Bugun...



İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela’da Takıyye

Bismillahirrahmanirrahim.

facebook-paylas
Tarih: 17-08-2021 13:58

İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela’da Takıyye

Soru: Sitenizi merakla takip ediyor ve dikkatle yazılarınızı okumaya çalışıyor, gayretinizden ötürü teşekkür ediyorum. Merak ettiğim bir husus var ki o da sudur: Neden İmam Hüseyin, yirmi-otuz bin kişilik orduya karşı Kerbela’da takıyye yapmadı da İmam Hasan, Muaviye’ye karşı (kuvvetler denk olmasına rağmen) kılıcını kınına koydu ve savaşmadı. Vereceğiniz cevap için önceden teşekkür ediyorum...

Cevap: Muhterem kardeşim, selamun aleykum! Takıyye, insanın canını ve malını zalimlere karşı koruması için din çerçevesinde konulmuş bir hükümdür. Bu hüküm bir çok diğer ibadi vb. hükümlere göre öncelik taşımasına ragmen, bu hükümden daha önemli hükümler de dinde vardır. Buna göre, canı ve malı korumaktan daha önemli bir mükellefiyet söz konusu olduğunda, artık takıyyeye yer kalmaz.

Örneğin dinin temeli tehlikeye düşer ve dinin korunması için kişinin hakkı açıkça söylemesi veya kıyam etmesi gerekirse, o zaman takıyye meşru olmaz ve dini korumak kendi canını tehlikeye atmayı gerektirse bile, kişinin bu yolda hareket etmesi farz olur. Böyle bir durumda takıyye haram olur.

Ehl-i Beyt (a.s) mektebinin ünlü fakihlerinden olan Muhammed Hasan Necefi, Hz. Hüseyin'in (a.s) kıyamını fikhi açıdan tahlil ederken söyle diyor: "....Üstelik, Ceddi Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve alihi) din ve şeraitinin korunması ve Yezit ve çevresinin kafir olduklarını muhalif ve muvafık olan herkese açıklaması bu kıyamına bağlıydı." [1]

Ancak burada başka bir soruyla karşılaşmaktayız ve o da, dinin tehlike de olup olmadığını anlamak için başvurulacak ölçü nedir? Acaba bu konuda herkesin kendi teşhisi yeterli midir?

Bu sorunun cevabında şunu söyleyebiliriz: Bu konuda şahısların kendi teşhisleri geçerli olmasa da, kesin olan şu ki, en azından Müslümanların önderi ve imamı konumunda olan, Allah tarafından gönderilmiş ve belirlenmiş olan peygamberler ve masum imamların teşhisleri, kendileri ve o dönemde olanlar için bağlayıcıdır. Bu yüzden Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s) gibi masum bir imam, bir dönemin kıyam veya takıyye dönemi olduğunu belirledikten sonra, onun teşhisi sayesinde artık Müslümanların vazifelerini belirlemiş olur.

Bu sorunun cevabının diğer boyutlarının da açıklık kazanması için şu noktalara dikkat etmek gerekir:

a)- Ehl-i Beyt (a.s) mektebindeki İmamet Anlayışı: Ehl-i Beyt (a.s) mektebinde Ehl-i Beyt İmamları (a.s) Allah tarafından belirlenmiş, masum ve vehbi ilimlere sahip kişilerdir. Onlar, hiçbir hareketlerinde Allah'ın emirlerinden bir kıl payı bile çıkmazlar. Onlara uymak ve onların emirlerine teslim olmak bize emredilmiştir; hatta imanlı olup olmadığımızın en önemli ölçülerinden biri, onlara kayıtsız şartsız tabi olup olmamamızla belli olur. Esasen Hz. Peygamber'e (s.a.a) ve masum imamlara (a.s) bu kayıtsız şartsız itaat, tevhid inancından sonra dinin bize öğrettiği en önemli emirdir. Diğer emirler Allah-u Teâlâ'nın iradesi gereği, ancak bunun çerçevesinde anlam kazanır ve kabul olur. Bizler zayıf aklımızla onların davranışlarının hikmetini anlasak da anlamasak da bu böyledir.

Bu konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki ayet ve hadislere dikkat edin:  

Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Rabbine and olsun ki, kendi aralarında çıkan ihtilaflı konularda seni hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükmü hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyla kabullenmedikçe, iman etmiş olamazlar." [2]

Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) gelen sahih hadislerde şöyle nakledilmiştir: "Bilin ki, eğer bir adam geceleri ibadetle, gündüzleri oruçla geçirir, tüm malını Allah yolunda sadaka verir ve ömrü boyunca her yıl hacca gider de Allah'ın velisinin velayetini tanımaz; onun velayetini kabul etmez ve tüm amelleri onun kılavuzluğu ile olmazsa, yaptığı amellerin mükafatı konusunda Allah'a bir hakkı olmaz ve iman ehlinden de sayılmaz". [3]

Diğer bir hadiste söyle yer almıştır: "İblis, Adem’e (a.s) secde etmeğe emredildiğinde Allah'tan istedi ki “Beni bu emrini yerini getirerek Adem'e secde etmekten mazur gör; bundan sonra sana öyle bir ibadet edeyim ki hiçbir mukarreb melek sana öyle bir ibadet etmemiş olsun. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ tarafından hitap geldi ki, senin ibadetine ihtiyacım yoktur." Demek ki Allah-u Teâlâ kendisine kulluk etmeği ve ona tapmayı, ancak kendi Peygamberine ve yeryüzündeki halifesine boyun eğmek ve ona itaat etmeğe bağlı kılmıştır. Bu yüzden Allah, başka türlü bir ibadeti, insan kendisini onun için çok fazla yorsa da kabul etmez.

Kısacası Ehl-i Beyt (a.s) mektebine göre Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve onun Ehl-i Beyt'inin (a.s) yaptıkları işlere tam bir teslimiyet göstermeyen, o işlere itirazda bulunan ve kendinden aksi görüşler ortaya koyan kimseler, gerçek manada Peygamber ve Ehl-i Beyt'ini (a.s) tanımayan zayıf imanlı ve bazen imandan yoksun kimselerdir. Örneğin Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hudeybiye sulhunu yapması ya hac mut'asını teşri etmesi veya kendinden sonrası için bir vasiyet yazdırmak istemesi vb. olaylarda Hz. Peygamber'in (s.a.a) görüşüne karşı görüşler ortaya koyanlar ve Hz. Peygamber'e (s.a.a) itiraz edenler bu grup insanlardan sayılırlar. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.a) peygamberliği kesin delil ile, örneğin mucize ile bize ispatlandıktan sonra, böyle bir itiraz gerçekte Allah'a karşı itiraz sayılır ve cehaletin alametidir.

Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) hayatında olan ve bizlerin basit bir düşünceyle onları yorumlamakta zorluk çektiğimiz gerçeklerin şu veya bu şekilde peygamberlerin hayatında da olduğu kesindir. Bizlere düşen bunların hikmetini anlamaya çalışmanın yanı sıra, her halükarda onlara uymak ve ittiba etmekten başka bir şey değildir. Buna bazı örnekler verelim:  

1. Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim'in (a.s) ailesinden ve soyundan çok sayıda peygamber göndermiştir. Hz. İbrahim (a.s) ve iki oğlu İshak ve İsmail, İshak'ın oğlu Yakup, Yakub'un oğlu Yusuf hepsi peygamberdirler. Hatta Kur'an'da ismi geçen diğer bir çok peygamber de aynı soydan ve ailedendir. Kur'an-ı Kerim "Birbirinden gelen bir soydur" diye nitelendirmiştir. Aynı durum Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyti (a.s) için de söz konusudur.

2. Hz. İsa (a.s) çok fakirce bir hayat yasadığı, hatta barınacak bir evinin olmadığı ve kuru toprağın üzerinde yattığı ve insanları dünyaya karşı zahit olmaya davet ettiği bellidir. Ama diğer yandan büyük bir peygamber olan Hz Süleyman (a.s) bir sultan olarak yaşamış ve bir sultana layık olan tüm ihtişamı taşımıştır.

3. Hz Yusuf (a.s) bir peygamber olarak bir kafir olan Mısır'ın padişahına vezir olmayı kabul etmiştir. Hatta böyle bir görev için kendini aday göstermiştir. Kısacası biz bu gibi konularda, peygamberler ve onların masum olan varislerinin tutumlarının hikmet ve felsefesini anlasak da anlamasak da onları kabul etmek ve tabi olmakla yükümlüyüz. 

Hz. Peygamber (s.a.a): "Hasan ve Hüseyin iki imamdır; ister kıyam etsinler ve isterse kıyam etmeyip otursunlar" diye buyurmuştur. Keza "Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler" buyurmuştur. Bu vb. hadisler bize sahih olarak ulaştıktan ve özellikle onları masum imamlar olarak kabullendikten sonra onların davranışlarındaki hikmeti barış ve savaşlarının felsefesini anlasak da anlamasak da her halükarda onlara uymaya, onları imam kabul etmeğe mükellefiz. 

İşte bu cevaba işaretle büyük fakih Muhammaed Hasan Necefi, “Cevahiru’l-Kelam” adlı eserinde söyle diyor: "Hz. Hüseyn'in (a.s) kıyamına gelince, bu kıyam ilahi sırlardan bir sır ve gizli ilimlerden bir ilimdir." Sonra birkaç fikhi açıklamaya yer veriyor ve söyle devam ediyor: "Üstelik İmam'ın özel bir mükellefiyeti söz konusudur. O, özel mükellefiyetini yerine getirmek için hareket etmiş ve o emre icabet etmiştir. İmam hatadan uzak olduğu için onun söz ve işlerinde itirazın anlamı yoktur. İşte bu yüzden de delillerin zahirine uymak, delilin umum ve genel kaideleri çerçevesinde hareket etmek, bu delillerin birbirleriyle çeliştiği konularda zanni tercihlerle birini tercih etmekle yükümlü olan kimsenin mükellefiyeti ona mukayese edilemez."

b)- Neden Hz. Hasan (a.s) Barıştı ve Hz. Hüseyin (a.s) Kıyam Etti? Neden Hz. Hasan'ın (a.s) barışıp ve Hz. Hüseyin'in (a.s) barışmadığını anlamak için, ilk önce bu iki hidayet imamının barış ve kıyamlarının iki dönemde gerçekleştiğine ve bu iki dönemin birbirinden tamamen farklı olduğuna dikkat etmek gerekir. Muaviye'nin döneminde İslam adına işlediği cinayetler ve İslam’ı yıkmak için yaptığı faaliyetler, burada sıralanıp yazılamayacak derecede çoktur. Biz kısaca bunlardan bir kaçına değinmekle yetinmek istiyoruz:  

1. Müslümanların hak halifesi olan Hz. Ali'ye (a.s) karsı başkaldırmak ve binlerce Müslüman’ın ölümüne sebep olmak.

2. Hz. Ali'ye (a.s) karşı alenen minberlerde lanet okutmak,

3. Hucr b. Adiy gibi büyük şahsiyetleri sırf Hz. Ali (a.s) ile olan sevgileri için katletmek.

4. Dinde bir çok bidat çıkarmak.

5. Oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife ilan ederek, ona insanlardan biat almak ve bunun bir ilahi takdir olduğunu ilan etmek.

6. Hz. Muhammed'in (s.a.a) isminin tamamen yok edilmesini kendisine bir hedef olarak seçmek.

Ama tüm bunlara rağmen Muaviye gerçek yüzünü gizleyerek, kendisini din taraftarı gösteriyor ve asla dine karşı olduğunu ortaya koymuyordu. Müslümanların çoğu ve özellikle Şam halkı da onun gerçekte Hz. Peygamber'in (s.a.a) sahabesi ve bir yakını olarak destekliyordu. İşte böyle bir dönemde birinin çıkıp da “Ben İslam'ı tatbik etmek istiyorum”der ve onun için kıyam ederek, Muaviye'ye karşı gelecek olduğunu ilan edecek olsaydı ve sonra da onun bu kıyamı sonuçsuz kalsaydı, bu kıyamın Müslümanların bilinçlenmesinde bir etkisi olmazdı. Halk da o kıyam edeni suçlar ve onun kendine makam elde etmek için başkaldırdığını ileri sürerlerdi. Onun kıyamı kendi canının ve dostlarının canını tehlikeye düşürmekten başka bir işe yaramazdı.

Oysa böyle bir ortamda sağlığını koruyarak çeşitli vesilelerle Müslümanların bilinçlenmesi için çaba göstermesi mümkündür. Ancak Yezid'in dönemi tamamen farklıydı. Çünkü Yezid alenen İslam hükümlerini çiğniyor; açıkça şarap içiyor; maymun oynatıyor ve asla babası gibi kendisini imanlı biri olarak göstermeğe çalışmıyordu. Böyle birisinin Hz. Peygamber'in (s.a.a) halifesi olamaya layık olmadığı en basit düşünceye sahip Müslümanlarca bile kolayca biliniyordu. Yani Yezid'in döneminde Müslümanların bilinç yetersizliği yoktu; sadece dinlerini müdafaa için cesaret yetersizliği vardı. Herkes can ve malları tehlikeye düşmesin diye, susmuş ve bir şey söylemiyor ama Yezid'in mahiyetini iyice biliyordu.

Böyle bir durumda her şey bir ilahi kıyam için hazırdı. Daha doğrusu İslam'ın eğrilikten tek kurtuluş yolu böyle bir hareketti. Bu kıyam sayesinde ümmette kaybolan hamaset ve şecaat ruhu yeniden dirilecek ve herkes, içinde bulunduğu bana ne lazımcılıktan kurtulacaktı. İşte böyle bir durumda Hz. Hüseyin (a.s) şöyle diyordu: "Ey insanlar! Resulullah buyurmuştur ki, "Her kim Allah'ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulü’nün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet etmezse, Allah-u Teâlâ böyle bir adamı, o zalimi sokacağı yere (cehennem'e) sokar."

“Ey insanlar! Bilin ki bunlar (Yezid ve yardımcıları) Allah'ın itaatini terk edip Seytan'ın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp, ilahi sınırları tatil ettiler. Fey'î (ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah'ın haramını helal ve helalini de haram ettiler; (emr ve nehiylerini değiştirdiler.)”

Yine şöyle buyuruyor: "Allah'ım! Sen de biliyorsun ki bizim kıyamımız, saltanat hevesiyle veya dünya malına düşkünlüğümüz dolayısıyla değildir. Amacımız, senin dininin nişanelerini diriltip egemen kılmak, sana ait olan şu yeryüzünü ıslah edip her yerde huzur ve güvenliği sağlamak, zulme uğrayan kullarını zalimlerin şerrinden kurtarmak ve senin farzlarını, sünnetlerini ve emirlerini uygulamaktır." [4]

Yine şöyle buyuruyor: "Eğer Muhammed'in dini sadece benim şehadetimle ayakta kalacaksa, ben ölüme hazırım."

Kısacası, Hz. Hasan (a.s) ve Hz. Hüseyin (a.s), değişik şartlarda, ilahi görevleri gereği iki değişik yönteme başvurmuşlardır. Bu yöntemleri, en ufak teferruatına kadar peygamberlerin hareketinde olduğu gibi, kendi şahsi görüşleri gereği değil doğrudan Allah'tan vehbi ilimleriyle ve Hz. Peygamber'den (s.a.a) kendilerine ulaşan özel vasiyet çerçevesinde takip etmişlerdir. Hatta Hz. Hasan'ın (a.s) barışı, Hz. Huseyin'in (a.s) kıyamına zemin hazırlamıştır.

Evet, tek cümlede özetlemek istersek, Hz. Hasan (a.s), Hz. Hüseyin'in (a.s) döneminde olsaydı, aynen Hz. Hüseyin (a.s) gibi kiyam ederdi ve Hz. Hüseyin (a.s) de Hz. Hasan'ın (a.s) döneminde olsaydı, Hz. Hasan'ın (a.s) tavrını izlerdi. Vesselam...

 

 

----------------

[1]- Cevahiru’l-Kelam, c. 21, s. 296.

[2]- Nisa, 65.

[3]- El-Kafi, c. 2, s. 18; Vesailu’ş-Şia, c. 18, s. 44.

[4]- Tuhefu’l-Ukul, s. 243.         




Bu haber 485 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI