Bugun...



Peygamberlere İman Edenler- 2

“Allah'ım! Özellikle de Muhammed'in ashabını, sahâbiliği bilip hakkını edâ edenleri; ona yardımda güzel bir imtihan verenleri; onu destekleyip himaye edenleri; koşarak elçiliğine inananları; davetini kabulde yarışıp öne geçenleri; Rabbinin mesajlarını duyururken kendisine icabet edenleri; dâvâsı uğruna eşlerinden, çocuklarından ayrılanları ve nübüvvetini sağlamlaştırmak için babalarıyla, oğullarıyla savaşıp onun bereketiyle zafere ulaşanları -kendi mağfiret ve rızvanına al-”

facebook-paylas
Güncelleme: 20-03-2023 12:19:52 Tarih: 06-03-2023 12:38

Peygamberlere İman Edenler- 2

Bismillahirrahmanirrahim

Allah Resulü’nün (s.a.a) Ashabı:

Sayıları azımsanmayacak kadar çok olan bir grup Müslüman, “Allah Resulü’nün (s.a.a) sahabesi olan herkesin adil, müçtehit, kabul edilir ve necat ehli olduğuna; eğer bir günah işlerse, içtihadında bir hatalı olduğuna, dolayısıyla böyle bir sahabe eleştirilemez ve namazda ona uyulabilir” inancına sahiptirler.

Fakat insaf sahipleri bu inancı akla, adalete, Kur’an-ı Kerim’in apaçık ayetlerine ve hatta Ehl-i Sünnet kitaplarında bile nakledilmiş olan Allah Resulü’nün (s.a.a) rivayetlerine aykırı biliyor ve diyorlar ki: “Sahabe olmak, adaletin, kabul edilirliğin ve kurtuluşun ölçüsü değildir.” Eğer onları müçtehit bilecek olursak:

İlk olarak, içtihatlarının büyük bir bölümü Allah’ın kitabının açık nassına ve Allah Resulü’nün (s.a.a) rivayetlerine aykırıdır. Böyle bir içtihadı yapan müçtehit, hiçbir şekilde Allah katında mazur değildir.

İkincisi, neden bütün ümmeti hata işledikleri konuda müçtehit bilmeyelim? Hangi sebeple onlar müçtehit oluyorlar da diğerleri olmuyorlar? Onların dediğine göre Müslüman olduğunu iddia eden zalim, içki içen, zina yapan, faiz yiyen, insanların kanına giren ve hırsızlık yapan bütün tağutları müçtehit bilmemiz gerekiyor; hem de mazur bir müçtehit!

Oysa ki Kur’an-ı Kerim apaçık ayetlerinde Allah-u Teâlâ katında saygınlık ve sevimliliği ve azaptan kurtulmayı takva sahibi olmaya bağlı biliyor. Neden birçok kişiyi takvasız olmaları ve türlü türlü günahlara bulaşmalarına rağmen sadece ve sadece sahabe olmaları nedeniyle adil ve kurtuluş ehli bilelim?

İster sahabe olsun ister olmasın kurtuluşun şartı takva ve azabın sebebi ise, günahtır.

Fetih Suresi’nin on sekizinci ayetine, “Allah, ağacın altında sana biat ederlerken müminlerden razı olmuştur. Gönüllerinde olanı (imanlarını ve samimiyetlerini) bilmiş de üzerlerine güvenini indirmiş, yakın bir zaferle ve ele geçirecekleri bol ganimetlerle onları mükâfatlandırmıştır” delil göstererek, Allah-u Teâlâ’nın Peygamberin ashabından razı ve hoşnut olduğunu, dolayısıyla sahabe olan herkesin kabul edilir ve necat ehli olduğunu söylerseniz, buna şu cevabı veririz:

İlk olarak, Aziz ve Yüce Allah, müminlerden hoşnut olduğunu buyuruyor. Dolayısıyla imanları sadece sözlerinde kalan ve Bakara Suresinin dokuzuncu ve onuncu ayetine göre münafık olanlar Hak Teâlâ’nın rızası dairesinin dışında kalıyorlar.

İkincisi, Allah’ın razılığı müminin vermiş olduğu ahde, söze ve ettiği biate bağlı kaldığı sürece devam[k1]  eder ki, o da Allah ve Resulü’ne (s.a.a) itaatten ibarettir. Mümin bazı nedenlerle ahdini bozarsa, ahdini bozmasının peşinden Allah’ın rizayeti de ondan kalkar.

Sahabenin amel ve ahitte diğer Müslümanlarla müsavi olması

Suç, günahlardan, Allah ve Resulü’nün (s.a.a) rızasına aykırı olan hareket ve davranışlardan ibarettir. Suçlu, o şeyleri yapan ve birkaç günlük heva ve heves için şeytanı Allah’a; dünyayı ahirete; kendi rızasını Hakk’ın rızasına tercih eder. Kuran ve sünnet açısından böyle bir kimse tüm varlığı ile bulaştığı çirkinliklerden vazgeçmeyecek olursa, azap ehli olan kimsedir. Kur’an-ı Kerim ve rivayetler bu konuda “sahabe” diye hiç kimseyi istisna etmemişlerdir. İster sahabe olsun ister olmasın, suçlu suçludur ve cehennem ehlidir. Azabın ölçüsü suç ve kurtuluşun ölçüsü ise, takvadır.

Bir kişinin Peygamberin sahabesi olmasını onun adil ve güvenilir olduğuna, içtihat ettiğine ve mazur olduğuna hükmetmek için yeterli olduğunu sanan kimselerin şu ayet-i kerime karşısında fikirleri nedir?

Ey Peygamber'in hanımları! Sizden kim açıkça bir kötü iş yaparsa, onun azabı iki kat olur. Bu, Allah için kolaydır. (Yani Allah suçluları cezalandırma konusunda kimseyi gözetmez ve onun için suçlunun kim olduğu önemli değildir; suçlu ister Allah Resulü’nün (s.a.a) en yakını olsun ister ona uzak bir kimse olsun fark etmez.” [1]

Bu kişiler şu on beş asır boyunca iyi ile kötü, ihlaslı olanla olmayan, adil ile zalim, mümin ile münafık ayırt edilmesi için ashabın durumunu Kur’an-ı Kerim ile değerlendirmeye yanaşmamışlardır.

Bunlar Kur’an-ı Kerim’in apaçık ayetlerinden hareketle sahabeleri adil, müçtehit ve mazur bilmişler ve Ahzab Suresinin 11-20 ayetlerinin Allah Resulü’nün (s.a.a) bazı sahabesinden naklettiği ve insanı hayrete düşüren konuları dikkate almaya yanaşmamışlardır. Sürekli Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte oldukları halde onların bu kadar imanlarının zayıf olmasına, bu kadar günaha bulaşmalarına ve hakkı çiğnemelerine şaşırmamak elde değil!

“Tefsiri Numune” kitabı, bu ayetlerin başında şöyle diyor: Ahzap savaşı için sınav atmosferi ısındı. Açıktır ki bu gibi durumlarda Müslümanların buhranı da farklı gruplara ayrıldı: Bir grup gerçek müminlerdi. Bir grup imanı zayıf kişilerden oluşuyordu. Bir grup dik kafalı, emrivaki münafıklardan oluşuyordu. Bir grup evini, ailesini, yaşamını ve kaçmayı düşünüyordu. Kısacası, bu hayret verici mahşer ortamında herkes içinde sakladığı şeyleri açığa çıkardı.

Hilafet ekolünde eğitim almış bazı basiretsiz kişiler mübarek Ahzab Suresinin on birinci ayetinden yirminci ayetine kadar ki apaçık buyrukları görmezden gelmişler ve sahabenin adil, müçtehit, güvenilir ve Allah’ın azap ve kahrından masun olduğuna ve hiç kimsenin onlar hakkında en küçük olumsuz bir şey düşünmemesi gerektiğine inanmışlardır.

Bunlar neden Emiru’l-Müminin Ali (a.s), Selman, Ebuzer vb. yüce kişilerden yüz çeviriyor; onları kendilerine örnek edinmiyor; Muaviye’yi hükümeti dönemindeki o kadar çirkin ve kabarık dosyasına rağmen “Emirulmüminin” diye çağırıyorlar?!

Duanın baş tarafından Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) ashabının aşağıdaki özelliklerine değinilmiştir. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde de bu özellikler kurtuluşa erenlerin ve iman sahiplerinin nişaneleri sayılmıştır.

1- Her yerde Allah Resulü’ne (s.a.a) yardım etmek.

2- İman etmek için acele etmek.

3- Daveti kabul etmek için diğerlerinden öne geçmek.

4- Delil ve burhanın yanında peygamberliği kabul etmek.

5- Kelimetullahın yücelmesi için eşinden ve çocuklarından ayrılmak: (Hicret)

6- Peygamberliğin sağlamlaşması için uzak ve yakın kabilelerle savaşmak.

“(Allah’ım!) Gönüllerinde onun (Peygamberinin) sevgisini besleyenleri ve bu sevgiyle asla zarara uğramayacak bir ticaret umanları, onun kulpuna yapışınca kabilelerinden dışlananları, ona itaat edince akrabalıkları kendilerini onlara yabancı bilenleri -kendi mağfiret ve rızvanının kapsamına al-. Allah'ım! Bunların senin için ve senin yolunda kaybettiklerini ve insanları senin (dininin) etrafında topladıklarını (veya senin için insanlardan koptuklarını), senin rızan için Resulünle birlikte olup insanları sana davet edenlerin arasında yer aldıklarını unutma ve rahmet ve hoşnutluğunla onları hoşnut et. Senin yolunda kavimlerinin memleketini terk ettikleri geçim bolluğunu bırakıp, geçim darlığına katlandıkları için onları ve dinini yüceltmek için, sayılarını çoğalttığın mazlumları mükâfatlandır.”

Duanın bu bölümünde kelimetullahın yücelmesinde büyük rolü olan çok önemli iki hakikate işaret edilmiştir:

1- Sevgi ve meveddet.

2- Peygamberimizin yarenlerinin Habeşistan’a hicreti.

Meveddet’in Hakikat ve Gerekliliği

Meşhur Arap alimlerinden olan “el-Menar” tefsirinin yazarı, “adavet” ve “meveddet” kelimelerinin anlamı hakkında şöyle diyor: [2] Adavet söz ve davranışlarda etkisini gösteren kin ve meveddet ise, sonucu söz ve davranışlara yansıyan aşk ve sevgidir.

Ayet ve rivayetlerde tevella ve teberradan yoksun olanın Müslüman olmadığı belirtilmiştir. Mümin tüm varlığı ile Hakk Teâlâ’ya, O’nun peygamberine ve mümin insanlara karşı sevgi ve meveddet beslemeli, Allah’ın, Peygamberin ve müminlerin düşmanlarına da düşman olmalı; tâ ki o meveddet ve sevgi onu Allah ve Resulü’nün (s.a.a) ve gerçek müminlerin ahlakına getirsin ve o kin ve düşmanlık Allah ve din düşmanlarının ahlak, davranış ve hareketlerinden ayrılıp kopmasına neden olsun.

Kur’an-ı Kerim’de risaletin ücreti Ehl-i Beyt’in sevgi ve meveddeti kılınmış ve bunun yararının insanın kendisine ulaşacağı bildirilmişse, bu, Ehl-i Beyt’e aşk ve sevgi besleyin anlamına gelir; öyle bir aşk ve sevgi ki, Masum Ehl-i Beyt İmamlarına itaat etmeye ve Allah’ın veli kullarının ahlakıyla ahlaklanmaya sebep olmalı; bu itaat ve süslenme insanın kendi yararınadır; insanı Allah’a yakınlaştıran ve vuslat makamına ulaştıran bu aşk ve sevgidir, iman ve iyi amel konusunda eşsiz ve emsalsiz olan kimselere aşk ve sevgi beslemek. Onların aklı bütün akılların üzerindedir; Allah’ın bütün kullarına karşı şefkatlidirler, sabırlı ve halimdirler; bütün ahlakî güzelliklere sahiptirler; Hak Teâlâ’ya tevekkül ediyorlar, Hakk’a teslimdirler ve Yüce Sevgili’nin rızasına razıdırlar.

Ashabın Habeşistan’a Hicreti

Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) gerçek ashabı, Mekke’de türlü türlü işkence ve eziyetlere maruz kaldılar ve zenginken fakir ve yoksul bir hale düştüler; maddi sıkıntılar çektiler ve sırf İslam dinini korumak için vatanlarını, ailelerini ve çoluk çocuklarını terk etmek zorunda kaldılar; fakat Kur’an-ı Kerim ve İmam Zeynelabidin’in (a.s) buyurduğu gibi, Allah Resulü’ne (s.a.a) meveddet ve muhabbet sermayesi ve Allah yolunda fedakarlıkla, içinde hiçbir zarar ve ziyan söz konusu olmayan, sonuç ve menfaati ebedi olan bir ticaret ve alış-veriş yaptılar.

Müslümanların azınlıkta olduğu bi’setin ilk yıllarında Kureyş ve diğer kabileler, Müslüman olanlara her yönden baskı yaptılar ve onları darlıkta bıraktılar. Allah Resulü (s.a.a), İslam dini ve Müslümanların canını korumak ve Hicaz bölgesi dışında bir üs oluşturmak için onlara Habeşistan’a hicret etmelerini emretti ve onlara, “Orada zulüm ve haksızlığa engel olan iyi bir yönetici var; oraya göç edin. Umulur ki, Allah orada size uygun bir fırsat tanısın” diye buyurdu. Bunun üzerine Müslümanlardan on bir erkek ve dört kadın gemi ile Habeşistan’a doğru hareket ettiler. Bi’setin beşinci yılının Recep ayında geçekleşen bu hicret, “birinci hicret” diye adlandırıldı. Bir süre sonra Ebutalip oğlu Cafer ve diğer bir grup Müslüman da Habeşistan’a gittiler ve orada İslamî bir toplumun çekirdeğini oluşturdular.

 

------------

[1]- Ahzab, 30.

[2]- el-Menar Tefsiri, c.7, s.2. Maide Suresinin 58. ayetinin altında.

 

 




Bu haber 374 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI