Bugun...



Hamd ve Şükür Makamı ve Onun Vesileleri

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 10-10-2022 10:42

Hamd ve Şükür Makamı ve Onun Vesileleri

“Hamd Allah'a ki, eğer kullarına, ardı arkası kesilmeyen minnetler ve açık seçik bol nimetler karşısında hamd etmeyi öğretmemiş olsaydı, nimetlerinden yararlanırlar, ama O'na hamdetmezlerdi; rızkından bol bol yararlanırlar, ama şükretmezlerdi. Böyle olunca da insanlık sınırlarından çıkar, hayvanlık seviyesine düşerlerdi. O zaman da yüce Allah'ın Kur'an'da nitelendirdiği kimselerden olurlardı: "Onlar hayvanlar gibidirler; hatta daha şaşkındır." [1]

Hamd ve Şükür Makamı ve Onun Vesileleri

İnsanlık sınırlarını korumak, nimetleri ve nimetleri vereni tanımakla; nimetler karşısında hamd ve şükretmekle olur. Bu sınırlardan çıkmak ise, hayvanlık kuyusuna düşmektir.

Nimeti ve nimetleri vereni tanıma vesileleri, akıl, fıtrat, vicdan, nübüvvet, imamet ve Kur’an’dır. Hamd ve şükür vesileleri ise, uzuvlardır. İnsana değerler ötesi bir değer veren, onu varlıkların birçoğundan ve nihayet bütün âlem ve âlemdekilerden üstün kılan şeyler de bunlardır.

Çünkü her insan “bil-kuvve” olarak, yaratılmış olan bütün varlıklardan üstün olup, “halifetullah” makamına ulaşma gücüne sahiptir ve onun bu “bil-kuvve” istidadını fiile geçirmesi farzdır. Her nimet karşısında “elhamdülillah” söyleyince, Allah-u Teâlâ’nın huzurunda hamd ve şükretmekten aciz olduğunu itiraf edince, her nimeti yerinde ve Hazreti Rabbu’l-Erbab'ın emrettiği yerde kullanınca, hamdedenler ve şükredenlerin arasında yer alırsın; insanlığın sınırlarını gözetmeye ve hayvanlığın alçaklığından uzak durmaya girişmiş olursun.

Marifet Ehlinin Yüce Makamı

Ruh-i a’zam (en büyük ruh) cevherliği açısından “nefs-i vahide” ve nuraniyeti açısından ise, “akl-ı evvel” (ilk akıl) olarak adlandırılan insan ruhundan ibarettir. Burada nefis-i vahide, hakiki insan ve insanın hakikati olarak ifade edilen bu ruh-i a’zam ve kutsal ruh, nutk eden insanî nefislerin kaynağı olan faal akıldır. Faal akıl, natık nefislere feyz vericisi, eğiticisi ve onların tamamlayıcısı, soyut gerçeklerin mahzeni ve natık nefislerin ulaşabileceği en son derecedir. Natık nefislere o işrak eder (aydınlatır) ve bil-kuvve güçleri o, fiile dönüştürür. Bu sıfatların kapsamlı insanî ruh olduğu sanılmaktadır. Bu nedenle ruhu rahat bir şekilde faal akılla aynı bilebiliriz. Nitekim bazı arifler ve filozoflar esasen ruh yerine akıl kelimesini kullanmışlardır.

Diğer taraftan şeriat ve din lisanıyla faal akıl “Ruhu’l-Emin” ve “Ruhu’l-Kudüs” diye adlandırılan Cebrail’dir. O halde Ruhu’l-Kudüs veya Cebrail ve Ruhu’l-A’zam’ın vahyin ilanıyla insanoğlunun natık nefislerinin kaynak ve eğiticisi olduğunu, onun nurunun ışın ve kıvılcımları olduğunu söyleyebiliriz. Bu nefislerin istidat ve kemal derecelerine oranla o faal akıl veya Ruh-i Kudüs onlarda daha az veya daha fazla, daha kısa veya daha uzun tecelli eder.

O halde Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem ve diğerleri hakkında geçen “Allah kendi ruhundan Âdem’e üfürdü” buyruğundaki o ruh, bu Ruh-i Kudüs veya Ruh-i A’zam ya da faal aklın nuru veya ışınıdır. Bu nedenle “Ruh” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de tekil olarak geçmiş ve her yerde Cebrail, yani faal akıl, “Ruh” ismiyle adlandırılmıştır.

Bu ruh veya faal akıl diğer bütün akıllar gibi, hem direkt ve hem de dolaylı olarak, yani kendisinden üstte olan akılların nurlarının yansımasıyla bütün nurların ve akılların kaynağı olan Allah-u Teâlâ’nın zatı ile bağlantılıdır. Bu sebeple emir âleminden, yani rububiyet ve lahut makamından derecelere göre çıkmıştır.

Bu ruh veya Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle Cebrail, insanı ilahî ışıldamalarıyla aydınlatınca ve insan o melekutî ışıldamalarla tüm güçlerini fiiliyata geçirince, Cebrail’den daha üstün olur ve manevî makamlar bakımından Allah’ın bütün mukarrep meleklerinden daha yüksek bir makama sahip olur.

Dolayısıyla Allah Resulü (s.a.a) miraca çıkınca, Cebrail hareket etmeyip duruyor. Resul-i Ekrem (s.a.a) neden durduğunu sorunca, Cebrail “Bir parmak kadar daha ileri gidersem, yanarım” diyor.[2]

İşte o kâmil ve kapsamlı insan budur. Bütün varlıklar onun varlığı sayesinde Allah’ın izniyle kuvvetlerini fiile geçirirler. Varlığı sayesinde insanın âlemde nasıl bir kişiliğe ve kuvvet âleminde hangi istidada sahip olduğu ve bu istidadın fiil âleminde nasıl zuhur ettiği anlaşılan o kapsamlı hakikat işte budur.

Keşke herkes ne olduğunu, nereden gelip nereye gitmekte olduğunu, nereye kadar makam sahibi olduğunu ve hangi menzili kat edebileceğini bilseydi.

Evet, insan hayrete düşüren bir makama sahiptir. Bu makamı insanın Rabbinden başka kimse bilmiyor ve asıl makamına ulaşabilmesi için ona nübüvvet, imamet, akıl, Kur’an ve Esma-i Hüsna’sı gibi bir vasıta kılan da O’dur. Hayvaniyet bataklığına düşmekten güvende olmak için bu ilahî manevî nimetlerin kadrini bilmemiz gerekiyor. Onların kadrini bilmek de ancak onları tanımak, hamd ve şükürlerini yerine getirmekle olur. Bunların tümü ancak O’nun lütfuyla mümkündür. O’nun lütfu olmazsa, hakikat, tanıma, marifete ulaşma ve şükrü yerine getirme imkânsız olurdu. Bu durumda hiçbir insan, insan olarak tecelli etmez ve varlığı hayvanlıktan başka bir şey olmazdı.

 

------------

[1]- Furkan, 44.

[2]- Usul-u Esasî-i Revanşinasî, s.178.




Bu haber 522 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI