Bugun...



İmam Seccad'ın (a.s) Allah'a Hamd ve Sena İle Başladığı Duası

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 28-03-2022 09:57

İmam Seccad'ın (a.s) Allah'a Hamd ve Sena İle Başladığı Duası

“Bütün övgüler, bütün kemal sıfatlarına sahip olan kutsal varlığa mahsustur ve O’nun zatı bütün kusur ve eksikliklerden münezzehtir. O mübarek varlık bütün varlıkların kaynağı ve bütün varlık nişanelerinin ilkidir. O’ndan önce bir ilk yoktu ve bütün yaratmışların kaynağıdır ve ondan sonra bir son yoktur. Gözler O’nu görmeye takat getiremez ve vasfedenlerin düşünceleri ve güçlü vehimleri O'nu vasfetmekten acizdir!!”

Allah-u Teâlâ’yı Övmek ve “Elhamdulillah”ın Anlamı

“Hamd” İhtiyarî güzel sıfatlar karşısında övgüdür ve “Şükür” ise, nimet veren kişiden bize ulaşan nimetlere karşı teşekkürdür.

Hamd, medh ve şükür arasındaki farkı ve “hamd” kelimesine bitişen “Elif” ve “Lam” takısını dikkate alarak şu anlama vakıf olmaktayız: Bütün övgüler irade sahibi, bütün varlıkları yoktan var eden, güzel yaratıcı, varlıktaki tüm unsurları geliştiren, onları matlup ve maksada hidayet eden o kutsal varlığa hastır. Kim nerede iradî fiil veya sıfatlarından ya da zatından dolayı övülürse, o övgü Hak Teâlâ’ya döner; çünkü her iyi zat, her güzel sıfat ve her güzel fiil o denizden bir katre, o membadan bir cilve ve o ocaktan apaydın bir nurdur.

Gerçekte dile dökülen “Elhamdulillah” -ve hamd edenin marifetinin kaynağı olan kapsamlı kelime ve onun nurlu ve tertemiz kalbi- vesilesiyle zatı, sıfatı ve fiillerinden dolayı Allah’ı övmektedirler.

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Babam Hz. Muhammed Bakır’ın (a.s) bir katırı kayboldu. Bunun üzerine, “Allah onun bana geri dönmesini sağlarsa, O’nu razı olacağı hamd ve övgülerle öveceğim” buyurdu. Katırın eğeriyle birlikte bulunup geri dönmesi üzerine İmam (a.s) çıkıp katırın üzerine oturunca, elbisesini büküp başını Allah-u Teâlâ’ya doğru kaldırarak “Elhamdulillah” dedi ve ona başka bir şey eklemedi. Sonra “Söylediğim bu kelimede olmayan hiçbir övgü yoktur” buyurdu.”[1]

Hak Teâlâ bu cümleyi -onun anlamı ve tüm varlıklar kendilerini onun anlamına adamasını dikkate alarak- kulları kendisini övsünler diye onlara öğretmiş ve böylece kendi kapasitelerince kendisine hamdetmenin üstesinden gelmelerini sağlamıştır. Bu talim olmasaydı bütün diller onu övmekten lal olurdu!

Hamd, irfan dilinde sözlü, fiilî ve hal dili ile yapılır:

Sözlü hamd: Allah-u Teâlâ’nın peygamberlerin diliyle kendisini övdüğü kelimelerle O’nu övmektir.

Fiilî hamd: İnsanın Allah rızası ve O’na yönelmek için bedeniyle itaat, ibadet, hayır işler, haseneler vs. yapmasıdır.

Hal diliyle hamd: Kalp ve ruh hasebiyle olup aklî ve amelî sıfatlarla sıfatlanmak ve ilahî ahlaklar edinmekten ibarettir.

Şüphesiz şehadet ve gayp âlemine âlim olan Hazreti Allah’ın kendi zatına kendisinin hamdından sonra hiçbir hamd O’na yüce hilafet makamına sahip olan kâmil ve mükemmel insanın hamdından daha layık değildir. Çünkü insan-ı kâmil Allah-u Teâlâ’nın cemalini gösteren bir ayna olduğu için bu hamd, Allah’ın kendi zatına övgüsüdür.

Kul “elhamdulillah” dediği zaman, bunun anlamı ister melekler, ister peygamberler ve Allah’ın veli kulları ve ister Allah’ın diğer bütün kulları olsun, hamdedenlerin hamdının ve onların yapmaktan aciz oldukları her hamdın ve yine ebedi olarak kalacak olan ve sonu tasavvur edilmeyen hamdların Allah’a has oluşudur. Elhamdulillah’ın anlamı sonsuzdur. Dünyada Allah’ın nimetleri sınırsız olduğu ve sonsuzdan sonu ve sınırı olan bir şey eksiltildiği zaman sonsuz varlık yine sonsuzluğunda kaldığı için kulun iman ve inancı üzere söylediği “elhamdülillah” sözünden kalan şey sonsuz itaattir ve sonsuz itaat ise sonsuz nimeti gerektirmektedir. Bu nedenle kul övgüsü sebebiyle ebedi sevabı ve sonsuz hayrı hak etmektedir.

Herkes hamdın bütün gereklerine sahiptir ve ona engel olacak hiçbir etken de yoktur. Bu nedenle dili, kalbi ve ameli Allah-u Teâlâ’yı hamd etmeğe kapalı olan kimsenin hiçbir mazereti yoktur. İnsan Allah’ın kemal ve cemalini O’nun eser ve nişanelerinin dilinden dinleyerek, O’nu övmelidir. Gerçek anlamda “hamd” kalp, dil ve uzuvlarla yapılır. Yani kalp kendisine nimet veren zatı tasdik eder; dil “elhamdülillah” kelimesini söyler ve Yüce Sevgili Hak Teâlâ’nın emirlerini gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ile yerine getirir; günah ve masiyetten sakınır. Bütün bunların toplamı “Hamd”dır. Aksi takdirde dil ile “elhamdulillah” söylemek kolay bir iştir.

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Cennete ilk çağrılacak kişiler bütün hallerde Allah’a hamdedenlerdir.”

İmam Zeynelabidin (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Kim gerçek anlamda “elhamdülillah” söylerse, Allah’ın bütün nimetlerinin şükrünü yerine getirmiş olur.”[2]

“Kendisinden önce ilki olmayan ilk ve kendisinden sonra sonu olmayan ahir.”

Allah-u Teâlâ’nın zatı sıfat ve sıfatlanan olmak üzere iki farklı şeyden oluşmamıştır. Zatı bir şey ve sıfatları ise, başka bir şey değildir. Dolayısıyla zat, basit (birkaç şeyden oluşmayan), kayıtsız ve şartsız bir varlık, sonsuzluk içinde sonsuz bir varlıktır. Her bir sıfat ise, O’nun kendisidir ve O’na ariz olan bir sıfat değildir. Allah’ın sıfatları, O’nun gerçek vahdetine işaretten başka bir şey değillerdir.

Evvel O’dur ve ahir de O’dur; bizim tasavvur ettiğimiz evvel ve ahir değil. Bu “evvellik” ve “ahirliğin” zaman, mekân ve varlıkla bağlantılı olan diğer mesele ve programlarla bir ilgisi yoktur. Evveldir, yani bütün zahiri ve bâtıni eserlerin kaynağıdır. Ahirdir, yani bütün zahirî ve bâtıni eserlerin mercii ve sonudur. Ezelî olan bir evvel ve ebedi olan bir ahirdir o; kendisinden önce ilki olan bir evvel ve sonu olan bir ahir değildir.

Hak Teâlâ’nın huzurunda zaman ve mekân söz konusu değildir. Çünkü zaman ilk yaratılan varlıkla ortaya çıkmıştır; kuvveden fiile geçiş ve bir gerçeğin, sonu ve bitişi olan daha üstün bir gerçeğe dönüşümüdür. Mekân ise, içinde unsurları bulunan veya unsurların yer değiştirdiği yer ve zarftır ve bu ise, Allah-u Teâlâ hakkında söz konusu değildir. Evvel ve ahir, zahir ve batın, bütün sıfat ve delaletler gibi bütün kemali sıfatları içeren zata delalet etmektedir (gerçek vahdet).

 

 

---------------

[1]- Keşfu’l-Gumme, c.2, s.330.

[2]- Biharu’l-Envar, c.93, s.209.




Bu haber 1883 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI