Bugun...



Hz. Ali'nin (a.s) Üç Halife Hakkıdaki Eleştirileri

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Güncelleme: 27-10-2021 17:20:25 Tarih: 27-10-2021 17:16

Hz. Ali'nin (a.s) Üç Halife Hakkıdaki Eleştirileri

Soru: Ehl-i Sünnet, Hz. Emirü’l Mu'minin Ali'nin (a.s) kendisinden önceki üç halife hakkında çok olumlu ve müsbet düşündüğünü, onları asla eleştirmediğini, dolayısıyla onların hilafet ve uygulamalarından razı olduğunu söylemektedirler. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Eğer bunun aksini düşünüyorsanız, ki öyle olduğunu büyük ölçüde biliyoruz, o halde buna somut delil ve belgeleriniz var mıdır?

Cevap: Aziz kardeşim, maalesef bir çoklarının öyle düşünmesine veya zannetmesine rağmen, tarihî kaynaklara ve Hz. Ali'nin (a.s) sözlerini nakleden kitaplara ve özellikle meşhur “Nehcü’l Belağa” kitabına müracaat edenler, durumun hiç de öyle olmadığını açıkça görürler. İşte bu yazıda “Nehcü’l Belağa” kitabında nakledilen ve Hz. Ali’nin (a.s) kendinden önceki üç halifeye yönelttiği eleştiriler, tahlîlî bir şekilde ele alınmış ve bu münasebetle bazı başka kaynaklardan da gerek görüldüğünde ilaveler yapılmıştır.

Hz. Ali (a.s) Açısından Üç Halife

Hz. Ali’nin (a.s) halifeleri eleştirdiği inkar edilemez bir gerçektir. Fakat o yüce insanın bu eleştirileri, yapıcı ve eğiticidir. Hz. Ali’nin (a.s) halifeleri eleştirisi, duygusallık veya taassuptan kaynaklanmamaktadır. Bu eleştiriler, mantıkî ve tahlîlî eleştirilerdir. İşte bu özellik Hz. Ali'nin (a.s) eleştirilerine çok büyük bir değer vermektedir. Bir eleştiri eğer duyguların ve rahatsızlıkların baş kaldırmasının ürünü olursa, bir konumu vardır ve gerçekler hakkında doğru hükmetmekten kaynaklanırsa, başka bir konumu vardır. Genellikle duygusal eleştiriler bir türlüdür; çünkü bir takım kınama ve azarlamalardır. Küfür ve lanetin bir koruyucusu yoktur.

Fakat mantıklı eleştiriler ruhsal ve ahlâkî özelliklerden kaynaklanır ve eleştiriye tabi tutulan insanların yaşamlarının özel tarihi noktalarına dayanır. Böyle bir eleştiri doğal olarak herkes hakkında bir şekilde olamaz. İşte burada eleştiride bulunanın gerçekçilik derecesinin değeri ortaya çıkmaktadır.

Nehcü’l Belağa'nın halifeleri eleştirilerinin bazıları külli ve başka bir şeyin içeriğinde ve bazıları da cüzi ve belirgindir. Külli ve zımni eleştiriler, Hz. Ali’nin (a.s) açıkça, "kesin hakkım elimden alındı" buyruğudur.

İbn-i Ebi’l Hadid şöyle diyor:

"İmam Ali'nin külli ve zımni de olsa, halifeleri eleştirdiği mütevatirdir. Bir gün İmam Ali bir mazlumun, "Ben mazlumum, bana zulmedilmiştir" diye bağırdığını duyar. Bunun üzerine ona der ki: "Gel beraber bağıralım; çünkü ben de sürekli zulme uğradım."

Yine kendi dönemindeki İbn-i Âli'ye ismindeki güvendiği birinden şöyle nakleder:

"Bir gün dönemin Hambalî imâmı İsmâil b. Ali Hambelî'nin huzurundaydım. İsmail, Kufe'den Bağdad'a dönen bir yolcudan, “yolculuğunun nasıl geçtiğini”, “Kufe'de neler gördüğünü” soruyordu. O da başından geçenleri anlatıyor, üzgün bir şekilde "Gadir Bayramı" gününde Şiiler'in halifeleri şiddetle eleştirdiklerini söylüyordu. Hambalî imam, “O insanların suçu ne? Bu kapıyı Hz. Ali'nin kendisi açmıştır” dedi. Adam, "Öyleyse bu arada bizim vazifemiz nedir? Bu eleştirileri doğru mu bilmemiz gerekiyor? Doğru bilecek olursak, bir tarafı bırakmamız gerekiyor ve doğru bilmezsek de diğer tarafı" dedi!

 

İsmail bu soruyu duyunca yerinden kalkarak meclisi terk ederken "Şimdiye kadar bu sorunun cevabını ben de bulamadım" dedi.

1. Halife Ebubekir b. Kuhâfe

Ebubekir “Şıkşıkiye” hutbesinde iki cümleyle özel bir şekilde eleştirilmiştir:

Birincisi şu ki, o benim hilafete daha layık olduğumu ve hilafetin, ancak benim üzerime biçilmiş bir elbise olduğunu çok iyi biliyordu. O, bunu çok iyi bilmesine ragmen, neden böyle bir işe girişti? Ben hilafet döneminde, gözüne diken girmiş ve boğazında kemik kalmış biri gibiydim.

Andolsun Allah'a ki Ebu Kuhafe'nin oğlu, onu bir gömlek gibi giyindi. Oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim... Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama sanki gözümde diken var, boğazımda kemik vardı."

İkincisi şu ki, niçin Ebubekir kendisinden sonraki halifeyi tayin etti? Halbuki kendi hilafeti döneminde insanlardan kendisine yaptıkları biatlerini bozmalarını ve bundan dolayı üzerine bırakılan sorumluluğu kaldırmalarını istemişti. Bu işe layık olup olmadığında şüphe eden ve halktan kendisine yardım etmelerini isteyen bir kişi kendisinden sonraki halifeyi nasıl tayin edebilir?

"Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi; ölümünden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı."

Ali (a.s) yukarıdaki cümleleri buyurduktan sonra, iki halife hakkında en şiddetli tabirlerini kullanıyor. Bu tabirler o ikisini birbirlerine bağlayan kökü de ortaya çıkarmaktadır:

"Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar."[1]

İbn-i Ebi’l Hadid, Ebubekir'in istifasıyla ilgili olarak şöyle diyor: Ebubekir'den kendi hilafeti döneminde minberde söylediği bir cümle iki farklı şekilde nakledilmiştir. Bu cümleyi bazıları şöyle nakletmişlerdir: "Ben sizin en üstününüz olmadığım halde, hilafet benim üzerime bırakıldı." Fakat bir çokları da şöyle nakletmişlerdir: "Beni mazur görün, ben sizin en üstününüz değilim." Nehcü’l Belağa'nın tabirinden Ebubekir'in bu cümlesinin ikinci şekilde olduğunu teyit etmektedir.

2. Halife Ömer b. Hattab

Nehcü’l Belağa'da 2. Halife Ömer daha farklı bir şekilde eleştirilmektedir. Ömer'le Ebu Bekir'in "Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar" cümlesiyle ortak eleştirilmesi dışında, onun ruhî ve ahlâkî özelliklerine göre bir takım farklı eleştiriler de yapılmıştır. Hz. Ali (a.s) Ömer'in iki ahlâkî özelliğini eleştiriye tabi tutmuştur:

Biri Ömer'in hışım ve sertliğidir. Bu konuda Ömer, Ebubekir'in tam karşı noktasında yer almıştır. Ömer ahlâkî açıdan hışımlı, katı, heybetli ve korkunçtu.

İbn-i Ebi’l Hadid şöyle diyor:

"Sahabenin ileri gelenleri Ömer'le görüşmekten çekinirlerdi. İbn-i Abbas "avl" konusunda görüşünü Ömer'in ölümünden sonra açıklamıştır. Kendisini bunun neden daha önce söylemediği sorulduğunda, Ömer'den korktuğunu söylemiştir."

Ömer'in kamçısı, heybeti belirtmek için darbu’l misaldi. Öyle ki daha sonraları "Ömer'in kamçısı Haccac'ın kılıcından daha korkunçtu" denilmiştir. Ömer kadınlara karşı daha sertti, kadınlar ondan korkarlardı. Ebubekir ölünce, ailesindeki kadınlar ağlıyor, Ömer de sürekli onları engelliyordu; fakat kadınlar Ömer'i dinlemeyip ağlamalarına, bağırmalarına devam edince, sonunda Ömer, Ebubekir'in kız kardeşi Ümmü Ferve'yi kadınların arasından dışarı çekerek bir kırbaç darbesi vurdu. Bu olaydan sonra kadınlar dağıldılar.

Ömer'in, Hz. Ali’nin (a.s) buyruklarında eleştirilen diğer bir ahlâkî özelliği de görüşünü belirtmede ve görüşünden dönmede aceleci davranması ve sonuç itibariyle çelişkili konuşmasıdır. Defalarca bir konuda görüşünü söyler, daha sonra hatasını anlayarak yanıldığına itiraf ediyordu.

Bu alanda bir çok hikayeler rivayet edilmiştir. "Hepiniz Ömer'den daha fakihsiniz, hatta zifaf odalarında bulunan hanımlar bile" cümlesini Ömer bu şartlar altında söylemiştir. Yine kendisinden yetmiş defa duyulduğu rivayet edilen "Ali olmasaydı kesinlikle Ömer helak olurdu" cümlesi, işte Hz. Ali'nin kendisini vakıf kılıp düzelttiği bu hatalarından dolayıdır.

Emiru’l Müminin Ali (a.s) Ömer'i tarihin vurguyla teyit ettiği bu iki özelliğinden dolayı eleştiriyordu. Yani, yanındakilerin gerçekleri söylemekten çekinmelerine sebep olacak sertliği ve sürekli aceleci davranması, hataları ve peşinden de hatalarından dolayı özür dilemesi.

Birinci bölüm hakkında buyuruyor ki:

"O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi... Onunla konuşan, arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını çekse, burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa, üstündekini helâk olma çukuruna götürür, atardı."

Aceleci olması, çok yanılması ve peşinden de özür dilemesi hakkında ise, şöyle buyuruyor:

"Meselelerde şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu."[2]

Hatırladığım kadarıyla Nehcü’l Belağa'da birinci ve ikinci halife sadece "Şıkşıkiyye" hutbesinde naklettiğimiz bölümlerde özel olarak eleştirilmiştir. Eğer başka bir yerde de eleştirilmişlerse de bu, ya küllî ya da kinayeli bir şekilde olmuştur. Örneğin Osman b. Huneyf'e yazmış olduğu meşhur mektubunda "Fedek" meselesine işaret etmektedir.

Veya 62. mektupta buyuruyor ki: "Andolsun Allah'a ki Arab'ın, bu işi, Peygamber'den sonra Ehl-i Beyt'inden alacağını, benim halifeliğime engel olacağını hatırıma bile getirmedim. Fakat bir de baktım, gördüm ki halk, filân kişiye biat etmekte; elimi çektim" veya Muaviye'nin mektubuna cevap olarak yazdığı 28. mektupta "Deve gibi zorla biate sürüklendiğimi söylüyorsun; Allah'ın ebedi varlığına and olsun ki kınamak, yermek isterken övdün beni. Beni rüsvay etmek isterken, rüsvây ettin kendini. Dininde şüpheye düşmedikçe, inancında işkil bulunmadıkça mazlûm oluşu, Müslüman'a bir noksan vermez, onu bir ayıba sürüklemez."

Nehcü’l Belağa'nın 219. hutbesinde kinaye ile "falanca" diye anılan bir kişi övülmüştür. Nehcü’l Belağa'yı şerhedenler, Hz. Ali’nin (a.s) övdüğü bu zatın kim olduğu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Genellikle bu sözlerin ciddi veya takiyyeyle söylendiğini ve maksadın Ömer b. Hattab olduğunu söylemişlerdir. Kutb-u Ravendi gibi bazıları da maksadın, geçmiş sahabelerden Osman b. Maz'un ve benzeri gibi birisi olduğunu söylemişlerdir. Fakat İbn-i Ebi’l Hadid, hükümetin başında olan birisinin övüldüğünü gösteren belirtilere dayanarak -çünkü eğrilikleri düzeltecek, hastalıkları giderecek bir kişiden bahsediliyor. Geçmiş sahabeler de böyle bir özelliğe sahip değillerdi- kesinlikle Ömer'in kastedildiğini söylüyor.

İbn-i Ebi’l Hadid, Taberî'den şöyle naklediyor:

"Ömer ölünce kadınlar ağlıyorlardı. Ebu Hasme'nin kızı ağlayarak şöyle diyordu: "Eğrilikleri düzeltti ve hastalıkları giderdi; fitneleri öldürdü ve sünnetleri diriltti; temiz bir elbise ve kusurlardan arınmış olarak bu dünyadan göçtü." Taberî sonra Muğayre b. Şube'den nakleder ki, Ömer defnedildikten sonra Ali'nin yanına giderek, Ömer hakkında bana bir şeyler söylemesini istedim. Ali yüz ve ellerini yıkamış, yüz ve ellerinden su damladığı ve bir elbiseye bürünmüş bir halde dışarı çıktı. Sanki Ömer'den sonra hilafetin kendisine ulaşmayacağını kesin bilerek, "Ebu Hasme'nin kızı 'Eğrilikleri düzeltti...' sözünü doğru söylüyor" dedi.

İşte, İbn-i Ebi’l Hadid bu hikayeye dayanarak Hz. Ali'nin Nehcü’l Belağa'da bu sözleri Ömer'in övgüsünde söylediğini vurguluyor.

Fakat günümüzdeki bir çok araştırmacılar olayı Taberî dışında başka kaynaklardan daha farklı bir şekilde nakletmektedirler: Ali dışarı çıktığında gözü Muğayre'ye takılınca şöyle sordu: "Acaba Ebu Hasme'nin Ömer'i övdüğü o sözler doğru mudur?"

Buna binaen, yukarıdaki cümleler ne Hz. Ali’nin (a.s) sözüdür ve ne de o sözü söyleyen kadının sözlerini teyit etmektedir. Bu sözleri Nehcü’l Belağa'nın hutbeleri arasında nakleden Seyid Rezi (r.a) bu konuda yanılmıştır.

3. Halife Osman b. Affan

Nehcu’l Belağa'da Osman hakkında ilk iki halifeden daha fazla bahsedilmiştir. Bunun sebebi ise apaçık bellidir: Osman, tarihte "büyük fitne" diye geçen ve Osman'ın yakın akrabalarının, yani Ümeyye oğullarının diğerlerinden daha fazla parmağı bulunduğu olayda öldürüldü ve halk hemen Ali’nin (a.s) etrafında toplandı. Hz. Ali (a.s) da istemeyerek onların biatlerini kabul etti ve bu durum ister istemez Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde o hazret için bir takım sorunlar yarattı. Diğer taraftan hilafet sevdalıları, o hazreti Osman'ın öldürülmesinde parmağı olmakla suçladılar. O da kendisini savunmak ve Osman'ın öldürülmesinde kendi yerini aydınlığa kavuşturmak zorunda kaldı. Diğer taraftan Osman'ın hükümetine karşı kıyam eden ve büyük bir güç sayılan inkılapçı kesim Hz. Ali’nin (a.s) ashabındandılar. Hz. Ali’nin (a.s) muhalifleri onları Osman'ı öldürme suçuyla kısas yapmak için kendilerine teslim etmesini istiyorlardı. Hz. Ali (a.s) bu meseleyi kendi sözlerinde gündeme getirip gerekeni açıklamak zorundaydı.

Ayrıca, Osman'ın hayatı döneminde inkılapçı kesim Osman'ı muhasaraya alıp yöntemini değiştirmesi veya istifa etmesi için ona baskı yaptıklarında her iki tarafın da güvendikleri, ikisinin arasında elçi olan ve her birinin görüşlerini kendi görüşüyle birlikte diğer tarafa aktaran tek kişi Ali (a.s)'dı.

Bütün bunların dışında, Osman'ın hilafet düzeninde ilk iki halifeye göre daha fazla bozulma vardı ve Hz. Ali (a.s) vazifesi gereğince, Osman'ın döneminde veya Osman'dan sonraki dönemde onlar hakkında konuşmazlık edip sessiz kalamazdı. Bütün bunlar Nehcü’l Belağa'da Osman hakkında diğerlerinden daha fazla bahsedilmesine sebep olmuştur.

Nehcü’l Belağa'da toplam 16 yerde Osman hakkında bahsedilmiştir. Bunların çoğu Osman'ın öldürülmesi olayıyla ilgilidir. Beş yerde Hz. Ali (a.s) kendisinin gerçekten Osman'ın öldürülmesinde parmağı olmadığını vurguluyor ve bir yerde Osman'a karşı düzenlenen suikastta Talha'nın -ki Osman'ın öldürülmesini bahane ederek, halkı Ali’ye (a.s) karşı tahrik ediyordu- parmağı olduğunu bildiriyor. İki yerde, Osman'ın öldürülmesini Hz. Ali'nin (a.s) ilahî ve insanî hükümetini zedelemek için bahane eden, bir timsah gibi göz yaşı döken ve zavallı insanları mazlum halifeyi öldürenleri kısas etme adına öteden beri arzuladığı ülküler uğruna tahrik eden Muaviye'yi suçlu buluyor.

Osman'ın Öldürülmesinde Muaviye'nin Sinsi Rolü

Hz. Ali (a.s) Muaviye'ye mektubunda buyuruyor ki: "Sen ne diyorsun? Görülmeyen elin dirseklere kadar Osman'ın kanına bulanmış olmasına ragmen, yine Osman'ın kanından mı bahsediyorsun?

Bu bölüm çok ilginçtir. Hz. Ali (a.s) tarihin keskin gözlerinden kaçan gerçekleri sergiliyor. Araştırmacılar, psikoloji ve sosyolojiden yararlanarak tarihin açılarından bu noktayı ancak günümüzde çekip çıkarabilmişlerdir; yoksa önceki dönemlerin insanlarının çoğu, Osman'ın öldürülmesinde Muaviye'nin parmağının olabileceğine veya onu savunmada kusur etmiş olabileceğine inanmıyorlardı.

Muaviye ve Osman ikisi de Emevî hanedanına mensup olup, aralarında kabile bağı vardı. Önceden hesaplanmış hedefler ve belli metotlar üzerinde Emevîlerin aralarında öyle sağlam bir bağ vardı ki günümüz tarihçileri, bu bağı, günümüz dünyasının parti bağları türünden bilmişlerdir.

Yani onları birbirine bağlayan tek şey sadece ırk ve kabile duyguları değildi; kabile bağı onları bir araya toplayan ve maddi hedefler uğrunda uyum ve birlik içinde olmalarını sağlayan bir ortamdı. Muaviye şahsen de Osman'dan destekler almış ve onun dostuymuş gibi görünüyordu. Dolayısıyla hiç kimse Muaviye'nin perde arkasından bu işte parmağı olabileceğine inanamıyordu.

Sadece bir tek hedefi olan, o hedefe ulaşmak için her vesileden yararlanmayı mubah gören, mantığında ne insanî şefkatlerin, ne de kuralların bir rolü olmayan Muaviye, Osman'ın hayatta olmasına oranla ölümünden daha fazla yararlanabileceğini ve onun yere dökülen kanının kendisini damarlarında dolaşan kanından daha fazla güçlendireceğini teşhis ettiği günden itibaren onu öldürmek için ortam hazırladı ve Osman'a etkili yardımlar yapıp, öldürülmesini önleyebileceği anlarda onu olayların içinde yalnız bıraktı.

Fakat Hz. Ali’nin (a.s) keskin gözü Muaviye'nin görünmeyen parmağını görüyor ve perde arkasındaki olayları biliyordu. İşte bu nedenle direkt olarak Muaviye'nin kendisini suçlu biliyor ve Osman'ın ölümünden sorumlu tutuyordu.

Nehcü’l Belağa'da İmam Ali'nin (a.s) Muaviye'nin mektubuna cevaben yazmış olduğu uzun bir mektup var. Muaviye İmam'a yazdığı mektupta o hazreti Osman'ın öldürülmesi planına katılmakla suçluyor; İmam (a.s) da ona şöyle cevap veriyor:

"Sonra benimle Osman arasındaki işten söz açıyorsun. Ona soy bakımından yakınlık dolayısıyla bu soruyu senin cevaplandırman gerek. Hangimiz ona daha fazla düşmanlık ettik, hangimiz ölümüne sebep olduk? Ona, yardım istediği hâlde onun "Sen yerinde otur" deyip yardımını istemediği kişi mi, yoksa onun yardım istediği halde yardımına gelmeyen, başına gelenler gelinceye dek oyalanan kişi mi?... Nice kere ona, yaptığı işi bildirdim ben; gittiği yolun nasıl bir yol olduğunu söyledim ben; ona karşı bir günahım, bir taksirim varsa o da, ona doğru yolu göstermemdir ancak. Ama nice suçsuzlar vardır ki suçu olmadan, sebebi bilinmeden kınanırlar. Bâzı kere gerçek öğüt veren ancak, töhmet altına girer."[3]

Başka bir mektubunda Muaviye'ye hitaben şöyle buyurur:

"Osman ve onu öldürenler hakkındaki fazla ve lüzumsuz sözlerine gelince: Sen o kişisin ki, kendine yardım umduğun, faydalı gördüğün zaman ona yardım ediyorsun; oysa ki ona yardımda bulunman gerektiği zaman, onu hor-hakir bıraktın, yardımına koşmadın"[4]

Osman'ın öldürülmesi bir çok fitnelerin meydana gelmesine sebep oldu. Onun öldürülmesiyle asırlar boyu İslam'ı bırakmayan ve etkileri günümüze kadar devam eden İslam dünyasına başka fitnelerin kapısı açıldı. Hz. Ali’nin (a.s) Nehcü’l Belağa'daki sözlerinden, İmâm’ın (a.s) Osman'ın gidişatını çok eleştirdiği ve inkılapçı kesimi haklı gördüğü anlaşılmaktadır. Buna rağmen, Osman'ın hilafet makamında ona baş kaldıranlar tarafından öldürülmesini İslam'ın genel maslahatına uygun görmüyordu. Daha Osman öldürülmeden önce Hz. Ali (a.s) bundan endişeleniyor ve bunun korkunç sonucunu görüyordu. Osman'ın işlediği suçlar, şer'an öldürülmesini gerektirecek ölçüde olup olmayışı, Osman'ın öldürülmesine daha fazla etrafındakilerin bilinçli olarak veya cehaletleri yüzünden ortam hazırlamaları ve Osman'ın öldürülmesi dışında bütün yolları inkılapçıların yüzüne kapamalarıyla Osman'ın hilafet makamında inkılapçılar tarafından öldürülmesinin İslam ve Müslümanların milli maslahatlarına ters düşüp düşmediği birbirinden farklı iki konudur.

Hz. Ali’nin (a.s) buyruklarından anlaşılıyor ki, o hazret, Osman'ın yöntemini değiştirmesini, doğru İslamî adalet yolunda hareket etmesini, bunu kabul etmediği takdirde inkılapçı kesinim onu hilafet makamından alıp veya hapsederek yerine bu makama layık olan birini getirmelerini, sonra o makama salahiyeti olan halifenin Osman'ın suçlarını gözden geçirip gerekli hükmü vermesini istiyor.

Buna binaen, Hz. Ali ne Osman'ın öldürülmesini emretmiş ve ne de inkılapçılara karşı onu savunmuştur. Hz. Ali'nin bütün çabası kan dökülmeden inkılapçıların meşru isteklerinin yerine getirilmesiydi: Osman ya geçmişteki gidişatını değiştirmeli ya da kenara çekilip işi ehline bırakmalıydı. Hz. Ali (a.s) iki taraf hakkında şöyle hükmetmektedir:

"O, kendi reyiyle hareket etti; iyi etmedi. Siz de onun hakkında sabırsız davrandınız; iyi etmediniz."

Bir aracı olarak inkılapçıların isteklerini Osman'a ulaştırdığında Osman'ın hilafet makamında öldürülmesinden ve Müslümanlara büyük bir fitnenin kapısının açılmasından endişelendiğini bildirdi:

"Allah için olsun, bu ümmetin öldürülecek imâmı olma. Çünkü bu ümmet içinde bir imam öldürülür ki onun yüzünden kıyâmete kadar savaş sürer-gider; ümmete işler şüpheli görünür; aralarında fitne dağılır; çoğalır; artık ümmet ne hakkı görür, ne batılı; ikisini de ayırt edemez olur; o fitneler içinde dalgalanıp durur halk; bocalayıp durur denmiştir."[5]

Daha önce Hz. Ali'den (a.s) naklettiğimiz sözlerden de anlaşıldığı gibi, İmâm (a.s) Osman'ın döneminde onun karşısında veya gıyabında onu eleştirir, ona itiraz ederdi. Nitekim Osman'ın öldürülmesinden sonra da onun hatalarını sürekli hatırlatır ve "ölülerinizi hayırla anın"[6] ilkesini kabul etmediğini ve asla izlemediğini gösterirdi.

Eleştiri konuları ise şöyledir:

1- 130. hutbede, Osman tarafından Rebeze'ye sürüldüğünde Ebuzer'e buyurduğu cümlelerde hakkı tamamen, eleştirici, inkılapçı ve itiraz eden Ebuzer'e vermekte; onu teyit etmekte; Osman'ın hükümetinin fasit olduğuna işaret etmektedir.

2- 30. hutbede daha önce naklettiğimiz gibi şöyle buyurmuştu: "O, kendi re'yiyle hareket etti; iyi etmedi."

3- Osman zayıf ve kendisinden iradesi olmayan birisiydi. Akrabaları, özellikle Mervan-i Hekem -ki Resulullah tarafından sürülmüş olmasına rağmen Osman tarafından Medine'ye getirildi ve yavaş yavaş Osman'ın veziri konumunu aldı- onun üzerinde büyük şekilde sulta kurdular ve onun adına istedikleri her şeyi yapıyorlardı. Hz. Ali bunu eleştirerek, Osman'ın karşısında durup şöyle dedi:

"Yaşını-başını aldıktan, ömrün sona geldikten sonra Mervan'ın istediği yere sürüp götürdüğü bir mal haline gelme."[7]

4- Osman Hz. Ali'ye kötü zanda bulunuyordu. Hz. Ali'nin Medine'de olmasını kendisi için zararlı görüyordu. Hz. Ali (a.s) inkılapçı kesimin dayanağı ve geleceklerinin ümidi sayılırdı; özellikle inkılapçılar bazen Ali'nin ismine slogan atıyor, resmen Osman'ın hilafetten alınıp yerine Ali'nin geçmesini istiyorlardı. İşte bu nedenle Osman, Ali'nin Medine'de olmamasını, böylece inkılapçıların gözlerinin ona takılmamasını istiyordu. Fakat diğer taraftan da Ali'nin kendisiyle inkılapçı kesim arasında hayırseverlikle aracılık yaptığını ve varlığının ortamın yatışmasına sebep olduğunu açıkça görüyordu. Bu nedenle de Ali'den Medine'den çıkıp Medine'nin yaklaşık altmış beş km. uzaklığındaki Yenbu'daki tarlasına girmesini istedi. Fakat çok geçmeden Ali'nin yokluğundan dolayı rahatsızlık duyup peşine adam gönderip Medine'ye geri dönmesini istedi.

Doğal olarak Ali (a.s) Medine'ye dönünce, hakkında daha sıcak sloganlar attılar. Osman tekrar Hz. Ali'den Medine'yi terk etmesini istedi. Osman'ın, Hz. Ali'ye Medine'yi terk edip tarlasına gitmesine dair mesajını İbn-i Abbas getirdi. Hz. Ali (a.s) Osman'ın bu hareketine kızarak şöyle buyurdu:

"Ey Abbas oğlu Osman beni, tarlayı sulamak için su taşıyan deveye benzetmek istiyor; gideyim, geleyim. Git diye haber yolluyor; sonra haber geliyor, gel diyor; şimdi de gene git diye haber salıyor. Andolsun Allah'a ki aleyhine kalkışanları, suçlu olacağımdan korkacak bir dereceye dek yatıştırdım."[8]

5- Hepsinden daha şiddetlisi Şıkşıkiyye hutbesindeki sözleridir:

"Derken kavmin üçüncüsü kalktı; hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe giriştiler; Allah malını ilk baharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu; karnının dolgunluğu onu bu hale getirdi; işini tamamladı gitti."[9]

İbn-i Ebi’l Hadid bu bölümü açıklarken şöyle diyor:

"Bu tabirler, en acı tabirlerdir ve bence yerme ve hicvetme maksatlı söylenen en şiddetli Arap şiiri olduğu söylenen Hatie'nin meşhur şiirinden daha şiddetlidir."

İşte bunlar Hz. Ali’nin (a.s) İlk üç halife hakkındaki sözleri ve eleştirilerinden bazı pasajlardı. Biz bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyor, yetiniyor ve Rabbimizden hepimize doğruları gören göz ve ona ittiba ettirecek cesaret ve samimiyet lütfetmesini diliyoruz.

 

------------------

[1]- Nehcü’l Belağa, hutbe, 3.

[2]- Nehcü’l Belağa, hutbe, 3.

[3]- Nehcü’l Belağa, mektup, 28.

[4]- Nehcü’l Belağa, mektup, 37.

[5]- Nehcü’l Belağa, hutbe, 163.

[6]- Bozuk hükümetler ve fasit insanların geçmişlerine sünger çekip böylece gelecek nesillere bir ders olmasını ve sonraki bozuk hükümetlere tehlike yaratmasını önlemek için bir hadis olarak Muaviye tarafından uydurulduğu söylenmektedir

[7]- Nehcü’l Belağa, hutbe, 163.

[8]- Nehcü’l Belağa, hutbe, 235.

[9]- Nehcü’l Belağa, hutbe, 235.




Bu haber 1084 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SORU-CEVAP Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI