Bugun...



Nefsi Hastalıkların Teşhis Yolları

İnsanların çeşitli nefsani hastalıkları vardır. Bu nefsani hastalıkların teşhis ederek, tanımak ve onların tedavisi için gayret göstermek insanın manevi açıdan ilerleyerek, yaratıcısına doğru yol kat etmesini sağlar.

facebook-paylas
Güncelleme: 20-03-2023 12:16:59 Tarih: 16-03-2023 12:42

Nefsi Hastalıkların Teşhis Yolları

Bismillahirrahmanirrahim

Çeşitli olan nefsanî hastalıklar karşısında insanın manevi açıdan ilerleyerek yaratıcısına doğru yol kat etmesinde yararlandığı yol ve vesileler şöyledir:

1- Aklı Güçlendirme

İnsanı diğer yaratıklardan ayıran, onun yüce ve melekûtî mertebesi, varlığının en mükemmel noktasıdır ki bu derece Kur’an-ı Kerim'de ve rivayetlerde “ruh”, “nefis”, “kalp” ve “akıl” gibi çeşitli adlarla adlandırılmaktadır. Bunların hepsi tek başına bir tek hakikati açıklığa kavuşturduğu hâlde, çeşitli sebeplerden dolayı, çeşitli adlarla isimlendirilmişlerdir. Düşünme, tefekkür ve akıl etme kaynağı olduğu için "akıl" diye adlandırılmıştır.

Akıl, Kitap ve Sünnette özel bir yere sahiptir; hatta akıl konusuyla ilgili özel bir bap/başlık ayrılmıştır. Akıl, rivayetlerde varlıkların en şereflisi, sorumluluğun sevap ve cezanın kaynağı olarak tanıtılmıştır. Örneğin İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah-u Teâlâ aklı yarattığı zaman onu konuşturdu ve "gel" diye buyurdu, akıl da itaat etti. Sonra "dön" diye buyurdu; yine akıl itaat etti. Daha sonra da şöyle dedi: "İzzet ve celalime andolsun! Senden daha iyi ve daha sevgili bir varlık yaratmadım ve seni sadece kendisini sevdiğim kimsede mükemmelleştiririm. Bil ki, benim emir ve nehyim sana yönelmiştir ve sana (bunun karşılığında) sevap ve ceza vereceğim!"[1]

İnsan, aklı vasıtasıyla düşünür ve gerçekleri idrak eder; iyi ve kötüyü, yararlı ve zararlı şeyleri ayırt eder. Allah'ı ve kendini aklın vasıtasıyla tanır, vazifelerini teşhis eder. Eğer insanın aklı olmasaydı, onunla diğer hayvanlar arasında bir fark kalmazdı.

Dolayısıyla Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'de düşünme, tefekkür etme, akıl etme ve araştırma üzerinde önemle durmuş ve insandan aklını kullanmasını istemiştir. Örneğin Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki akıl erdirirsiniz. [2]

Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akıl edebilecek kalpleri oluversin? [3]

Diğer bir ayette de buyuruyor ki: Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin (insan dâhil bütün canlıların) en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. [4]

Allah-u Teâlâ, aklı, kulağı ve dili olup da gerçekleri tanımak için onlardan yararlanmayanları hayvanların safında ve hatta onlardan daha aşağılık tanıtmıştır; çünkü onlar akıllarını kullanmamışlardır. Kur’an-ı Kerim'in bir başka ayetinde de şöyle buyrulmaktadır: O, akıl erdiremeyenleri pislik içinde bırakır. [5]

İnsanın güzellikleri aklından kaynaklanır. Aklı vasıtasıyla Allah'ı tanır ve ibadet eder; ahirete iman eder ve onun için hazırlanır; peygamberleri kabul edip onlara itaat eder; ahlâkî değerleri tanır ve kendini onlarla yetiştirir. Rezaletleri tanıyıp onlardan kaçınır. Bu nedenle akıl, Kur’an-ı Kerim'de ve hadislerde övülmüştür. İmam Cafer Sadık (a.s), kendisine “aklın ne olduğu” hakkında soru soran bir kimseye verdiği cevapta şöyle buyurmuştur: Akıl, o güç ve yetenektir ki, onunla Rahman'a kulluk edilir ve cennetler kazanılır. [6]

Başka bir yerde İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: Her kimin aklı varsa, dini de vardır ve dini olan kimse de cennete girecektir. [7]

İmam Musa Kâzım (a.s), Hişam b. Hakem'e şöyle buyurmuştur: Allah'ın halka iki hücceti vardır: Biri zahirî hüccet ve diğeri ise, bâtınî hüccettir. Zahirî hüccet, peygamberler ve Ehlibeyt İmamlarıdır; bâtınî hüccet ise, akıllardır. [8]

İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle naklediliyor: İnsanlar içinde aklen en olgun olanı, ahlâken en güzel olanıdır. [9]

Yine İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Akıl, müminin kılavuzudur. [10]

İmam Rıza'dan (a.s) şöyle naklediliyor: İnsanın dostu onun aklı ve düşmanı ise, cehaletidir. [11]

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: İnsanın kibirli olması, onun aklının zaafını gösterir. [12]

İmam Musa Kâzım (a.s), Hişam b. Hekem'e şöyle buyurmuştur: Malsız zenginlik, kıskançlıktan kurtulmuş huzurlu kalp, dinde esenlik ve sağlamlık isteyen kimse, kendisine olgun ve eksiksiz bir akıl vermesi için Allah-u Teâlâ'ya yalvarıp yakarmalıdır. Çünkü akleden insan, kendisine yetene kanaat eder. Kendisine yeterli olana kanaat eden de kendisini başkasına muhtaç görmez. Ama kendisine yeterli olana kanaat etmeyen, ebediyen zenginlik bulamaz. [13]

Ey Hişam! Akıllı kimseler dünyaya ait olan fazla ve gereksiz işleri terk ederler. Hele günahlara hiç yanaşmazlar. Oysa dünyayı terk etmek fazilettir; günahları terk etmek ise, farzdır. [14]

Ey Hişam! Akıllı bir kimse, nefsi yalana meyilli olsa bile yalan söylemez. [15]

Ey Hişam! Mürüvveti olmayanın dini yoktur; aklı olmayanın mürüvveti yoktur. İnsanların en üstünü ise, dünyayı önemsemeyen ve ona değer vermeyen kimsedir. Bilin ki, vücutlarınızın karşılığı sadece cennettir. Öyleyse cennetten başka bir şeyle onu değiştirmeyin. [16]

Bu hadislerden, aklın değerini ve onun maarif ve ilim edinmede, Allah'a tapınmada, marifette, ahlâkî değerlerden yararlanmada, günah ve rezaletlerden kaçınmadaki önemli rolü anlaşılmaktadır. Burada şu noktayı hemen belirtelim ki, bu hedeflere ulaşmak için sırf aklın varlığı yeterli değildir. Buna ilave olarak aklı kullanmak ve ondan yararlanmak da şarttır. Akıl beden ülkesinde adaletli ve işinin ehli bir hâkim gibidir. Ancak onun için emniyetli bir ortam hazırlanıp kadılığı kabul edildiğinde o, kadılığını iyi bir şekilde yapabilir. O, bilgili, güçlü, tedbirli ve iyiliksever bir hâkim gibidir; ancak onun hâkimiyetinin güçlendirilip teyit edilmesi de şarttır. O, kendisiyle meşveret edilen, bilgili, güvenilir ve iyiliksever bir kimse gibidir; ancak kendisiyle meşveret edilmesi ve sözlerinin dinlenilmesi gerekir.

Akıl bedene hâkim olur da nefsanî güdü ve eğilimleri kontrol ederse, ülkesini (bedeni) en güzel şekilde idare eder. Eğilimlerle diğer güç ve kuvvetler arasında denge kurarak, insanı Allah'a doğru hareket ettirir.

Acaba hayvanî eğilim ve istekler, o kadar kolay bir şekilde aklın hakimiyetini kabul edip onun emirleri karşısında teslim olurlar mı?! Nefsanî eğilimler, aklı saf dışı etmek için ellerinden geldiği kadar bozgunculuk yapıp fitne çıkarırlar. Bunun tek kurtuluş yolu aklı güçlendirmektir. Zira akıl ne kadar güçlü ve etkili olursa, iç düşmanları daha iyi tanır ve onları dizginlemekte daha güçlü olur. Kendi aklımızı güçlendirip sağlamlaştırmak için çaba harcamak ise, bize düşer.

2- Bir İşe Girişmeden Önce Etraflıca Düşünmek

Aklı güçlendirmek için bir işi yapmadan önce onun hakkında etraflıca düşünmeli, dünyevî ve uhrevî sonuç ve etkilerini iyice inceleyerek karar almalıyız. Aşama aşama, düşünmeye ve ilerisini görmeye alışmak için bir işin sonunu düşünmeden hiçbir zaman o işi yapmaya karar vermemeliyiz. İslâm, bizi tefekkür etmeye ve ileriyi görmeye davet etmektedir.

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Tefekkür vesilesiyle kalbinizi bilinçlendirin. [17]

Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: Tefekkür, insanı iyi işlere ve onlarla amel etmeye davet eder. [18]

Yine şöyle naklediliyor: Bir işe girişmeden önce o işin sonucunu düşünmek, seni pişman olmaktan sakındırır. [19]

Bir kişi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna giderek, "Ya Resulallah! Bana bir tavsiyede bulun" deyince, Resulullah (s.a.a), "Benim tavsiyeme uyacak mısın?" buyurdu. O adam, "Evet, ya Resulullah!" diye cevap verince, Hz. Resulullah (s.a.a) ona şu tavsiyede bulundu: Bir işe girişmek istediğin zaman ilk önce onun sonucunu düşünmeni, eğer iyiyse yapmanı ve eğer kötüyse onu yapmaktan kaçınmanı tavsiye ediyorum (sana). [20]

Yine Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şöyle naklediliyor: İşlerde acele etmek insanları helak etti. Eğer insanlar işlerini düşünerek yapsalardı, hiç kimse helak olmazdı. [21]

Başka bir yerde ise şöyle buyurmaktadır: Sabırlı olmak ve ileriyi düşünmek Rahmanî ve acele etmek ise, şeytanîdir. [22]

Ehlibeyt İmamlarından (a.s) gelen bir hadiste şöyle naklediliyor: Tefekkür, senin iyi ve kötü yönlerini gösteren bir ayna gibidir. [23]

Hayvanlar, eylemlerinde içgüdülerine ve nefsanî isteklerine bağlı olduklarından, düşünerek hareket etmezler. Ancak insan, aklı olduğu için işlerinde düşünmeli ve ilerisini görmelidir. İnsan da aynı güdülere ve hayvanî eğilimlere sahiptir. Bu nedenle hayvanî bir istekle karşılaşır karşılaşmaz, bu güdüler hemen tahrik olur ve aklın harekete geçip önlem almasına engel olmaya çalışır ve insanın düşünmesine izin vermezler.

Bu bakımdan eğer biz bir işe girişmeden önce kendimizi iyice düşünmeye alıştırırsak, aklın yolunu açmış ve harekete geçmesi için ona fırsat vermiş oluruz. Akıl, fiiliyata geçer ve çalıştırılırsa, bizim gerçek faydalarımızı ve zararlarımızı idrak eder; hayvanî istek ve eğilimler arasında denge kurar ve bizi insanî tekâmülün doğru yoluna hidayet eder. Akıl güçlenir de beden ülkesinde hâkimiyet kurarsa, insaniyetin iç düşmanlarını ve kendi içindeki nefsanî hastalıkları tanıyarak onları tedavi ve bertaraf edebilir.

İşte bu nedenle Kur’an-ı Kerim'de ve hadislerde tefekkür etme, düşünme, inceleme ve araştırma hakkında birçok tavsiye varit olmuş ve konunun önemi vurgulanmıştır. Zira insanın insaniyetinin bağlı olduğu akıl, bu vesileyle güçlenir ve hayvanî eğilimler bu yolla eğitilir.

3- Nefse Karşı Kötümser Olmak

İnsan kendi bâtınına iyi bir şekilde bakacak olur da nefsanî özelliklerini insaflı bir şekilde incelerse, kendisinin nefsanî kusur ve hastalıklarının farkına varabilir; çünkü insan kendi nefsini herkesten daha iyi tanır. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: Hayır; insan, kendi nefsine karşı basiretlidir, kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. [24]

Ancak bizim asıl problemimiz, hakemlik sırasında tarafsız olmayıp genellikle kendi nefsimize karşı iyimser olmamızdır. Kendimizi, özelliklerimizi, fiillerimizi ve sözlerimizi iyi ve kusursuz bilmekteyiz. Nefs-i Emmare (kötülükleri emreden nefis), şeytanî işleri bizim için öyle süslemiştir ki, hatta kötü işleri bile iyi görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: Kötü olarak yapıp-ettikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu süslü gören mi (Allah katında kabul görecek)? Artık şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete eriştirir. [25]

Bu yüzden de kusurlarımızı ıslah edemiyoruz. Bunun tek çaresi, kendi nefsimize karşı devamlı kötümser olmak; kötülüğümüzün ve nefsanî hastalıklarımızın oldukça çok olduğuna ihtimal vermek; hatta buna inanmak ve bu bakış açısıyla kendi nefsimizi incelemektir.

Emirü'l-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Mümin, kendi nefsine karşı suizanda bulunur; daima onda kusur arar ve ondan iyi işleri ister. [26]

Diğer bir yerde ise takvalı insanları şöyle tanıtıyor: Onlar, kendilerini itham altında tutar; nefislerine karşı suizanda bulunurlar ve amellerinden korkarlar. Onlardan birini, birisi üstün görür ve temiz sayarsa, söylenen sözden korkar da der ki: Ben kendimi, başkalarından daha iyi bilirim; Rabbimse beni benden daha iyi bilir. [27]

İnsana kendinin nefsinin kusur ve hastalıklarını bulup ıslah etmesine müsaade etmeyen büyük engellerden biri, onun kendi nefsine karşı iyimser oluşudur. Eğer bu engeli giderecek olur da kendi nefsimizi insaflı bir şekilde kusurlu oluşuna ihtimal vererek inceleyecek olursak, hastalıklarını tanıyarak onu ıslah edebiliriz.

4- Ruh Tabibine Müracaat Etmek

İnsan, kendi kusurlarını tanımak için, kendi nefsini ıslah etmiş olan ihlâslı ve ilim sahibi bir ahlâk âlimine müracaat ederek, kendi nefsindeki özellikleri ona açıklayıp ondan, nefsinin kusurlarını ve çirkin özeliklerini kendisine hatırlatmasını isteyebilir. Amel ehli ve ahlâkî değerlerin aynası olan Müslüman bir psikolog, ahlâk hocası veya ruh doktoru, nefsi ıslah etme, Allah'a doğru seyir ve sülûk etme doğrultusunda çok değerli ve etkili bir rol oynayabilir. Dolayısıyla böyle bir kişiyi bulan kimse, bu büyük nimet için Allah'a şükretmelidir. Ne yazık ki, böyle kişiler çok az bulunur.

Dikkat edilmesi gereken diğer bir önemli nokta da nefsî hastalıkları teşhis etmenin çok zor olduğudur. Bu bakımdan hastalığını teşhis edebilmesi için nefsanî özelliklerini bütün açıklığıyla doktora açıklaması hastaya farzdır. Hasta bu konuda doktora yardımcı olmaz da gerçekleri açıklamaktan sakınırsa, iyi bir sonuca varamaz.

5- Bilgili ve İyiliksever Bir Arkadaşa Müracaat Etmek

İyi, bilgili ve hayırsever arkadaş, nefsi ıslah etme ve çirkin sıfatları tanıma noktasında insana yardım edebilecek Allah'ın büyük nimetlerinden biridir. Ancak onun bilgili olup, iyi ve kötü sıfatları tanıyan biri olması şarttır. Ayrıca iyiliksever ve güvenilir de olmalıdır. Zira eğer iyi ve kötü sıfatları tanımazsa, bu konuda insana yardımcı olamaz; hatta tam aksine iyiyi kötü ve kötüyü de iyi gösterebilir. Eğer güvenilir ve iyiliksever olmazsa, kendi aklınca arkadaşlığını korumak ve arkadaşını üzmemek için onun kusurunu kendisinden gizleyebilir; hatta onun hoşlanması için kötü yönlerini iyi göstererek onu övüp yüceltebilir.

İnsan böyle bir arkadaş bulabilirse, gördüğü her türlü kusur ve noksanlığı kendisine hatırlatmasını istemeli; uyarılarından dolayı ona teşekkür etmeli ve kendi nefsini ıslâh etmek için ondan yararlanmalıdır. Onun uyarılarından dolayı rahatsız olmak bir yana dursun, hatta buna sevindiğini bile dile getirmelidir.

Kendisinden görüşünü açıklaması istenen böyle bir arkadaş da, ihlâs ve sadakatinin derecesini bilfiil ispatlamalıdır. İnsaflı bir şekilde, sevgi ve düşmanlıktan uzak olarak arkadaşının özelliklerini dikkatle incelemeli; onda gördüğü her kusuru arkadaşça ve hayrını ister bir dille ona açıklamalıdır. Hatta mümkün olduğu kadar bunu gizli bir şekilde yapmalı; gizli bir yerde söylemeli ve başkalarının yanında onun kusurlarını açıklamaktan cidden kaçınmalıdır. Hedefi, gerçeği söylemek olmalı ve kusurları büyütmekten sakınmalıdır. Zira mümin, mümin kardeşine karşı insanın güzellik ve çirkinliklerini büyütüp küçültmeden, eksiltip çoğaltmadan gösteren bir ayna gibidir.

Elbette şefkatli ve kusurlarını ıslah etmek maksadıyla insanı uyaran böyle arkadaşlar da azdır; ancak böyle bir arkadaş bulan kimse büyük bir saadete nail olmuş demektir. Bunun kadrini bilmeli; uyarılarına sevinmeli ve teşekkür ederek kadirşinaslığını dile getirmelidir.

Islah maksadıyla kusurları konusunda insanı uyaran böyle bir arkadaşın, en iyi ve en yararlı arkadaşlardan olduğuna dikkat etmeli; onun uyarılarından ve iyilikseverliğinden rahatsız olup kendini savunmaya ve ondan intikam almaya kalkışmamalıdır. Eğer birileri elbisenizde birkaç tane zehirli akrep olduğunu söylerse, siz onun bu uyarısından rahatsız olup intikam almaya mı kalkışırsınız, yoksa sevinir ve ona teşekkür mü edersiniz?

Çirkin sıfatlar da akrep gibi ve hatta akrepten daha kötüdürler. İnsanın ruhunu zehirler ve onun içinde sürekli olarak yer edinirler. O hâlde, onları defetmek için bize yardım eden kimse, bize karşı en büyük hizmeti yapmış demektir. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Kardeşlerimden en çok sevdiğim kimse, kusur ve ayıplarımı bana hediye eden kimsedir. [28]

6- Başkalarının Kusurundan İbret Almak

İnsan genellikle kendi kusurundan gafildir; ancak başkalarının kusurunu görür ve onların çirkinliğini iyi idrak eder. Tıpkı "Başkalarının gözündeki saman çöpünü görür ve onu dağ gösterir; ancak kendi gözündeki dağı görmez" sözünde olduğu gibi.

Bundan dolayı nefsanî kusurları tanımanın yollarından biri de başkalarının kusuruyla karşılaşmaktır. İnsan başka birinde bir kusur görünce, onun üstünde durup eleştirmeye kalkışmaksızın kendinde bu kusuru aramalı ve bu maksatla kendi nefsini incelemelidir. Aynı kusuru kendi nefsinde de bulursa, onu ıslah etmeye çalışmalıdır. Bu durumda başkalarının kusurunu görmekten ibret alıp kendi nefsini ıslah etmek için çaba harcar. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Mutlu ve saadetli kimse, başkalarından ibret alandır. [29]

7- Eleştiriden Ders Almak

Birbirleriyle arkadaş olan kimseler genellikle arkadaşının kusurunu kendisine söylemekten sakınırlar ve düşmanlar ise, tam aksine insanın bütün işlerini eleştirirler. Elbette düşmanların eleştirileri takvaya ve ihlâsa dayalı değildir; bilakis kin, çekemezlik ve intikam hırsı gibi şeyler onları tenkit etmeye zorlamaktadır. Ancak insan onların tenkitlerinden kendi lehine yararlanabilir.

İnsan düşmanların tenkitleri karşısında iki çeşit tavır alabilir:

Birincisi: Savunmaya geçmek ve "Bu eleştiri düşmandandır ve düşmanın maksadı hayır değildir" bahanesiyle mümkün olan her vesileden yararlanarak, onları susturup eleştiriyi dikkate almamak. Böyle birisi, kendi kusurunu ıslah etmek yerine çoğu zaman başkalarında var olan yanlışlıkları da yapar. Bu açıdan bir düşman, insanın kusurlarını örten, onu metheden, ona karşı dalkavukluk yapan cahil ve bilgisiz bir dosttan kesinlikle daha iyi ve faydalıdır.

İkincisi: Düşmanların tenkitlerini iyice dinleyip, hakikati öğrenmek için kendi nefsine müracaat ederek insaflı bir şekilde onu incelemek. Düşmanın eleştirilerinin yerinde olup nefsinin kusurlu olduğunu görürse, derhal kendini ıslah etmeye çalışır. Hatta uygun görürse, kusurunu söyleyerek nefsini ıslah etmesine sebep olan böyle bir düşmana teşekkür bile edebilir.

Bu açıdan bir düşman, insanın kusurlarını örten, onu methedip öven, ona karşı dalkavukluk yaparak kendisinin cahil kalmasına sebep olan muhafazakâr arkadaşlardan kesinlikle daha iyi ve faydalıdır. Ancak kendi nefsine müracaat ederek onu incelediğinde adı geçen kusurların kendisinde olmadığını görürse, Allah'a şükretmeli ve ileride de böyle çirkin sıfatlara bulaşmamak için kendi nefsini gözetmelidir. İşte bu durumda düşmanların tenkitlerinden kendi lehine yararlanmış olur. Elbette böyle bir davranış, insanın makul ve meşru yollarla hain düşmanların hile ve desiselerini defetmesine engel olmayacaktır.

 

Ayetullah İbrahim Eminî

 

------------

[1]- el-Kâfi, c.1, s.10.

[2]- Bakara, 242.

[3]- Hac, 46.

[4]- Enfâl, 22.

[5]- Yûnus, 100.

[6]- el-Kâfi, c.1, s.11.

[7]- el-Kâfi, c.1, s.11.

[8]- el-Kâfi, c.1, s.16.

[9]- el-Kâfi, c.1, s.23.

[10]- el-Kâfi, c.1, s.25.

[11]- el-Kâfi, c.1, s.11.

[12]- el-Kâfi, c.1, s.27.

[13]- el-Kâfi, c.1, s.18.

[14]- el-Kâfi, c.1, s.17.

[15]- el-Kâfi, c.1, s.19.

[16]- el-Kâfi, c.1, s.19.

[17]- el-Kâfi, c.1, s.54.

[18]- el-Kâfi, c.1, s.55.

[19]- Biharu'l-Envar, c.71, s.338.

[20]- Biharu'l-Envar, c.71, s.339.

[21]- Biharu'l-Envar, c.71, s.340.

[22]- Biharu'l-Envar, s.71, s.340.

[23]- Biharu'l-Envar, c.71, s.325.

[24]- Kıyâmet, 14-15.

[25]- Fâtır, 8.

[26]- Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 176.

[27]- Nehcü'l-Belâğa, Hutbe: 193.

[28]- Tuhefu'l-Ukul, s.385.

[29]- Biharu'l-Envar, c.71, s.324.




Bu haber 250 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MANEVİYAT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI