Bugun...


On Dört Masumun Hayatına Kısa Bir Bakış - 2
Tarih: 07-11-2023 11:58:07 Güncelleme: 07-11-2023 11:58:07 + -


Bismillahirrahmanirrahim

facebook-paylas
Tarih: 07-11-2023 11:58

On Dört Masumun Hayatına Kısa Bir Bakış - 2

Emirü’l Müminin İmam Ali (a.s)

 

Emirü’l Müminin İmam Ali (a.s), müminlerin emiri, vasilerin efendisi ve Allah'ın emri ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) açık sözü gereğince Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hidayete götürücü, yol gösterici halifelerinin ilkidir. Kur’an onun masum olduğunu ve her türlü kötülükten arındırıldığını açık bir dille ifade etmiştir. Hz. Resulullah (s.a.a) onu, eşini ve iki oğlunu yanına alarak Necran Hristiyanlarıyla lânetleşmeye gitmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.a), “onun sevilmesi farz olan akrabalarından olduğunu” vurgulamış, defalarca “onun Kur’an-ı Kerim'le ilâhî görev itibariyle eşdeğer olduğunu; ikisine sarılmanın kurtuluşa ve onlardan uzaklaşmanın ise, alçalmaya neden olacağını” dile getirmiştir.

İmam Ali (a.s), çocukluğunun ilk dönemlerinden itibaren Allah Resulü'nün (s.a.a) bağrında yetişti. Onun hidayet pınarından beslendi. Onun için bütün yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren bir öğrenci ve zeki bir kardeşti. İman edenlerin ve namaz kılanların ilkiydi. Rabbinin yoluna kendini adayanların en samimisiydi. Gerek Mekke'de ve gerek Medine'de, hem Hz. Peygamber'in (s.a.a) yaşadığı dönemde ve hem de Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra, her türlü görünümüyle azgın cahiliyeye karşı verilen çetin mücadelede nebevî risaletin başarısı için kendini feda etmekten bir an bile geri durmadı; onun ilkeleri, risaleti, mesajları ve bütün değerleri içinde fena bulmuştu. Tüm boyutlarıyla hakkın somut bir numunesiydi. Bir parmak ucu kadar bile hakta yanılmadı ve bir kıl kadar gerçekten sapmadı.

Dırar b. Damre el-Kinanî, Muaviye b. Ebu Süfyan'ın yanında onu vasfetmiş, sonunda hem Muaviye'yi ve hem de orada bulunanları ağlatmıştı. Öyle ki Muaviye ona rahmet okumak durumunda kalmıştı. Dırar şöyle demişti: “Allah'a yemin ederim ki Ali, ileri görüşlü ve çok güçlü biriydi. Konuştuğu zaman hakkı batıldan ayırır ve salt adaletle hükmederdi. Her tarafından bilgi akardı. Söz ve davranışları hikmeti dile getirirdi. Dünyadan ve dünyanın çekici güzelliklerinden kaçardı. Geceye ve gecenin yalnızlığına sığınırdı. Çok ağlar, uzun tefekkürlere dalardı. (Sıkıntıdan) avuçlarını ovuşturur ve kendi nefsine hitap ederdi. Elbisenin kısasından ve yiyeceğin kurusundan hoşlanırdı. Aramızda, herhangi birimiz gibiydi. Yanına geldiğimiz zaman bize yaklaşırdı ve bir şey sorduğumuz zaman cevap verirdi. Davet ettiğimiz zaman bize gelirdi. Bir haberi sorduğumuz vakit, haberi aktarıp bizi aydınlatırdı. Allah'a yemin ederim ki, ona yakın olmamıza ve kendisinin de bize yakın durmasına rağmen, onun heybetinden yanında neredeyse konuşamaz hâle gelirdik. Gülümsediği zaman, dişleri dizilmiş inciler gibi belirirdi. Dindar insanlara büyük saygı gösterir ve yoksulları kendisine yaklaştırırdı. Güçlü olan, batıl işinde ondan cesaret alamaz ve zayıf kimse de onun adaletinden umut kesmezdi”. [1]

İmam Ali (a.s), davetin ilk gününden itibaren Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yanından ayrılmadı. Hz. Peygamber'le (s.a.a) beraber, kutlu davetin tarihi boyunca eşi görülmemiş bir cihat örneği sergiledi. Arabın kurtları ve Ehlikitabın azgınları tarafından hedef alınmasına rağmen, geceden şafak yarılıncaya ve sırf hakikat bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıp dinin önderi hakkı dile getirinceye ve şeytanların çığlıkları kesilinceye kadar bu önemli görevini eksiksiz yerine getirdi. [2]

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), bu kısa süre içerisinde cahiliye toplumunu değiştirmek üzere o müthiş adımları atmaya başlarken İslâm'ın önünde, büyük hedeflerine ulaşmak için meşakkatli ve uzun bir yol vardı. Bu ise eksiksiz bir stratejiyi ve akıllı bir önderliği kaçınılmaz kılıyordu. Bu önderlik, davanın birinci dereceden lideri Peygamber'den (s.a.a) iman, olgunluk, ihlâs, dirayet ve deneyim bakımından eksik olmamalıydı.

Son risaletin, tarih boyunca kesintisiz bir şekilde sürüp gelen bütün nebevî davetlerin özü, mücadele ve cihatlarının vârisi sayılan bu davetin geleceğini de plânlaması doğaldı... Nitekim öyle de oldu. Hz. Resulullah (s.a.a) Allah'ın emri uyarınca, bütün varlığını davetin varlığına adapte etmiş, davetin hedeflerinde kaybolmuş, cahiliyenin her türlü kalıntısından kurtulmuş, bütün cahilî tortulardan arınmış; bilinç, iman, ihlâs ve Allah yolunda fedakârlık bakımından yeterliliğin en yüksek derecesine yükselmiş bir kişiliği seçerken, davetin geleceğini plânlıyordu.

Hz. Resulullah'ın (s.a.a), kendisinden sonra düşünsel ve siyasî yetkili merci görevini yüklenmesi için özel olarak yetiştirdiği ve yerine geçmeye hazırladığı kişi İmam Ali b. Ebu Talip'ti (a.s). İmam Ali'nin (a.s) görevi, Hz. Resulullah'ın (s.a.a), kendisi için hazırladığı Muhacir ve Ensar’dan oluşan bilinçli tabana dayanarak uzun değişim sürecini sürdürmekti. Fakat toplumun derinliklerine kök salmış cahiliye, “Bedir ve Hüneyn” savaşlarıyla veya on yıllık bir mücadele ve savaşla kazınacak değildi. İslâmî sembollerin arkasına gizlenmiş olarak yeniden sahneye çıkması doğaldı. Belli bir süre geçtikten sonra bile olsa toplumsal sahnede yeniden görünebilmesi için İslâmî bir görünüme bürünmesi gerekiyordu. Ayrıca cahiliyenin, doğrudan veya dolaylı olarak önderlik makamına sızması da doğaldı. Böyle bir durumda, her taraftan tehlikelerle kuşatılmış, tabanı istenen bilinç ve olgunluk düzeyine ulaşmamış genç İslâm toplumunun meşru önderlik makamının arkasına gizlenerek cahilî kavram ve geleneklere dönüş yapılması ihtimal dâhilindeydi. Daha doğrusu az da olsa siyasî ve toplumsal bilinç sahibi bir önderlik böyle bir olayın gerçekleşebileceğini hesap edebilir. Peygamberlerin sonuncusu Allah Resulü (s.a.a) bunu hesap edemez miydi?

Toplumun cahilî pratiğini değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedefleyen İslâm risaletinin, bu olguyu bütün boyutlarıyla ve bütün derinlikleriyle göz önünde bulundurması kaçınılmazdı. Uzun ve kısa vadeli kapsamlı değişim projelerini ortaya koyması zorunluydu... Nitekim öyle de oldu. Risalet kurumu, teşriî mantığında belirlediği İslâmî hareket için doğal çizgiyi çizdi. Ümmeti, düşünsel ve siyasal olarak her türlü cahiliye kirinden ve pisliğinden arındırılmış Masum İmamlara (a.s) yöneltti. Bunun ilk adımı olarak Hz. Peygamber (s.a.a) İmam Ali'yi (a.s) Gadir-i Hum'da “Müminlerin Emiri” olarak atadı. Müslümanların tümünden onun adına biat alarak bu atamayı pekiştirdi.

İleriye dönük bu plân, Hz. Peygamber’in (s.a.a) de beklediği gibi, doğru önderliğin koruyucu ve güvenilir tabanı olması gereken ümmetin bilinç noksanlığından kaynaklanan çok zararlı bir hadise ve akımla karşı karşıya geldi. Çünkü Müslümanların geneli, cahiliyenin, perde gerisinden kendilerinin ve genç İslâm devriminin aleyhine komplolar kurmakta olduğu gerçeğini derinliğine kavrayabilmiş değillerdi. Meselenin, liderlik makamında olan bir kimseyi devirip onun yerine bir başkasını getirmek kadar basit olmadığının bilincine varmamışlardı. Mesele, “Muhammedî inkılâpçı” çizginin, “İslâm görünümlü cahiliye” çizgisiyle yer değiştirmesiydi.

Böylece "Sakife inisiyatifi" Hz. Peygamber'in (s.a.a) meydanda olmadığını görünce, ileriye dönük nebevî plânı sonuçsuz bıraktı. Dolayısıyla Kur’an’ın önceden haber verdiği bir olay da gerçekleşmiş oldu:

Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz.?!! [3]

Hz. Peygamber (s.a.a) İmam Ali'yi (a.s) “mesajının, ümmetinin ve devletinin temsilcisi ve emini” olarak atamıştı. Onu, risaleti ve şeriatı korumakla yükümlü kılarak genç ümmetin eğitimi ve henüz derinlere kök salmamış devleti koruma ve kollama görevini ona vermişti.

İmam Ali (a.s), "Sakife inisiyatifi"ne ve sonuçlarına karşı çıkarak, biat etmekten kaçınarak ve komplolara karşı durarak gelişmeleri doğal mecrasına döndürmek için uğraştıysa da, bunun bir yararı olmadı. Artık devletin siyasî ve kurumsal olarak yıkılması ya da yetersiz önderlerin kontrolünde dahi olsa korunması arasında bir tercih yapmasını gerektiren bir ortam oluşmuştu.

İmam Ali b. Ebu Talip (a.s), tarihin de kaydettiği gibi ilkesel bir tavır takınarak şöyle buyuruyor: İnsanların kitlesel olarak İslâm'dan dönmeye başladıklarını, Muhammed'in (s.a.a) dinini yeryüzünden silmeye yönelik bir çağrı seslendirdiklerini gördüğüm zaman, elimi çektim. İslâm'a ve İslâm ehline yardım etmezsem, İslâm'ın gövdesinde bir gedik açılacağından veya bir tarafı yıkılacağından ve bundan dolayı uğrayacağım felâketin, sizin başınıza geçme fırsatını kaçırmış olmaktan dolayı uğrayacağım felâketten daha büyük olacağını gördüm. Çünkü sizin başınıza yönetici olmak, birkaç günlük bir metadır. Serabın geçip gitmesi veya bulutların dağılması gibi geçip gider. [4]

Büyük İmam'ın (a.s) yirmi beş yıllık bu süreç içinde sergilediği tavır, geçici bir süre için meşru hakkından ödün vermek, halifelere danışmanlık etmek, onlara öğüt vermek pahasına da olsa, İslâm ümmetinin birliğini korumak ve nebevî devletin başına bir felâket gelmesini önlemek için, -kendi deyimiyle- Ebucehil karpuzundan daha acı olan sabrı yalamak suretiyle sıkıntı ve zorluk çekmek şeklinde özetlenebilir.

O, bu süreçte kendini Kur’an’ı toplamaya ve tefsir etmeye, Kur'anî kavramlar doğrultusunda ümmeti aydınlatmaya ve Kur'anî gerçeklerle onları bilinçlendirmeye, bu arada bazı Müslüman grupların rol oynadıkları komploların gerçek mahiyetleri üzerindeki perdeyi açmaya vermişti. Yöneticilerin İslâm şeriatının hükümlerini anlama ve uygulama noktasında sergiledikleri yanlışlıkları düzeltmeye, İslâmî önderliğe taban oluşturacak ve ileriye dönük nebevî plânın güvencesi olacak salih bir kitle oluşturmaya teksif etmişti tüm ilgisini. Gece gündüz İslâm'ı yayacak, tebliğ edecek, İslâm'ın uygulanması ve egemen kılınması için kendisini feda etmekten kaçınmayacak bir kitle...

İmam (a.s), sabır ve emekle geçen yirmi beş seneden sonra, çabasının meyvesini devşirebildi. Artık perde gerisindeki gerçekler gün yüzüne çıkmıştı. Ümmetin yeni kuşağı, hilâfete başkasının değil, İmam Ali'nin (a.s) lâyık olduğunu anlamıştı. Ümmet, ortamın karışık, kalplerin bölük pörçük olmasına, dosdoğru hak yoldan sapma açısının gittikçe genişlemesine rağmen, bozulan tarafları sadece onun düzeltebileceğinin bilincine varmıştı. Nitekim şöyle buyuruyordu: Allah'a yemin ederim ki, hilâfete yönelik bir arzum yoktu. Sizin başınıza geçmek gibi bir ihtiyaç da hissetmiyordum. Fakat siz beni buna çağırdınız ve bu görevi bana yüklediniz. [5]

İmam (a.s), izleyeceği siyaseti şöyle buyurdu: Biliniz ki, bu çağrınıza uyduğum zaman, size bildiğim şeyleri yükleyeceğim. İleri geri konuşanların sözlerine ve kınayanların kınamasına kulak asmayacağım. [6]

Yine bu bağlamda şöyle buyurmuştu: Allah'ım! Hiç kuşkusuz bizim mücadelemizin iktidar kavgası ya da nimetlerin döküntülerini kapma çabası olmadığını biliyorsun. Bizim çabamız, dininin alametlerini yeniden hâkim kılmak, ıslahı senin beldelerinde ortaya çıkarmak, dolayısıyla mazlum kullarının güvencede olmasını sağlamak ve senin koyduğun hükümlerden rafa kaldırılanları yeniden yürürlüğe koymak içindir. [7]

İmam Ali (a.s), eğriliği olmayan bir yol izleyerek insanlar arasında sosyal ve siyasal adaleti egemen kılmak için çaba sarf etti. Ümmetin birliğini korumanın yanında, can güvenliğinin, özgürlüğün, huzur ve istikrarın hâkim olması için mücadele etti. Ümmeti eğitme, bilgi düzeyini arttırma ve ümmetin her ferdine tüm haklarını eksiksiz verme savaşımını verdi. Bozuk idarî mekanizmayı temsil eden kişileri görevden uzaklaştırıp, onların yerine salih kimseleri veya toplum nezdinde salih olarak bilinen kimseleri vali ve yönetici olarak atadı. Onları çok sıkı denetimlere tâbi tuttu. Bu yüzden fırsat kollayıcılar ve ihtiras sahipleri sorumluluk makamından ümitlerini kestiler.

Her alanda açık sözlü olup hakkı ve doğruyu ortaya koyardı. Aldatma ve istismar mümkün değildi. İmam Ali (a.s), kardeşi ve amcazadesi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) metodunu izliyordu. Bunun sonucu siyasal, sosyal ve ekonomik imtiyazlarını kaybeden fırsatçı, rantiyeci ve muhteris güçler İmam'a (a.s) karşı harekete geçtiler. Düne kadar bir şekilde Osman'ın katledilmesine katkıda bulunan, insanları onun aleyhine kışkırtan gruplar, omuz omuza vermiş, Osman'ın kanını isteme bayrağını açmaya başlamışlardı. İmam'ın (a.s) hikmet esaslı ve şaibelerden beri siyasetini eleştiriyorlardı. Neticede bir grup biatini bozdu, bir diğeri zulme saptı ve bir üçüncüsü de okun yaydan fırladığı gibi dinden çıktı.

Derken İmam (a.s) acılarla dolu bir mücadele sürecinden sonra şehit düştü. Nebevî Hicret'in 40. senesinde, Kadir Gecesi, Kûfe Mescidi'nde mihrapta ibadet ederken mübarek bedenleri kana bulandı. Bu, şahadet zaferini kazanmaktı. Eşsiz risalet değerleri üzere sebat etme zaferi... Apaçık hak üzere, din prensiplerinin kökleşmesi uğruna mücadele verme hususunda sebat etme zaferi... Bu, ilâhî değerlerin, bütün biçim ve dallarıyla cahiliye değerlerine karşı gerçekleştirdiği görkemli bir devrimdi.

Ey müminlerin emiri! Ve ey yüzü akların öncüsü! Selâm sana doğduğun gün, risalet bağrında terbiye edildiğin gün, “İslâm bayrağı dalgalansın” diye cihat ettiğin gün, sabrettiğin ve öğüt verdiğin gün, biat edildiğin ve iktidara getirildiğin gün, cahiliyenin İslâmî şiarların gerisine gizlenmiş kirli pençelerinin üzerindeki perdeyi parçaladığın gün, şehit düşerek yükselen İslâm ağacını kanınla suladığın gün, (Allah katındaki) en yüce makamlara ait zafer nişanlarını taşıyarak dirileceğin gün... Selâm sana...

 

 

------------

[1]- el-İstiab (“el-İsabe” adlı eserin ekinde), c.3, s.44.

[2]- Hz. Zehra'nın (s.a), Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından ve hilâfet gömleğini giydiklerinden kısa bir süre sonra Ebu Bekir'in, Ömer'in ve diğer Muhacir ve Ensar’ın önünde yaptığı ünlü konuşmasından.

[3]- Âl-i İmrân, 144.

[4]- Biharu'l Envar, c.33, s.596-597, "Mısır Fitneleri" babı.

[5]- Biharu'l Envar, c.32, s.50, "Emirü'l Müminin'e Biat" babı.

[6]- Biharu'l Envar, c.32, s.36.

[7]- Biharu'l Envar, c.34, s.111, "Ali Zamanında Çıkan Fitneler" babı.




Bu haber 437 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EHLİBEYT Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
YUKARI