerikli kanunlardır”

İmam Ali (a.s) şöyle devam etmektedir: “Fitne zamanında insanlar sapık kişileri taklit ettiklerinden, Allah’ın dininin dışındaki yollara sapıyorlar.

Batıl hakka karışmasaydı, hakikat arayıcıları için batıl ortaya çıkmazdı.

Hakikat batılın perdesinden kurtulsaydı, hakkı inatlarına bahane yapan inatçıların dili kesilirdi.

Onlar hakdan bir miktarı batıldan bir miktarla karıştırmaktadırlar. Böylece şeytan dostlarına mesuliyetler yüklemektedir. Ancak

سبقت لهم من اللّه الحسنى

“Sebeget lehum minellahil Husna”nın kapsamında olanlar kurtuluşa ererler.

Hak ve Batıl:

Nechu’l Belağa’da “Hak” kelimesi iki şekilde kullanılmıştır. Biri haksızlık karşısına “Adl” manasına gelen hak, diğeri sahih olmayana karşı sahih manasında kullanılan haktır.

İnsanların hakkın bu iki şeklini gözetmemeleri İmam Ali’nin (a.s) hükümet döneminde savaşların başlamasına sebep olmuştu.

Emir’el Mü’minin (a.s) hükümetinin temellerini adaletin esasına göre ikame etmiş, toplumsal işleri İslami mecraya döndürmeye çalışıyordu. Buna göre; İslami adalete göre beytülmalin paylaştırılması, azletme, naspetme, savaş ve barışı İslami esasa göre düzenlemeye çalışıyordu. Oysa toplum, Resul-i Ekrem’den (s.a.a) sonra İslami ölçülerden bir nebze uzaklaşmış, İslam’a tehlikeli bidatler sokulmuştu. Kavmiyetçilik, particilik, devletin tanınmış şahsiyetlere haraç vermesi hükümetin ölçüsü olarak kabul edilmişti. İmam Ali’nin (a.s) adaleti icra etmedeki kararlılığı, önüne büyük zorlukların çıkmasına yol açıyordu.

İmam Ali’den (a.s) önce yapılanlar ve izlenen yöntemler Emir’el Mü’minin’in yöntem ve hedeflerinden oldukça farklıydı. Zira Ali’nin (a.s) adaleti, inhiraf içerisindeki pek çok şahsiyet için asla tahammül edilecek gibi değildi.

Sözler “Hak” çerçevesinde söylense ve bunun için propaganda yapılsa, çok geniş bir alan vardır. Zira bütün insanlar hak taraftarı olup fıtraten hakikat peşindedirler. Hatta bozuk şahsiyetler bile hakikat iddiasında bulunurlar. İşinin tanıtımını için hak iddiasında olmayan hiç kimse yoktur. Fakat amel makamında hak ve adaletin icrası, en zor işlerden olup bunun ameli alanı oldukça sınırlıdır.

Konuyu biraz daha irdelemek için tarihe göz atmada fayda var. Cemal savaşının sebepleri nelerdi? Nehc’ül Belağa bu konuya açıklık getirmektedir. Bu savaşın sebeplerinden biri, Allah Resulü (s.a.a)’nün tanınmış ashabından, İslam yurdunun belirgin iki şahsiyeti Talha ve Zübeyir, İmam Ali’nin (a.s) hükümetinin ilk zamanlarında hükümetten bir şeyler kapmak için meşverette bulundular. Emir’el Mü’minin (a.s), hükümetin durumu hakkında onlarla konuştu. Oysa onlar, memleket işlerinde kendilerini müşavir veya muavin olarak atamadığı için itiraz ettiler. İmam Ali (a.s) onlara verdiği cevapta şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Azdan razı değildiniz. Çoğuna da kavuşmadınız. Hakkınız neydi ki ben sizi ondan men ettim de bana söylemediniz? Ya da hangi kazanç sahibiydiniz de onu kendime alıp size vermedim? Ya da Müslümanlar hangi olay veya meseleyi yanıma getirdiler de ben acizlik ve güçsüzlük içerisinde bulundum? Ya da onunla ilgili bilgisiz olup hata yaptığım ne vardı? Allah’a yemin olsun ki size hükümet etmeyi istemiyordum. Oysa siz beni bu işe davet ettiniz.”

Bu, o gibi insanlara verilebilecek en tesirli cevaptı. Ben-i Ümeyye şebekesi İslami hükümet için en tehlikeli düşman olarak her yerde bulunmaktaydı. Fitne ve bidatler İslam toplumunun farklı yerlerinde gittikçe artarken İmam Ali (a.s), Talha ve Zübeyir ile uzlaşmaya yanaşmadı. Kötü niyetlilerin yüzendeki perde açıldı ve onların İslam devletinin maslahatı için değil de kudret peşinde oldukları ortaya çıktı. Sonunda İmam Ali (a.s) istemediği bir savaşa mecbur edildi.

Böyle bir durumda Emir’el Mü’minin (a.s), Allah için savaşıyordu. Ona karşı savaşanlardan çok kişinin kanı aktıysa da o, bu işte tereddüde girmedi. Bu konuda şunları dile getirmektedir: “Şüphesiz şeytan kendi taraftarlarını bir araya getirmiş, ordusunu ordusunu seferber etmiştir. Araştırmaya ve ilahi basiret kaidesine göre harekete geçiyorum. Benim için hiçbir hakikat kapalı ve batılla karışık değil.”

“İslam ve Kur’an’ı herkesten daha iyi tanırım. Allah-u Teala’nın hükmünü icra için hiçbir olaydan ve savaştan korkmam…” İmam Ali (a.s) bu bakış açısıyla harekete geçip fitneyi söndürdü. Oysa sosyal ve siyasi olaylarda iş bununla sona ermiyordu. Kanlı bir savaşın sonuçları Emir’el Mü’minin’in hükümeti için sorun doğuruyordu. Zübeyir, Talha ve büyüklerden pek çoğu öldürülmüştü. Ümm’ül Mü’minin Ayşe yenilgiye uğramıştı. İnsanlar bazen şüphelere düşüp; “Olay nedir? Kim hakla beraber kim batılla? Meydanın hem bu tarafında ashap ve büyükler var ve hem diğer tarafında…” Bu tür şüpheler Emir’el Mü’min’in ashabında da tereddütlere yol açıyordu.

Cemel olayından sonra Haris b. Hut, Hazretten sorar: “Cemel ashabının delalet üzere olduğunu zannetmiyorum, bunun için ne dersiniz?” Hz. Ali (a.s) şöyle cevap verir: “Ey Haris! Sen başının üstüne bakacağına, ayaklarının altına göz dikmişsin. Ufuk bakış açını genişleteceği yerde kendi kendinin peşine düşmüşsün. Zahirde küçük işlerle meşgul oluyor, böylece hayretlerde kalıp sersemleşiyorsun.” Sen hakkı tanımıyorsun ki onun takipçilerini tanıyasın. Batılı tanımıyorsun ki ehlini tanıyasın. Öyleyse Cemel ashabının batıl içerisinde olmadığını nasıl söylersin” İmam Ali (a.s) bu sözlerin benzerini Haris Hemedani’ye de söylemişti. Şöyle buyurmaktadır: “Hak, fert ve şahıslarla ölçülmez ve tanınmaz. Hakkı tanı ki hangi grup hak ile beraber, hangisi de haksızlıkla beraberdir, tanıman kolay olsun”

Batılın Karşısında Hak

Belirttiğimiz gibi “Hak” kelimesi, adalet manasında olup zulme karşılık kullanılır. İmam Ali’nin (a.s) hükümeti döneminde bazı meseleler hak ve adalet çerçevesinde icra ediliyordu. Sıffın savaşına kadar “Hak” kavramının ikinci manası olan batılın karşısında kullanılması söz konusuydu. Emir’el Mü’minin’in hükümetinin icraları adalete dayanıyordu. Oysa hakem olayında ve Haricilerle ilgili olayda “Hak”, “Batıl” karşısında kullanılıyordu. Bu ikinci manada mesele akidevi ve ideolojik bir yöne şekle dönüşüyordu. “Hak” kelimesi kullanılıyor, bundan da “Batıl” kastediliyordu.

Haricilerin gerek “Harura” isimli çölde ve gerekse başka yerlerde dile getirdikleri slogan, “Müşrikler istemeseler de hüküm ancak Allah’ındır” idi.

İmam Ali (a.s) bu grubun propagandası ve sloganı karşısında daha yumuşak ve çatışmalardan uzak bir yöntem izledi. Hazretin bunlara karşı izlediği yöntem şuydu: Haricilerin akımı toplumda siyasi ve akidevi bir akım olarak ortaya çıkmış olup henüz İslami hükümete karşı askeri bir harekete dönüşmediğinden onlarla savaşmayalım şeklindeydi.

“Zira henüz terör, adam öldürme ve silahlı hırsızlık… gibi suçlara bulaşmamış, cahilane bir düşünce yöntemiyle ve kirlenmiş bir itikad zinciriyle taassuba girmişler.”

Hatta bu grubun taraftarları, halkın mescitte toplandığı bir esnada cemaatin arasına girip edepsizce propagandalarını yapıp sloganlarını atıyorlardı. Bazen İmam Ali’nin (a.s) yarıda kesilmesine sebep oluyorlardı. Cemaatle kılının namazın ortasında, Emir’el Mü’minin’e hitapla müşriklerin amellerini kınayan ayetleri yüksek sesle okuyorlardı. Bununla birlikte İmam (a.s), gösterdiği büyüklük ve sabr-ı cemille onları karşılıyor, İslam’ın terbiye boyutuyla onlara cevap veriyordu.

Hariciler, hakemliği kabul olayında Hz. Ali (a.s) ve Muaviye’nin şirke düştüğünü ileri sürüyorlardı. “Sıffin savaşının gerçekleştiği çöle hepimiz dönmeliyiz. Ardından üç gün Allah-u Teala’dan af dilemeliyiz. Bundan sonra da Şam ordusuyla savaşa başlarız” İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Sıffın’da zafere birkaç adım kalırken, neden bu sivri konuyu Muaviye’nin aleyhinde dile getirmediniz?” Hariciler “Biz o gün yorgunduk. Savaşta çok sayıda yaralımız vardı. Oysa şimdi hatamızı anladık” dediler. Hazret şöyle buyurdu: “Sizi Muaviye’ye karşı savaşa teşvik ettiğim zaman sizler hakemiyeti ileri sürdünüz. Ben mecburen hakemiyet işini kabul edip düşmanla anlaşma sağladım. Bugün anlaşmayı bozamam. Allah’ın Resulü (s.a.a) müşriklerle bile anlaşma yapar, hiçbir şekilde anlaşmayı bozmazdı” Oysa onlar, batıl görüşlerinde ısrar ediyorlardı.

Emir’el Mü’minin (a.s), “Hüküm ancak Allah’ındır” sloganıyla yaptıkları hileye karşılık şöyle buyurdu: “Bu, hak bir söz olup onunla batıl olan hedef kastedilmektedir. Evet, “hüküm” sadece Allah’ındır. Oysa bu topluluk (Hariciler) şunları iddia etmekte; Allah’ın dışında “emirlik” hiç kimsenin değil. Ancak insanlar işlerini idare etmek için, ister salih ve hayırlı işler yapsın, ya da facir ve kötü işler yapsın bir emire ihtiyaç duyarlar.”

Burada “Hak” kavramı “Zulüm” kavramına değil, “Batıl” kavramına karşılık kullanılmış. İbn-i Meysem, İmam’ın (a.s) bu cümlesinin şerhinde şunlara işaret etmektedir: “Hüküm ancak Allah’ındır” sözü, hak bir kelime olup batıl bir işi murad etmek için kullanılmıştır. Gerçekten bu hastalıklı düşüncenin tohumlarını Muaviye’nin taraftarları Haricilerin zihinlerine ektiler. Son yenilgiye sadece birkaç adım kalmıştı, Kur’an’ları mızrakların başına takıp “Ey Müslümanlar! Bizimle sizin arasında Kur’an hakemlik yapsın” şeklinde bağırmaya başladılar.

Bu söz haktı, ancak onların maksadı Muaviye’yi yenilmekten kurtarmaktı. Onların batıl hedefleri Müslümanları gevşetmekti.

Bugün de İslam düşmanları Müslümanlarla mücadelelerinde başarı sağlayamayınca şeytani hilelerini devreye sokup fitneler yaparak bazı oyun ve tuzaklarla Müslümanları aldatıp birbirlerine düşürmeye çalışırlar. Müslümanların uyanık olmaları ve bu tür oyunlara gelmemeleri gerekir.




Bu haber 815 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI