Bugun...



Nehc’ul Belağa’da Takva

Konumuz, “Nehc’ul Belağa’da takvanın boyutları” hakkındadır. Takva kavramının Nehcu’l Belağa’da zikri, diğer kavramlardan daha fazladır. Nehcu’l Belağa on bölüme ayrılırsa, bunun en azından bir bölümü takva, takvanın mefhumu, vasıfları ve sıfatlarından bahseder.

facebook-paylas
Tarih: 30-06-2020 10:20

Nehc’ul Belağa’da Takva

“Takva” kavramı telaffuz edilince öncelikle, inziva, kenara çekilme, dünyadan el etek çekme, sosyal, siyasi ve ekonomik işlerden uzak kalma akla gelir. Bu kavram dillendirilince, öncelikle yukarıda zikredilen manaları çağrıştırması, bunda sömürge ve tağuti kültürün etkisiyle birlikte zaman zaman İslami tanımayan bilgisizlerin bu saplantıyı işlemelerinin de tesiri olmuştur. Bununla, İslam toplumunda tağutlara karşı kıyam ruhunu öldürmeyi amaçlamaktadırlar. Müslümanları harekete geçiren ibareleri ve anlamları tahrip etmeye çalışmış, onları doğru olmayan şekilde tanıtmışlardır. İslam’ın temel metinlerine, özellikle de Nehc’ul Belağa’ya başvurduğumuz zaman canlı ve inşa eden anlamlarla dolu, insan hayatının bütün aşamalarında köklü etkilere sahip olduğunu ve onu bütünüyle olgunlaştırabildiğini görürüz.

Takvanın boyutlarını birkaç yönden inceleyince, siyasette ve toplumsal hayatta bu kavramın ne kadar etkili olduğunu görebiliriz. Önce yirmi dördüncü hutbede Emir’el Müminin Ali (a.s) takva ile ilgili özel bir durumu zikretmektedir. İslami konuları birbirlerinden ayıran, özellikle de takva meselesini, örneğin siyasetten ve savaştan ayıranların anlayışının tam tersine bir yaklaşım vardır. Burada İmam Ali’nin (a.s) kimlere hangi alanda takvayı tavsiye ettiği görülmektedir. Acaba siyasetten ve diğer toplumsal işlerden uzaklaşıp mescit kenarlarında bulunan şahıslara ve ashaba takvayı mı tavsiye etmekte? Yoksa bu, İslami bütün mefhumların arasında organik bir bağın varlığının göstergesi midir? Takvanın çerçevesinde, savaş, ekonomik, ahlak ve diğer şeyler zincir halkası gibi tümü birden ideal bir insan topluluğunu vücuda getirirler. Hutbede şunlara yer verilmektedir; Münafıklara karşı iç savaşta ve Haricilerle mücadele ve savaşla ilgili şunları buyurmaktadır: Canım üzerine yemin olsun ki, hakka karşı çıkanlarla, batıl ve sapık yola girip savaş açanlara nasihat ve irşadın tesiri yoktur. Soğuk demir onların bedenlerini yumuşatmıyor. İslami hükümet aleyhinde mücadeleye karar verenlere, silahlı ve zor mücadeleye soyunanlara karşı hiçbir müsamaha ve yumuşaklık göstermem.

İmam (a.s) böyle hassas bir konumda Müslümanlara hitabında buyuruyor ki, siz mücahidlerin omuzuna yüklenen sorumluluk, takva ve Allah-u Teala’dan sakınmaktır. Takva kavramını İmam Ali’nin (a.s) konuşmalarında kâmil manasını bulmaktadır.

Bu girişle, elimizden geldiği kadar takva konusunu aydınlatmaya ve İmam’ın (a.s) savaş meydanlarında, iç ve dış düşmanla yüz yüze gelişte takvanın ne olduğunu açıklamasını gözler önüne sermeye çalıştık. Bu arada takvanın en canlı ve en hassas siyasi ve toplumsal alanlarla irtibatlı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Konumuzun diğer bölümünde ise, insanın huyu ve kabiliyeti açısından takvanın araştırılmasıdır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir. Acaba takva sadece günahlardan yüz çevirmek midir? Yani sadece bir amel için mi zikredilmiş, ya da ruhi bir teşhis midir?

Takva, hayırlı amellerin kaynaklandığı yüksek ruhi durumdur. Bu konuda İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: Takva ruhi bir tabiat (huy) ve manevi bir terbiyedir ki onun ışığında insan olgunlaşır. O sadece günah ve masiyetten korunmayla sınırlı olmayıp, itaat, temizlik ve hayırlı amelde bulunma, tehlikeden korunma ve rahatlamayı da kapsamaktadır. Muttaki insan, bu program çerçevesinde günahlara karşı sağlam durması için ruhunu inşa edip, ilahi hükümlere muhalefetten nefret eder. Öyle sağlam durur ki sıkıntıyla karşılaşınca günahlardan kaçınma nidasi onun içinden feryad eder. Diğer bir deyişle, takvayla kişinin ruhu yükselip letafet kazanınca günah tasavvurdan aşırı derecede rahatsızlık duymaya başlar.

İmam Ali (a.s) 156. hutbede takvayı eve benzetmekte olup ki bunun insanı her türlü tehlikeden koruduğuna işaret eder. Yani insan eve girince düşmanın tehlikesinden emin olmakta, rahat ve güvenlikli bir şekilde yaşayabilmektedir. Aynı şekilde takva, sağlam ve korunaklı bir hisar olup insanda bulununca ahlaksızlıklardan ve fesat tehlikesinden kurtulmasına sebep olur.

اعلموا عباد اللَّه انّ التّقوى دار حصن عزيز، و الفجور دار حصن ذليل

Ey Allah’ın kulları, biliniz ki takva kuvvetli ve emin bir evdir. Korunma açısından kale gibidir. Bu evde yaşayan insanlar hiçbir düşmandan endişelenmezler. Takva evi insanı nefsi emarenin şerrinden ve bütün insan bozguncularından korunmaktadır. Takvanın karşılığı fücurdur. Yani o ruhi savunma durumunu kendisinde oluşturmamış, yabancı şeylere gönlünü açmış iyi ve kötü herkesin oraya girmesinin kapısını aralamıştır. Onun başına neyin geleceği, insanlığından nelerin yok olacağı ve nelerin geri kalacağı ortadadır.

Aynı şekilde 221. hutbede takvadan sırrın anahtarı olarak bahsedilmektedir. Kapısı sağlam demirden yapılmış eve girmek istendiği zaman, bütün uğraşılara rağmen o kapıyı açmak kolay olmaz. Ancak küçük bir anahtarla güçlü kilitler ve şifreler açılabilir. Takva da bunun gibidir. Saadet ve kemali arayan insan, hidayetin doğru yolu olan takvadan girebilir.

فانّ تقوى اللَّه مفتاح سداد و ذخيرة معاد و عتق من كلّ ملكة و نجاه من كلّ هلكة

Takvanın bu şeklini canında ve ruhunda oluşturabilen kimse, bütün sapkınlıklara ve kaymalara karşı korunmuş olur. Çünkü ilahi savunma hali olan takva onun canı üzerinde hükmetmektedir. Bütün irtibat yolları ve kanalları güçlü manevi savunmacılar tarafından korunmaktadır.

Takva hidayet anahtarı, maadın azığı ve insanın her türlü kölelikten kurtuluş vesilesidir. Takva sahibi şehvetin önünde diz çökmez. Makam ve diğer nefsi meyillere teslim olmaz. Helak edici her şeye karşı emniyettedir.

Burada eklenmesi gereken diğer nokta ise takva, tefekkür ve sahih dünya görüşüyle kâmil ve gerçek manasını bulmaktadır. İnsan tefekkürden ve sahih dünya görüşünden uzak bir şekilde tek başına bu manevi korumanın (takvanın) sahibi olur manasında değil. Takva sahibi insanlar ilk merhalede sahih düşünce ve derin dünya görüş sahibi olup onları manevi koruma örtüsü tamamen kuşatmaktadır.

“Hummam” hutbesinde şöyle buyrulmaktadır;

عظم الخالق في انفسهم، فصغر ما دونه فى اعينهم

Muttakilerin sıfatlarını konu alan hutbede takvanın köklerinden biri olarak şu öze işaret edilmektedir; “Onların bakışlarında Allah-u Teala azamet sahibidir” Şehvetin kaynayan dalgaları, coşan öfke ve hırsın önünde dağlar gibi durabilenler kimlerdir? Ancak gönülleri mutmain olan azimet bağlıları durabilir. Bunların dışındakiler direnemezler. Gönülleri kaydıran binlerce heva ve hevesin önünde kimler direnip din ve inançlarında sabit kalabilir? Ancak Allah’ın azametine bağlı olanlar... Takva sahibi insanlar bu azameti görür ve buna bağlanırlar. Bu azametin nurunu bütün nurlardan daha yüksek ve daha canlı görür, mumun güneş karşısında hiçbir değerinin olmaması gibi, bu büyük nurun karşısında zayıf nurlar değerlerini ve sırlarını yitirirler.

Aynı şekilde 182. hutbede şöyle buyrulmaktadır:

فاتّقوا اللَّه الّذي أنتم بعينه و نواصيكم بيده و تقلّبكم في قبضته

İmam Ali’nin (a.s) Müminleri nasıl terbiye ettiği, onlara büyük ve geniş bakış açıları kazandırdığı burada rahatlıkla anlaşılıyor: Takvayı huy edinin, gözetimi ve inayeti altında yaşadığınız ve hareket merkezinizin elinde olduğu Allah’tan korkun.

Ayrıca İmam (a.s) Kumeyl duasında şöyle buyurmaktadır:

ولا يمكن الفرار من حكومتك

Ezeli’nin inayetinin örtüsü altında olmayan bir yere gidebilir misiniz? İnsanın Allah Teala’nın hükümetinden ve hâkimiyetinden firarı mümkün müdür? Hareketinizin dönüşü O’nun irade ve kudretinin dairesi içerisindedir.

Takvanın Siyasi Ve İçtimai Boyutları

İkinci kısım takvanın siyasi ve ictimai boyutları olup, bu da takva çerçevesinde siyasi ve toplumsal mesuliyetlerin yüklenmesidir. Kendini yapılandırıp takvanın zirvesine ulaşan muttaki insan, siyasi ve toplumsal faaliyetlerin de zirvesinde bulunmalıdır. Takva ve zühd bahanesiyle toplumdan el etek çekip faaliyetlere katılmayanlar İmam Ali (a.s)’nin cevabını nasıl verecekler?

Takvadan ve takva sahiplerinden bahseden “Hummam” hutbesi, onların özelliklerini de anlatmaktadır.

فمن علامة احدهم انّك ترى له قوّة فى دين و حزما فى لين و ايمانا فى يقين وحرصا فى علم و علما فى حلم و صبرا في شدّة

Takvalı kişi, kulluk vazifelerini kâmilen yerine getirme, gecelerini ihya ve kendini geliştirmenin yanında dinde güçlü, musibetlere karşı da sabırlı olmalıdır. İlim ve siyasetten uzak, bir kenarda ibadete çekilip uzlet yaşayan şahsı zorlayacak musibet mi var veya herhangi bir şeyden dolayı sabra ihtiyacı mı var? Batıla dayalı kudret sahipleri ve fitneciler tek başına mütalaa edip kimseyle irtibatı olmayanlara karışmazlar. Bir kütüphanenin bir köşesinde tek başınıza 10 yıl kitap okusanız kimsenin sizinle bir işi olmayacak. Ancak ilim ve araştırmanızın neticelerini topluma aktarmaya çalıştığınız zaman sizi rahat bırakmazlar. O zaman sabırla ve azimle karşı koymalısınız.

Takvalı kişi, hassas işlerden ve sorumluluklardan kaçmaz. O severek giriştiği gibi, zorluklara ve problemlerine de katlanır.

Takva; siyasi, içtimai ve diğer boyutlarının yanında önemli diğer bir boyuta sahiptir. O da irfani boyut olup, insanı melekuti a’la’ya götürüp ona ilahi muhabbetin hissini verir. Takvalı kişi, kendini yapılandırmanın ve günahları terk etmenin yanında, Allah-u Teala ile çok yakın irtibatın içerisinde olmalıdır. Üstad Mutahhari bir tefsir dersinde bu çerçevede şunları dile getirir: ibadet ve Allah-u Teala ile samimi bağlar kurmanın dışında, özellikle de geceyi ihya ve gece namazı olmadan gerçek ve kâmil manada Müslüman olmak zordur. Eğer Müslüman, sabah ezanından birkaç dakika önce uykudan kalkmaz, gece namazını kılmaz ve duaya durup Allah korkusundan gözyaşı dökmezse o kemali yakalayamaz. Normalde bu ibadi ve irfani durum zaruri olup vacip olması gerekirdi. Oysa Allah-u Teala, ümmetin üzerindeki sorumluluğun ağır olmaması için Müslümanlara merhamet edip bunu vacip kılmadı. Takva sahibi kimse, toplumsal, siyasi ve kültürel bütün sorumluluklarının yanında geceyi ihya etmeli ve rabbine razu niyazda bulunmalıdır.

İmam Ali (a.s) Hummam hutbesinde devamla şöyle buyurmaktadır:

امّا اللّيل فصافّون اقدامهم تالين لاجزاء القرآن

Takva sahipleri, gece vakti ulaşınca ibadete, nur denizine, vecd ve sürur dünyasına girmeye hazırlanırlar. Takva sahibinin uykuya dalması, sevgilinin huzuruna gitmemek için bahane uydurması mümkün müdür? Evet, onlar geceleri Allah’ın huzurunda namaza durur, Kuran’ı açar, Kuran’ın nurani ayetlerini aşk ve şevkle okurlar. Sanki bütün bedenleri Allah-u Teala’nın ayetlerini dillendirmekte, her hücreden “انا العبد” (Enel Abd) nidası gönül ehlinin kulaklarında çınlamaktadır.

فاذا مروّا بآية فيها تشويق ركنوا اليها طمعا

Teşvik ayetlerini okuduklarında ya da dinlediklerinde sanki hakikatleri ve Allah-u Teala’nın vaadlerini görmekte ve his etmektedirler. Azap ayetlerine ulaştıkları zaman gönüllerinin pencereleri açılır. Azabı görüyor ve hissediyor gibi, bu hakikatleri ve ilimleri canlarıyla yudumlarlar.

Bu takva sahibi insanlar eğiliyor, iki büklüm oluyor, alınlarını toprağa deydiriyorlar. Ellerini ve dizlerini Allah’ın huzurunda toprağa bırakıyorlar. Allah’tan canlarını kurtarmasını talep ediyorlar.

 

Hücetu’l İslam Seyyid Cemaleddin Dinperver




Bu haber 427 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI