Bugun...



Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ine Salat ve Selam

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 14-11-2022 09:59

Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ine Salat ve Selam

“Ne kadar büyük olursa olsun hiçbir şey karşısında âciz kalmayan ve ne kadar ince, zarif ve küçük olursa olsun -mikroskop gibi bir şeyle de olsa- gözle görünmese bile, hiçbir şeyi gözden kaçırmayan kudretiyle, geçmiş ümmetlerin mahrum oldukları, kendisi ve âlemdekileri hidayet etmek için bi’seti büyük bir nimet olan peygamberi Muhammed -Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun- ile bize minnet bırakan Allah'a hamd olsun; ….”

Hz. Muhammed (s.a.a) veya Yaratılışın En Büyük Haberi

Dil, varlık âleminde benzeri bulunmayan, ondan daha üstünü, daha yücesi ve daha faziletlisi olmayan bir insanın kişilik ve sıfatlarını beyan etmekten acizdir; kalem onun yüzünü göstermek için kâğıdın üzerinde dönmez ve düşünce onun hakikatinin tümünü algılamaktan güçsüzdür. Ben onu vasfedip anlatmak için Allah’ın beyanı olan Kur’an ayetlerine ve Allah’ın veli kullarının mucizevi açıklamaları olan rivayetlerine müracaat etmekten başka bir çare bulamadım. Onun hakikatinin tasvirini kafamızda çizebilmek için bu hususta ayet ve rivayetlerden bazı örnekler nakledeceğiz; çünkü onların tümünü zikretmek bir, iki ve on ciltlik bir kitabın hakkından gelebileceği bir şey değildir.

Biz öyle bir şahsiyetle karşı karşıyayız ki bu güçsüz beyanımız ve kırık kalemimizle onun bütün hakikatlerini anlatmaya kalkışmak, ucu bucağı olmayan engin bir denizi ve koskoca sahili bir testinin içine sığdırmaya çalışmak gibidir!

İlk akıl, yaratılmış olup bütün mülkî, nefsî ve felekî hicaplardan uzak olduğu için Hakk’a daha yakın, varlıkların en büyüğü ve en mükemmelidir.

En sağlam hadis kaynaklarında ve çok önemli rivayetlerde şöyle geçmiştir:

1- Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.

2- Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.

3- Allah’ın ilk yarattığı şey benim ruhumdur.

4- Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir.

5- Allah’ın ilk yarattığı şey mukarrep meleklerdir.

Bu beş merhale bir hakikat ve bir nurun sıfatlarıdır, bir tek şey için kullanılan çeşitli isimlerdir. Kendisi ile Hak Teâlâ arasında bir vasıta bulunmayan varlığın zirvesindeki tek kişidir. Onun Hak Teâlâ’nın varlığından başka bir şeye ihtiyacı yoktur. O, gözünde Allah dışında bir şeyi bulundurmaz ve Yüce Sevgiliden başkasına teveccüh etmez.

"Kalem" ifadesinden maksat, hakikatlerin tasvirinde Hak Teâlâ’nın vasıtası ve nefsani lehivler hakkında ilimlerdir. Bu vasıtasızlık, sınır ve kayıtların olmayışı Allah Resulü’nün (s.a.a) ne denli bir azamet ve yüceliğe sahip olduğunun belirtisidir. Varlık, kayıt ve bağlardan ne kadar uzak olursa Hazret-i Sevgiliye bir o kadar yakın, hayır ve bereketleri bir o kadar fazla olur. O beden ve vücuda bile bağlı kalmayan mübarek bir varlıktı; aksine beden ve cisim, onun Hakk’a götüren yüzüydü. “Âlemlere rahmet olarak dünyaya geldi.”

Bunların tümü şu anlama geliyor: Onun kutsal varlığının nuru bütün eşyaların, âlemlerin ve varlıkların içinde vardır ve o eşyaların en sevgilisi, en safı, en halisidir. İnsan ilişki içerisindeyken kemal, kurtuluş ve cennet ehlidir. Ondan yüz çevirdiğinde ise bedbaht ve cehennem ateşinin odunudur.

O, Âdemoğullarının özeli, iki âlemin özeli, kâinatın kandili, varlık gülistanının gülü, yaratılış bahçesinin nuru ve kavrama bahçesinin nurudur.

Her ne kadar da insan “Allah” isminin kapsamlı mazharı ise, ama gerçekte Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına sahip değilse de, ancak kâmil insan olan peygamberler ve Allah’ın veli kulları, tasfiye yoluyla yaratılış ve başlangıca dönmeleri ve O’nun tevhidinin tecellisinin ışığında kendi zayıf varlıklarını fani edip Allah vasıtasıyla baki olmaları ve onların cüzî sıfatlarının Hak Teâlâ’nın kullî sıfatlarının aynısı olması açısından mükemmellik bakımından diğer insanlardan seçkin oldular ve Allah vesilesiyle bâki kalmak mertebesinde, ilahî sıfatlarla sıfatlanma bakımından kemal mertebelerinin arasındaki fark çoktur.

Gerçek anlamda Allah Teâlâ’nın zatının mazharı olmaya, O’nun bütün isim ve sıfatlarını kendinde toplamaya kabil olan, Allah’ın kullî isminin cüziyyat ve külliyata hüküm ve özellikleri kendisinde zahir olan ve Allah’ın bütün sıfatları kendisinde gerçekleşen o mükemmel insan son peygamber Hz. Muhammed’dir (s.a.a). Diğer peygamberler ve veli kullar her ne kadar Allah’ın bu kullî isminin mazharı iseler de, ancak her biri bu ismin bazı sıfatlarda tecellisidirler. Fakat bütün sıfatlar bilfiil kendisinde tecelli eden iki âlemin efendisi Hz. Muhammed’dir (s.a.a). O halde Muhammedî dünyaya gelişi gerçek anlamda bütün peygamberlerden öncedir: “Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.”

Müteahhir suret itibariyle de, illet-i gâi önce düşünce ve sonra amel olduğu için: “Biz geçmişte olan ahirleriz.”

O zaman ki ne âlemden ne Âdem’den yoktu haber

Habersiz bir makamdan bendim haber

Gayb sırları varlık meydanına gelmeden önce

Gayp ve şehadet (huzur) âlemi arasındaki berzah ben idim

İki âlemi gösteren bir çehre olduysam eğer

Anlama bakacak olursan, her iki âlem ben idim.

O halde Muhammedî surat Ruh-i A’zam’ın bütün isim ve sıfatlarla tecelli ettiği surattır; nitekim Hazret-i Hakkın zat ve sıfatlarından haber vermekten ibaret olan zatî nübüvvet de ilk ve zatî olarak Ruh-i A’zam’dır; bu da o hazretin hakikatidir. Sonunda da son peygamberlik o hazretin surat ve manasına arzedilmiştir. O halde o hazret önce gerçek olarak ve sonra da suret olarak haber vermek ve ilan etmekten ibaret olan nübüvvet işinin içindeydi. Diğer peygamberler ise sadece o hazretin hakikatinin bazı kemalatına sahiptirler.

Yaratılış ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) Soyunun Hayretengiz Sırrı

Şia’nın eşine ender rastlanan şahsiyetlerinden olan ve Şeyh Saduk diye tanınan İbn Babeveyh kendi senediyle İmam Cafer Sadık (a.s) kanalıyla Hz. Emirulmüminin Ali’den (a.s) şöyle nakletmektedir: Hak Teâlâ, gökleri, yeri, arşı, kürsüyü, levhi, kalemi, cenneti ve cehennemi yaratmadan ve peygamberlerden hiç birini yaratmayı irade etmeden önce Hz. Muhammed’in (s.a.a) kutlu nurunu yarattı. O nur yüksek ve yüce hallerde geziniyordu. Tâ ki Allah o nuru Âdem’in sulbüne yerleştirdi. Nihayet o nur Abdullah’a ulaştı; kendi buyruğuna göre, soyundan geldiği bütün baba ve anneler Allah’a tapan muvahhit, mümin, takvalı ve bazıları İbrahim, İsmail ve Nuh gibi yüce peygamberlerdendi.

“Şehadet ederim ki sen yüce sulplerde ve tertemiz rahimlerde bir nurdun.”

Yüce sülb ve tertemiz rahim dinsizlik, putperestlik, Allah’ı ve hakikati inkâr ile hiçbir şekilde uyuşmaz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) babalarından bazılarının dinden uzak olduğuna inananlar ya gerçekleri bilmiyorlar ya da hakikatler konusunda garazlıdırlar.

Allah Teâlâ’nın Hz. Muhammed’i (s.a.a) Müjdeleyişi

Allah Teâlâ semavi kitaplar ve yüce peygamberleri aracılığı ile son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.a) zuhurunu bütün ümmetlere müjdelemiştir.

Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. İsmail (a.s) varlık âlemindeki en manevi bina olan Kâbe’yi inşa ettikten sonra Allah Teâlâ’dan bir takım isteklerde bulundular. Bu isteklerden biri de Hz. Muhammed’in (s.a.a) cemal ve celalinin insan hayatında zuhuru idi:

“Ey Rabbimiz! Onların içerisinde, kendilerine senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti (sağlam bilgileri) öğretecek ve onları arındıracak, kendilerinden olan bir elçi gönder. Şüphesiz ki sen, güçlü ve hikmet sahibisin.”[1]

Bu, o tevhit kahramanı ve oğlunun Resul-i Ekrem (s.a.a) hakkındaki istekleriydi. Dolayısıyla o hazretin, “Ben İbrahim’in duasıyım.” [2] diye buyurduğu rivayet edilmiştir.

Allah Teâlâ semavî kitaplarda insanları dünya ve ahiret saadetine ulaştırması için o eşsiz insanın geleceğini müjdelemesine rağmen ilahî feyiz ve lütuflardan mahrum olanlar, akıl ve beyin yoksunları, düşünce melekûtundan uzak düşenler aptalca bir yargı ve akılsızca bir görüşte bulunarak onun sihirbaz, mucizelerini, sözlerini ve getirdiği ayetleri büyü ve sihir olduğunu dile getirmişlerdir.

“Hani Meryem oğlu İsa, "Ey İsrailoğulları! Kuşkusuz ben, Allah'ın size gönderilmiş elçisiyim; önümdeki Tevrat'ı doğruluyor ve benden sonra gelecek “Ahmed” adlı peygamberi müjdeliyorum." demişti. Fakat (müjdelenen) o (peygamber) kendilerine apaçık delillerle gelince, "Bu, apaçık bir büyüdür." dediler.” [3]

Allah, yaratışına bu en yüce insanı yaratmayla başladı ve onu övgüyle andı: “Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir!” [4] “O idi sadece kastedilen. Ondan başka her şey onun yaratılması sebebiyle var oldu.”

Allah Teâlâ onun yaratılışı ile ilk yaratılışı sona çevirdi, ilk büyük peygamberi son peygamberin cilvesiyle yetiştirdi ve o en yüce ve en üstün zatı layık olup hak ettiği irşat ve hidayet tahtına çıkardı. Ve bunun da başkasından değil, ondan olması güzeldi.

Rabbi, son ağır peygamberlik yükünü omuzlarına alması, cahillerin eziyetine ve kâfirlerin alay etmesine sabretmesi için onun göğsünü sınırsız genişletti. Onu marifet mayasından en yüksek seviye çıkardı ve ona yeteri kadar itaat sermayesi, özel bir ihlas ve takva verdi. Onu tam bir koruma, korunma ve masumiyette yarattı ve böylece onu kovulmuş şeytanın saptırmalarından korudu. Emirulmümin Ali (a.s) Kasia hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “O, sütten kesildiği andan itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti; o melek gece-gündüz, ona yücelikler yolunu gösterirdi; âlem ehlinin en güzel huylarını belletirdi.”

Muhammed (s.a.a) öyle bir nurdu ki gökyüzündeki güneş gibi insanlık âleminin en uzak noktalarına kadar parladı ve bu nurun kıvılcımları kalplerle yoğrularak hızlı bir şekilde akıllara ulaştı ve düşüncelere nüfuz etti; böylece iman sahiplerini şaşkınlık, sapkınlık, aptallık, beyinsizlik ve düşüncesizlik karanlıklarından kurtarmayı amaçladı. Bu nedenle, Hz. Muhammed’in (s.a.a) hattını izleyenler diğerlerinin cahilken ilim sahibi, diğerlerinin eksikken kâmil ve mükemmel, diğerleri şek, şüphe ve ıstırap içerisindeyken mutmain, aydın ve nurlu kişiler olmakla belirginleştiler.

Bunun nedeni ise, onların Müslüman oldukları günden itibaren cehalet, rezalet, şek, su-i zan, tecavüz, zulüm ve sapkınlık karanlıklarından kurtulmaları ve doğru bir hayatın nurları altında hareket etmeleridir.[5]

Cahillik ve bilgisizliğin siyah bulutları beşeriyet âleminin tümünün üzerine mat ve zifiri karanlık perdesini çekmiş olduğu bir dönemde çirkin davranışlar ve ahlaksızlık baş alıp gitmiş ve beşeriyet yok olma uçurumunun eşiğine gelmişti.

Böyle bir dönemde Yüce İslam Peygamberi peygamberlikle görevlendirildi ve insanları uyandırmak ve bilinçlendirmek için Kur’an-ı Mecid ile birlikte insanların yaşamlarını ve hayatlarının tüm boyutlarını değiştirmek için çaba harcadı. Şirk, putperestlik, ataları izlemek, her türlü ahlaksızlık ve ailevî, toplumsal, siyasî ve iktisadî bozukluklara alışkanlık kazanan insanların davetin başlarında o feyiz kaynağı için nasıl sorunlar yarattıklarını ve nasıl meşakkat ve zahmetler verdiklerini düşünebiliyor musunuz? Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle insanın belini kıran zahmetlerdi onlar. Fakat Allah’ın lütfu ve o hazretin sabır ve direnişi dinin tebliği, İslam’ın ihyası ve ilahî öğretilerin yayılması için bütün o bela ve musibetlere tahammül etmesine ve son nefesine kadar vazife ve sorumluluğunu âşıkane bir şekilde yerine getirmesine sebep oldu.

 

---------------

[1]- Bakara, 129.

[2]- el-Mizan, c.1, s.396.

[3]- Saff, 6.

[4]- Müminun, 14.

[5]- Peyamber-i Nur, s.6.




Bu haber 512 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI