Bugun...



Kur’an-ı Kerim'de Kalp

"Kalp" kelimesi, Kur’an-ı Kerim'de ve rivayetlerde sıkça kullanılmış, İslâmî literatürde çok özel bir yer kazanmıştır.

facebook-paylas
Güncelleme: 20-03-2023 12:28:21 Tarih: 09-02-2023 12:08

Kur’an-ı Kerim'de Kalp

Bismillahirrahmanirrahim

Kalpten maksat, vücudun sol tarafında yer alan ve devamlı atışıyla kanı vücudun her tarafına pompalayarak hayvanî hayatın devamını sağlayan bir et parçası elbette değildir. Kur’an-ı Kerim'deki açıklamalar da bunu ortaya koymaktadır.

Kur’an-ı Kerim'den birkaç örnek:

1- Akıl erdirme ve zihnen kavrama:

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri olsun? [1]

2- Akıl erdirememe ve kavrayamama:

Kalpleri vardır, onunla kavrayıp anlamazlar; gözleri vardır, onunla görmezler. [2]

Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlamazlar. [3]

3- İman:

Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. [4]

4- Kâfirlik ve imansızlık:

Ahirete inanmayanların kalpleri ise, inkârcıdır ve onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır. [5]

Başka bir ayette: Onlar (kâfirler), Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar da onların ta kendileridir. [6]

5- Nifak:

Münafıklar kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin aleyhlerine inmesinden çekiniyorlar. [7]

6- Hidayete kavuşmak:

Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah her şeyi bilir. [8]

Başka bir ayette: Hiç şüphesiz bunda (geçmişleri helak etmekte) kalbi olan veya bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. [9]

7- Gaflet:

Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz ve istek ve duygularına (hevasına) uymuş olana itaat etme. [10]

8- Emniyet ve Huzur:

Haberiniz olsun; kalpler yalnız Allah'ın zikriyle yatışır ve huzura kavuşur. [11]

Bir başka ayette:

Müminlerin kalplerine ‘imanlarına iman katıp arttırsınlar’ diye, güven duygusu ve huzur indiren O’dur. [12]

9- Istırap ve kuşku:

Senden, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp da kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister. [13]

10- Şefkat ve merhamet:

Ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık... [14]

O, seni yardımıyla ve müminlerle destekledi ve onların kalplerini uzlaştırdı. [15]

11- Kabalık ve katı kalplilik:

Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderlerdi. [16]

Kısaca şunu söyleyebiliriz: Kur’an’da kalbin çok seçkin bir yeri vardır ve nefsanî işlerin birçoğu ona nispet edilmiştir. İman, küfür, nifak, akletme, kavrama, kavrayamama, takva, hakkı kabul etme, hakkı kabul etmeme, hidayet, dalalet, hata, kasıtlı olma, taharet ve temizlik, pislik ve kirlilik, yumuşaklık, kabalık, ülfet, zikir, gaflet, korku, öfke, tereddüt, kuşku, şüphe, merhamet, katı kalplilik, hasret, huzur, kibir, kıskançlık, isyan ve sarsılma gibi.

Biyolojide söz konusu edilen "kalp", elbette ki bu eserlerin kaynağı olamaz. Bunlar, nefsin ve ruhun eserleridir. Buna dayanarak şöyle söylenmelidir: Kalp, insanın insanlığının bağlı olduğu melekûtî, yani metafizik bir cevherdir.

Kalbin makamı Kur’an’da öyle yücedir ki, "vahiy", yani insanın Allah ile bağlantısı söz konusu olduğu zaman kalp zikrolunur. Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim'de Hz. Resul-i Ekrem'e (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Onu Ruhu'l-Emin senin kalbine indirdi ki, uyarıcılardan, korkutuculardan olasın. [17]

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: De ki: Kim Cibril'e düşman ise, (bilsin ki,) gerçekten Kitab'ı Allah'ın izniyle senin kalbine indiren odur. [18]

Kalbin makamı öyle yücedir ki, insan o makamda vahiy meleğini görebiliyor ve onun sözlerini işitebiliyor. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: Böylece, O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti. Onun gördüğünü gönül yalanlamadı. [19]

Kalbin Sağlığı ve Hastalığı

Bizim hayatımız kalbe ve ruha bağlıdır; vücudu idare eden odur; bütün uzuvlar ve organlar onun emri altındadır, bütün fiillerimiz ve hareketlerimiz ondan kaynaklanmaktadır. Öyleyse, insanın saadeti ve bedbahtlığı kendi kalbine bağlıdır.

Kur’an-ı Kerim'den ve hadislerden, insan vücudu nasıl bazen sağlıklı ve bazen de hasta ise, kalbin de bazen sağlıklı, bazen de hasta olduğu anlaşılmaktadır. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: O gün ki mal da, çocuklar da bir yarar sağlamaz, ancak Allah'a selim bir kalple gelenler başka. [20]

Yine şöyle buyurmaktadır: Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. [21]

Başka bir yerde de buyuruyor ki: Cennet de sakınanlara yaklaştırılmış ve onlardan uzakta değildir. İşte size vaat edilen cennet! Ki o, Allah'a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği hâlde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur. [22]

Gördüğünüz gibi bu ayetlerde, sağlık kalbe nispet edilmiştir ve insanın uhrevî saadetinin, selim ve Allah'tan korkan bir kalple O'na dönmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim bazı kalpleri hasta olarak tanıtır; örneğin: Kalplerinde hastalık vardır; Allah da hastalıklarını artırmıştır. [23]

Yine şöyle buyuruyor: Kalplerinde hastalık olanlar ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip, arttırmışlardır. [24]

Diğer bir yerde ise buyuruyor ki:

Hani münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü bize aldanıştan başka bir şey vaat etmedi." diyorlardı. [25]

Yine şöyle buyuruyor:

Kalplerinde hastalık bulunanların: "Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz." diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün. [26]

Bu ayetlerde küfür, nifak ve kâfirlerle dost olmak kalbin hastalığı olarak tanıtılmıştır. Bu gibi ayetlerden ve yine Resulullah'tan (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) nakledilen yüzlerce hadisten anlaşılmaktadır ki, insanın tıpkı vücudu gibi, kalbinin ve ruhunun da sağlığı ve hastalığı vardır. Bundan dolayı kalbin sağlamlığına ve hastalıklılığına mecazî bir anlam vermek gereksizdir.

Evet, kalplerin ve nefislerin yaratıcısı olan yüce Allah, insanı ve insanın kalbini en iyi tanıyan kutlu Peygamberimiz (s.a.a) ve Masum İmamlarımız (a.s) bazı kalplerin hasta olduğunu söylemişlerdir. O hâlde kalbin hasta veya sağlıklı oluşu niçin bir hakikat olmasın?! Çünkü gerçek anlamda insanı tanıyanlar; nifak, hakkı kabul etmemek, kibir, kin beslemek, öfke, ayıp aramak, başkalarını çekiştirmek, ihanet, bencillik, korku, başkalarının kötülüğünü istemek, iftira, ağzı bozukluk, gıybet, kabalık, zulmetmek, arabozuculuk, suç işlemek, cimrilik, hırs, kusur aramak, yalan konuşmak, makam-perestlik, gösteriş, ikiyüzlülük, hile, suizan, katı kalplilik, nefis zaafı vb. gibi diğer çirkin sıfatları, kalbin ve ruhun hastalıkları olarak zikretmişlerdir. Böyle bir kalbe sahip olarak ölenler, Allah-u Teâlâ'nın yanına sağlıklı bir kalple gitmediklerinden şu ayet onları kapsamaz: O gün ki mal da, çocuklar da bir yarar sağlamaz; ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka. [27]

Kalbin ve nefsin hastalıkları küçük ve ehemmiyetsiz sayılamaz; çünkü bu hastalıklar bedensel hastalıklarından kat kat tehlikelidir ve bunların tedavisi daha da zordur. Bedensel hastalıklarda vücudun dengesi bozulur ve bunun sonucunda ağrı, rahatsızlık ve muhtemelen organ noksanlığı doğar. Ancak her durumda bu hastalıklar sınırlı olup sadece ölünceye dek devam edebilir. Oysa kalp ve nefis hastalıkları öyle bir uhrevî mutsuzluğa, işkenceye ve azaplara sebep olur ki, bu azap ve acılar kalbin derinliklerine inerek ruhu yakar, kül eder.

Bu dünyada Allah'tan gafil olan, ilâhî ayetleri ve nişaneleri göremeyen, bir ömür dalalet, küfür ve günah içinde çırpınıp duran bir kalp, gerçekte kör ve karanlıktır. Kıyamette de bu kör ve ışıksız hâliyle mahşere çıkarılır; sonunda da acı ve zor bir hayat dışında bir şey göremez. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: De ki: "Ya Rabbi! Beni neden kör haşrettin, hâlbuki ben görüyordum?" Allah da der ki: "Sana delillerim geldi de unutuverdin onları, işte sen de tıpkı öyle bir unutulmadasın bugün." [28]

Yine şöyle buyuruyor: Onunla akledecekleri bir akıl, işitecekleri bir kulak elde etmek için hiç mi yeryüzünde gezip dolaşmazlar? Gerçekten de gözler kör olmaz; ama gönüllerdeki can gözleri körleşir. [29]

Başka bir yerde de buyuruyor ki: Geceyle gündüzü, iki delil olarak yarattık. Bir delil olan geceyi giderdik de Rabbinizin lütfunu aramanız, yılların sayısını bilmeniz, hesabını anlamanız için yerine başka bir delil olan ve her şeyi gösterip belirten gündüzü getirdik ve biz, her şeyi apaçık anlatmadayız. [30]

Yine şöyle buyuruyor: Allah, kimi doğru yola sevk ederse, odur doğru yolu bulan ve kimi de saptırırsa, o çeşit adamlara ondan başka hiçbir yardımcı bulamazsın ve biz onları, kıyamet günü, yüzükoyun kapanmış olarak kör ve dilsiz haşrederiz, yurtları da cehennemdir. Orasının ateşi ve harareti sakin oldukça, alevini fazlalaştırır, yakar-yandırırız. [31]

Bazıları bu ayete şaşırarak şöyle diyebilirler: "Bunun anlamı nedir? Kıyamette insanın bâtınî gözü nasıl kör olacak? Bizim bu zahirî gözümüzden ve kulağımızdan başka bir gözümüz ve kulağımız da mı var?!"

Bu sorunun cevabı "Evet"tir. Çünkü insanların yaratıcısı ve "insanı tanıyan" ilâhî kimseler (peygamberler ve imamlar) insanın kalbinin ve ruhunun da gözü, kulağı ve dili olduğunu bildirmişlerdir. Ancak onun gözü, kulağı ve dili kendi türündendir. Sırlarla dolu bir varlık olan insanın nefsinin kendi zatının bâtınında (içinde) özel bir hayatı vardır. Nefsin kendisinin özel bir âlemi vardır. O âlemde hem nur vardır ve hem de zulmet; hem sefa ve aydınlık vardır, hem de kırgınlık ve bulanıklık; hem görme ve işitme vardır, hem de körlük ve sağırlık. Ancak, o âlemin nuru ve zulmeti dünya âlemindeki nur ve zulmet türünden değildir. Allah'a, kıyamet gününe, nübüvvete ve Kur’an’a iman, nefis âleminin nurudur. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: Ona (Muhammed'e) inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler, işte kurtuluşa erenler onlardır. [32]

Yine şöyle buyurmaktadır: Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap da geldi. [33]

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: Allah kimin göğsünü İslâm'a yarıp-açmışsa, artık o, Rabbinden olan bir nur üzerindedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşanların vay hâllerine! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. [34]

Allah-u Teâlâ bize İslâm'ın, Kur’an’ın, imanın, İslâmî hüküm ve kanunların bütününün nur olduğunu ve onları izlemenin kalbi nurlandıracağını bildirmektedir. Gerçekten de insan onunla bu dünyada kalbi nurlandırırsa, ahiret yurdunda bunun sonucunu (mükâfatını) görür.

Yine Allah-u Teâlâ bize küfrün, nifakın, günahın, hakka karşı gelmenin, zulmet ve karanlık olduğunu, bunların kalbi karartıp bulandırdığını ve insanın, bunların cezasını ahiret yurdunda göreceğini bildirmiştir. Zaten peygamberler de halkı küfrün zulmetlerinden çıkarıp iman ve nur ortamına sokmak için gönderilmişlerdir. Nitekim şöyle buyuruyor: Bu, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura çıkarmak için sana indirdiğimiz bir kitaptır. [35]

Müminler bu dünyada iman, nefsi temizleme ve tezkiye etme, ahlâkî değerler, Allah'ın zikri ve iyi amellerin nuruyla kalp ve nefislerini nurlandırırlar. Bâtınî gözleri ve kulaklarıyla hakikatleri görür, işitir ve kemal derecelerinde Allah'a yakınlığa doğru hareket ederler. Böyle nefisler, bu dünyadan göçtükleri zaman yanlarına nur, mutluluk, neşe ve güzellik alıverirler ve ahiret âleminde de bu dünyada hazırladıkları nurdan faydalanırlar. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: O gün, mümin erkekler ile mümin kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedî kalıcılar olarak altından ırmaklar akan cennetlerdir. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. [36]

Evet, ahiret yurdunun nuru, bu âlemde hazırlanmalıdır. Bu yüzden kâfirler ve münafıklar ahiret âleminde nursuz olurlar. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, müminlere derler ki: "(Ne olur) bir göz atın, sizin nurunuzdan birazcık alıp yararlanalım." Onlara, "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp bulmaya çalışın" denilir. [37]

 

Ayetullah İbrahim Emini

 

------------

[1]- Hac, 46

[2]- A'râf, 179

[3]- Tevbe, 87

[4]- Mücâdele, 22

[5]- Nahl, 22

[6]- Nahl, 108

[7]- Tevbe, 64

[8]- Teğâbun, 11

[9]- Kaf, 37

[10]- Kehf, 28

[11]- Ra'd, 28

[12]- Feth, 4

[13]- Tevbe, 45

[14]- Hadîd, 27

[15]- Enfâl, 62-63

[16]- Âl-i İmrân, 159

[17]- Şuarâ, 193-194

[18]- Bakara, 97

[19]- Necm, 11

[20]- Şuarâ, 88-89

[21]- Kaf, 38

[22]- Kaf, 31-33

[23]- Bakara, 10

[24]- Tevbe, 125

[25]- Ahzâb, 12

[26]- Mâide, 52

[27]- Şuarâ, 88-89

[28]- Tâhâ, 125,126

[29]- Hac, 46

[30]- İsrâ, 12

[31]- İsrâ, 97

[32]- A'râf, 157

[33]- Mâide, 15

[34]- Zumer, 22

[35]- İbrâhîm, 1

[36]- Hadîd, 12

[37]- Hadîd, 13




Bu haber 569 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER MANEVİYAT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI