Bugun...



Hadis İlminin Genel Tanımı - 2

Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Güncelleme: 05-06-2023 15:44:32 Tarih: 05-06-2023 15:37

Hadis İlminin Genel Tanımı - 2

Kudsi Hadis

“Kudsî”, mukaddes bir yüce varlığa (Allah’a) nispet edilen anlamına gelir. Hadisler içerisinde Yüce Allah’a nispet edilen sözlere “Kudsi Hadis” denir. Örneğin İmam Rıza’nın (a.s) ataları vasıtasıyla Hz. Peygamber’den (s.a.a) ve onun da Cebrail (a.s) vasıtasıyla Hak Teâlâ’dan naklettiği “Silsiletü’z-Zeheb” hadisi gibi: “La ilahe illâllah kelimesi benim kalemdir (sığınağımdır); kim kaleme girerse, azabımdan âmânda kalır” [1]

Kudsi hadisin Kur’an’dan farkı ise, genel kanaate göre Kur’an'ın gerek lâfzen ve gerekse mana yönüyle Yüce Allah’a ait olmasıdır. Oysa kudsi hadiste mana ve içerik Hak Teâlâ'dan, söz ve lafız ise Hz. Resul’dendir. [2]

Bazılarına göre ise, hadis-i kudsi rüya veya ilham ile Hz. Resulullah’a (s.a.a) ilga olunurken, Kur’an ayetleri uyanık vakitlerde direk olarak veya meleklerin vasıtasıyla iblağ olunmuştur. [3] Bu konuda diğer bazı farklılıklara da işaret edilmiştir. [4]

Bizce kudsi hadis ile Kur’an ayetleri arasında beyan edilen farklılıklar yetersizdir. Diğer bir ifadeyle kudsi hadisin lafızlarını Yüce Allah’a nispet etmede hiçbir mâni yoktur. Hz. Peygamber’in (s.a.a) buyruğunun zahiri de “Yüce Allah şöyle buyurmuştur” hem mana ve hem de lafzın Yüce Allah’a ait olduğunu göstermektedir. Öte yandan hadis-i kudsi de hem direk ve hem de meleklerin vasıtasıyla Hz. Nebi’ye (s.a.a) iblağ edilebilir ve buna bir mâni yoktur.

Kısaca kudsi hadis ile Kur’an-ı Kerim arasındaki fark, Kur’an’ın mucizevî boyutu ve tahaddi ile nazil olunmasına karşın, kudsi hadiste böyle bir amaç gözetilmemiştir. [5]

Bu açıklamalar dikkate alındığında kudsi hadis şöyle tanımlanabilir: “Allah-u Teâlâ’nın peygamberler tarafından nakledilen ve mucize ile tahaddi [6] içermeyen sözleri “Hadis-i Kudsi” denir.”

Şeyh Hürr-i Amuli “el-Cevahiru’s-Saniyye fi’l-Ahadis’il-Kudsiyye” adlı eserde hadis-i kudsilerden bir bölümünü toplamıştır.

Sünnetin Hüccet (Delil) Oluşu

Şii akidesinde sünnet, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ve Masum İmamların (a.s) söz, fiil ve takrirlerinden ibarettir.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Sünnetinin Hüccet Oluşu

Hz. Resulullah (s.a.a) sünnetinin itibarı akli ve nakli delillerle açıklanabilir. Akli delil, risaletin ve nübüvvetin felsefesinden ve nakli delil ise, Kur’an, icma ve Müslümanların siyerinden oluşmaktadır.

Akli Deliller

Felsefe ile kelam ilimlerinin temelinde şu görüş hâkimdir: Allah-u Teâlâ insanların hidayeti, toplumsal düzenin oluşumu ve ihtilafların giderilmesi için peygamber olarak seçilmiş kimseleri göndermiştir. Peygamberlerin bu görevi yerine getirmeleri İlahi lütfun ve hüccetin gereğidir.  [7] Öte yandan böylesi zor bir görevi yerine getirmek ancak peygamberlerin her türlü hata ve kötülükten uzak olmaları ve kişiliklerinin tam anlamıyla Hakkın tecellisi ve İlahi iradenin yansıması olmalarıyla mümkündür; çünkü ancak bu şekilde insanlar doğru yola hidayet edilebilir; İlahi kuralların uygulanmasıyla gerçek toplumsal düzenin meydana gelmesi ve ihtilafların son bulması sağlanabilir. [8]

Acaba Şeytan’ın fısıldamalarından etkilenen, söz ve davranışları İlahi iradeyi yansıtmak yerine nefsanî hevesleri yansıtan, hata ve sapmalara düşen bir peygamberin insanları karanlıklardan aydınlığa, yanlışlardan doğruya hidayet etmesini bekleyebilir miyiz?!

Bu nedenle İslam düşünürleri her zaman peygamberlerin masumiyetine vurgu yapmış ve müfessirlerin çoğu da zahir itibarıyla masumiyetle çelişen ayetleri tevil etmişlerdir. Dolayısıyla peygamberlerin görevi gereğince masum olmaları, yani söz, davranış ve düşüncelerinin hak ve İlahi iradeyle tam örtüşmesi zaruridir. Zaten biz de sünnetin hüccet olmasından bunu kastediyoruz. Yani peygamberlerin davranış ve sözleri tamamıyla İlahi iradenin tecellisidir ve Allah’a intisabından dolayı onlara uymak bize farzdır. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sünneti ise, diğer peygamberlerin sünnetine nazaran o hazretin mümtaz ve seçilmiş kişiliğinden dolayı farklı bir konuma sahiptir. Çünkü Resul-i Ekrem (s.a.a) beşerî tekâmülün en zirvesinde, Allah’a en yakın beşer ve O’nun sıfat ve isimlerinin tecellisi olmakla birlikte, kalbinde İlahi istek ve iradelerin dışında zerre kadar başka bir şeye yer vermeyen en yüce insandır.

Hiç şüphesiz bu değerli ve manevi konum o hazretin düşünce, davranış ve sözlerine özel bir itibar kazandırmıştır.

Nakli Deliller

Sünnetin hüccet oluşuna nakli deliller olarak Kur’an, icma ve Müslümanların siyerine değineceğiz.

1- Kur’an-ı Kerim

Birçok ayet-i kerimede Sünnet-i Nebi’nin ve Hz. Peygamber’e (s.a.a) atfedilen tüm davranışların itibarına değinilmiştir. Bu ayetleri dört bölüme ayırabiliriz:

a) Hz. Resulullah’ın (s.a.a) verdiği hükümlerin hüccet oluşu

Peygamberlerin en önemli sorumluluklarından birisi taraflar arasında olan meselelerde hükmetmek ve ihtilaflara son vermektir. Bir ayet-i kerimede bu konu hakkında şöyle buyrulmuştur:

İnsanlar tek bir ümmetti. Allah müjdeci ve korkutucu olarak peygamberler gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında dosdoğru hükmetmek üzere onlara kitap da indirdi.” [9]

Şüphesiz bu görev, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) de vazifelerindendir. Bu ise ancak peygamberlerin halk arasında itibarlı bir konuma sahip olmaları ve hüccet olarak bilinmeleri ile mümkündür. Bu yüzden de Kur’an-ı Kerim’de Hz. Resulullah’ın (s.a.a) verdiği hükümlerin önemi ve yeterliliği hakkında vurgu yapılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de aralarında hükmetmesi için peygamberin huzuruna gidip ve bu hükümleri can-ı gönülden kabul eden müminler hakkında övgüyle bahsedilmiştir:

Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Peygamber’ine çağrıldıkları zaman inananların sözü, ancak duyduk ve itaat ettik sözüdür, böyle der onlar ve onlardır kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileri.” [10]

Başka bir ayeti kerimede ise, mümin erkek ve kadınlara hitaben Hz. Peygamber’in (s.a.a) hükmünden sonra delalete düşmemeleri hususunda vurgu yapılmıştır:

Allah ve Resûlü, bir işe hükmetti mi erkek olsun, kadın olsun, hiçbir inananın, o işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasına imkân yoktur.” [11]

Diğer bir ayette ise, müminler için ihtilafi mevzularda Hz. Peygamber’i (s.a.a) hakem kılıp onun verdiği hükümlere tam teslim olmaları, imanın belirtilerindendir.

Fakat öyle değil; andolsun Rabbine ki onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem etmedikçe ve sonra da yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin hükmü kabul eylemedikçe ve tamamıyla sana teslim olmadıkça.” [12]

Burada imanın derecesini beyan etmek için Allah-u Teâlâ’nın kendisine yemin etmesi de oldukça önemli ve dikkat edilmesi gereken bir husustur.

Bu ayet-i kerime ile verilmek istenen mesaj, Müslümanların kalp, dil ve amelde Hz. Nebi’ye (s.a.a) tam teslim olmasının gerekliliğidir. Acaba sünnetin bir bölümü olan hükmetmelere karşın Müslümanlardan böylesi bir teslimiyet içinde olmalarını istemek, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sadece doğruya hükmetmesine delalet etmez mi?

b) Hz. Peygamber’e (s.a.a) itaatin Allah’a itaat oluşu

Bazı ayetlerde Hz. Peygamber’e (s.a.a) itaat etmenin Allah’a itaat etmekle eşdeğer olduğu vurgulanmıştır:

Peygamber’e itaat eden, gerçekten de Allah’a itaat etmiştir.” [13]

Müminlere hitap edilen diğer bazı ayetlerde ise, önce Allah’a ve sonra Hz. Peygamber’e (s.a.a) itaat etmeleri emredilmiştir:

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin” [14]

Bazı ayetlerde ise, Peygamber ve Allah’a isyan etmek aynı fiil dâhilinde zikredilmiştir:

Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa, açık bir sapıklık etmiş olur.” [15]

Diğer bir ayet-i kerimede ise, Peygamber’den öne geçmenin Allah’ın önüne geçmek olduğu beyan edilmiştir:

Ey inananlar! Her hususta Allah’ın ve Peygamber’inin huzurunda, onların önüne geçmeyin.” [16]

Burada dikkat edilmesi geren husus, bu ayetlerin hiçbirinde Peygamber’e itaat etmede herhangi bir kısıtlama, farklı bir hüküm veya kuraldan bahsedilmemesi ve Allah’a mutlak surette itaat istenildiği gibi Peygamber’e de aynı şekilde itaat istenilmesidir. Bu da Peygamber’in tam manasıyla masum olduğuna ve onun amel ve davranışlarının İlahi iradeyle gerçekleştiğine delalet etmektedir. “O, hevadan (arzularına göre) konuşmaz” [17] ayeti de onun nefsanî söz ve isteklerden uzak olduğunu beyan eden bir diğer ayet-i şeriftir.

Bir diğer ayet-i kerimede ise, İlahi sevgi ve rızanın, Peygamber’e itaatle ölçülebileceğine işaret edilmiştir:

De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın.” [18]

Bu ayetten birçok öğüt ve mana çıkarabiliriz. Mesela ayetin akışı gereği ilk etapta ayetin şöyle olması akla gelir: “Eğer gerçekten Allah’ı seviyorsanız Allah’a uyun” çünkü sevmenin en basit belirtisi sevilene uymaktır. Oysa ayet-i kerimede Allah’ı sevmenin ölçüsü olarak Allah yerine Peygamber’e uymak istenmiştir. Aslında bu ayet-i kerimede Yüce Allah Peygamber’e uymanın kendisine uymakla eşdeğer olduğunu bildirmektedir. Şayet Peygamber insanları yanlış yola hidayet etseydi, böylesi bir konuma sahip olabilir miydi? Hayır, şüphesiz Peygamber insanları doğru yol olan İlahi yola hidayet etmektedir.

Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun. Göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan Allah’ın yoluna götürüyorsun.” [19]

c) Hz. Peygamber’in (s.a.a) insanlar için en iyi örnek olması

Cetvel ve pergelle çizgilerdeki eğrilikler giderilip sapmalar ölçülebildiği gibi üstün ahlaklarıyla örnek kimseler, insan-i kâmilin sınırlarını ve insanların yanlış ile doğruyu ayırt etmelerindeki ölçüleri göstermekteler. Beşer, kemal seviyesine ulaşmak ve bu seviyeye olan mesafesini ölçmek için bu ahlaki örneklere yakınlaşmalı, onlar gibi olmaya çalışmalıdır. İşte bu yüzden yani insanlara ölçüyü göstermek için Hz. Peygamber (s.a.a) güzel bir örnek olarak tanıtılmıştır:

Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah’da pek güzel bir örnek vardır. Allah’a ve son güne ümit besler olup da Allah’ı çok zikreden kimseler için.” [20]

Peygamber’in güzel bir örnek olarak tanıtılması, onun insan-i kâmili yansıtan bir ayna misali hayatının tüm boyutlarıyla insanlara ölçü olabileceğini göstermektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) mutlak surette ve istisna veya sınırlama olmaksızın güzel örnek olarak tanıtılmasıdır. Oysa Hz. İbrahim (a.s) aynı şekilde müminler için güzel bir örnek olarak tanıtılırken, babasına mağfiret dilemesi istisna kılınmıştır:

İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Ancak İbrahim’in babasına: “Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah’tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez.” demesi hariç.”

Çünkü Kur’an-ı Kerim’de müminlerin müşrikler için istiğfar dilemesi yasaklanmıştır. [21] Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) örnek oluşunda herhangi bir sınırlamanın olmayışı, onun bizler için tam ve eksiksiz bir örnek olduğunu; tüm davranış ve sünnetinin hüccet oluşunu göstermektedir.

d) Hz. Peygamber’in (s.a.a) tüm öğretilerine uymanın gerekliliği

Sünnetin hüccet oluşunu açıklayan yukarıdaki ayetler dışında buna açık bir delil olarak şu ayet-i kerimeyi gösterebiliriz:

Resul size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun.” [22]

Bu ayetle ilgili bazı noktalara değinmekte fayda var:

1- “Size ne verirse” cümlesinin kapsamı söz, davranış, takrir ve her türlü fiili içermektedir.

2- Hz. Resulullah’ın (s.a.a) verdiklerini almak ile yasakladığı şeylerden sakınmak bir yerde zikredilmiştir.

3- Kaide gereği Hz. Resul’e (s.a.a) mutlak itaatin istenilmesi, Hz. Peygamber’in (s.a.a) şahsı ile ilgili değil, belki risalet makamının gereği ve bu makamın Allah’a ulaşmasından ötürüdür.

4- Ayetin devamında Allah’tan sakınmaya olan tavsiye ve İlahi azabın hatırlatılması da bir nevi sünnetin takva ile irtibatına ve dolayısıyla itibarına işarettir.

2- İcma

Her ne kadar icmanın mahiyeti hususunda Ehl-i Sünnet ile Şia âlimleri arasında önemli ihtilaflar söz konusu olsa da İslam âleminin ve çeşitli fırkalardan müçtehitlerin birleştikleri konulardan oluşan icmaların mutlak surette hüccet oluşuna kimse itiraz etmemiştir. Örneğin İslam âleminin tevhit inancında veya namazın farz oluşunda icma içinde olmaları, bunların şüphe götürmeyen gerçekler olduğunu göstermektedir.

Masum İmamların (a.s) sözlerinden de icmanın itibarına dair işaretler bulabiliriz. İmam Rıza (a.s), “Rüyetullah” olayının Hz. Resul (s.a.a) tarafından da reddedildiğini beyan ettiği sırada orada bulunan “Ebu Kurra” adlı şahsın hayretler içerisinde “acaba rivayetleri mi inkâr ediyorsunuz? diye sormasına karşın şöyle buyurmuşlardır: “Şayet bir rivayet Kur’an-ı Kerim ve Müslümanların icmasıyla çelişirse, reddediniz (Çünkü o Peygamber’den değildir).” [23]

Sünnet-i Nebevi’nin Kur’an’dan sonra dinin ikinci kaynağı ve hücceti olması da tüm İslam âleminin ve fırkaların icmasıyla sabittir.

3- Müslümanların Siyeri

Ulemanın, sünneti ikinci kaynak olarak göstermesi bir yana; sünnet, İslam’ın başlangıcından beri odak noktası ve başvuru mercii olmuştur. Sahabeler daha ilk günlerden Hz. Resulullah’ın “Benim kıldığım gibi namaz kılın” [24] ve “Hac amellerinizi benden öğrenin” [25] buyruklarıyla namaz ve hac adabını öğrenmiş ve inanç, ahlak veya fıkhi konularda o hazrete (s.a.a) müracaat ederek onun sözlerini mutlak hüccet olarak benimsemişlerdir.

Hz. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra da sahabe ve tabiler daima Hz. Peygamber’den (s.a.a) nakledilen sözleri amaç edinmişlerdir. Daha sonra ortaya çıkan çeşitli fıkhi ve kelami mezhepler de kendi görüşlerinin doğruluğunu ispatlamak için Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetine müracaat etmişlerdir.

Tefsir, fıkıh, kelam, felsefe, ahlak, irfan, tarih ve.. gibi çeşitli İslami ilimlerde sünnetin istinat mercii olması, sünnetin itibarının ve öneminin bir göstergesidir.

 

-----------

[1]- el-Cevahiru’s-Sinniye fi’l Ahadisi’l Kudsiyye, s. 175.

[2]- Dirayetu’l Hadis, s. 13; Mü’cem Lugatü’l Fukaha, s. 177; Feyzu’l Kadir, c. 4, s. 615.

[3]- er-Revaşih es-Semaviyye, s. 205; Feyzu’l Kadir, c. 4, s. 615.

[4]- Dirayetu’l Hadis, s. 13-14.

[5]- Daha fazla bilgi için: Kavaninu’l Usul, s. 409; Dirasat fi İlmi’l Diraye, s. 13; Mü’cem el-Fazu’l Fıkh el-Ca’feri, s. 155; İstilahatu’l Usul, s. 141; İlm-i Hadis, s. 23.

[6]- Kur’an-ı Kerîm’in ilâhî kaynaklı olduğunu kabul etmeyenlere Kur’an’ın benzerini getirmeleri hususunda meydan okuması anlamında bir terim.

[7]- Keşfu’l Murad, s. 348; eş-Şifa, s. 441-443.

[8]- Keşfu’l Murad, s. 349-350; el-İlahiyyat, c. 2, s. 144-188.

[9]- Bakara, 213.

[10]- Nur, 51.

[11]- Ahzab, 36.

[12]- Nisa, 65.

[13]- Nisa, 80.

[14]- Nisa, 59.

[15]- Ahzab, 36.

[16]- Hucurat, 1.

[17]- Necm, 3.

[18]- Al-i İmran, 31.

[19]- Şura, 52-53.

[20]- Ahzab, 21.

[21]- Tefsiru’s-Safi, c. 5, s. 162; et-Tibyan, c.9, s. 580.

[22]- Haşr, 7.

[23]- Kâfi, c. 1, s. 96.

[24]- Biharu’l Envar, c. 79, s. 335; es-Sünenu’l Kübra, c. 2, s. 345.

[25]- Fethu’l Bari, c. 1, s. 193; Feyzu’l Kadir, c. 1, s. 100.




Bu haber 556 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER NURANİ SÖZLER Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
İLAN PANOSU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI