Bugun...



Rızık Kavramının Kur'an'da İfade Ettiği Anlam - 2

Şimdi yeniden konumuza dönüyor ve "Sen, dilediğine hesapsız rızık verirsin." ifadesiyle ilgili olarak diyoruz ki: Rızkın hesapsız olarak tanımlanması, rızkın yüce Allah'tan oluşuna ve rızıklananların durumuna göre karşılıksız ve hak edişsiz olarak sunulmuş olmasına yönelik bir işarettir.

facebook-paylas
Tarih: 10-11-2020 10:22

Rızık Kavramının Kur'an'da İfade Ettiği Anlam - 2

Çünkü canlıların sahip oldukları yetenekler veya talep etme veya benzeri şeyler bütünüyle Allah'ın mülküdür. O halde bunlardan hiçbirisi O'nun bu bağışına karşılık sözkonusu edilemez. Bu yüzden Yüce Allah'ın rızkı hesapsızdır.

Rızıkla ilgili bir hesabın olmayışının takdirle irtibatlandırılması, yâni rızkın sınırsız ve ölçüsüz olması şeklindeki bir değerlendirme aşağıdaki ölçüyle ilgili ayetlerle bağdaşmıyor: "Hiç şüphesiz, biz her şeyi bir ölçü ile yarattık." (Kamer, 49)"Kim Allah'tan korkup-sakı-nırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir; ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır." (Talak, 2-3) Rızık yüce Allah tarafından canlılara sunulan karşılıksız bir bağıştır ve fakat yüce Allah'ın iradesi doğrultusunda takdir edilip bir ölçüye konulmuştur.

Yukarıda sunduğumuz iki ayetten sırasıyla şu hususlar anlaşılıyor:

Birincisi: Bütün mülk=hakimiyet ve sultanlık Allah'ın olduğu gibi mülkiyet=sahip olma da tamamen Allah'a aittir.

İkincisi: Bütün hayır O'nun elindedir ve O'ndandır.

Üçüncüsü: Rızık Allah tarafından kullarına karşılıksız ve hakediş-siz olarak sunulan bir bağıştır.

Dördüncüsü: Hiç kuşkusuz, mülk, izzet ve daha sonra mal, mevki ve güç gibi itibarî olan tüm toplumsal hayırlar ve benzeri şeyler yararlanılan rızkın kapsamına girerler.

Mülk İle İlgili Bilimsel Yaklaşım

Daha önce yaptığımız açıklamalardan birinde şu değerlendirmede bulunduk: Mülk olgusu özü itibariyle insanlar için zorunludur. Gerek birey ve gerekse toplumsal bazında, mülksüz bir hayat tasavvur edilemez. Bunun temelinde de özgü kılma itibarı yatar. Mülkiyet ve bir şeye sahip olma konusunda durum budur.

Egemenlik anlamında mülke gelince, bu, bireyler üzerindeki otoriteyi ifade eder ve o da bir zorunluluktur. İnsanlar için egemen-yöneticisiz bir hayat düşünülemez. Ancak öncelikli olarak toplumun buna ihtiyacı vardır. Çünkü toplum, amaçları farklı, istekleri değişik kesimlerden meydana gelir. Birey, birey bağlamında öyle değil. Bir araya gelen bireylerin her birinin isteği faklı bir yöne doğrudur. Amaçları değişiktir. Aralarında ihtilaf etmeden duramazlar. Birbirlerine üstünlük sağlayıp yenik olanların ellerinde olan her şeye el koymaktan kaçınmazlar. Sınırlarına, kişisel etkinlik alanlarına tecavüz ederler. Haklarını çiğnerler. Böylece toplumsal hayat hercu merc olur. Mutluluğun bir aracı olarak algılanan toplumsal hayat, mutsuzluğun ve ölümcül felaketlerin nedeni olur. İlacın kendisi hastalık yapar hale gelir. Bu ölümcül pratiğe son vermenin tek yolu, tüm güçler içinde bir gücü etkin kılmaktır. Onun tüm topluma ve toplumu oluşturan bireylere egemen olmasını sağlamaktır. O zaman normal sınırların dışına taşan azgın güçler dizginlenip orta yola doğru çekilebilir. Yine ölümcül düzeyde alçalmış, kişiliksizleştirilmiş ezilenler de normal yaşamın düzeyine yükseltilir. Dolayısıyla tüm toplumsal güçler orta çizgide buluşup bütünleşirler. Buna paralel olarak da her birim kendi özel alanında faaliyet gösterir, her hak sahibi hakkını eksiksiz olarak alır.

 

İnsan oğlunun zihni, daha önce de belirttiğimiz gibi, hiçbir zaman "istihtam etme" (araç ve alet kullanma) düşüncesinden soyutlanamaz. Geçmiş çağlarda taşkın-mütegallibe insanlar egemenliği ele geçirmiş, toplumun geri kalan bireyleri üzerinde zora dayalı bir otorite kurmuşlardır. Köleliği yaygınlaştırmış, insanların mallarına ve canlarına egemen olmuşlardır.

Hiç kuşkusuz, sözünü ettiğimiz bu egemenliğin de bazı yararları olmuştur -Burada egemenlik derken, bazı bireylerin taşkınlığını önleyen diğer bazı bireylerin otoriteyi ellerine geçirmelerini kastediyoruz- Bu yararlar, zorbalıkla, üstünlük taslamakla ve egemenlik adına yeryüzünde ceberut bir sistem kurmakla tebaruz eden yöneticilerin varlıkları ile de belirginleşebilir. Çünkü onlar, yardakçıları ve kapıkullarıyla birlikte bizzat azgın, haksız ve tiksinilen güçler olmalarına karşın, bireyleri zillet ve baskı durumunda koruyup kollamak zorunda hissederler kendilerini. Ki bir kimse çıkıp da diğer insanların haklarına tecavüz etmesin. Çünkü böyle biri, fırsat bulduğunda kendilerine karşı da çıkabilir. Nitekim kendileri de başkalarının elinde bulunan otoriteyi gasbetmiş değiller miydi?!

Kısacası, bireylerin büyük bir kısmının, egemen sultanlardan duydukları korkudan dolayı uzlaşmacı ve uyumlu bir tavır içinde olmayı yeğlemesi, insanları, toplumsal egemenliği değerlendirme düşüncesinden alıkoyucu bir rol oynar. Buna karşılık, güçleri yetmediği zaman, bu zorbaların yaşam sistemlerini övmekle zaman geçirirler. Ancak bu, yapılan zulümlerin haddi aşmaması durumunda geçerlidir. Ancak zulmün dayanılmayacak kadar haddi aşması durumunda zulme uğradıklarını dile getirip şikayette bulunurlar.

Hiç kuşkusuz, bazen kral veya başkan dediğimiz bu insanlar ölür veya öldürülürler. Böyle durumlarda toplum kargaşa ve bozgunluğun başgöstereceğini algılar. Toplumsal düzen tehdit altına girer, anarşinin egemen olmasından endişelenilir. Bunun üzerine, derhal aralarında güç ve etkinlik sahibi olanları ileri sürer ve otorite dizginlerini eline verirler. Böylece toplumsal işlere egemen bir kral oluverir. Sonra gün gelir, devran döner, eski zorbalık ve baskı yeniden ortaya çıkar.

Toplumlar, sürekli bu arayış içinde olmuşlardır. Ve bu arada sözkonusu egemenlerin kötü yönetimlerinden, zorbalıklardan, mutlak otorite sahibi oluşlarından çok çekmişlerdir. Bunu önlemeye dönük bir tedbir olarak, halka egemen olan hükümetlerin görevlerini belirleyen kanunlar hazırlayıp kralları, sultanları bunlara uymaya zorlamışlardır. Böylece mutlakiyetçilikten sonra meşruti krallık düzeni ortaya çıkmıştır. İnsanlar bu sistemi koruma yönünde çaba gösteriyorlardı ve krallık babadan oğula geçiyordu.

Daha sonra, toplumlar kralların azgınlıkları, kötü uygulamaları, değişmez, ancak miras yoluyla geçen krallık tahtına oturduktan sonra bildikleri gibi davranmaları yüzünden, bu sistemi değiştirip yerine cumhuriyet sistemi getirdiler. Böylece ömür boyu ve meşruti krallıktan sürekli ve meşruti yönetime geçildi. Başka toplumlarda, yöneticilerin zulmünden kaçış için başka yöntemler geliştirilmiş olabilir ve insanlık gelecekte, bugün için düşünülmeyen yönetim tarzlarını geliştirebilir.

Ancak toplumların, bu işin düzene girmesi uğruna bunca çabalar sarfetmesi, yönetimini teslim edeceği gücü belirtmek için yoğun bir arayış içinde olması, değişik iradeleri ve farklı güçleri bir arada tutacak otoriteyi tespit etmek için faaliyet göstermesi, bizim için şu gerçeği belirginleştiriyor; insanlık bu makamdan, değişik isimleri ortaya çıkan, toplumların değişmesi ve güçlerin geçmesi ile birlikte farklı koşullarda belirginleşen yönetim erkinden soyutlanamaz. Çünkü toplumsal hercu mercin, sosyal hayatın altüst oluşunun yolu, her halukarda, değişik irade ve maksatların bir insanda veya bir makamda somutlaşan tek iradede birleşmemesinden geçer.




Bu haber 973 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI