Bugun...



Takva ve Nefsi Tezkiye Etmek - 3

Kim takvaya yapışırsa, bütün zorluklar yaklaştıktan sonra ondan uzaklaşır; bütün acı işler tatlılaşır, önüne yığılmış dağ gibi dalgalar aralanır, yorgunluklardan sonraki bütün zorluklar kolaylaşır.

facebook-paylas
Tarih: 22-06-2023 12:12

Takva ve Nefsi Tezkiye Etmek - 3

Bismillahirrahmanirrahim

Takva ve Özgürlük

Bazı insanlar takvanın özgürlüğe engel olduğunu, takvanın bağımlılığa ve sınırlanışa sebep olduğunu, hayat şartlarını zorlaştırdığını sanabilirler. Ancak İslâm bu görüşü reddetmekte, takvanın insana özgürlük, huzur, izzet ve azamet verdiğini savunmakta ve takvasız bir insanı esir, kul ve köle olarak görmektedir.

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Takva, hidayet ve istikametin kilidi ve ahiretin azığıdır. Takva, bütün tutsaklıklardan özgürlük ve felaketlerden kurtuluştur. [1]

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: İslâm'dan büyük şeref, takvadan üstün izzet ve haramdan korunmaktan iyi bir sığınak yoktur. [2]

Yine şöyle buyuruyor: Kim takvaya yapışırsa, bütün zorluklar yaklaştıktan sonra ondan uzaklaşır; bütün acı işler tatlılaşır, önüne yığılmış dağ gibi dalgalar aralanır, yorgunluklardan sonraki bütün zorluklar kolaylaşır. [3]

Bu hadislerde, takva sorunların çözümü için kilit, insanın izzet ve özgürlüğü için vesile, hayat zorluklarından, problem ve sıkıntılardan kurtulmak için vasıta ve en iyi sığınak olarak tanıtılmıştır.

Demek ki takva, insanı sınırlandırmaz ve onun özgürlüğünü elinden almaz; tersine insanın insanî kişiliğini uyandırır; onu şehvet, öfke, kin, intikam hırsı, bencillik, kendini beğenmişlik, taassup, inat, tamah, servete tapınma, hırs, makam ve mevki tutkusu, zevkine düşkünlük ve şehvet düşkünlüğü pençelerinden kurtarır. İnsanın şahsiyetini ve aklını, içgüdülerine ve nefsin isyankâr güçlerine üstün gelmesi, onları ıslah etmesi, gerçek maslahatlarına göre yönlendirmesi, onların ifrat ve tefritlerini önlemesi için güçlendirir.

Kur’an-ı Kerim, istek ve heveslerine itaat eden, nefsanî isteklerini temin etmek için gayret gösteren ve eğilimlerine ulaşma yolunda sınır tanımayan kimseleri putperest ve şehvet düşkünü olarak görmektedir:

Gördün mü heva ve hevesini ilâh edineni ve hâlini bildiği hâlde Allah tarafından sapıklığa terk edileni? Onun kulağını ve kalbini mühürlemiştir ve gözüne de perde çekmiştir. Artık Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterebilir ona? Hâlâ öğüt ve ibret almaz mısınız? [4]

Evet, nefsinin istek ve heveslerine tamamen teslim olan; arzularına ulaşmak için hiçbir çirkin amelden çekinmeyen; deliler gibi çalışıp çabalayan; aklının hayır düşünmeye çağıran sesini dinlemeyen ve peygamberlerin önderliklerini kabullenmeyen kimse, gerçekten kul olmuş, tutsak olmuş ve nefsin isteklerine itaat etmiştir.

Nefsin istekleri, onun insanî şahsiyetine ve aklının değerli mücevherine galip gelmiş; onu kendisine kul etmiştir. Onu kurtarmak için de takvadan başka bir çıkış yolu yoktur. Demek ki, takva insanı sınırlandırmaz; aksine insana özgürlük verir.

Takva ve Hastalıkların İlâcı

Kıskançlık, kin, intikam hırsı, başkalarında kusur arama, öfke, taassup, tamah, kendini beğenme, tekebbür, korku, iradesizlik, vesvese vs… gibi çirkin ahlâkî sıfatlar, nefsanî hastalıklardır. Bu hastalıklara müptela olan insanların nefislerinin hastalığı mecazî değildir; onların nefsi gerçekten hastadır.

İnsanın nefsi ve bedeni arasında sağlam bir irtibat ve ilişki bulunduğu gibi, insanın nefsiyle bedeninin bir olduğu, bu irtibat ve ilişkiler vasıtasıyla birbirlerini etkiledikleri de ispatlanmıştır.

Bedensel hastalıklar, nefsi rahatsız ve perişan eder; nefsanî hastalıklar da, insanın cisminde ve sinirlerinde önemli etkiler bırakır.

Ruhî hastalıkların ve sinir zaaflarının birçoğu çirkin ahlâk sonucu doğmaktadır. Hatta mide ve bağırsak hastalıkları, hazımsızlık, baş ve mide ağrısı gibi bedensel hastalıklar da kıskançlık, kin, tamah, kendini beğenme ve gurur gibi birtakım çirkin ahlâklardan kaynaklanmış olabilir. Zararlı alışkanlıklarda ve şehvet peşinde koşmada, taşkınlığın ne kadar tehlikeli hastalıklara sebep olduğu apaçık bellidir.

Nefsanî hastalıkları iyileştirebilecek tek ilaç ise, takvadır. Dolayısıyla insanın cismî ve ruhî hastalıklarının iyileşmesinde ve sağlığında takvanın önemli bir payı olduğunu söyleyebiliriz.

İmam Ali (a.s) takva hakkında şöyle buyuruyor: Takva, cisimlerinizin hastalıklarının devası, kalplerin fesadının ıslah edicisi ve nefislerinizin pisliklerinin temizleyicisidir. [5]

Muttakilerin Sıfatları

Takvayı daha iyi tanımak ve muttakilerin alametleriyle ve sıfatlarıyla tanışmak için Nehcü'l-Belâğa'nın "Hemmam" hutbesini getiriyoruz:

Emirü'l-Müminin İmam Ali'nin (a.s) ashabından olan “Hemmam” adlı biri, "Ya Emirü'l-Müminin! Bana Allah'tan sakınanları (muttakileri) anlat. Hem de öylesine anlat ki onları görür gibi olayım" dedi. İmam Ali (a.s), onun bu sözünü duymazlıktan gelerek: Ya Hemmam! Allah'tan sakın ve iyi amelde bulun; çünkü “Allah, sakınanlarla ve iyilikte bulunanlarladır.” [6] diye buyurdu. Hemmam bu sözü yeterli bulmadı ve yemin verdi. Bunun üzerine İmam Ali (a.s), Allah'a Hamd-ü sena edip, Resul'üne (s.a.a) ve soyuna (a.s) salât-ü selâmdan sonra şöyle buyurdu: Noksan sıfatlardan münezzeh yüce Allah, halkı yarattı. Yarattığı vakit, onların itaatlerinden, isyanlarından, suçlarından da müstağni idi. Çünkü isyan edenin suçu, isyanı O'na bir zarar vermez; itaat edenin itaati O'nu faydalandırmaz. Halkın geçimini taksim etmiştir O, herkesi layık olduğu yere koymuştur.

Muttakilere gelince, onlar üstünlüklere sahiptirler; sözleri gerçektir; elbiseleri orta hâlli; ne fazla özentili ve ne pek bayağı; onların yürüyüşleri tevazu iledir. Allah'ın onlara haram ettiği şeylere gözlerini yumarlar; onlara fayda verecek bilgiye kulaklarını vakfederler. Bunlara uymayanların gönülleri nasıl nimete erince rahat ve huzur içindeyse, onların gönülleri de bela ve mihnette rahat ve huzur içindedir.

Allah, kullarının ecellerini takdir etmeseydi ve ölüm vakitlerini belirlemeseydi, onların ruhları, sevaba iştiyak duymak, azaptan korkmak ve dolayısıyla göz yumup açacak bir müddet bile bedenlerinde kalmazdı. Yaratan, gözlerinde ulu ve yaratandan başkası ise, küçüktür. Sanki cenneti görmekteler ve orada nimetler elde etmekteler. Sanki cehennemi görmekteler ve orada azaba uğramaktalar. Kalpleri mahzundur; onların şer ve kötülüklerinden herkes emindir. Hasetleri zayıftır ve yoktur; dilekleri önemsiz ve nefisleri ise, tertemizdir. Çabuk geçip giden günlerde sabretmişlerdir. Ardından süreli bir rahat ve huzur gelir; o vakit Rableri kârlı bir alışverişi onlara kolaylaştırmıştır.

Dünya onları diler; onlar ise, dünyayı dilemezler. Dünya onları tutsak etmiştir; fakat onlar, canlarını fidye olarak verip ondan kurtulmuşlardır. Gece olduğu zaman ayağa kalkarlar; saf tutar ve ibadete koyulurlar. Kur’an ayetlerini, harfleri sayılacak kadar ağır ve anlamını düşünerek okurlar. Kendilerini bu suretle hüzünlere atarlar ve dertlerinin devasını Kur’an’da bulurlar.

Kur’an’dan teşvike, sevaba, mükâfata ait bir ayet okuyunca, o sevabı elde etmeyi umarlar ve gönüllerini özlemle ona verirler; sanırlar ki o mükâfat, gözlerinin önüne gelmiş ve serilmiştir. Korkutucu bir ayet geçti mi, kulaklarını ona verirler; sanırlar ki cehennemin yalımlanması, alevi yücelirken çıkardığı ses, kulaklarına gelmektedir ve onu işitmektedirler.

Rükû ederek iki kat olmuşlardır. Alınlarını, ellerini, dizlerini, ayak parmaklarını yerlere döşemişlerdir ve secdeye kapanmışlardır. Yüce Allah'tan azaptan, zincirlere vurulmaktan kurtulmayı dilemeye koyulmuşlardır.

Gündüzlerine gelince, onlar yumuşak huyludurlar; bilgindirler; iyi kişilerdir ve sakınanlardır. Korku, okçunun yonttuğu ok gibi onları inceltmiş ve zayıflatmıştır. Onları gören, hasta sanır; oysaki hastalıkları yoktur. Onlara bakan, akıllarını yitirmiş sayar; oysaki akıllarında ancak o büyük çağ ve ahiret vardır. Az ibadete razı olmazlar; kulluklarını yeter bulmazlar ve fazla ibadeti de çok görmezler. Kendilerini itham altında tutarlar ve amellerinden korkarlar.

Birisi, onlardan birini üstün görür ve temiz sayarsa, söylenen sözden korkar ve şöyle der: "Ben kendimi, başkalarından daha iyi bilirim; Rabbimse beni benden daha iyi bilir.

Allah'ım! Söyledikleri sözler yüzünden beni suçlu sayma; onların zanlarından daha üstün et beni; onların bilmedikleri suçlarımı da bağışla."

Onlardan her birinin alametleri şöyledir: Onu dinde güçlü; yumuşak davranma ve kullukta ihtiyatlı; imanda şüphesiz; ilme haris; bilimde örnek; zenginlikte ortak; ibadette özü doğru ve Rabbine karşı alçalmış; yoklukta bezenmiş; çetin zamanlarda direnen; helal rızık elde etmek için savaşan; hidayette neşeli; tamahtan kurtulmuş; güzel ve temiz işlere koyulmuş; fakat Allah'tan da korkup duran biri olarak görürsün. Gündüzü akşam eder ve düşüncesi şükürdür. Geceyi sabahlar ve uğraştığı zikirdir. Korkuyla geceler ve neşeyle sabahlar.

Gaflete düşmekten çekinerek korkar. Lütfa ve ihsana nail olarak neşelenir. Nefsi, onun istediği bir şeye onu zorlarsa, o da onun sevdiğini ona vermez ve onu zorlar.

Gözü, zevalsiz nimettedir. Zahitliği, sürüp gitmeyecek, yok olup bitmeyecek şeydedir. Hilmini ilimle ve sözünü amelle sarmıştır. Görürsün ki umduğu uzak değil, yakındır; sürçtüğü çok değil, azdır. Nefsi, elde ettiğini yeter bulur ve hırsa düşmez; yediği az bir şeydir; çok istemez. İşi kolaydır; dini korunmuştur; şehveti ölmüştür ve öfkesi yenilmiştir. Ondan hayır umulur; şerrinden ise, emin olunur. Gafiller içinde ise, zikredenlerden olur; zikredenlerle beraber ise, gafillerden sayılmaz. Kendisine zulmedeni bağışlar ve kendisine vermeyene bağışta bulunur. Kendisiyle ilişkiyi kesenle ilişki kurar. Kötü söz ondan uzaktır ve sözü ise, yumuşaktır. Kınanacak işi yoktur ve iyi işleri ise, her an mevcuttur. Hayrı, ona yönelmekte ve şerri ise, dönüp gitmektedir. Sarsılacak işlerde vakar sahibidir. Hoş olmayan işlerde sabreder ve genişliklerde ise şükreder.

Kendisine düşman olana zulmetmez ve bu işe hayıflanmaz; onu seven de günaha girmez. Tanıklık verilmeden gerçeği söyler; kendisine verileni ve ısmarlananı yitirmez; kendisine anılanı unutmaz. Halkı lakaplarla çağırmaz; komşusuna zarar vermez; musibetlere düşenlere sevinmez. Batıla boyun eğmez; batıl iş işlemez ve haktan ayrılmaz. Susarsa, susması kendisini tasalandırmaz ve gülerse, sesini yükseltmez.

Ona zulmedilirse, dayanır ve sonunda da onun öcünü Allah alır. Nefsi, onun elinden rahatsızlığa düşmüş; fakat insanlar onun yüzünden rahattadır. Nefsini ahiret için yorar; insanları nefsinden rahata ulaştırır ve emin kılar. Birinden uzaklaşması zahitliğinden ve temizliğindendir. Birine yaklaşması yumuşaklıktan, esenlikten ve rahmettendir. Uzaklaşması kibirden ve ululuktan olmaz; yaklaşması hileden düzenden doğmaz.”

Söz buraya gelince, Hemmam feryat edip düştü ve can verdi. Hz. Emirü'l Müminin Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Vallahi ben, bundan korkuyordum." Sonra da "İşte tam yerinde öğütler, ehline böyle tesir eder" buyurdu. [7]

Ayetullah İbrahim EMİNÎ

 

-----------

[1]- Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 230.

[2]- Nehcü'l-Belâğa, Hikmetli Sözlerden Seçmeler: 371.

[3]- Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 198.

[4]- Câsiye, 23.

[5]- Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 198.

[6]- Nahl, 128.

[7]- Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 193.




Bu haber 337 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MANEVİYAT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI